Nisa Sûresi Medine’de nazil olmuş bir suredir. Bu sûre hicretin beşinci, altıncı yıllarında Muresî Gazvesi yıllarında indirildiği düşünülmektedir. Sûreye baktığımız zaman sure Ey insanlar! olarak başlıyor.
Kuranı Kerim’in kadınları anlatan, o dönem için büyük bir devrim niteliğinde bir sûre olduğunu biliyoruz. Düşünün ki kadınların hiç miras hakkı yokken surenin kadınlara miras hakkı getirdiğini görüyoruz. Kadınlar erkeklerden daha geridedir şüşünclerine karşın surenin ilk ayetinde kadın ve erkeğin aynı özden yaratıldığını söyleyerek kadın ve erkeğin özünün bir olduğunu ifade ederek Allah kadın konusunda önemli bilgiler vermiş oluyor. Burada aynı zamanda diyoruz ya yalnız sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz diye dua ediyoruz. Bu surede de daha çok kulluk vurgusu vardır. Doğru yol ile ilgili detayların verildiğini görüyoruz.
Özellikle üç alan vurgulanır, daha çok sosyolojik boyutu düzenleyen bir sure.
Birinci olarak kadın ve erkek ilişkilerini düzeltiyor. Aile hayatını ele alıyor. Kadın ve erkeğin aynı özden geldiğini söylüyor. Aile hukukundan bahsediyor. Akrabalık ilişkilerinden, yetim, kölelik, miras gibi konularda önemli bilgiler veriyor.
İkinci olarak, inanan ve inanmayanlar için Kuran’ın, şuurun nasıl canlı tutulması ile alakalı bilgiler veriyor. Münafıklar, Yahudiler e müşriklerle arasındaki ilişkilere ait kaide ve hükümler getirildiğini görüyoruz.
Üçüncü olarak ise vakit namazı, korku namazı, namaz için gerekli olan taharet, temizlik gibi konulardan ve bireysel ve ahlaki kurallara yer verdiğini görüyoruz.
Kadınlar Suresi diye bir surenin olması hakikaten o dönemin insanları için büyük bir devrim niteliğindedir. Kadının daha çok zayıf görüldüğü bir dünyada kadınlar suresinde aynı zamanda yetimlerin ele alınması daha çok önemli. Demek ki sonra bize bir çok açıdan önemli tasavvur bir inşaası yapıyor.
6. Yetimleri nikâh çağına gelinceye kadar deneyi[p akıl ve kabiliyetlerini ölçü]n. Şayet kendilerinde bir olgunluk görürseniz, mallarını kendilerine verin. “Büyürler (de geri alırlar)!” diye mallarını tez elden çarçur ederek yemeye kalkmayın! Zengin olan (yetimin malına) tenezzül etmesin, fakir olansa (yaptığı işe karşılık) mâkul bir şekilde yesin. Mallarını kendilerine verdiğinizde de yanlarında şahit bulundurun. Bununla birlikte, hesaba çekici (Hasîb) olarak Allah kâfidir.
Yetimin velisi olduğumuz zaman, eğer onun malı mülkü varsa ve onun bir mirası varsa onun mirasını nasıl kullanmamız ve korumamız gerektiğini anlatıyor. O yetime veli olan kişi eğer zengin ise şöyle davransın, eğer davran eğer fakir ise de böyle davransın diye detay anlatıyor.
Demekki iki şey önemli, birincisi yetime malına vermeden önce, yetim bluğ çağına geldiği zaman onları deneyin diyor. Bakın bakalım hakikaten mallarını kontrol edebilecekler mi, onu doğru düzgün kullanabilecekler mi. Aynı zamanda da diyor ki rüşt makamına gelmişler mi diyor. Burada Kur’an ayırıyor, bir buluğ çağına gelmek var bir de rüşd sahibi olmak var. Bugün çocuklar 12,13,14 yaşlarında buluğ çağına geliyorlar ama rüşdlerini ispat edemiyorlar. Bluğ ve rüşd önemli. Burada diyor ki o yetim çocuklar belli bir malı bir mülkü var ise çocuk onu kullanabilecek rüşdde mi acaba.
Burada da diyor ki Allah, o yetim çocuğu deneyin diyor. Yapabilecek mi, doğru bir şekilde ticaretini yapabilecek mi. Eğer rüştünü ispat edebilirse o zaman emanetçisi olduğunuz, o çocuğa ait olan malı o çocuğa verin diyor.
Burada bu konuya İmam Hanifi ve talebeleri diyor ki çocuğa idare edebileceği bir miktar mal verin ve bakın diyor. Olgunlaşmış mı, idare etmekle beraber doğru bir şekilde koruyabilecek mi diyor. İki tane yoldan bahsediyor. İmam Malik ve İmam Şafi bunu biraz daha manevi bir boyuta çekmişler. Denemeyle bakın bakalım çocuğun manevi hallerine, haram bir şey yapıyor mu, neler yapıyor diye bakın. Mali açıdan salih mi davranıyor, faize gidiyor mu ya da insanları kandırmaya çalışıyor mu diye bakın diyor.
Kelimelerden kullanılışı gerçekten muhteşem. Burada rüşden derken belirsiz bir takıda gelmesi ile çocuğun bir olgunluk emaresi verip vermemesinden bahsediyor. Yani bütün bir ömür boyunca olgun davranması anlamına gelmiyor. Demek ki ayet ilk başta bir yetime sahip çıkabilirsiniz, bir yetimin malı ile mülkü ile onun velisi olabilirsiniz. O zaman böyle bir durum olabilir ve siz bu durumda onlara evlenme vakitleri gelinceye kadar gözetleyin diyor. Eğer aklen olgunlaştıklarını gördüğünüz zaman yetimlerin mallarını kendilerine verin diyor. Çocuk büyümüş, buluğ çağına gelmiş ama hala da keyfi bir gerekçe sunarak onun malını ona iade etmiyorsun. Eğer çocuk kendi malında mülkünde tasarruf ehliyeti kazandı ise ona malını mülkünü ver artık, o süreyi uzatma diyor. Aynı zamanda o çocuk büyümeden alelacele çocuğun malını savurma diyor. İhtiyacı olmayan kimse aynı zamanda yetimlerin malına tenezzül etmesin diyor.
Günümüzde de çok yetim var. Bu kadar savaşın olduğu ve insanların mülteci olmaya zorlandığı dönemde çok yetim var. Fakat dünün dünyasında yetimlere olan bakış açısı ile bugünün dünyasındaki yetimlere bakış açısı farklı. Eskiden yetimleri insanlar alıyor ve onları kolluyorlardı. Adaletli, insaf sahibi birine düştüyse ne ala. Allah burada kişinin insiyatifine bırakmıyor. Diyor ki, bu çok önemli bir şey. Biz yetimlerden çok büyük komutanlar çıkardık. İslam dünyası yetimlere çok önem verdi. Bugün çok yetim var, bu yetimlerin velisi olarak kurumları görüyoruz. Yetimlere artık kurumsal düzeyde destek olan olunduğunu görüyoruz. Bu konuda evet bireysel çabalar var ama daha önceki toplumların insanların o çocuklara nasıl davrandığını görmüş oluyoruz. Günümüzde kurumların baktığı çocuklar haline geldi ki, anne babaları varken de yetim olan çocukların yetimhanelerde olduğunu görüyoruz. Belki de bugün bize yetimler açısından çok daha büyük bir iş düşüyor.
Yetim, kelime kökü açısından da kendini idare etmekte zorlanan demektir. Bugün bu savaşların olması, insanların zorunlu mülteciler haline gelmesi durumu var. Daha önceden insanlar göçebe hayatı yaşıyorlardı, standart bir mesken, yerleşik bir düzene geçtikleri zaman biz onları alkışlıyorduk tarih derslerinde. Bunu söylediğimiz halde bugün biz insanları sürekli göçebe haline getirdik. Mültecilik durumu da maalesef insanları yerleşik düzenden koparıyor ve hayatlarını güvenli bir yere basamıyorlar. Bugün Avrupa’da 10.000’in üzerinde Müslüman çocuk kayıp. Ama İslam’ın yetim anlayışı bu değil. İslam’ın yetim anlayışında istediğim gibi o çocuğu kullanabilirim anlayışı yok. Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellem yetim olana çok daha özel bir ilgi gösterdi. Bugün artık dünya bencilleştikçe, insanlar artık sadece kendi menfaatlerini düşündükçe, yetime o merhameti gösteremez hale geldik. Benim hayatım, istediğim gibi yaşarım, farklı bir fedakârlık yapamam diye bakıyoruz. Hepimiz kendi hayatlarımızı düşünür olduk. Bugün yetimler köprü altlarında yaşayan, madde çeken çocuk toplulukları haline geldiler. Çok güvensiz bir durum. Bu çocuklarda neyi dönüştürebilirsiniz, bu çocuk nasıl güvende hissedebilir. Burada şunu anlıyoruz, Kuran’ın bu kadar yetim üzerinde durmasının ne kadar önemli olduğunu görüyoruz. Yetimin dünyaları feth edebilecek kadar güçlü olduğunu da biliyoruz, mafya elinde kullanılabileceğini de görüyoruz. Kur’an diyor ki, eğer o çocukların veliliğini yaparsanız, Allah burada bir emir veriyor, o çocuk eğer mal mülk sahibi ise o çocuğun malı mülkünü doğru kullanın diyor. Sonra onları deneyin. Eğer rüşdünü ıspatlarsa ona malını iade edin diyor.
Daha sonra ikinci bir konudan bahsediyor. Allah burada çocuğun velisi olan kişi zengin mi fakir mi diye iki gruba ayırıyor. İki farklı davranış kalıbı öneriyor. Zengin olan kişiye malı yemeye karşı mesafeli duracak, ona tamah etmeyecek, Allah‘ın kendisine bahsettiği mala kanaat edecektir diyor. Eğer zengin ise ve bir yetimi almış ise, yetime şefkatli davranırken onun malını yemeyeceksin, o mala karşı mesafeli olacaksın diyor. O çocuğa ben bakıyorum, onun malını istediğim gibi kullanabilirim diye düşünmeyecek. Aynı zamanda o vasi olan kişi kendi malına kanaat edecek. Ama yetimin velisi olan kişi fakir ise sanki o yetimin işçisi imiş gibi o paradan alabilecek ama çarçur etmeyecek. Şefkatini gösterecek fakat çocuğun malından ölmeyecek kadar alabilir. Eğer kendi hayatı gitmiyorsa, zorunlu rızkını temin edebilir ama bunu da çarçur etmeyecek.
Burada şunu anlıyoruz ki, muhtaç olan fakir olan bu maldan yararlanabilir. Allah çok adil bir şekilde bir şey anlatıyor. Dengeli bir şeyden bahsediyor. Diyelim ki yetimin bir tarlası var ve yetim çocuk ekip biçecek durumda değil. Ya da yetim çocuğun evi var fakat onu kiralayabilecek bir durumda değil. O yetimin hakkını yerim endişesi ile bu mala bırakmak mı çocuğa iyidir, yoksa o mala bakmak mı daha iyidir. Mallarını kendilerine iade ettiğiniz zaman o çocukların mallarından yemiş olmayın diyor ama mallarını doğru bir şekilde yönetin diyor. Eğer bir tarla ise o tarlayı ekin, biçin. Böylece o çocuğa daha iyi bir gelir gelecektir. Ya da kişi fakir ise, ondan bir borç alır gibi rızkının en asgarisi ondan alsın diyor.
Demekki bir yetime vasilik yapıyorsak ve o yetime bir miras kaldıysa, ona bakan kişi eğer zenginse o mala tamah etmeyecek. Fakir ise de orada da insan ölü etini ne kadar yiyebilirse o kadar alabilir.
Hazreti Ömer’in devlet anlayışında; yetimin malına nasıl bakılması gerekiyorsa o da devlete malına o şekilde bakıyor.
Devlet mali konusundaki bakışım şudur, kendimi yetimin velisi gibi kabul ederim, eğer ki ihtiyacım yoksa devletin malından uzak dururum. Ama ola ki, ihtiyacım olursa makul bir şekilde ihtiyacını gideririm. Sonra da elim bollaştığında da onu devlete geri iade ederim.
Allah böyle, devletin malını yememenin akılsızlık olduğunu düşünen değilde, devletin malının yetim malı gibi olduğunu düşünen idareciler nasip etsin.
Bu inançtır işte. İnanç mahkemeye gidip ceza almaktan korkmak değildir. İnanç, bir polis beni yakalarsa, annem babam beni yakalarsa bir başkasına karşı mahcup olurum demek değildir. İnsan Allah’a inanıyorsa, gönlünü Rabbine teslim ise, imanı güçlü ise, bütün devlet malı elinde bile olsa onun bir kuruşunu tenezzül etmemektir. Bilir ki bunun ahirette bana bir hesabı olacak. Eğer çok gerekiyorsa ondan az bir miktar alır ve eli bollaşınca onu yerine koyar. İşte bu aslında bize çok önemli bir ahlak eğitimi veriyor. Diyor ki kimsenin malına mülküne bakma. Elinde bir yetim var ise o yetime evlatların gibi bak, sahip çık. Evlatlarından beklemediğin gibi o yetimden de bekleme. İşte biz dün o yetimlerden kumandanlar çıkardık. Ama bugün yetimlerin maalesef mafyaların elinde pejmürde bir hale getirmiş modern bir toplumdan bahsediyoruz.
Diyelim ki bir yetimi büyüttünüz rüşdünü de ispatladı, ve malını mülkünü ona vereceksiniz. Malını verirken yanınızda bir şahit bulundurun diyor. Muhakkak ileride insanlar size bu konuda sizin yapmadığınız bir şeyi söyleyebilirler. Bu aslında bir işi belgeleyin demek istiyor. Belgesiz iş yapmayın demek istiyor. İnsanlar ortak oluyorlar, sonra bununla ilgili bir sözleşmeleri olmuyor. Sonrasında birbirimize güveniyoruz, akrabayız diyorlar fakat sonrasında birbirlerine girebiliyorlar. Demek ki muhakkak şahit tutulması gerekiyor. Demek Kuran diyor ki, yaptığınız işleri belgeleyin. Çünkü insanın daha ileride ne diyeceğini, ne konuşacağını ya da töhmet altında kalıp kalmayacağını bilmiyorsunuz. Hesaba çekici olarak Allah yeter. Mala sizin verdiğinizde, onun da aldığına şahit olarak Allah kâfidir. Öyleyse birbirinizi doğrulamaktan ayrılmayın ve birbirinizi yalancılıkla suçlamaktan uzak durun diyor.
Bu altıncı ayette bir yetim hakkı beyannamesi okumuş olduk. Eğer bir eğitim alırsanız, o yetimin belli bir mülkiyeti var ise o mülkiyetle alakalı nasıl tasarrufta bulunduracağımız ile alakalı bilgilendirme yapıyor. Yetim konusu çok hassas bir konu, anne babası olmayan bir çocuğun velisi toplumdur. Demek ki bir yetimin anne babası yoktur ama onun anne baba sorumluluğu, velisi artık topluma havale edilmiştir. Biz bugün yetimlere dokunamıyorsak bunun üzerinde düşünmemiz lazım. Ne yapmamız lazım da biz yetimlere daha çok destek olmamız gerek ile alakalı düşünmemiz gerek.
Bugün modern toplum her şeyi kurumlar üzerinden hallediyor. Ancak kurumlar duygusal olarak yetimleri destekleyemiyor. Kurum yapısı itibari ile inorganik bir yapıdır. Fakat insandır insanı besleyen, onun gönlüne destek olan, şefkati veren. Kurum veremez şefkati.
Yetim demek sadece anne babadan mahrum kalmak demek değildir, duygudan, muhabbetten mahrum kalması anlamına geliyor. Buna hiçbir beton yapısı desteklemiyor. Bugün modern dünyada biraz sadaka vermenin, yetimlere sahip çıkan bir kuruma biraz sadaka vermeden bizi rahatlattığını düşündüğümüz bir dönemi yaşıyoruz. Ama bu böyle değil. Yetimin velisi olmak lazım. Yetime o velayeti, o duyguyu kurmak lazım. O yüzden Efendimiz “namazlarımdan zevk alamıyorum” diyen bir sahabeye “Git bir yetimin başını okşa” diyor. Bir yavrunun hayatına dokunmaktan, gönlüne dokunmaktan bahsediyor burada. Toplumun yetimlere karşı çok büyük bir sorumluluğu var. Bugün modern dünyada bunu kurumlar yapıyor olsa da, bizim o duygu dokunuşlarını yapmamız gerekiyor, şefkat ile yetimlerin hayatlarına dokunabileceğimiz yerlerde bu konuda destek olabilecek işleri yapmamız gerekiyor. Bunun hepimizin görevi olduğunu unutmamak lazım.
Altıncı ayet bize çok daha modern toplumda yaşanmayan uzak bir hayat anlayışı veriyor. Ola ki, yetim evinizde olur, o yetimin bir mülkiyeti olur, o mülkiyete de karşı nasıl bir ilişkimiz olacak, bize bunları anlattı. O yetimi alan kişi zengin ise o yavrunun mülkiyetine tamah etmeyecek. Bu kişi fakir ise, sadece asgari olarak neye ihtiyacı var ise en asgarisini alacak eli bollaşınca da bir borç kabul edip geri iade edecek.
Yorumlar
Yorum Gönder