275. (İşte, infak ve karz-ı hasen dururken) faiz yiyenler, şeytan çarpmış kimsenin kalktığı gibi kalkarlar ki bu; “Alış-veriş de faiz gibidir!” demelerinden dolayıdır. Oysa Allah alışverişi helal, faizi haram kılmıştır. Bu durumda, her kime Rabbinden bir öğüt gelir de (faizcilikten) vazgeçerse, geçmiştekiler kendisinindir. -Hakkındaki hüküm Allah’a kalmıştır.- Her kim de (faizciliğe) geri dönerse, bunlardır işte, Ateş’in sahipleri... Temelli kalacaklardır orada!
276. Çünkü Allah faizi yavaş yavaş mahveder, sadakaları nemalandırır. Hiçbir günahkâr inkarcıyı Allah sevmez.
Bundan önce infak konusundan bahsettik, infak ahlakından bahsettik, karşılıksız vermekten bahsettik, Allah için vermekten bahsettik. Şimdi burada tam karşıtı bir konuya geçiyor. Faiz konusuna geçiyor. İnfak ile faizi, karşılıksız yardım ile birbirinin zıttı olarak karşı karşıya getiriyor. Önce infaktan bahsediyor. Daha sonrasında ortaya koyduğu konu faiz konusu. Burada faizden bahsediyor. Faiz yiyen kişinin, ruhunu şeytanın satın aldığı kimseler gibi hareket ettiğinden bahsediyor. Bu ayet üzerinde biraz daha duracağız.
Öncelikle faiz nedir, Kuranı Kerim’in ifade ettiği faiz ile bizim anladığımız faiz hangi anlamlarda beraber, bunları anlamaya çalışacağız. Evet faiz diye bir kavramımız var, ama Kuranı Kerim’de kullanılan kavram “Riba” kavramı. Ve bunun tarihsel sürecine de bakacağız.
Faiz kelimesinin bize Osmanlı’nın son döneminde geldiğini biliyoruz. Bu kelimeye Türkçe olarak faiz diyoruz ama, bu kelimeyi kullanmamız çok daha sonraki bir dönemde olduğunu biliyoruz. Niye böyle oldu konusu düşündürücü bir konu. Osmanlı’nın borç aldığı dönemi düşünürsek, o döneme kadar toplum, faizin haram olduğunu biliyor. Riba kelimesine karşı Müslümanlar için daha güzel, taşan, artan anlamına gelen bir faiz kelimesinin kullanılma geçtiğini görüyoruz. Bu kullanım, aslında bize şunu gösteriyor. Hiçbir kelime boşuna değişim ve dönüşme uğramadığını görüyoruz. Osmanlı’nın son dönemlerine kadar kullanılan Riba kelimesi, Osmanlı’nın son borçlanma dönemleri ile beraber yavaş yavaş faiz kelimesine doğru geçtiğini görüyoruz. Semantik anlama baktığımız zaman, faiz kavramı, taşmak , çoğalmak anlamına geldiğini, Riba kelimesinde de aslında bir artma var. Ama faiz gibi bir artma olmadığını görüyoruz. Aslında bir kelime hilesi olduğunu görüyoruz.
Türkçe’deki yaygın karşılığı “faiz” olan Arapça ribâ kelimesi sözlükte “fazlalık, nemâ, artma, çoğalma; yükseğe çıkma; (beden) serpilip gelişme” gibi anlamlara gelir. Arapça’da tepelere, düz araziye nisbetle daha yüksek oluşları sebebiyle râbiye, canlıları besleyip büyütmeye de terbiye denir. Bu sözlük anlamıyla ribâ, hem bir şeyin kendi içinde bulunan hem de iki şey arasında mukayeseden doğan fazlalığı ifade eder. Kur’an’da ribâ kelimesi her iki anlamda da kullanıldığını görüyoruz. Hem bir şeyin kendi içinde bulunan hem de iki şey arasında mukayese eden olan fazlalık. (i) Bir şeyin kendi içindeki çoğalma durumunu ifade eden “rebet” kelimesi (el-Hac 22/5; Fussılet 41/39) yağmur yağan toprağın kabarması anlamında kullanılıyor. (ii) İkinci anlamında ise bir şeyin bir şeyle kıyaslanarak fazlasının olması ise, “erbâ” olarak kullanılıyor. Nahl Suresi 92. ayette geçiyor.
Fıkıh literatüründe baktığımız zaman ribâ, borç verilen bir parayı veya malı belli bir süre sonunda belirli bir fazlalıkla, yahut borç ilişkisinden doğan ve süresinde ödenmeyen bir alacağa ek vade tanıyıp bu süreye karşılık onu fazlalıkla geri almanın veya bu şekilde alınan fazlalığın adıdır. Türkçe’de kullanılan “faiz” kelimesi de Arapça kökenli olup genelde ribâ ile eş anlamlı kabul edilir. Arapçada faiz kelimesi kavramı Ribadan çok farklı bir kavram. Faiz, bereket anlamına gelen bir kavram. Riba da artmak “Borcu ertelersen sana şu kadar fazla veririm” dediğini biliyoruz.
İbn Hişâm, Kâbe’nin yeniden inşa edilmesi sırasında Hz. Peygamber’le de akrabalığı bulunan Ebû Vehb’in şöyle konuştuğunu yazar: “Ey Kureyş topluluğu! Kâbe’nin inşasına ancak temiz kazancınızla iştirak edin. Buraya ne zina parası ne ribâ kazancı ne de insanlardan zorla alınmış mal girsin” (es-Sîre, I, 205-206). Bunun üzerine Mekkeliler bu yolla elde ettikleri kazançları kullanmak istemiyorlar, fakat diğer gelirleri de inşaat için yeterli olmamış ve Kâbe’nin Hicr denilen kısmı binanın dışında kalmıştır. Bu tüccar kavim içinde diğer iki kazanç türünün fazla bir yekün tutmayacağı göz önünde bulundurulursa faizin bu toplumda ne derece yaygın olduğu anlaşılır. Şunu da biliyoruz ki, gelenlere Kabe’nin İnşaatı için istiyorlar. Burada iki kazanç türünün gündemde olduğunu görüyoruz. Demekki İslam öncesi türde Riba olduğunu görüyoruz.
Riba konusu Kur’an-ı Kerim de sekiz yerde geçiyor. Aynı zamanda hadislerde de Riba kavramlar ile alakalı Efendimiz’in (SAV) de söylemlerinin olduğunu biliyoruz.
Faizin Tarihçesi
Faizin tarihçesini bakarsak, insan oğlunun tarihsel sürecinde faizin son yüzyıllarda olan bir uygulama olarak görebiliriz. Bugün her yerimiz faiz. Bugün hiç faiz kullanmıyorum diyenler bile bir yerden maaş alıyorsak bankaya yatıyor ve faizin içinde olduğu bir sistemdeyiz. Sistem artık böyle. Ancak faiz bu kadar yeni bir uygulama değil.
Antik Çağ filozoflarının bile Faize o günün dinle ahlak açısından uygun olmadığını düşünüyorlar. Yanlış bir kazanç yolu olarak düşünüyorlar. Faizi din ve ahlâk açısından tahlil eden İlkçağ filozofları Eflâtun ile Aristo onu mahkûm etmişlerdir. Çirkin bir kazanç yolu olarak gördükleri faiz onlara göre zenginlerle fakirleri karşı karşıya getirerek devletin selâmetini tehlikeye atabilir. Aristo, kısır bir metal olan paradan kazanç elde etmeyi gayri tabii ve adalete aykırı bulur (Divine, XXVII, 824). Onun bu görüşü, ödünç alınan para ile bir kazanç sağlanacağı, dolayısıyla bu kazançtan para sahibine de faiz ödenmesi gerektiği şeklinde bir itirazla karşılansa bile (Samuelson, s. 261, 563) faizde aklıselim ve vicdanın kabul edemeyeceği özelliklerin bulunduğunu göstermesi bakımından önem taşır. Faizi kınayan benzer ifadelere Cicero, Cato ve Seneca gibi ilk dönem Romalı düşünürlerde de rastlanır. Beşerî zaafların kontrol altına alınamadığı toplumlarda ahlâkî, içtimaî ve iktisadî bir hastalık olarak baş gösteren faiz Mısır, Sumer, Bâbil, Asur, eski Yunan, Roma gibi toplumlarda hüküm sürmüş ve diğer sosyal hastalıklar gibi bununla da mücadele edilmiştir.
Şunu anlıyoruz, toplumlarda sosyal statü seviyesi seviyesi yükseldikçe faiz kınanıyor. Faiz olan temayül yasaklanıyor. Şunu anlıyoruz, statü yükselip asalet arttikca faizin kınanması temayülü artıyor. Faiz hadlerini sınırlama şeklinde kendini ortaya koyan bir mücadelenin olduğunu görüyoruz. Musevilik ve Hristiyanlık gibi semavi dinlerde ise faizin kökten yasaklandığını görüyoruz. Yahudiler faiz yasağını kendi aralarında uyguluyorlar fakat yabancılardan faiz almakta sakınca görmüyorlar. Bunu bugün de yapıyorlar. Bütün kredi kartlarından alınan binde bilmem kaç oranında da olsa her faiz Yahudilerin kasasına giriyor. Yahudi olmayandan faiz almayı meşru görüyorlar. Dünyada bir faiz ağı oluşturmuşlar. Dünyada her şeyi faiz ile yapmak zorundasınız. Banka kartları, maaş kartları, kredi kartları fark etmez, böyle ya da öyle faizin bir tarafından tutuyoruz. Ben kredi kartı kullanmıyorum. Eğer internet üzerinden bir alışveriş yapacaksan, tanıdığın kredi kartıyla alsan da aynı şey. Bütün sistemi bunun üzerine kitlemiş.
Luteryen anlayışa baktığımızda ise hıristiyan din adamları faize haram sarınmakta direnmişlerdir. Ortaçağ kilisesindeki faiz yasağı en başta tüketim kredilerini hedef almıştır. Avrupa’da sanayinin gelişmesi ile ödünç sermaye ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Bununla beraber de haçlı seferlerine finanse etmek için büyük miktarlarda borç paraya gerek duyulmuştur. Kilise servet sahibi olarak kendisi de ödünç para vermeye başlamıştır. Bu durumda İncil ayetleri de buna göre yorumlanmış. Bu ticarette bir hırs, tamah boyutudur. Böylece faiz konusunda sanayileşme ile beraber sınırlar yavaş yavaş yumuşamaya başladığını görüyoruz. Hristiyanlar faiz yasağının yerini dolduracak müesseseler getirememesinin yanı sıra ortaya çıkan ekonomik gelişmeler Ortaçağ’da faiz yasağının tedrîcî olarak gevşemesine, hatta yasağı tamamıyla kaldırma teşebbüslerinin ortaya çıkmasına sebep oluyor. Bu süreçte kapitalizmin tohumları atılmış oluyor.
Kilisenin faiz konusundaki tavrı değişince artık yavaş yavaş haklılığı ortaya konmaya çalışılıyor. Öyle olunca da teoriler ortaya koyuyorlar. Bu çerçevede, Ortaçağ filozofları bütün borçlu-alacaklı ilişkilerine uygulanabilecek bir faiz tahlili oluşturmayı kendilerine görev biliyorlar. Bunlardan Saint Thomas d’Aquinas başlangıçta, kullanıldığında tüketilen eşya ile (gıda maddeleri gibi) tüketilmeden kullanılabilen eşyayı (at, ev gibi) birbirinden ayırıyor. Ona göre tüketilmeden kullanılabilen eşyanın kullanımına karşılık bir ödemenin (kira) talep edilmesi adalete uygundur. Buna mukabil tüketilerek kullanılan eşyanın mislinin iadesinde ödünç alınan miktara ilâve olarak bir de kullanım bedelinin (faiz) talep edilmesi haksızlıktır ve mevcut olmayan bir şeyi satmaktır diyor. Bundan sonra ribâ ile faiz birbirinden farklı görülerek ayrı hükümlere tâbi tutuluyor ve nihayet 1789 Fransız İhtilâli sonrasında kanunun belirlediği sınırlar çerçevesinde faizli işlemlere resmen izin veriliyor. İnsanoğlu hırs ve tamahı ile beraber faiz kavramını hayatın için normalleştirmeye başlıyor.
Kilisenin faiz konusundaki tavrının değişmesinden itibaren faizin kaynağını, sebebini ve haklılığını açıklamaya çalışan teoriler ortaya konmaya başlanıyor ve teoriler ortaya koyuyorlar. Sermaye değerine karşı üretime katılma payı da faiz terimi ile ifade edilir. Kredinin üretim araçları faizin sermaye tarafından üretilmiş bir pay olarak verilmesi gerektiğinden bahsediliyor. Sonra bakıyoruz ki artık her yerde bankaları kullanılıyor. Alfred Marshal, “fedakârlık” veya “el çekme” yerine “bekleme” ifadesini koyuyor. Marshal’a göre tasarruf eden bugünkü tüketimi gelecek bir güne ertelemiştir. Bunun için bir özendiriciye ihtiyaç vardır, bu da faizdir. Sermaye emek yerine ikame edilebilmektedir. Yani öyle ki Faiz var, çünkü sermaye üretim artışına yol açıyor. Böhm Bawerk bu konuda diyor ki, insanların günlük ihtiyaçlarının önünde tutulması gerekeceğini söylüyor. Geleceği küçümsüyor. Bugünün ihtiyacı ve bugün fırsatı olduğunda elde bulunan paranın, yarın ele geçeceği umulandan daha büyük bir değer taşır diyor. Elinizde bir para var, o yarın onun getireceğinden bugün daha çok önem taşır diyor. Diyelim gelecekte 120 TL’den, bugün elinizde 90 TL var, o daha kıymetlidir diyor. Çünkü bugünün bu hazır parası yarının belirsiz olanından çok daha kıymetlidir diyor. Şundan da bahsediyor, bugünkü malların ileriki mallarla mübadele edilebilmesi için bu acyo farkının kaldırılması gerekir diyor. İşte faiz bu farkı ortadan kaldırmaya yaramaktadır.
Böhm Bawerk, kendisinden on üç asır önce Hz. Peygamber’in işaret ettiği bir gerçeği ortaya koyuyor. Efendimiz (SAV) bir mal ve para kendi cinsinden mal ve parayla aynı miktarda bile olsa faizi yasaklıyor. Bundan sonra batıda birçok teoriler gerçekleştiriliyor. Faizi hayatın ortasına koyacak, çünkü kapitalis sistemi bununla devam ettirecek.
Biz burada Kuran ve sünnet ne diyor, onun üzerinde durarak ayetleri okumaya devam edeceğiz.
Kuranı Kerim’de faizleren ayetleri dört grupta ele alabiliriz. Nüzul sıraları farklı olan bu ayetlerde şunu görüyoruz. Faizin yasaklanmasında tedrici bir yol var. Birden yasaklanmamış, yavaş bir şekilde yasaklandığını görüyoruz. Faize karşı önce sitem ve ta‘rizde bulunmuş, daha sonra açık ve kesin bir ifade ile onu yasaklamış ve faizde ısrar etmenin Allah’a ve resulüne bir nevi savaş açma olduğunu bildirerek veya faiz uygulamasının farklı yönlerine dikkat çekerek bu yasağı teyit etmiştir.
Faiz ile ilgili nüzul sırasına göre ilk gelen ayet Rum Suresi 39. ayettir.
“İnsanların mallarında artış olsun diye verdiğiniz herhangi bir faiz Allah katında artmaz. Allah’ın rızasını isteyerek verdiğiniz zekâta gelince, bunu yapanlar -sevaplarını ve mallarını- kat kat arttıranlardır”
Çok net. Faiz Allah katında artmaz. Bazı müfessirler, Mekke döneminde nâzil olan bu âyette geçen ribânın Kur’an’ın yasakladığı faiz olmadığını ileri sürmüşse de çoğunluğun görüşü, söz konusu âyette o çağdaki Araplar arasında çirkin karşılanmakla birlikte son derece yaygın olan faiz işleminin kastedildiği yönünde.
Kur’an‘da faiz yasağını ayrıntılı bir şekilde ele alan ikinci grup ayetlere bakarsak, Bakara 275 ve 279
“Faiz yiyenler -kabirlerinden- şeytan çarpmış kimselerin cinnet nöbetinden ayılışı gibi kalkacaklardır. Bu hal onların, ‘Alım satım da tıpkı faiz gibidir’ demeleri yüzündendir. Halbuki Allah alım satımı helâl, faizi haram kılmıştır. Bundan sonra kime rabbinden bir öğüt gelir de faizden vazgeçerse geçmişte olan kendisinindir ve artık onun işi Allah’a kalmıştır. Kim tekrar faize dönerse işte onlar cehennemliktir, orada devamlı kalırlar. Allah faizi tüketir (faiz karışan malın bereketini giderir), sadakaları ise bereketlendirir. Allah küfürde ve günahta ısrar eden kimseleri sevmez... Ey iman edenler! Allah’tan korkun, eğer gerçekten inanıyorsanız mevcut faiz alacaklarınızı terkedin. Şayet böyle yapmazsanız Allah ve resulü tarafından açılan savaştan haberiniz olsun. Ancak tövbe edip vazgeçerseniz ana paranız sizindir. Böylece ne haksızlık etmiş ne de haksızlığa uğramış olursunuz”
Burada anlıyoruz ki bu ayetler net bir şekilde net bir şekilde haram kılıyor. Faiz yasağı ile ilgili gelen diğer bir ayet ise Ali imran 139. ayet.
“Ey iman edenler! Kat kat arttırılmış olarak faiz yemeyin; Allah’tan korkun ki kurtuluşa eresiniz”
Faiz ayetlerinden sonra Hicretin 2. Ya da 3. Yılında Ali İmran suresindeki faiz ayeti iniyor. Bunun Arapların da uyguladığı bir ticaret şekli olduğunu anlıyoruz. Kat kat arttırmanın ana paranın değil de faizin vasfı olduğunu anlıyoruz. Burada bir Riba, tefecilik, katlamalı bir faiz anlayışı olduğunu anlıyoruz. Hazreti Peygamber’in borç faizi ile hiçbir ilgisi olmadığı halde, esasta borç faiziyle hiçbir ilgisi olmadığı halde kaliteli bir hurma ile kalitesiz bir hurmayı kalitesizin miktarını fazla tutarak mübadele eden bir sahâbîye, “Katladın, ribâ yaptın”
Bu çok ince bir ayrıntı. Birinden madde alıyorsunuz. Sonra ona daha kalitelisini veriyorsunuz. Bunu da katlamak olduğunu söyler.
Kur’an’da, “Ana paranız sizindir” denilmek suretiyle verilen ödünçte alacaklının hakkının sadece ana para olduğu belirtilmiştir. Burada söz konusu olan faiz türü borç faiz türü. Borç faizinde demekki anapara kişiye aittir. Mesela Hazreti Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem Mekke Valisi Attâb b. Esîd’e mektup yazarak, “Ya razı olurlar ya da onlara harp ilân edersin” (Taberî, VI, 23) demiştir. Diyerek faizi bırakmalarını istiyor. Elmalılı‘da bu konuda Riba’nın ne kadar kötü olduğundan bahsediyor. “Helal olan şeyler apaçıktır, haram olanlar da açıktır. İkisi arasında bir takım şüpheliler vardır. İyice şüpheliden kurtulana kadar şüpheli olanı bırakın” hadisine uyarak bu şüpheli şeylerden bile uzak durulması gerektiğinden bahsediyor.
Birkaç şeyden daha bahsederek bu konuyu tamamlayacağım.
Demekki genel olarak anlamış olduk. 275. Ayetten önce infakı ve Allah rızası için vermeyi anlattı. 275. ayetten itibaren tam karşıt kavramdan bahsetti. Riba kavramı. Bugün hayatımızın en detaylı alanlarına kadar bunun yerleştiğini görüyoruz.
Bir toplumda ne kadar faiz varsa o toplumda o kadar yoksunluk vardır. Bu toplumda o kadar iyilik duyguları biter. Çünkü kimse yardım etmek istemez. Herkes yaptığını karşılığını kat ve kat almak ister.
Kur’an‘ın karşılıksız yardım anlamında vermiş olduğu infak kavramı, toplumsal açıdan bir fazileti temsil eder. Riba ise rezileti temsil eder.
Faizi bir topluma bela olmak olarak sunmak istedikleri için, enflasyonun en büyük sebebi faizdir, faizin de en büyük sebebi enflasyondur. Bunlar birbirini tetikler. Bugün dünyaya gelen her çocuğun gelecekte doğarken borçlu doğuyor. Çok ilginçtir. Faiz alanlar, dünyanın %20 sini oluşturuyor. %20’si dünyanın %80 gelirini alıyorlar. Faiz verenler dünyanın %80’i. Faiz alanlar %20. Ve hala da doymuyorlar.
Fıkıh Alimlerinin Faizle İlgili Görüşleri
Şunu da unutmayalım, fıkıh âlimleri faizi iki başlık altında ele alıyorlar. Kat’i deliller ve zanni deliller olarak. Faiz toplumsal bir virüstür. Corona’dan daha tehlikeli. Bir topluma faiz girdi mi o toplumun anlayışı da değişir, para ile olan iletişimi de değişir, her türlü psikolojik ya da ekonomik olarak bütün dengeler değişir.
Faizi yasaklayan delilleri ulema iki şekilde ele alıyor. Kat’i deliller, zanni deliller. Kat’i delillerde yasaklanan vadeli borçlanmalardaki faiz, bir de zamiri ahad dediğimiz yani mütevatir olmayan haberlerle olan yasaklanan diğer faiz türleri. Kati delilerde Kuran’daki ayetlerde yasaklanan faiz türü vadeli borçlanmalarda uygulanan faiz türüdür. Yani vadeli bir borçlanma var, o faizin haram olduğunu görüyoruz. Para sahibi olan kişi, borç veren kişi, faizle borç veren sermaye, arttırmayacak, arttırırsa karşı tarafı da yerlebir etmiş olur.
Faizi yasaklayan hadislerde biz şunu da biliyoruz ki, altı tane madde sayılır, altın, gümüş, tuz, hurma, arpa, buğday. Bunlar peşin olarak değiştirirler. Altın aldın ile, gümüş, gümüş ile.. oran değişmeksizin değiştirilebilir. Buralarda da dikkat edilmesi gerektiğini biliyoruz.
Demek ki, Kuran vadeli olarak yapılan alışverişlerde faizi tam anlamıyla yasaklamıştır. İbni Abbas, faiz yoktur diyor. Faiz yoktur ne yaparsak yapalım asıl olan ana parayı korumak vardır. Para üstünden para satışı ile parayı nemalandırmak haram kabul edilmiştir.
277. İman edip salih amel işleyen, namazı dosdoğru kılıp (yani, sözde değil, özde, gerçek anlamda dindar olup) zekâtı veren kişilerin, Rableri katında elbette mükâfatları olacaktır; onlar için herhangi bir korku söz konusu değildir, üzülecek de değillerdir.
278. Ey iman edenler! Allah’tan sakının ve -mü’minseniz- kalan faizi bırakın.
279. Bunu yapmazsanız, Allah ve Resulüne savaş açmış olduğunuzu bilin. Şayet tevbe ederseniz, sermayeniz sizindir; hem haksızlık etmemiş, hem de haksızlığa uğratılmamış olursunuz.
280. Eli darda olan bir borçlu varsa, genişleyene kadar beklenmelidir. -İşi biliyorsanız- aslında sadaka olarak bağışlamanız sizin için daha hayırlıdır.
281. Öyle bir günden sakının ki; o gün Allah’a döndürüleceksiniz, sonra herkese kazandığı tam olarak ödenecek; kimseye haksızlık edilmeyecek.
Burada çok şiddetli bir hitap geldiğini görüyoruz. Allah’ın açık bir emri olduğu halde insanların kat kat faiz yemeye devam etmelerinin çok net bir şekilde Bakara 276. ayette Allah mahveder diyor. Ve Allah vebal yüklenen musir kâfirlerin hiçbirini sevmez diyor. Allah faizin bereketini kaldırır demek istiyor. Karşılıksız yardıma bereket verir de, insanlardan karşılık alıyorsanız, faizle alıyorsanız işte onun bereketini kaldırır. Neden böyle bir hitap da bulunuyor, İnatla siz kat kat faiz yemeye devam ediyorsanız şeytani bir vasıf ile hareket etmeyi anlatır diyor. Faizcinin hareket mantığını anlatıyor. Faizcinin paradigmasını anlatıyor. Faizcinin perspektifi nedir; onu hırs bürünmüştür. Karşıdaki insana verdiği parayı getirip getirmeyeceğini düşünmez. O aldığı borca karşı kar etmeyi düşünür. Burada aklı ve vicdanı ile hareket etmez tefeci, içgüdüleriyle hareket eder, hırsı ile hareket eder. Allah da diyor, onun bereketini kaldırır. Faizin bereketini, insanın zihninde sürekli faiz alma düşüncesi varsa, o hırs zaten ona gelen geliri etkiler. Hep daha çok kazanmak ister. İnsan daha çok kazanabilir. Ama kazandığının bir bereketi yoksa bir anlam ifade etmez. Kazanç nereden gelirse gelsin, önemli olan gelsin diye düşünen bir anlayış, insanı malının kölesi haline getirir.
İşte buradan malının kölesi olma diyor. Paranın kölesi olma diyor. Çünkü faizci bir insan aklıyla hareket edemez. O ne olursa olsun hepsini kendine almaya çalışır. Ve Bakara 277. ayette de diyor ya, öncelikle Ekonomi teorileri ne derse desin ben Allah’ın vahyine inanırım der. Faizin bir virüs gibi yeryüzünü mahvedeceğini bilerek davranır. İman edip salih amel işleyenler var ya onlar zaten Allah’a güvenirler diyor. Allah’a güvendikleri için de, onların imanlarının tezahürü olan amelleri, o meyveleri, Allah onları arttırır. İşte onlar namazlarında da ikame ederler, yani Allah’a dayanan bir anlayışları vardır. Ve namaz hayatlarında önemli bir fonksiyondur. Ve öyle bir fonksiyon olduğu için de, Maun suresinde diyor ya, yoksula yardım, yetimi gözetmekten bahsediyor ve orada iyilikten men edenler var ve onların durumlarından bahsediyor. Onlar zekatı da verirler. Zekatın ne kadar önemli bir fonksiyon olduğunu bilirler. Aynı zamanda bütün bu yaptıklarının karşılığını Allah‘ın vereceğini bilerek davrırlar işte onlara da zaten korku yoktur. Bakara 278. ayette de “Ey iman edenler, Allah’tan korkun ve ribadan kalanı eğer gerçekten inanıyorsanız bırakın. Onun üzerinde durmayın. Eğer yapamazsanız o zaman Allah ve Resulü‘ne savaş açtığınızı unutmayın”. Çok şiddetli bir ayet. Ama tövbe ederseniz Allah da yapmış olduğunuz enkazı ortadan kaldırır. Tövbenin tam bir tövbe olabilmesi için faiz alışkanlığından tam anlamıyla vazgeçmek gerekiyor. Ne zulmedersiniz neden zulme uğrarsınız.
Bakara 280. ayette de diyor ki, eğer borçlu sıkıntıda ise onu biraz kolaylaştır. Onunla birlikte tasadduk etmeniz daha hayırlıdır. Burada faizin hırsından insanın kendisini temizleme düşüncesine, anlayışına doğru değiştirmeyi ve dönüştürmeyi anlatıyor. Yani biraz daha karşı tarafa hak tanı. Hatta karşı taraf zorda ise ve yapabiliyorsan, ona bu kolaylıktan daha öte tasadduk et. Sonra, öyle bir gün ki, herkese yapmış olduğu her şey tam anlamı ile ödenecek. Hiç kimse ufacık bir zulme maruz kalmayacak.
Faydalanılan kaynaklar:
Yorumlar
Yorum Gönder