Geçen hafta kalp çeşitleri ile alakalı konuşmuştuk. Dersin birinci yarısında kuran ayetlerine verilen bir takım yanlış manalar üstünde durmuştuk. Ondan sonra da Bakar 74. ayeti tefsir ederken kalp ile alakalı, hangi çeşit kalpler olduğunu, Kur’an’da kalbin çeşitlerinin olduğundan bahsettik. Kalbin sıfatı anlamındaki çeşitlerinden bahsettik. Tekrar bir sıralama yapacağım.
İman eden kalp- Hucurat Suresi 7. ayet.
Huzura eren kalp – Hucurat 3. ayet.
Selim kalp – Şuara 89
Hazreti İbrahim’in Şuara suresinde Allah tasavvurunu anlattığı ayetler vardır.
77. "Şüphesiz onlar benim düşmanımdır. Ancak âlemlerin Rabbi olan Allah, dostumdur."
78. "O, beni yaratan ve bana doğru yolu gösterendir."
79. "O, bana yediren ve içirendir."
80. "Hastalandığımda da O bana şifa verir."
81. "O, benim canımı alacak ve sonra diriltecek olandır."
82. "O, hesap gününde, hatalarımı bağışlayacağını umduğumdur."
83. "Ey Rabbim! Bana bir hikmet bahşet ve beni salih kimseler arasına kat."
84. "Sonra gelecekler arasında beni doğrulukla anılanlardan kıl."
85. "Beni Naîm cennetinin varislerinden eyle."
86. "Babamı da bağışla. Çünkü o gerçekten yolunu şaşıranlardandır."
87. "(Kulların) diriltilecekleri gün beni utandırma!"
88. "O gün ki ne mal fayda verir ne oğullar!"
89. "Allah'a arınmış (selim) bir kalp ile gelen başka."
Allah’ı anlatan, sıfatlarını anlatan, Allah tasavvuru öğreten ayetlerdir. Bu tasavvurları saydıktan sonundaki ayetlerinde Hazreti İbrahim dua eder. Kalbi Selim’in geçtiği yer ise Şuara Suresi 89. ayettedir.
Kısaca o duanın üzerinden geçersek, Rabbim bana hikmet ver, daha sonra da insanlar beni hayırla yâd etsinler. Bana cennetini nasip eyle. Yanlış yola gitmekten beni mağfiret eyle. Ve ahiret gününde mahsun etme, malın ve evladın fayda vermeyeceği günde, diye dua etti.
Hem bir bilinç oluşturuyor hem de Allah’a niyazda bulunuyor. Ra’d Suresinde diyor ya;
18. Rablerinin emrine uyanlar için mükâfatın en güzeli vardır. Ona uymayanlar ise, yeryüzünde olan her şey ve onun yanında bir katı daha kendilerinin olsa, kurtulmak için hepsini kurtuluş fidyesi olarak verirlerdi. İşte hesabın kötüsü bunlar içindir. Varacakları yer de cehennemdir. O ne kötü yataktır!
Corona döneminde biz bunu anladık. Corona bize dokunmasın diye en sevdiklerimizi en uzaktan bakmak zorunda kaldık. Hazreti İbrahim burada bir bilinç inşaası yapıyor. Hem de biz kuluz, insanın zaafları var.
Ben de diyorum ki o gün mahsun olmayacak insanlar sadece kalbi selim olanlardır. Kalbinin içinde dedikodu olmayan, kalbinde kin olmayan, nefret olmayan, olumsuz duyguları kalbine yerleştirmeyenlerin Allah’a kavuşacaklarını, onların mahsun olmayacaklarını söylüyor. Onun için Kalb-i Selim çok önemlidir.
Kalbi Munib, Allah’a yönelen kalp – Kaf 33
Zikirle tatmin olan kalp- Yusuf 28
Deneyle tatmin olan kalp, Bir konuda deney yaparak, araştırma yaparak tatmin olan kalp- Bakara 260
Birbirine ısınan kalpler- Ali İmran 103
Geçen hafta “birbirine kaynaşan kalpler”den bahsetmiştim. O tanım, inanmayanların kaynaşması içindi. Burada “birbirine ısınan kalpler” mü’minlerin kalbidir. Bir müminin bir mümine olan yakınlığı inancı ile alakalıdır, ameli ile alakalıdır. Birbirinize ısınırsınız. Farketmeden bir yakınlık hissedersiniz. Buna Kuran ısınan kalpler diyor.
Katı Kalp- Ali İmran 159
Eğer sen katı kalpli olmuş olsaydın insanlar senin yanından dağılırlardı, diyor. Kuran katı kalbi istemiyor. Kalbin yumuşak olmasını istiyor. Özellikle kalbin yumuşak olup dile öyle aktarımda bulunmasını istediğini görüyoruz.
Nifak dolu kalpten bahsettik, dağınık kalpten bahsettik. Hasta olan kalpten bahsettik. Bakara 10 ve Maide 51-52.
Mühürlü kalp - Bakara:7, Muhammed :16, Tevbe 93
Üstünde örtülü olan kalp – Bakra 88.
Üstüne örtü geçirilmiş, gerçeği göremiyor. Kalbinin pencerelerin önünde perdeler var. O perdeleri açıp da güneşten ışık alamıyor.
Taş kalp - Bakara 74
İçi bomboş kalp – İbrahim 43
İçinde hiç tohum ekilmemiş, içine hiç güzellikelr yerleştirilmemiş olan kalp. Bu önemli. Sadece ilim ekilen kalpten bahsetmiyor. İçinde ilim ekilen, irfan ekilen, inancın eyleme dönüşen güzellikleri ekilen, nice güzelliklerin meyveye dönüştüğü kalpten bahsediyor. Kalbin bomboş olması, ıssız olması ya İlimsiz olmasıdır, ya irfansız olmasıdır, ya değersiz olmasıdır. İnsani boyutunun olmamasıdır.
Bir kalbin bomboş olduğunu nereden anlarız.
Kişinin söylemlerinden ve eylemlerinden anlarız.
Bir kişinin duruşu, söylemleri bize kalbindeki dolulukları ve boşluklara anlatır.
Eğer kalp boşsa, tatmin değilse hep tatmin arayışlarındaki dünyevi şeylerden bahseder kişi. Bu anlamda kalbimizde olmayan dilimize gelmiyor. Kalbimizdeki boşluklar dilimizde de boşluk olarak ortaya çıkıyor. Bir problem olarak ortaya çıkıyor.
Kalp ne kadar dolu ise insan o kadar dingin oluyor.
Büyükler bunu şuna benzetir.
Kalp gemidir, beden de onun denizidir.
Kalbin o denizde devam etmesinde bir problem yok. Edecek tabi, dünya bir ihtiyaçları olacak. Ama problem şu. Ne zaman ki gemide bir delik açılır ve o su içeriye girmeye başladığı zaman gemi batmaya başlar. Kalpte böyle. Kalp bu dünyada devam edecek yolculuğuna. Bu bedenle devam edecek. Ama içine dünyayı almaya başladığı zaman kalp boşalmaya başlıyor. Unutmamak lazım, neyle doldurursan onunla da olmaya başlar. Suyla doldursan su ile dolar. Zemzem’le doldurursan Zemzem’le dolar. Çamurla doldurursan çamurla dolar. Kalbimizin içinde biz ekiyoruz tohumları. Ondan sonra o tohumları ne kadar suluyor ve ne kadar onunla hemhal, o bahçeden meyveler yetişiyor. O bahçeden dışarıya eyleme dönüşmüş meyveler ortaya çıkıyor. İnsanı idare eden en fonksiyonel organı kalp. Hem bedenen hem de ruhun yaşaması anlamında. O kadar önemli bir organ ki, o kalbi nasıl beslersek dışarıya onu veriyoruz. O yüzden kalbimize hangi tohumları ekiyorsak, onu görüyoruz. Kalbine zakkum diken bir kişi, neden benim dilinden zehir akıyor diyemez. Çünkü kalbine zakkumları doldurmu. Kalbini hurma tohumları eken bir kişi, dilinden de tatlı tatlı kelimeler dökülür.
Biz bildiğimizi konuşuruz. Biz anladığımızı duyarız. Biz bildiğimizi görürüz. İnsanın tercih ettiğini duyuyor.
Aynı şekilde kalp ortaklıkları ararken, kiminle aynı dairede ise onunla iletişim kuruyor. Bu anlamda kalp çok önemli. Kalbe yatırım yapmak çok önemli. Kalbin yatırımı ise tefekkürden geçiyor. Kendini analiz etmekten geçiyor. Aynı zamanda zikirden, fikirden geçiyor. Bunlar olmadan kalbin boyutları genişlemiyor. Kalbim boyutlara gelişmediği zaman da ufacık bir olayda hemen herkesin psikolojisi bozuluyor. Birinin ufacık bir hatasında hemen bozulup hızlı bir tepki verebiliyoruz.
Stephen Covey’in dediği gibi birkaç davranış kalıbı ortaya koyup da, doğru davranışı seçmeye gedemiyoruz. Kalp ne kadar genişse, derinliği ne kadar genişse, bir başkasının hatasında onu tolere etme genişliği de o derece geniştir. Ya da onun üzerinde durmayarak, Peygamber Efendimizin (SAV) dediği gibi;
Biri bir hata yaptığı zaman, siz de hemen dönüp kendinize bakın.
Bu anlamda kalbi selim olmak, kalbi münib olmak, sadece kalbi Allah’a doğru yönlendirmek. Bütün kulların hata yapabilme potansiyellerini hoş görmek lazım. Hepimiz insanız. Burada bizim derinliğimizi gösteren, kalbimizin içinde çalının, dikenlerin olmadığını gösteren, meyvelerin ve güzelliklerin olduğunu gösteren bizim sözlerimiz ve eylemlerimizdir. Herhangi bir olay karşısında tepkilerimiz kalbimizin ölçüsünü gösterir. Hemen öfkeleniyorsak ve hemen her şeyi kırıp döküyorsak ve bu bunu bunun için yapmıştır diyerek önyargıyla davranıyorsak, işte o zaman kalbiniz Selim bir kalp olmaktan çıkar Münib bir kalp olmaktan çıkar. Bomboş bir kalp haline gelir.
Sahabeden biri anlatıyor, küçük bir çocuktum ve durumumuz da yok. Komşunun çok güzel hurmaları var. O hurmalar da yerlere dökülüyor. Ben ise yere düşenlerle yetinmeyip bir taşal hurmaları ağaçtan döküyorum. Bir gün bahçenin sahibi beni tuttu, Peygamber Efendimizin (SAV) yanına getirdi diyor. Tabi çok ağır bir durumdu benim için, diyor. Çünkü Peygamber Efendimizi (SAV) çok seviyordum. Benim kendimi savunabilecek hiçbir argümanım yok diyor. Hakikaten adamın bahçesinden hurmaları almışım diyor. Adamda diyor ki bu benim bahçemdeki hurmaların taşlıyor ve hurmaları toplayıp yiyor diyor. Benim de kalbim küt küt atıyor. Ben orada hırsız durumundayım. Yalan da söyleyemem. Evet Ya Resulallah karnım çok acıkıyordu ve acıkınca da dayanamayıp ben de hurmalardan dayanamayıp aldım diyor. Efendimiz (SAV) nasıl güzel bir model. O da diyor ki, ya Rafi, tabi acıkmış olabilirsin. Bundan sonra çok acıktığını zaman eğer o bahçeye gelirsen yere düşmüş olanları al. Sakın ağacın dallarından hurmaları indirme. Böylece hem ağaçlara zarar vermemiş olursun, hem de açıkta kalmamış olursun. Bakar mısınız, gönlün genişliğine, gönlün doluluğuna. Orada şunu da diyebilirdi. Böyle yapacağına ya Rafi, bu hırsızlıktır diyebilirdi. Böyle bir tanımlama yapmıyor. Çünkü çocuk o. Aynı şekilde ondan hak talep eden sahabeyi de mahcup etmiyor. Orada gönlün en dolu yerlerinden konuşuyor. Konuştuğumuz zaman gönlün en dolu yerlerinden konuşabilmek için o gönlü doldurmak lazım. Ne konuşuyorsak biz oyuz aslında. Dedikodu ediyorsak demekki bizim dedikodu yapacak kadar kalbimiz boş. Küçük insanız, insanlar üzerinden konuşuyoruz. Olaylar üzerinden konuşuyorsak, virüs durumu, herhangi bir durumu… Bu da bizim orta çapta bir insan olduğunuzu gösteriyor. Eğer biz fikirler üzerinde duruyorsak, biz vahiy üzerinde duruyorsak o bizim gerçekten elit olan, üst perdeden bakan, gönlü ufak şeylere takılmayan insanlardan olduğumuzu gösterir.
Küçük bir çocuk ufak bir suyun üzerinden geçerken orada batar.
Şöyle bir örnek vardır, bir gölet kaplumbağa için büyük bir okyanusken bir zürafa için ufacık bir su birikintisidir. Bir gölet koskoca bir umman olabilir. O kaplumbağa olduğu için. Ama zürafa için küçücük bir su birikintisidir. İnşallah kalplerimizi maneviyatla büyütelim. İlimle büyütelim. Zikirle büyütelim. Ve teheccüt vakitlerinde Allah bütün kâinatı üzerimize sermiş önümüze sermiş. Ve bu verdiği nimetleri düşündüğümüz zaman, ikramı ilahiyi düşündüğümüz zaman hem şükür, hem vecdi, hem bir çok alanda zihnen ve gönlen taramış olur. O yüzden teheccüt vakitlerinde en azından 5 dakika veya 10 dakika tefekküre vakit bırakalım. Öğrendiğimiz herhangi bir şeyi düşünürsünüz, üzerinde düşündüğünüz ve yorumladığınız şeye yazarsınız. Ama muhakkak haftada en az 3-4 kere bizim tefekkür günümüz olsun. Bugün benim tefekkür günüm diyelim. Pazartesi, Perşembe, cuma bunlar benim tefekkür günlerim diyelim. Bir ayet üzerine düşünelim. Okuduğumuz Keşşaf üzerinde , esma üzerine düşünelim. Bu anlamda yapabileceğiniz çok şey var. Eğer biz talebe istek ve talepleri yerine getirmeye çalışıyorsak bir ders de bize yeter. Çünkü onun üzerinde düşünmek, ondan notlar almak, onunla ilgili bir ajanda oluşturmak... Edison Öldüğünde 2700’ün üzerinde not defteri bulmuşlar. Çünkü ne kadar not alıyorsak, onlar bizde o kadar kalıcı hale geliyor. Onun için tefekkür günlerinizin tefekkür defterleri olsun. O tefekkür ait defterinize kalp çeşitlerini yazarsınız. Ya da yorumunuzu yaparsınız. Ya da gidersiniz üzerinde düşündüğümüz kalp çeşitlerini bir arkadaşınızla da paylaşırsınız. Veya kalple alakalı tefekkür ederken kalbin çeşitliliğinde, kalbinizin hangi taraflarında meylettiğinizi keşfedebiliriz. Hiç birimizin kalbi tek çeşit değildir. Hepsinden ara ara kayıyoruz. Önemli olan hangi kalplerde sabit kalmak istiyorsak o kalpler üzerinde düşünmemiz, tefekkür etmemiz, eyleme geçmemiz, öncelikle kendimizi ele almamız gerekiyor. Başkaları bizi ilgilendirmiyor. Başkasının yaptığı bir davranış bizi göstermiyor. Bizi, en rahatsız olduğumuz bir durumda, vermiş olduğumuz tepki kim olduğumuzu gösteriyor. Çünkü insan güzel şeyleri yaşarken zaten çok pozitif yaşar. İmtihan o değil zaten. Bir insanın ana dilinin ne olduğunu öğrenmek için insanın nasırına basmak yeterli derler. Nasırına bastığında kişinin ana dili ortaya çıkar. Çünkü diğer dilleri konuşamaz. Çünkü o zaman en çok vakıf olduğu dille konuşur. O yüzden kendimizi alıştıralım. Kalbi Selim olabilmek için dilimizin de Selim olması lazım. Sözümüzün de selim olması lazım.
Kalbi selim ile kavli selim birbirinin ikiz kardeşidir.
Kalbi Selimde kalp selim iken dilden de selametli sözler çıkar. Dilden Selametli şeyler çıktıkça da kalpte selamet şeyler oluşuyor ve zihinde selametle şeyler oluşur. O yüzden o yüzden Allah diyor ya, “ruku edenlerle birlikte ruku edin”. Bizim kalbimizin münib, selim kalması bile aynı şekilde bizimle beraber aynı amaç uğurunda devam eden insanlara bağlı. İnsan Salih olabilir. Salihliği kazanabilir. Ama Salih kalabilmek için Salih dostlara ihtiyacımız var. Salih bir sosyal çevreye ihtiyacımız var. Bir dişin kökleri açıldıkça, zayıfladıkça diş oradan kayar gider. Dışın kayıp gitmesi ya da sıkı kalması o dişin kökleri ile alakalıdır. Çevremiz bizim köklerimiz. Çevremizde ne kadar güzellikler oluyorsa biz de o güzelliklere tabi alıyoruz. Çevremizde ne kadar fazla olumsuzluk varsa biz de ona tabi olabiliyoruz.
75. Hâla bunların size iman edip teslimiyet göstereceğini umuyor musunuz? Bunlardan öyle bir zümre var ki, Allah kelâmını dinliyorlar; onu anladıktan sonra da, bile bile onu tahrif ediyorlar!..
Bu gerçekler ortadayken yani onların iman etmeyeceği gerçeği ortadayken insanların size inanmasını, iman etmesini mi bekliyorsunuz. Bunların iman etmeyecekleri belli. O gün Medineli müminlerden, Yahudilerin ehli kitap olduğunu düşünerek onları Arapların entellektüelleri olarak görenler vardı. Bunlar hakikate kulak verir, diyorlardı. Medineliler, hem mümin kalbi, olumlu düşünüyorlar. Hem de Yahudilerin kendilerine intisap etmelerini istiyorlar. Hem de bunlar vahyi biliyorlar ve onlar hakikate kulak verirler diye düşünüyor. Ve kendilerine yabancılaşan insanların vahye nasıl yabancılaşacaklarını düşünmüyorlar. İnsanın kalbi yabancılaşırsa, insan fıtratından uzaklaşırsa o zaman hakikate bakamaz. Ayet onların yersiz beklentilerini dillendiriyor. Hala böyle bir ümidiniz var diyor. Ayet onların yersiz beklentilerini dile getirip şunu söylüyor. Hazreti Musa’ya olan inançları da hakiki değildi ki. Tevrat’ta olan bağlantıları da sahteydi. Canlarının istediklerini değiştiriyorlardı. Aynı zamanda kendi peygamberlerine, kendi kitaplarını sıkıca bağlanmayan, hayatlarının içerisinde yer almayan, ilahi hakikati önemsemeyen insanların kalplerinin kuranı nasıl bağlanabileceğini bekliyorsunuz diyor. Kalpleri taştan daha katı. İlçe bomboş. Ne anlatırsan anlat. Dinlemek istemiyor. Duymakla dinlemek çok farklı şeyler. Duyuyor ama dinlemiyor. Dinlemiyor. Onlar Allah’ın kelamını işitirler diyor. Ama ardından çarptırırlar diyor. Yani tahrif ederler. Kelamın arkasındaki yatan gerçek mananın üstünü örtmeye çalışırlar. Ne demek istediğini önemsemezler. Onlar daha çok işi yokuşa sürmeye çalışırlar. Yapmamak için bunu yaparlar. Tabi olmamak için, tatbik etmemek için. Yani Allah’ın kelamını duyarlar. Niyetleri hakikate tabi olmak değil. Niyetleri sadece işi dallandırıp budaklandırarak işi ana mecrasından dışarıya taşımak. Bir ırmak akıyor. Onun ana mecrasına giden yönlerini kesiyor. Onların bu yaptıkları, duyarlar ama dinlemezler. Bilirler hakikati ama onu tahrif ederler diyor. Kelam Allah diyor. Kelam Allah Allah’ın kelamını demek. Tevrat’ta, Kur’an‘da, İncilde, Suhuflar da Allah’ın kelimesidir.
Allah’ın kelamı ifadesi, lafızla, dille ilgili bir ifadede değildir. Allah’ın maksadı muradı ile ilgili bir ifadedir.
Kelam Allah dediği vahyin kendisidir. Tevrat’ta vahiydir. İncil’de vahyidir. O yüzden Kelam Allah dediğimiz Allah’ın lafzı değildir. Buradaki murat, Allah’ın vahiydir. Allah’ın muradı. Ebedi mesajın manasını, ebedi, değişmez değerlerin anlamını değiştirmeye çalışıyorlar. Kelam Allah dediğimiz demekki ebedi mesajın manasıdır. Yani ebediyete kadar devam edecek mananın mesajıdır. Arapça Kuranın dilidir, Kuran ise Allah’ın kelamıdır.
Onlar duyuyorlar. Ama anlamamakta ısrar ediyorlar. Yuharrifune diyor burada. Tahrif harften gelir. Tahrif kelimesinin etimolojik anlamı, yontmak demektir. Tahriful-kalem, kalemi yontmak. Bir şeyi bütünden az veya çok olarak atmak. Bir şeyi bütününden az ya da çok parçalayıp eksiltmek, azaltmak. Şöyle düşünün. Mesela biz diyoruz ya İncil tahrif edilmiş diyoruz. Evet kelamını tahrif etmiş olabilirler ama asıl manayı tahrif ettiler. Bizde de aynı şey var. Kurana dokunamıyor belki bugün insanlar ama manasını tahrif etmek için, yani Harf dediğimiz şey parçadır. Bir bütünü parçalamak. Bugün de parçalanıyor. Namaz ayrı şey diyor, tesettür ayrı şey diyor. Kuran okumak ayrı şey diyor, hak yemek ayrı diyor. Paramparça yapmışlar.
Din kültürü ve ahlak bilgisi dersine girdiğimde, dersimiz din kültürü ve ahlak bilgisi demek beni çok ezerdi. Çünkü din kültür değildir. Din ahlaktan ayrı değil. Nasıl bakıyorlar, din teolojik bir yapı ve içinde sadece inanmaya konu olan argümanlar var. İster inanırım ister inanmam. Ahlaktan da koptu. Sonra değerlerden da koptu. Senin içinde değer yok, ahlak yok. Ne kaldı geriye, emir ve yasaklar kaldı. Emirleri de zaten parçalamış haldeyiz. O zaman ne oldu dinden bir şey kalmadı geriye. Seküler dünyanın ve postmodernizm, modernizimle beraber insanın sadece bedenine hücum eden, her konuda bedeni ve dünyeviliği önceleyen ve dünyada ebedi kalacakmış gibi hayat perspektifleri çizen, kimse yaşlanmayacak, herkes zengin olacak, yenilecek, içilecek…
Şimdi alternatif tıptan falan bahsediliyor. Çünkü olmadı, İnsanın ruhu ıssız kaldı. İnsan sadece ahlaktan bağımsız, değerden bağımsız, maneviyattan bağımsız bir din anlayışına mahkum edildiği için. Bugün bizim din anlayışımız, Kuranın din anlayışı ile aynı değil. Bugün din anlayışı parça parça oldukları ortaya koydukları şekilde olan bir inanç anlayışımız var. Bu, burada böyle olur, burada da böyle olur. Çok modern değil mi diyor. Hiç anlayamıyorum. İnsanı modern bir kalıba soktular. Bu kalıbın içerisinde inanca ait bütün ahlak, değer, emirler, yasaklar, ibadetler hepsi iç içeydi. Rasim Özdenören’in kitabında geçiyordu. (kitap adı: Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler) güzel bir şeyden bahsediyordu. Her şeyin başında dini getirerek, “dinli” ve “dinsiz” yaptılar. Dini radyo, dini tatil, dini televizyon, dini otel, dini kitap. Böyle bir şey olamaz. Din hepsini içinde toplayan bir yapar. Televizyonda zaten yanlış bir şey varsa dininden dolayı onu seyretmezsin. Televizyonun dinlisi dinsizi olmaz. Tatilin dinlisi dinsizi olmaz. Tahrif dediğimiz, harf kelimesinden geliyor. Bir şeyleri eksiltmek. İşine göre anlamak. Kendi anlayışını hakikat ölçüsüymüş gibi ortaya koymak.
Bilim, bilim adamı, deney diyoruz. Ama bakıyoruz ki, diyet kolanın içindeki şekerin zararlı olmadığı ile alakalı belli bir miktar para veriyorlar ve bununla ilgili bir akademik çalışma yapılıyor. Dedikodu ile alakalı 4-5 gün makale taradım. Eve 4-5 günlük taramamda dedikodu ile alakalı, dedikodu kötüdür diye bir şey bulamadım. Diyor ki, dedikodu sosyalleşmedir, olumsuz da olsa sosyalleşme alanıdır, fikrini ortaya koymasıdır falan diyor. Daha önce, ahlak kriterlerini de değiştiriyorlar. (Amerikan Psikiyatri Birliği Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve istatistiksel El Kitabı'nın beşinci baskısı (DSM-5)) Kendilerine göre hastalık tayin ediyorlar. Ahlak zeminleri oluşturuyorlar. Parça parça ediyorlar. Paramparça bir anlayıştan bahsediyor. Allah hayır diyor. Bu ayetler yahudilere gelmemiştir. Bu ayetler bize geldiğine göre o zaman bize diyor ki, iyi düşünün. Parçalamayın. Din kültürü diye bir şey yok. İnanırsın, iman etmiş bir mü’minsindir ve bitmiştir. Hepsi bir bütündür inancın. Ahlâkta işin içerisindedir. Hırsızlık yapmak, ahlaka ait bir konu değildir. Dinin içerisindedir. Ahlak bunun literatürünü oluşturur, çalıştırır ayrı. Ama ahlak dinden ayrı bir parça değiller. Onlar yonttular diyor. Tahrif ettiler diyor. Bir şeyi bütününden az ya da çok ayırdılar. Örneğin; REZZAK kelimesi. Oradan bir tane z, bir tane k çıkarttığımız zaman hiç alakası olmayan bir kelime kalıyor ortada. Bir kelimeden harfleri çıkardığımız zaman nasıl anlamsızlaşıyorsa, Allah’ın buyruklarını da istediğimiz gibi çıkartıkça manasız bir hale BİZ geliyoruz. Allah’ın kitabı tarifi olmaz. Çünkü Allah onu koruyor. Ama bizim hayatlarımız parçalanıyor. Biz net bir duruş sergileyemiyoruz.
76. Mü’minlerle karşılaştıkları zaman, “İnandık” diyorlar; birbirleriyle baş başa kaldıklarında ise “Allah’ın size açtığı bilgileri, Rabbinizin kitabındaki ifadeler olarak aleyhinizde kanıt göstersinler diye mi onlara anlatıyorsunuz?! Hâla, aklınızı başınıza almayacak mısınız siz?!” diye birbirlerine çıkışıyorlar.
Burada şunu görüyoruz, siyasi anlamda otoritelerini korumak ve liderlerine daha şirin gözükmek için canları istediği gibi davranırlar. Normalde Peygamber Efendimizi uzaktan gördüklerinde “Essahmı aleyke” derlermiş yani “kahrolasıca”.
Kendileri aslında inanmıyorlar. Ama müminleri gördükleri zaman inandık diyorlar. Kendi aralarında kaldıkları zamanda alaylarına ediyorlar. Halil Cibranın “Gezgin” isimli bir kitabı var.
Bir tarlakuşu ve bir kartal yüksek bir tepenin doruklarında karşılaşmışlar birbirleriyle.
Tarla kuşu, kartala, “Sabahı şerifler hayırlı olsun efendim,” demiş. Kartalsa, Tarlakuşunu tepeden tırnağa süzmüş ve gagasının ucuyle öyle, ” Günaydın,” diye karşılık vermiş.
Tarlakuşu, “Umarım her şey yolunda gidiyordur, efendim,” demiş. “İyi, iyi,” demiş Kartal, “bizim için her şey yolunda, yolunda olmasında da, fakat, ben konuşmadan ve senin konuşmana da daha izin vermeden böyle ağzını açabildiğine göre, korkarım ki, benim, kuşların padişahı olduğumdan haberin yok senin…”
Tarlakuşu, “Fakat yanılmıyorsam, demiş, biz aynı ailedeniz.”
Bunun üzerine, kartal ona küçümseyici bir bakış atarak, “Kim demiş, aynı aileden olduğumuzu?” diye köpürmüş, “kim demişse halt etmiş.”
O zaman tarlakuşu, “Fakat size hatırlatmak isterim ki, diye yetiştirmiş, ben de sizin uçtuğunuz kadar yükseklerde uçabilirim. Ben ayrıca, güzel güzel şakıyabilir ve şarkılarımla yerüzündeki öteki yaratıklara neşe verebilirim. Ama siz sesinizle ne hoşnutluk, ne neşe veriyorsunuz çevrenize.”
Bu sözlere çok öfkelenen kartal, “Hoşnutlumuş, neşeymiş! Seni kendini beğenmiş küçük yaratık seni!” diye gürlemiş, “gagamın tek hamlesiyle paramparça edebilirdim şimdi seni. Pençemin altında kaybolacak büyüklüktesin zaten.”
Bunun üzerine tarlakuşu, kanatlarını açıp kartalın sırtına doğru havalanmış ve onun, ne gagasıyla, ne pençeleriyle ulaşamayacağı yerden, tüylerini gagalamaya başlamış. Kartal bu işe çok hiddetlenmiş. Hemen kanatlarını açıp, tarlakuşunun çıkamayacağı kadar yükseklere uçabilir ve bu küçük beladan kurtulabilirmiş, fakat gelin görün ki, bu küçük şeytandan kaçmayı yedirememiş gururuna. Tarlakuşu da zaten göz açtırmıyormuş ona. Kartal sonunda sırtından aldığı küçük küçük fakat ardı arkası gelmeyen darbeler altında bitkin düşmüş ve öncekinden kat kat daha büyük bir öfke ve gurur kırıklığı içinde, günün getirdiği bu talihsizliğe lanet okuyarak, tam da heybetle dikili durduğu doruktaki kayanın dibine yığılıvermiş.
O sırada oradan geçen ve olup biteni izleyen küçük bir kaplumbağa kendini tutamamış, koyuvermiş kahkahayı. Ve o kadar gülmüş ki, gülmekten sırtüstü yere yıkılıvermiş.
Kartal kaplumbağaya bakmış ve “Seni dünyanın en mıymıy sürüngeni seni.” demiş, ” seni, dünya yavaşlık şampiyonu seni;
nedir bu kadar rezilce güldüren seni?”
Kaplumbağa, “Nasıl gülmeyeyim ama? Görüyorum ki, sen kartal hazretleri, bir merkebe dönüşmüşsün, huysuz bir merkebe; sırtında da minik bir binici var, bu minik tarlakuşu. Diyorum kendi kendime,
bak akıllı kaplumbağa, rüyanda kuş olacaksan ya küçük bir kuş ol, ya da, sen sen ol, büyük konuşma.”
Kartalsa, “Sen kendi işine bak,” dedi, “sen kendi işine! Kardeşim tarlakuşuyla benim aramda, aile içi bir mesele bu. Öyle uluorta sokma burnunu bizim aile işimize.”
Yani işine gelmediği zaman biz aynı aileden olamayız, der ama başkasının karşısında gururunu, kibrini korumak için aynı ailedeniz, diyor.
77. Bilmezler mi ki; Allah gizlice yaptıklarını da açıktan yaptıklarını da bilmektedir?
Ma yüsirrûne, “sır” kelimesinden geliyor. İnsanın en gizli yaptığı şeyi bile yapsa Allah onun kalbinde gizlediğini bilendir, niyetini bilendir. Enfal Suresinde Allah’ın buyurduğu gibi, “Kişinin kalbiyle kendisinin arasındakini bilendir”.
78. Onların içinde de, birtakım kuruntular dışında kitabı bilmeyen ümmîler vardır; sadece zanna göre hareket ederler.
79. Kitabı elleriyle yazıp da, sonra onu az bir pahaya satabilmek için; “Bu Allah katındandır” diyenlere yazıklar olsun!.. Ellerinin yazdıklarından dolayı yazıklar olsun bunlara!. Yazıklar olsun bunlara o kazançları yüzünden!..
“Ümmi” kelimesinin üç anlamı var.
İmam kelimesi etimolojik olarak “üm” kelimesine geliyor. İmam, kelimesi aynı kökten geliyor. Kuran, onların aralarında öyle bir kesim var ki, Kuranı bilmezler. Sadece kuruntularına göre, Ben öyle zannediyordum, ben öyle düşünüyorum derler.
Ümmi, ümmet, imam aynı kökten geliyor.
- Bunun birinci anlamı cahildir.
- İkinci anlamı, anadan doğduğu gibi tertemiz olan. Kültürel bir istilaya maruz kalmamış. Tertemiz olan insan.
- Üçüncü bir mana, ümmi kelimesinin çoğulu “ütopya” anlamaya geliyor. Yani olmayan şeyi yaşamak. Yani demekki bunların kurguları ütopya. Bunlar kendi kuruntularını, kendi ütopyalarını, din olarak ortaya koyuyorlar, diyor.
Burada diyor ki onlar zannederler diyor kafalarına göre ütopya kurarlar diyor.
Burada hem Yahudi âlimlerinden bahsediyor, yani bugünün hem bilimle uğraşan akademisyenler, hem de onları taklit edenler. İkisinin de sapkınlık konusunda aynı olduğuna dikakt çekiyor Kuran. Biri doğru olanı değiştiriyor, tahrif ediyor, küçültüyor. Diğeri ise araştırmadan ona tabi oluyor.
Ben babamdan böyle duymuştum gibi şeylere yer yok.
Allah zan ve taklide rıza göstermiyor.
Yani elleriyle yaptılar. Elleriyle kazandılar anlamına geliyor. Bu Allah’tandır diye Allaha iftira ediyorlar. Allah’tan gelmediği halde elleriyle bir takım hükümler ortaya koyuyorlar. Nahl Suresi 114’te diyor ya, “kafanıza göre Allah’ın helal dediğine haram, haram dediğine helal diyemezsiniz”.
Haram ve helal koyucu Allah’tır. Bir takım ictihatlar yapıyorlar ve bu ictihatları da şerh ediyorlar. Daha sonra bu Şerh edilen kitaplar, bir müddet sonra tevrat unutuluyor ve tevratın yerine bu görüşlere tabii olmaya başlanıyor diyor. Ve insanlar artık öyle oluyor ki tevrat artık ulaşılamaz hale geliyor. Allah bize bunu boşuna anlatmıyor. Onların Tevrat’a ulaşamamalarından bahsetmiyor burada Allah. Aynı duruma düşmeyin diyor.
Parçalayan günün uleması, entellektüel olabilir. Ama alime düşen bildiği ile amel etmek. Halka düşen ise öğrenmeden araştırmadan, kabul etmemek. Bırakın sahtekara inanmayı, İlim ehline bile inanmayın diyor. Alime inanılabilir ama onda bile araştır diyor. Bırakın enerjiyle ben hallederim diyenleri vs. Onlara bakma diyor. En üstü olan, Alimin kisvesinde olan kişilerin yorumlarıyla hareket etme diyor. O yüzden üzerimizde sorumluluk olduğunu unutmayalım.
Yorumlar
Yorum Gönder