Âl-i İmrân Suresi 186.-188. ayetler ( Keşşâf Tefsiri p. 1944-1950 )

 


186. Mallarınız ve canlarınız konusunda mutlaka deneneceksiniz ve gerek sizden önce kitap verilenlerden gerekse Müşriklerden pek çok incitici şey işiteceksiniz. Sabredip sakınırsanız, bu gerçekten azmetmeye değer işlerdendir.


Servetin ve hayatın iki emanet olduğundan bahsediyor. Mallarla canları yan yana getirmiş ayet. Allah sizi mallarınızdan ve canlarınızdan imtihan eder diyor. Servetin ve canın iki emanet olduğunu söylüyor. Bu iki hakikat yan yana konuyor ve bu ikisinin sınav aracı olduğunu, bir imtihan aracı olduğunu söylüyor. Ankebut Suresi ikinci ayette ne diyordu Allah, İman ettik diye imtihan olmayacağınızı mı zannediyorsunuz diyordu Allah. İman bir iddiadır. O iddianın ispatı salih amellerdir, yaşanan sıkıntılara karşı verdiği tepkilerdir. 

Rahata verdiğimiz tepkiler zaten güzeldir. Ki biz hayatımızı rahat dönemini yaşarken bile şikâyet edebiliyoruz. Müminler birbirleriyle halleşirler, dertleşmezler. Çünkü dert dediğimiz şey insanın şikâyet ettiği bir durumun ifadesidir. Halbuki halleşme ki demek, birbirimizi hallerimizden haberdar etmek demektir. Birbirimize destek olmak, imtihanında destek olmak, işte bu halleşmektir. Mihrap ne demek. Harpten geliyor. İnsanın harpettiği yerdir mihrap. İnsanın harp ettiği yer mihraptır ve insanın vicdanındadır harbi. Bu hayatta insan en çok da kendisi ile savaşır. Vicdanı söyler hangi tarafının daha güçlü olduğunu, hangi tarafının daha güçsüz olduğunu. Dolayısıyla insan imtihandan geçer, Nurettin Topçunun “Var Olmak” adlı kitabında dediği gibi, 

İncinmeyen kalp kalp değildir. 

İmtihandan geçtikçe imtihanın ne demek olduğunun farkına varırız. problemleri çözdükçe çözebilme becerisi gelişir. Aksi taktirde insan hiç problem yaşamadığı zaman problem çözme becerisi geliştiremiyor. Ve Rabbine yönelme becerisini de kaybediyor. Allah’tan koptukça, sekülerleştikçe insan daha fazla maddeye bağlanıyor ve dünyayı sadece dünyadan ibaret görmeye başlıyor. O zaman da yaşadıklarının altından çıkamamaya başlıyor. Mevlana’nın çok güzel bir sözü var, Kilimi dövenin gayesi onu dövmek değil onu temizlemektir. İnsanın imtihanları da aslında insanın kalbindeki tutsaklıkları temizler. Kalbinde köle olduğu şeyleri temizler. Eğer kalbinizin tutsaklığı mala mülke ise o zaman malımızdan verebilme becerisini elde edebiliyorsak burada kalbimiz mala olan tutsaklığından temizlenmiş olur. Ondan özgürleşmiş olur. Hele hele bugünkü dünyayı düşündüğümüz zaman, bugün modern dünya insanı kapitale yönlendirmiş durumda. Daha fazla süslenmek, daha fazla almak gibi tüketmek üzerine kurulmuş bir dünya var. Öyle ki, yediğimiz nimetleri bile ifade ederken ben şu kadar su tüketiyorum, meyve tüketiyorum diyoruz. Halbuki tüketmiyoruz, biz Allah‘ın vermiş olduğu nimetleri vücudumuza enerji olsun diye yiyoruz. Ama tüketim paradigması bize bunları tükettiğimizi söylüyor. Aslında üretmek içindir. Meyveyi neden yiyoruz, ayakta kalabilelim diye, enerjimiz olsun diye, neden yemek yiyoruz, vücudumuzun organları doğru bir şekilde alması gerekenleri alsın diye. Halbuki bugünün paradigması sürekli yemek üzerine. Öyle bir yemek üzerindeki dilimizin üzerindeki reseptörler artık bozulmuş durumda. Güzel olanın tadına varamıyoruz da suni olanlar bize tatlı geliyor. Meyve artık lezzetli gelmiyor da onun yerine paketli gıdalar daha lezzetli geliyor. Çünkü dildeki reseptörler bozulunca dilin reseptörleri yanlış olanı tercih ediyor sağlıklı olanlar dururken. Dolayısıyla bugünün de farklı imtihanlarını yaşıyoruz. Dün insanlar belki yiyecek içecek anlamında harama helale dikkat ediyorlardı. Yiyeceği şey helal mi, haram mı diye dikkat ediyorlardı. Ve bu çok önemliydi. Fakat bugün biz helal ile haramına bakmıyoruz yiyeceklerin. Bu artık basit kaldı. Çünkü artık helali tayyib kısmına bakamaz olduk. Ne üretiliyorsa, ne reklam ediliyorsa, ne sunuluyorsa biz fark etmeden o ürünleri, o reklamda gördüğümüz ürünleri, sunumlarından etkilenerek o ürünleri tercih eder hale geldik. Böylece bunu evrimleşmemize bağlıyorlar. İnsanın sosyal evriminde yirmilik dişleri artık çıkmıyor diyorlar. Çünkü artık çiğnemiyoruz bile. Bütün alınan yiyecekler çok rahatlıkla ağızda dağılıyor. Dolayısıyla yirmilik dişlere ihtiyaç bile duymuyoruz. Evrimleşiyoruz. Evrimleşirken de helali tayyib olanı değil haram yoldan kazanma yolları tercih edebiliyoruz. Bugünün mal imtihanı, bugünün servet imtihanı sadece bir şeyin sadece helal ve haram olması değil, bir takım yiyeceklerin ya da giyeceklerin helalin dışında helali tayyib olup olmadığının farkına varmamız gerekiyor. Bunun 200 senesini öncesine baktığımız zaman sanayileşme ile beraber karşımıza yeni yeni çıkmıştı paketli ürünler. Ama daha sonra, özellikle 1970 itibari ile ürünlerin raf ömrünü uzattılar bir çok kimyasallar ekleyerek. Ancak bu sefer sağlıklı bir tarafı kalmamış durumda. Amerika’da, McDonald’s da hamburgerin içinde et olmadığını bir müşteri fark etti ve şirketi mahkemeye verdi. Böyle olunca da imtihan ağırlaşıyor. Yediklerimize düşünüyoruz, duyduklarımıza dönüşüyoruz. 

Mahir İz gibi hocalar harama bakınca hafıza zayıflar derdi. Şimdi düşünün, dün hafıza ne kadar çok haram görüyordu, bugün ne kadar çok hafıza, haram görüyor. Bugün artık 1.500.000’dan fazla görselle karşılık karşıya gelebiliyoruz bir hafta içinde. Bunların içinde helal, haram her türlü şeyi görüyoruz. Zihnimiz de inanılmaz çok görsel var ve hafızayı ayıklayıp daha doğru düşünebilmek için bile çok zaman kaybı yaşıyoruz. Çünkü zihnimizi rahatlatamıyoruz. Dolayısıyla bugün mal imtihanı, can imtihanı çok daha dijitalleşti, çok daha sanallaştı.

18., 19. yüzyıla kadar bir müminin malda aradığı helal ve haram mı diye bakıyordu. Ama bugün biz helali tayyib mi, yediklerimiz içinde ne var, ne yok diye anlamaya çalışıyoruz. Öyle hile ile yazılanlar var ki onu helal zannediyoruz fakat içeriğe tam vakıf olduğumuz zaman helal olmadığını anlıyoruz. İşte böyle bir durumu yaşıyoruz. 

Kendimizi bedenen korumak, zihnini korumak artık çok zorlaştı. Dijital içerisinde kaymamak için, telefonu uzak bir yere koyma ihtiyacı duyuyoruz gönlümüzün kaymaması için. Yoksa saatlerimiz akıp gidiyor içerisinde.

Bu ayet bugün artık çok daha farklı şeylere işaret ediyor. Diyor ki, unutmayın, Allah sizi hem mallar hem de canlarınızla imtihan eder. Mallarınızla nasıl imtihan eder, sadece malın helal, haram olmaması değil helal-i tayyib olmaması da bizi çok kötü durumlara getiriyor. Tat tomurcuklarımızın, koku reseptörlerimizin değişmesi ile ne oluyor sağlıklı olanı algılayamıyoruz. Ya da saatlerce sosyal medyada geçiyor zaman, zihnimizde ne geliyor, ne gelmiyor fark edemiyoruz. Halbuki Allah size iki göz verdim diyor, iki dudak verdim diyor. İçeriye almamanız gereken şeyler varsa ağzınızı kapatın, dışarıya çıkmaması gereken şeylerde varsa ağzınızı kapatın demek istiyor. 

Ayrıca ayette hem siz, hem sizden öncekiler de Allah’tan başkasına tapanlardan incitici sözler duyacaksınız diyor. 

Dolayısıyla bu ayetle verilen mesajlardan biri, mallar ve canlarımızla imtihan olmak. Sahip olduklarımızın emanetçi olduğumuzun farkında olmak burada mesele ve bunu doğru kullanmak. Canlarla imtihan derken, insanın yani kendi canını hem de çoluğunu çocuğunu hangi süreçlerde büyüttük. 

İnsanlar çıplaklıkta sınır tanımıyor ama tesettür insanlara çok fazla geliyor. Bunu da Allah şöyle tanımlıyor, Allah’tan başkasına ilahlık yakıştıranlar olarak tanımlıyor. Yani Allah’tan başkasının emirlerini telakki ederler demek istiyor. Modernist dünyanın sunumlarından etkilenip de onları doğru bulanların sözlerinden incineceksin diyor. Bu seni üzebilir. 

Çok fazla imtihan var ama Allah üç başlıkta bu imtihanları tasnif ediyor. Mallarla imtihan olmak, canlarla imtihan olmak, üçüncü imtihan ise inanmayanların ya da inanıyor gibi düşünüp de başka anlayışla inananların ve incitici sözlerini duyarsın diyor. Sonra devam ediyor, ama siz direnirseniz, sabır demek dirençli olmak demektir, direniş gösterirseniz ve aynı zamanda içgüdülerinize karşı da direnirseniz bu sabırla beraber sorumluluk bilinci ile yaşarsanız bu en güzelidir diyor Allah. Muhteşem bir rahatlık veriyor. Sen sabırlı ol, sen dirençli ol, antidepresan almana gerek yok, ağlayıp uykusuz kalmaya gerek yok, evet nice peygamberler yaşamış, iyilerle yaşamak iyi olmanın garantisini vermiyor bize. İyi olmadıkça iyi olmanın garantisini vermiyor. Öyle olsaydı, Peygamber Efendimiz (SAV), Ya Fatıma, namazını kıl, ben peygamber da olsam sana bir faydam olmaz diyor. Dolayısıyla bu tür imtihanlarımız olacak. 

Önce kendi direncimizi ayağa kaldıracağız. Öz benliğinize karşı dirençli ol. Çünkü sabır zorbalığa direnmektir. İnsanların zorbalıklarına değil sadece, kendi öz benliğimizin zorbalığına da direnmektir. İkincisi de sorumluluk bilincinde olmaktır. O zaman en güzel yapılan iş budur diyor Allah. 

Şunu unutmamak lazım, insan barış zamanında ahlaklı olabilir. Hayatımızın konforlu olduğu dönemlerde ahlaklı olmak kolaydır. Asıl, zorlukların olduğu yerde ahlaklı davranmak erdemdir. İlkelerimizi savunmak erdemdir. Olağanüstü bir durumda düşmana karşı öfkelendiğimiz zaman ya da çok incindiğimiz zaman, o zaman ahlaki ilkeleri terk etmemek, ilkesel yaklaşmak, duygularla değil de olabileceği kadar akli davranabilmek, hem de o aklı vahyin temeli ile kullanabilmek erdemdir, erdemin aslı budur. Erdem vahye dayanıyorsa erdemdir.


187. Hani, Allah; “Kitabı mutlaka insanlara açıklayacaksınız, gizlemeyeceksiniz!” diyerek kitap verilenlerden söz almıştı. Ama onlar bunu kulak ardı ettiler ve onu az bir pahaya sattılar. Ne kötü alış-veriş!..


Burada bir uyarı var. Uyarı şu, biz de buna düşebiliriz. Vahyi, Allah‘ın ayetlerini kulak ardı edenlerin akıbetlerine bakın diyor. O vahyi doğru bir şekilde hayatlarınıza uygulamayıp onu gizlediğiniz zaman, bunu yapanlar daha önce de oldu, onlar büyük bir azaba düçar oldu. Onlar kulak arkası ettiler diyor. Yani hiç önemsemediler. Göz önünde bulundurmadılar. Ve sonra devam ediyor, daha da kötü bir şey yaptılar, değersiz bir menfaat karşılığında değersiz bir karşılığa sattılar diyor. İnsan vahyi nasıl satar, dünyayı almak için ukbâyı sattılar, inkarı almak için dünyayı sattılar. Değersizi almak için değerli olanı sattılar. Bu ne kadar kötü bir alışveriştir diyor Allah. İnsan dünya için Ahiretini yoksa sayar mı. İnsan değersiz için değerli satabilir mi. Şöyle düşünün, elinizde değerli bir altın var, karşı tarafta süslemiş ve değersiz bir herhangi bir metalden oluşan şeyi alıyor parlıyor satıyor. Ve siz elinizdekine verip onu satın alıyorsunuz. Sosyal medyada ne veriyorsa, filmler ne veriyorsa onu alıyorsunuz. Ruhunuzu veriyorsunuz ve bedeni satın alıyorsunuz. Öyle ki, dünyayı almak için ahireti satıyorsunuz. İnkârı satın almak için imanı satıyorsunuz. Bu ayette aslında şunu söylüyor, hakikat gizlenmez. Şu soruyu sormamız lazım. Hangi hakikati gizlemek, birincisi, o günün inananları, Yahudilik ya da Hristiyanlıkta, Peygamber Efendimizin (SAV) geleceği hakikatini biliyorlardı. Gerçekten de kendi kitaplarında Bir peygamber geleceği söylenmişti ve onlar uyarılmıştır. Bir takım işaretler geldiği halde, Peygamber Efendimizin geleceği hakikatinden rahatsız oldular, kendilerinden olmadığı için. Ayrıca burada Hz. Musa’ya gelen vahiy var. Onlar o vahyi gizlediler, değiştirdiler ve onunla para kazanıyorlar. Kendileri vahye sahip olmak istiyor, herkesin sahip olmasını istemiyorlar. Böylece de hakikati gizliyorlar. Aslında hakikatin karşısında batıl barınmaz, ama batılla insanları oyalamaya çalışıyorlar. Şöyle bir örnekle düşünelim, çocuklar, yetişkinlerin kullandığı nesnelerin küçükleri ile oynarlardı. Her kültürde her dönemin çocuğu eşyaların küçükleri ile oynar. Eski çağ dönemi çocukları toprakla oynardı. Sanayileştikçe o çocuklar da ufak şeylerle oynuyorlar. Ama burada çocuk her şeyin küçüğü ile oynamış olmuyor, onun sanalı ile oynuyor. Bir ekmek var bir de plastikten yapılmış ekmek var. Lahananın bile plastiğini bile yapmış ya Çinliler.  Hakikatin üstünü sananlarla, plastiklerle kapatıyoruz. Hakikat ortada fakat biz onu göremiyoruz. Aynı Platon’un Devlet kitabının ilk sayfalarında yazdığı mağara metaforu gibi. Mağaranın içindeki insanların dışarıda ne kadar çok ışık olduğunu söylerseniz söyleyin oradaki insanlar gölgelerin doğru olduğunu söyleyecektir sırtlarını ışığa döndükleri için. Hakikatin ne olduğuna bakabilmek için hakiki olana yönelmek lazım. Burada ayet çok net bir şekilde söylüyor, kendilerine vahiy verilmiş olanlar İnsanlardan bunu gizlemeyeceksiniz. Vahyi bir zümreye mensup değil. Elitist bir yapısı yoktur vahyin. Herkese aittir.


188. Sakın, ettikleri ile sevinen ve kendi yapmadıkları şeylerle övülmek isteyenleri zannetmeyesin; evet zannetmeyesin ki, bunlar azaptan kurtulacaklar! Can yakıcı bir azaptır bunların hakkı!


Kuranı Kerim’de bu konu Sâf Suresi’nde de geçiyor bazıları söylediklerini kendileri yapmazlar diye. Burada iki gruptan bahsediliyor. Birinci grup, kurnazlık adı altında vahyi gizlerler, gizledikleri ile de, şeytani bir gururla övünürler. Yani günah ile övünürler. Günah ile övünmek çok Yahudice bir davranış. İnsan günah ile övünebilir mi, evet övünür, bunu sosyal medyada da görebiliyoruz. Bugün modern itiraflar adı altında insanlar günahlarını ortaya döküyorlar ve rahat bir şekilde ben pişman değilim, ben pişman olmam diyerek yaptıkları o şeytani işten övünür bir hale geliyorlar. Burada Allah, bu yaptıkları şeye seviniyorlar diyor. O insanları kazanç kapısı olarak görüyorlar ve yapmadıklarını yaptık olarak gösteriyorlar. Ya da insanları prestij kapısı olarak da görebiliyor. Bu durum, insanın aslında çok şeytani bir durumudur. Bununla da övünüyor. Olmayan şeyi ortaya koyuyor ve bununla övünüyor. İkincisi ise yapmadığı şeyler ile övünmek isteyen insanlar. Allah Resul’ünün ahlakını anlatırken, Resulullah kendi yaptığı şeyden dolayı övüldüğünde onu kabul ederdi ama yapmadığı bir şeyden dolayı ona övgü geldiği zaman onu reddederdi. Bu önemli bir duruşu ortaya koyuyor. Yağcılığa gerek yok demek istiyor. Evet ben sana bir iyilik yapmış olabilirim ve sen teşekkür edebilirsin, minnet edebilirsin ama Efendimiz, hiç iyilik yapmadığı insanlardan övgü geldiği zaman bunu reddederdi. Ben böyle bir şey yapmadım derdi. Nasıl bir ahlaki duruş. Hiç kimsenin alkışlamasına ihtiyaç duymuyor. Sen istikamet üzere devam et. Kendi iyiliğini görmemiş bir insanın övmesinden Efendimiz (SAV) razı olmuyor, rahatsız oluyor ki, o insan razı olarak bile söylese Peygamber Efendimiz bundan razı gelmiyor. Peygamber Efendimizin ahlakını övebilir. Ama Efendimiz kendisine iyilik etmediği bir şey ile yani kendisinden görmediği bir şey ile övüyor. Öyle bir iyilik yok ve onu övüyor. Bu bir ahlaki zaaf. Peygamber tarafından prestij sahibi olmaya çalışıyor. Peygamber Efendimizi övse ne olur aslında, bir şey olmazdı. Peygamber Efendimiz teşekkür de edebilir. Ama bu kişi bir başka yerde zalim birini de övebilir, kötü birini de övebilir. Bu o insanı başkalarının kölesi yapar. Yapmadıkları ile övünmekten hoşlanırlar diyor. Burada demek ki insanın sanallaşıp da yapmadıklarıyla övünmesi sonucunu ortaya koyuyordu.

Yapmadıkları şeylerle övünen ya da yaptığı kötü şeylerle övünen kimselerin azaptan kurtulabileceklerini zannetme diyor. Orada kişiselleşmiş bir ahlak anlayışı da var. Ben yapıyorsam doğrudur. Bütün yaptığı işleri beğenen, kendini eleştirmeyen insanlar, ikincisi de yapmadıklarından övünen insanlar. Bu iki davranışın ahlaki bir zaaf olduğunu anlıyoruz. 


Yorumlar