126. Allah bunu size sırf bir müjde olsun ve kalpleriniz onunla iyice yatışsın diye yapmıştı. Yoksa zafer tamamen ‘mutlak izzet ve hikme sahibi’ndendir (Azîz, Hakîm).
127. Nankörce inkâr edenlerin bir kısmının kökünü kazısın ya da onları perişan etsin de ümitsizce dönüp gitsinler diye...
Allah burada şundan bahsediyor, gönlünüz yatışsın diye böyle bir vaatte bulunuyor. Taki inanmayanların, inkarcıların, tam anlamıyla günah bataklığına saplanmış onların tam anlamıyla yerle bir olmaları için ya da alçalmaları için ve ardından da umutsuzluğa kapılıp geriye dönsünler diye, vazgeçsinler diye bunu yapmıştır. Demek ki Allah müminlere böyle bir zor dönemde kalplerine bir rahatlama, bir sekine veriyor. Ki bunu Fetih Suresinde de gördük. Sonrasında da diyor ki, bu müminlere Allah‘ın bir vaadi, burada Allah müminleri rahatlatıyor. Melekleri ile gönüllerine teselli bulduruyor. Aynı zamanda da bunu yapma sebebi, inanmayanlara, küfre saplananların bir kısmının alçalmaları içindir.
126. Allah bunu size sırf bir müjde olsun ve kalpleriniz onunla iyice yatışsın diye yapmıştı. Yoksa zafer tamamen ‘mutlak izzet ve hikme sahibi’ndendir (Azîz, Hakîm).
127. Nankörce inkâr edenlerin bir kısmının kökünü kazısın ya da onları perişan etsin de ümitsizce dönüp gitsinler diye...
128. (Resûlüm! İlâhî) emir-ferman nâmına senin elinde hiçbir şey yok. O, ya bunların tevbesini kabul eder ya da onlara azap eder; çünkü gerçekten zalimler!..
129. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır; dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder. Allah, bağışlayıcıdır, merhametlidir (Gafûr, Rahîm ).
Burada Allah konuyu toparlıyor ve şöyle bir şeye dikkat çekiyor ki, karar verme yetkisi Allah’ındır. Peygamber Efendimize (SAV) ilk muhatap olarak diyor ki karar vermek sana düşmez. Onlar tövbe ederlerse tövbelerini kabul etmen konusu sana düşmez diyor. Bu konuda sen karar mercii değilsin diyor. Bu konuda Allah onları cezalandırırsa da yine de bu konuda sen bir karar veremezsin. Çünkü insanlar durumlarında ısrar ediyorlarsa Allah onlara cezasını verecektir. Burada Peygamber Efendimizin bazı hadislerin de Uhud da müşrik önderlerine beddua ettiğini biliyoruz. Özellikle birkaç sahih gördüğümüz hadislerde Peygamber Efendimizin üzüldüğünü ve savaşın sonlarına doğru müşriklerin müminleri sıkıştırdığında, bir avuçtan başka inanan kimse kalmadığında Efendimizin mübarek dişinin kırılıp yaralandığı zaman, Efendimizin o durumunda beddua edeceğine inanıyor. Çünkü çok ağır bir durum yaşanmış. Herkeste normal bir şekilde Peygamber Efendimizin bedduada bulunacağını düşünüyor. Ama Efendimiz elini kaldırıyor ki etrafındaki insanlar Peygamber duasının reddolunmayacağını da biliyorlar, fakat Efendimiz tam aksi yönde bir dua ediyor. Allah’ım affet, beni affet, bu toplumu affet, onlara hidayet et, onlar bilmiyorlar. İşte ancak bunu bir peygamberin gönlünden şefkatinin dışarıya taşması sonunda oluşacak bir dua olduğunu görebiliriz. Yani insanlığı güzelliklere davet eden bir peygamber ancak böyle bir durumda dua edebilir.
Şöyle düşünmek lazım, bunu sadece bir savaş olarak düşünmeyin, hepimiz neler yaşıyoruz, bazen çok üzüldüğümüz olaylar oluyor. İftiralar olabiliyor, birçok olay yaşayabiliyoruz, bazen kendi evladımıza bile beddua edesiniz geliyor. İnsanın ciğeri yaralanınca en büyük yarayı almış oluyor. Öyle bir durumda insanın beddua edesi gelebilir. Biz de yaşıyoruz. Ama Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem orada büyük bir arbedenin içerisinde kendisi de yaralanmış, okçular yerinde durmamış, hizmet denilen bir durum yaşanıyor, ciğeri büsbütün yaralanmış bir durumda ama öyle bir şefkatli yürek ki, Allah’ım bu toplumu affet diye dua ediyor. Allah‘ım bu toplumu doğru yola ilet diye dua ediyor. Çünkü onlar bilmiyor. Aslında bu muhteşem bir dua.
Aslında Peygamber Efendimizin hayatının buram buram dua olduğunu da görüyoruz. Bir kere eline bir şey batıyor ve Inna lillahi ve Inna ileyhi raciun diyor. Hazreti Ayşe de görmek istiyor, ne oldu da bu kadar istirica ediyorsun diye. Hazreti Ayşe görüpte bu kadar ufak bir şey için mi dua ediyorsun diyor. Ya Ayşe ne bilirsin, Belli ki Rabbim azı çoğa tebdil eder diyor. Aslında bu bir dua alıştırması. Dua tecrübesini hayata taşımak.
En ufak olayda insanın zihni, gönlü dua etmeye alışırsa büyük olaylarda da tepki verirken beddua yerine dua söylemeni tercih eder.
O öfkeli anda dua etmek istemiyor insan. O ciğerinden yangın olduğu yerde beddua ettiği zaman rahatlayacağını düşünerek ve duaya yönelebiliyor. Ama Efendimiz, o şefkatli güzel insan öyle bir durumda dua ediyor. Bunu yapan Peygamber hayatı boyunca kendini ufak olaylarda da dua etmeye alıştırmış bir peygamber. İçinizde ne kadar şefkat şelaleleri olursa olsun, dil ve zihin alışmadığın şeyi söyleyemiyor. Hani büyükler der ya, yaşarken şahadet getiremeyen ölürken nasıl şahadet getirecek diye. Bununla ilgili de çok güzel bir menkıbe vardır.
Bir adam terzidir ve İslam’ın bütün vecibelerini yapmama gerek yok der, ölüme yakın yaparım, şehadetini de getiririm der. Allah dostu sorar, En iyi bildiğin iş nedir, terziyim der. En kolayı da makasla kumaşı kesmektir der. Bunun üzerine Allah dostu sorar, sen ölüm anında, can çekişirken kesebilir misin, yok der kesemem. Elinin alıştığını yapmakta zorlanacağın bir durum olduğunu bildiğin halde, hiç ağzının ve zihnin alışmadığı bir şeye nasıl söyleyebileceğine inanırsın der.
Bugün post modern dünya, benim Allah’la ilişkimde ben zaten iyi niyetliyim, der. Ama Allah iyi niyetli olup olmadığımızı sormuyor bize, o ayrı bir şey. Bir takım emirler ve ölçüler vermiş ki, bu ölçüleri hayata monte edebildiğimiz zaman biz iyi niyetli miyiz diye göstermiş oluyoruz.
Efendimizin Uhud’da beddua ettiğini söyleyenler de var. Yani bazı rivayetler de bunu görüyoruz. Bir tanesinde, evet Efendimiz bu hayır duayı etti diyor. O zaman bedduayı kime etti deniyor. Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellemin müşriklerin önderleri için beddua ettiğini düşünüyor bazı tefsirciler. Evet Efendimiz o durumda dua ediyor, içi yandığı halde, bu kadar büyük bir harbin içerisinde Allah bu topluma bağışla, onlara hidayet ver çünkü bilmiyorlar diyor. Ama Efendimiz aynı savaşta amcasını görüyor, amcasına müsle yapılmış. Yani çok ağır bir şekilde öldürülmüş, iç organları çıkartılmış, burnu kesilmiş, dudakları kesilmiş, kulakları kesilmiş bir halde amcasını gördüğü zaman tanıyamıyor amcasını Efendimiz. O zaman müşriklerin liderleri için beddua ediyor. İkisini birbirinden ayırt etmek lazım. Efendimiz burada başka bir acının içerisinde onların önderlerini yani toplumun liderlerini, toplumdan ayırıyor. Çünkü toplum bilmiyor ama liderler ise, oradaki siyasi liderler, politika yapıcılar, kötülüğün aslını yapanlar onlar. İşte biz şunu anlıyoruz, İslam’ın hakim olduğu değil de mahkum olduğu dönemlerde İslam’ı öğrendiği için İslam’a düşman kesilen , bu yüzden sırt dönen insanlara hüküm vermemek lazım. İslam’ın dostlarından öğrenmelerine yardım etmek lazım. Çünkü insan yanlış öğrenmiş olabilir. Ama öğrendikten sonra düşman olursa, ısrarla küfürlerin de devam eden insanlar, işte onlar zalimlerin ta kendileridir diyor Allah. Burada şunu anladık, Efendimiz Uhud Savaşı’nda, o çok ağır zaman dilimini yaşarken insanlara beddua yerine dua etmeyi tercih ediyor.
130. Ey iman edenler! Katlana katlana artırılan faizi yemeyin. Allah’tan sakının ki felâha eresiniz.
131. İnkârcı nankörler için hazırlanmış olan Ateş’ten korunun.
132. Allah ve Resûlüne itaat edin ki size merhamet edilsin.
130
Bu ayet faiz yasasının getirildiği ilk ayettir. Aslında Rum Suresi 39. ayette faiz geçiyor ama genel olarak anlatılıyor. Fakat bu ayette faiz ilk defa yasaklanıyor. Şunu anlıyoruz, faiz aslında bütün dinlerde yasak olan bir eylemdir. Haksız kazanç. Faiz aslında insan emeğinin sömürüldüğü bir şeydir. Bu ayetten için geldiğini sorarsanız, burada şöyle diyenler var. Fahrettin Râzî de söylüyor, müminler bu savaşta Mekkelilerin o zengin ve güçlü ordusuna imreniyorlar. Çok büyük teçhizatlı orduları var. Buda para ile olabilen bir şey, yani bunun altındaki güç para, kapital. Parasal güçlerini de Mekkeliler faizden elde ediyorlar. Mekkelilerde faiz geleneğe bürünmüş bir eylem. Müminler şöyle düşünüyor, bizim de çok paramız olsaydı bizim de çok silahımız olurdu, yani biz de faiz alsak, bunu iyi işlerde kullansak diye düşünüyorlar. Ama burada çok önemli bir şey var, unutmamak lazım, iyilik için bile faizi kullanamayız. Faiz tam anlamı ile Allah’a savaş açan bir eylem. Aynı zamanda şöyle de bir şey var, bazı savaşlarda Hazreti Peygamber’in Uhud Savaşı’nda zirveye yerleştirdiği 50 okçunun olduğunu biliyoruz. Ve o okçulara diyor ki, Akbabaların düşmanların cesetleri üzerine indiğini bile görseniz burayı terk etmeyin. Böyle bir talimatta bulunuyor. Ama onlar ilk çözülmenin ardından müşriklerin o kalabalık ordusu bozulunca, ganimeti kaçırmamak için biz de buradan ayrılabiliriz diye düşünüyorlar. Ki, o dönemde Halit bin Velit müşrik ve müşrik komutanlarından biri idi. Arkadan bir kuşatma ile Müslümanlara arkadan geliyor ve vuruyor. Yani Müslümanlar geldikleri halde yenilmiş pozisyonuna düşüyorlar. Burada okçuların Allah‘ın Resul’ünün emrine muhalefet ederek ganimete koşmaları aslında bir faiz anlayışını da ortaya koyuyor. Medine’deki faizci tefecilerin yüksek faizlerle para vermeleri karşısında müminlerin buna şahit olması, ganimeti görür görmez çok para kazanınca alacaklarına hesap ediyorlar. İşte burada Allah faizi yasaklayan ayete getiriyor. Yani aslında, kendi hayatlarımızdan örnekler var, çok yakınımızda sinirlenip ciğerinin yandığını hissedip ve bedduaya gidebiliyorsun. Ama Efendimiz böyle bir durumda hayır dua etmiş. Aynı şekilde, müminler diyor ya promosyonunu alabiliriz, faiz alıp hayra kullanabiliriz diye. Burada müminler faize alıp da Allah rızası için savaşta kullanmayı düşünüyorlar. Ama Allah diyor ki, hayır, kat kat katlanarak çoğalan bu faizi yemeyin diyor. Allah’tan korkun ve takva sahibi olun. Dolayısıyla bu ayet burada çok önemlidir ayeti gündeme getiriyor. Bu ayetin burada olması çok önemli. Çünkü yine bir sıkışmışlık var. İnsan sıkışmış lütfen ne kadar iman ettiğini anlıyor aslında. Bazen maddi anlamda büyük bir sıkışmışlık yaşanır ve insan faize tevessül edebilir. Ya da bu kalbinden geçebilir. Ama bu ayet bize şunu anlatıyor, bir İslam ordusu Allah rızası için yola çıktığı halde, büyük bir savaş halinde bile faize izin yok. Bu açıdan mümin çok dikkatli olacak.
131
131. ayette ise kâfirler için bu yaptıkları faizi cehennem sebebi olarak görüyor. Kâfirler için hazırlanmış ateşten kendinizi koruyun diyor. Sorumluluk bilincini unutmayın ve kâfirler için hazırlanmış ateşe, faiz ateşine sakın girmeyin diyor. Demekki faizi kullanmak ateşe girmek ile aynı şey.
132. ayette ise Allah diyor ki , Allah’a ve Resulü‘ne itaat edin ki Allah size merhamet eylesin. Uhud’da meydana gelen olay Allah ve Resulü‘ne isyan anlamı taşıyabileceğini ima etmiş de oluyor ama aynı zamanda şunu da anlıyoruz ki dünya ve mal sevgisi insanı yolundan alıkoymamalı. Yani dünyevileşmenin önüne geçmeyi anlatıyor. İnsan dünyevileştikçe dünyadan başkasını görmüyor. Sadece dünyada kalacakmış gibi davranmaya başlıyor. Müslüman ne zaman dünyevileşir, Müslümanın dünyevileşeceği en önemli yerlerden bir tanesi, kendi zihnini, düşüncelerini bu dünyanın yeni görüşleri olsun, Allah’tan bağımsız felsefeleri olsun, bunlarla zihnimizi doldurduğumuz zaman, ya da sosyal medya ile hayatınız geçtiği zaman dünyevileşmeye başlıyoruz. Dünyanın dışında, ahirete yönelik ne yapmamız gerektiğini fark edemeyebiliyoruz. Böyle bir zor durumda beddua etmemeyi öğreniyoruz. Böyle zor bir savaş durumunda bile olsa faizi Allah uygun görmüyor.
Kendi hayatlarımızı da düşünebiliriz. Çok zorlandığımız zamanlar olabilir. Maddi açıdan çok sıkıntıya düşmüş olabiliriz. Ama Allah ve Resulü‘ne itaat ettiğiniz zaman Allah‘ın rahmet edeceğine, Allah‘ın merhameti ile muamele edeceğini unutmamamız gerekiyor.
133. Rabbinizin bağışlamasına ve genişliği göklerle yer kadar olan öyle bir Cennet’e koşun ki o, müttakîler için hazırlanmıştır:
134. Onlar ki; bollukta da darlıkta da infak ederler... -Hele o öfkelerini yenenler ve insanların kusurlarını bağışlayanlar...- İhsan üzere hareket edenleri Allah sever.
135. Onlar ki; yüz kızartıcı bir suç işlediklerinde veya kendilerine zulmettiklerinde Allah’ı hatırlayarak günahlarının bağışlanması için dua ederler; -Zaten günahları Allah’tan başka kim bağışlayabilir ki?- işledikleri üzerinde de bile bile ısrar etmezler.
136. Bunların mükâfatı; Rablerinden bir bağışlanma ve altından ırmakların aktığı, temelli kalacakları cennetlerdir. Ne güzeldir amel sahiplerinin mükâfatı!
137. Gerçek şu ki, sizden önce birtakım (helâk) uygulamalar(ı) gelip geçti; gezin de (hakkı) yalanlayanların sonunun nasıl olduğunu görün!
133
Diyor ki, birbirinizle Rabbinizin mağfiretine ermek için yarışın. Burada Medine Yahudileri ile ya da müşriklerle bir yarıştan bahsetmiyor. Hayır yarışından bahsediyor. Allah faizi yasaklıyor, ve ondan sonra da diyor ki savaşın kaybının nedeni parasızlık değil. Mesela maddi olanakların az olması ile ilgili değil. Orada Efendimizin talimatı vardı ya hani, düşmanların üzerinde akbabaların dolaştığını bile görseniz oradan ayrılmayın diye. İşte burada bu emre rağmen Müslümanların hücumu olunca bir anda karışıklık oldu ve dediler ki kâfirler savaş alanını terk ediyorlar.50 okçunun büyük bir kısmı oradan ayrıldı. O koşturmacanın temelinde ganimet var. O çevrede, birçoğu da Mekke’de çok sayıda faizle para kazanmış insanlar var. Özellikle Medine Yahudileri ve müşrikleri. Bu ayeti kerime bu yanlış düşünceleri reddediyor. Birbirinizle yarışacaksınız faiz biriktirme de yarışmayın, maddi açıdan çok zengin olmakla yarışmayın, siz yarışacaksınız hayırlar da yarışın, kötülükte yarışmayın, birine zarar verecek eylemlerde yarışmayın. Yarışacaksınız Rabbinizin mağfiretine ermek için yarışın ki o gökler ve yerler kadar genişliği olan cenneti kazanmak için yarışın. Şu an insanlarda var ya daha güzel olayım, ikinci evin olsun, eşyalar olsun, hayır bunlar için yarışmayın diyor.
Bizans imparatoru Heraklius elçisi Peygamber Efendimiz’e geldiği zaman bu ayet bir vesile ile orada okunuyor. Elçi de bir polemiğe gidiyor. Eğer sizin vadettiğiniz cennet gökyüzü, yeryüzü genişliği kadar büyük ise o zaman cehennem nereye gidiliyor. O zaman Efendimiz cevap veriyor, gündüz gelince gece nereye gider diyor. Gündüz gelince gece nereye giderse, gökyüzü ve yeryüzü kadar büyük olan cennetin olduğu yerde cehennem de neredeyse orada olur. Demek ki bu ayette şunu anlıyoruz, mümin yarışacaksa hayırlar için yarışmalı. Gayret için yarışmalı, Allah rızası için yarışmalı, kimse daha az kazansın diye söylemiyoruz ama dikey ilişkimizle bağlantıyı kesmemek şartıyla.
134
Bu ayette Muttakînin özelliklerini anlatıyor. Onlar sahip olduğu her şeyin Allah‘ın emaneti olduğunu bilirler. Darlıkta da bollukta da karşılıksız infak da bulunurlar. Yani mümin sadece bollukta vermez. Mümin sahip olduğu her şeyin Allah’tan geldiğine inandığı için, Allah‘ın Ganî olduğunu Musta'in olduğunu bildiği için Allah’ın her şeyin tümüyle Allah’a ait olduğunu bildiği için Allah için verir. Bilir ki, Allah için verdiği için Allah kat kat verir. Ve muttaki olan, servetin bir imtihan olduğunu bilir. Bunun bir sınav olduğunu bilir. Mümin verir, kul kadar verir, Allah ise kendi kudreti ile verir. İşte muttaki bu bilinç ile davranır. Yani darlıkta ve bollukta verme bilinci vardır.
135-136
Bugünün modern dünyasında duygularını içine hapsetme, diyor. Bağırmaya gerek yok, insan öfkelenip bağırdıkça daha çok öfkesi artıyor. Yapılan çalışmalar bunu gösteriyor. Muttaki olan bollukta verir, darlıkta verir ve öfkesini yutar. Öfkesini içinde tutar ve sabırla yoluna devam eder. Bu her türlü durumda geçerli. Yolda arabayla geçiyorsunuz, bazı insanlar çok yanlış davranıyor. Bir çok şey yaşıyoruz. Unutmayalım ki Efendimiz kişinin öfkesini tuttuğu zaman Allah‘ın onun kalbine güven vereceğini söylüyor. Aynı zamanda affetmenin de güzel bir eylem olduğunu ve bunun bir muttaki özelliği olduğunu anlatıyor.
Diğer bir muttaki ise özelliği ise kötü bir şey yaptığı zaman hemen Rabbini hatırlaması. Bu çok önemli bir şey. Bundan vazgeçiyor.
Allah’ı hatırlarlar, Allah’tan başka günahı Affedecek yoktur. O yüzden yanlış yaptıkları zaman Allah’ı hatırlarlar da günahta ısrar etmezler. Hata işlemek anlaşılır bir şey değil. Hepimiz insanız ve hata işleyebiliriz. Burada bir problem yok. Asıl problem olan o hatayı savunmak. Günahı savunmak büyük bir suçtur. Suçunu savunanlar affedilmezler. Suç işleyen affedilir. Yani şeytanın şeytan olması suç işlediği için değildir. Suçunda ısrar ettiği içindir. İnsanız, Beşeriz, hata edebiliriz, yanılırız ama günahımızı ve yanılgımızı savunmamız lazım. Çünkü Allah bize bir akıl vermiş, çok özel bir fıtrat ve irade vermiş. Eğer iradeniz varsa ve o has fıtratımıza, özümüze döndüğümüz zaman bunu savunmanın yanlış olduğunu anlarız. İşte burada diyor ki onlara Rablerinden bir bağış ve mağfiret vardır diyor. Ve orada kalacakları cennetler olduğundan bahsediyor. Cennet kazanmak için çaba göstermek gerektiğini anlıyoruz. Bağışlanma dilendiği taktirde büyük günah, ısrar edildiği takdirde ise küçük günah olmaz. Bugün posmodern dünyasında sen ibadet etmesen de Allah’ın rahmeti çok geniştir, sen cenneti iste diyor. Cenneti elde etmek için dünyevileşmek, tembellik değil gayret etmek gerekiyor. Şunu da unutmamak lazım, insan bir ev yapacağı zaman bile, bir arsa almak için bile en güzel yeri seçmek istiyor. O zaman çaba lazım. Çaba gösterenler için vardır ödül diyor.
137
137. ayette de, sizden önce nice insanlar geldi geçti, onlar peygambere inanmadılar, Allah o tarihi yasasında bir çok medeniyet geldi ve gitti. Kimileri firavun gibi, kimileri Nemrut gibi Allah’a baş kaldırdılar. Bakın şu tarihe, medeniyetler mezarlığı görürsünüz. Allah’a baş kaldırmaya çalışanlar ilelebet uygarlıkları ile beraber battılar. O zaman diyor ki, yeryüzünde gezin, o yalanlayanların yanlış davalarında ısrarcı olanların sonlarını bir görün bakalım diyor. İtalya’da Pompei’yi, Ürdün’de Petra kentini düşünün. Bütün bu insanlar, medeniyetler geldiler ve geçtiler. İnanmayanların akıbeti maalesef tarih içerisinde gömülmek oldu.
Bu ayetler muttakiyi anlatmaktadır. Bir mümin muttaki olunca nasıl darlıkta ve bollukta verir, öfkesini yutar, insanları affeder ve yanlış yaptığında da ısrarcı olmak yerine, başkalarına saldırmak yerine ne yaptığını, neden yaptığını analiz etmeye çalışır. Bugün erdemli insan dediğimiz bir prototip çiziyor Allah.
Yorumlar
Yorum Gönder