Âl-i İmrân Suresi 104. ayet ( Keşşâf Tefsiri p. 1714-1723 ): Emr-i Bi'l Ma'ruf, Nehyi Ani'l Münker / Hisbe Teşkilatı
104. İçinizde; hayra çağıran, ma‘rûfu emreden, münkeri yasaklayan bir topluluk bulunsun... ki felaha erecekler de bunlardır.
Bugün emr-i bi’l mâruf, nehyi ani’l münker kavramını anlamaya çalışacağız.
Mâruf nedir, münker nedir üzerinde duracağız. Öncelikle şunu unutmayalım ki her Müslüman için yerine getirilmesi gerekli olan bir emr-i bi’l mâruf, nehyi ani’l münker. İslam düşünürlerinin bu kavrama çok değindekilerini görüyoruz.
Terim olarak baktığımız zaman, emr-i bi’l mâruf, nehyi ani’l münker:
Toplumda iyiliğin hakim kılınması, yaygınlaştırılması, kötülüğün engellenmesi ve böylece erdemli bir toplumun oluşturulması ve yaşatılması için gösterilen faaliyetlerin tümüne denir.
Demekki bir toplumda iyiliğin hâkim kılınması ve iyiliklerin yaygın bir hale gelmesi, kötülüğün engellenip böylece erdemli bir topluluk oluşturulması için yapılan bütün faaliyetlere emr-i bi’l mâruf, nehyi ani’l münker diyoruz.
Mevdûdî’nin bu konuda çok güzel bir açıklaması var, İslami Kavramlar isimli kitabında. Diyor ki,
Bir şeyin herhangi bir şeyle sıfatlanmasındaki durumu iki şeyle açığa çıkar. Birincisi, o şeyin kazandığı sıfata en yüksek noktasına ulaşmasıdır. İkincisi ise bu sıfatın o şeyde tam olarak yerleşmesi ve o şeyde başkasına tesir edecek ve kendi özelliği ile özelleştirecek duruma getirmesidir
Örneğin diyor, kar kendi yapısında soğuklukla sıfatlanmıştır. Kar deyince aklımıza soğukluk girer. Bu onun ilk ve asıl özelliğidir. Bununla beraber o başkasını da soğutur. Bu ise onun ikinci özelliğidir. Aynı şekilde ateş, birinci özelliği kendisinin sıcak olmasıdır. İkinci özelliği ise başkasını da ısıtması, yakmasıdır. İkinci özelliği ıslah edici olması, yani karşı tarafa etki edici olması. Yine bunun gibi mümin de iman da razı, Hakk’a itaatinde kamil olduğunda, iman sıfatıyla sıfatlanması nedeni ile birinci özelliğini kazanmış olur diyor. Yani bir mümin güzel davrandığı zaman, salih amellerini yaptığı zaman onun birinci özelliği ortaya çıkmış olur. Fakat bu sıfat onda kuvvetlenir, başkalarını hakka davet etmeye başladığı zaman artık o iman sahipliği yükselir ve insanları hakka davet etmeye doğru devam eder ve kendisine verilen kaleme lisan gücünü bu hizmette kullanmaya başlar. Bunun için çalıştığında da ikinci güzelliği açığa çıkar. Böylece imanın en Kâmil, yani kâmil-i ekmel derecesini elde etmiş olur.
Demekki ilk önce iman bizde olacak, bizde açacak, sonra insanlara tesir etmeye başlar. Burada da Mevdudi örnek olarak kar ve ateşi veriyor. Kar tabiatı ile soğuktur, tuttuğu zaman o zaman da ikinci özelliği ortaya çıkar soğutur. Ya da ateş sıcaktır, ama bir ısındığı zaman içinde özelliği ortaya çıkmış olur. Genel olarak kavrama bu şekilde anlatıyor.
Mâruf kelimesine baktığımız zaman, bilinen, tanınan, onaylanan, iyi muamele, ihsan anlamına gelen bir kelimedir. Şu kavramı şöyle tanımlıyoruz, aklı selimin tanıdığı, kabul ettiği amel. Dini terminoloji de ise İslam’ın hükümleri, genel prensipleri uyarınca yapılması, söylenmesi gereken her türlü söz ve fiile diyoruz. İsfehâni şöyle diyor, akıl ile dinin hoş gördüğü her amel. Fahrettin Razi de şöyle diyor, Allah’a imandır diyor maruf. Elmalılı Hamdi Yazır ise dinin iktizası, gerekliliği olan Allah’a itaattir. İyiliği emretmek bütün peygamberlerin ortak görevidir. Her peygambere risaletine Allah zaten bunu tevdi etmiştir. Erdemli bir toplum meydana getirmek için peygamberler bu görevi yerine getirmişlerdir. Maruf dediğimiz şey, aklıselimin tanıdı kabul ettiği amel. Belki şöyle diyebilirsiniz, içki içmek konusunda sosyal içici olunca insanlar aklını kaybetmiyor denilebilir. Buna aklı selim demiyoruz. Aklı selimin temeli Kur’an‘dan inşa olur. Maruf her türlü iyiliğe davettir. Adaletin yerine getirilmesi, faziletin yayılması, iyiliğin her çeşidinin gerçekleştirilmesi, ümmetin yararına olan halkın yararına olan hususların her birine maruf diyoruz. Mesela bu pazar günü ailelerle birlikte toplandı ve Kuran’da açıkça inkar olarak ilan ettiği bir duruma karşı herkes toplandı. Bu bir maruftur. Ya da Pakistan için hayırda bulunuyoruz, Bu bir maruftur. Dil âlimleri maruf ve münker‘e cahiliye döneminden beri devam eden din dışı anlamlarının olduğunu da söylüyorlar. Mesela İbni Manzur diyor ki, maruf münker’in zıttı olup faydalı olan, memnun onundan şeydirdiyor. Ya da münkerin de insanın vicdanını rahatsız eden şey olduğunu söylüyor. Adaletsiz davranabiliriz ama bu adaletsizlik insanın vicdanını rahatsız ediyorsa orada münkeri kabul ediş vardır. Bu konuda Ragıp El-İsfahani , Maruf, akıl ve Şeriatinin iyi olarak nitelendirdiği fiilleri ifade edendir isimdir diyor. Münker de, akıl ve şeriatın benimsemediği; münker ise yadırgadığı şeydir diyor müfredat isimli kitabında. İbni Manzur’u da belki burada anmamız lazım. Maruf iyi ve güzel fiiller için kullanılıyor, münker ise olumsuz şekilde, din dışı anlamıyla kullanıldığını görüyoruz. Münker maruf un zıttıdır. Bilmemek, tanımama, tanınmayan, yabancı, makul olmayan, şiddetli olan, hoş bayan kötülük anlamına geliyor. Aklıselimin kabul etmediği, inkar ettiği amele de diyebiliriz. İslam şeriatının yasakladığı çirkin gördüğü her şeye münker denmiş olduğunu gördük.
---
Kuran’da emri bil maruf, nehyi anneli münker ne demek:
Çok vurgu yapılan bir kelimedir Kuranı Kerim içerisinde. Kuranı Kerim’de özellikle muhataba bir sorumluluk yüklenmiştir. Özellikle hayra çağıran bir topluluğun olması istenmiştir. Dokuz ayette geçiyor. Kuranı Kerim içerisinde dokuz ayette Allah diyor ki güzelliği emredin, çirkin olanı nehyedin Bu ayetlerde hangi davranışların maruf, hangi davranışların münker olduğu belirtilip bir tahsis yolundan gidilmediğini görüyoruz. Ama burada bir tavsiye ediyor. Dinin emrettiği şeylerin tavsiye edilmesini Allah’ın önemsediğini görüyoruz. İslami kaynaklar iyiliğin Hakim kılınması, kötülüğün önlenmesi, bu şekilde faziletli bir toplum oluşturulması için emri bil mağruf, nehyi anneli münker şeklinde bir formül getiriyor.
Bugünkü modern anlayıştan çok daha farklı bir formülden bahsediyoruz. Modern anlayışta isteyen istediği gibi davranır. Çok liberal ve özgürlüğü insanın özünden alan bir yaklaşımı görüyoruz. Kimse kimseye karışamaz, herkes istediğini istediği şekilde yapar. Burada aslında erdem kaybı görüyoruz. Mesela Platon’un devletini okuduğunuz zaman diyor ki, halkların ahlaklı olmaları devletin kanunlarına bağlıdır. Biz bugün burada bu kadar ahlaksızlık öğretiliyorsa, belki de insanlık tarihi bu kadar ahlaksızlık üretildiğini görmedi. Şu an aklınıza hayalinize gelmeyecek ahlaksızlık üretimleri ile karşı karşıyayız. Dün asla olmaz diyeceğiniz, hiç aklımıza gelmeyen birtakım eylemlerin çok rahat toplum içerisinde yapıldığını görüyoruz. Burada şunu görmek lazım. Emri bil maruf nehyi anil münker bir sistemdir aslında. Bu sistem erdemli bir toplum oluşturmanın sistemidir. Bu sistem hakikaten o kadar zayıflamış durumda ki, özellikle bugün dijital platformlarda daha fazla varlık gösteriyor. Düşünün ki bu dinamik yok olmuş gibi. Kimsenin kimseyi uyarmak gibi bir durumu yok. Ve İmam Gazali, Allah‘ın dinde kutbu azam denilen bu prensibi tahakkuku için Allah‘ın peygamberleri gönderdiğini söylüyor. Yani emri bil mağruf, nehyi anneli münker dinde kutbu azamdır. En büyük kutuptur. Çünkü bu ihmal edildiği zaman peygamberlik müessesesinin anlam kaybedeceğini, dinin ortadan kalkacağını, fesat ve anarşinin yayılacağını söylüyor. Hakikaten bugün bakın, gitgide profanlaşmış bir dil var. Bununla beraber bu prensip, bu dinamik ortak bir şuur oluşturmayınca, herkes her istediğini yapınca, bu benim tercihim kimse karışamaz, benim bedenim, benim bakış açım diyerek bireysel ya da kişiselleştirilmiş bir ahlak anlayışı oluşturuldu. Kişiselleştirilmiş bir din anlayışı ortaya çıktı. Bunun sonucunda çok büyük bir karmaşa yaşıyoruz. Düşünebiliyor musunuz, en büyük haramları bile rahatlıkla toplumda izleyebiliyoruz. Demekki burada önemli bir şeyi öğreniyoruz, İslam toplumunda ortak sorun meydana gelmesi emri bil mağruf, nehyi anneli münker dinamiğinin işletilmesi lazım.
9 ayette geçtiğini söylemiştim bu kavramın.
1. Âli İmran 110. ayet.
Siz, insanlar için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emredersiniz, kötülükten alıkoyarsınız ve Allah’a inanırsınız. Ehl-i kitap da inanmış olsalardı elbette onlar için hayırlı olurdu; içlerinden inananlar da var, fakat çoğu yoldan çıkmıştır.
Siz en hayırlı ümmetsiniz diyor. Hayırlı Ümmet olmamızı da şuna bağlıyor, marufu emreder, münkerden sakındırasınız.
2. Lokman Suresi 17. Ayette görüyoruz.
“Yavrucuğum, namazını özenle kıl, iyi olanı emret, kötü olana karşı koy, başına gelene sabret. İşte bunlar, kararlılık gerektiren işlerdendir.”
Lokman Peygamber oğluna bunu tavsiye ediyor.
3. Araf Suresi 157. ayette görüyoruz.
Onlar, ellerindeki Tevrat’ta ve İncil’de yazılı buldukları o elçiye, o ümmî peygambere uyarlar. Peygamber onlara iyiliği emreder ve onları kötülükten meneder; yine onlara temiz şeyleri helâl, pis şeyleri haram kılar. Ağırlıklarını kaldırır, üzerlerindeki zincirleri çözer. O peygambere inanan, onu koruyup destekleyen, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen nura uyanlar, işte bunlardır kurtuluşa erenler.
4. Tevbe Suresi 71. ayette görüyoruz.
Müminlerin erkekleri de kadınları da birbirlerinin velîleridir; iyiliği teşvik eder, kötülükten alıkoyarlar, namazı kılarlar, zekâtı verirler, Allah ve resulüne itaat ederler. İşte onları Allah merhametiyle kuşatacaktır. Kuşkusuz Allah mutlak güç ve hikmet sahibidir.
Dost dostun olumlu taraflarını takdir eder, olumsuz taraflarını da uyarır. Hani bir atasözü vardır ya, dostu olanın gözünde çapak olmaz. Söyler çünkü. Bir insanın gözünde çapak var diyebilmesi için ona yakın bir seviyede olmak lazım.
5. Aynı zamanda Tevbe Suresi 112. ayette de geçer.
O tövbekârlar, ibadet edenler, hamdedenler, dünyada yolcu gibi yaşayanlar, rükûa varanlar, secde edenler, iyiliği teşvik edip kötülükten alıkoyanlar, Allah’ın sınırlarını gözetenler; müjdele o müminleri!
6. Hacc Suresi 41. ayette görüyoruz.
Onlar öyle kimselerdir ki, kendilerine bir yerde egemenlik versek, namazı kılarlar, zekâtı verirler, iyiliği emrederler ve kötülükten alıkoymaya çalışırlar. İşlerin sonu Allah’a varır.
7-8. Ve Ali İmran 104 ve 114. ayetlerde görüyoruz.
104- İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.
114- Bunlar Allah’a ve âhiret gününe inanırlar, iyiliği emrederler, kötülükten menederler ve hayırlarda yarışırlar. İşte bunlar iyi kimselerdendir.
Bu ayetler bize emri bil mağruf, neyhi anil münker’in ne kadar önemli olduğunu anlatıyor.
9. Ayrıca Tevbe suresi 67. Ayette münafıkların bir özelliği olarak kötülüğü emir ve iyiliği yasaklamak olarak geçmektedir
Erkeğiyle kadınıyla münafıklar birbirine benzer; kötülüğü özendirip iyiliği engellerler, hayır için harcamaya elleri varmaz. Onlar Allah’ı umursamadılar, O da onları rahmetinden mahrum bıraktı. Gerçek şu ki münafıklar günaha batmış kimselerdir.
Hadislerde ise şu şekilde geçiyor. Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor ki,
- Ademoğlunun bütün sözleri lehine değil, aleyhinedir; ancak ma'rufu emir, münkeri nehy ve Allah'ı zikir müstesna." (Tirmizî: Zühd, 63, İbn Mâce: Fiten, 12.)
- "Ya ma'rufu emredip münkerden nehy edersiniz ya da Allah sizin basınıza en şerlinizi musallat eder; sonra da ne büyüklerinize saygı gösterilir, ne de küçüklerinize merhamet edilir ve o zaman en hayırlınız dua eder de kabul edilmez, istiğfar edersiniz de mağfiret olunmazsınız ve yardım istersiniz de yardım olunmazsınız." (Câmiu's-Sağîr, s. 261.)
Bugün de bakıyoruz ve saygının azaldığı ve çocuklara merhametin azaldığı bir dönemi yaşıyoruz. Bu dönemde bizim bu konuda birbirimize daha fazla destek olmamız lazım. Efendimiz yine;
- Ma'rufu emretmeyen ve münkeri nehyetmeyen bizden değildir.
- Peygamber Efendimiz (s. a.v) şöyle buyurmuştur:
— Yollar üzerine oturmaktan sakınınız. Ashab-ı Kiram:
— Bizim sohbet yerlerimiz yol kenarlarıdır, buralarda oturmak bizim için zaruridir, dediler. Peygamberimiz (s.a.v):
— Mutlaka yol kenarında oturmak zarureti hasıl oluyorsa, yolun hakkını veriniz, buyurdu. Ashab-ı Kiram:
— Yolun hakkı nedir, Ya Rasûlullah ? dediler. Peygamberimiz de (s.a.v):
— Harama bakmamak, gözlerinizi yabancı (kadınlar)'dan sakınmak, yolcuya eziyet verecek şeyleri yoldan atmak, verilen selâmı almak ve ma'rufu emredip, münkerden nehy'etmektir, buyurdu. (27)
"Peygamber Efendimiz (s. a.v)'e bir adam geldi ve: "Ya Rasûlullah! İnsanların en hayırlısı kimdir diye sordu: Peygamberimiz (s. a. v): Ma'rufu emreden, münkerden nehyeden, Allah'tan korkan ve akrabayı ziyaret edendir" buyurdular." (Beyhaki: Zühd.)
- "... Ma'rufun hepsini yapamasanız bile ma'rufu emredip, münkerin hepsinden sakınamasanız bile münkerden nehyedin."( Taberâni: Mu'cemu's-Sağîr ve'l-evsât. İhyâ 7/ 235.)
- "Kim ma'rufu emreder, münkerden nehyederse, o yeryüzünde Allah'ın Peygamberinin ve Kitabı Kur'an'ının halifesidir. "(Hasanu'l-Basri 12-110.)
- "Adaletle emretmeyen millet ne kötü millettir; ma'rufu emretmeyen ve münkeri nehyetmeyen bir millet ne kötü millettir." (İhyâ: 2/232.)
- "Ma'rufu emir ve münkeri nehyedin." (Müsned, 6/159; İbn Mâce, Fiten, 20.)
- "Hz. Ebu Bekr (r). Rasûlullah'a (s. a.v):
— Müşriklerle çarpışmaktan başka bir cihad var mı? diye sordu. Rasûlullah (s.a.v):
— Evet Allah'ın yeryüzünde şehitlerden daha üstün mücahidleri var; hayattadırlar, yerler, içerler, yeryüzünde yürürler; Allah onlarla gökteki meleklere iftihar eder, diye buyurdu. Hz. Ebu Bekr:
— Onlar kimdir? Peygamber Efendimiz (s.a.v) de:
— Onlar ma'rufu emredenler, münkeri nehyedenlerdir. Onlardan bir kul şehitlerin makamlarının üstündeki, makamlar üstü makamlarda olur."( İhya: 2/231.)
Diyor. Bizim burada birbirimize güzel olanı tavsiye etmemiz lazım. Bu çok güzel bir müjde. Demekki müşriklerle çarpışmaktan başka bir cihat emri bil mağruf, nehyi anil münker için koşturmaktır. Kendi evlatlarımıza, yakın çevremize olabildiği kadar Allah‘ın tavsiyelerini, Allah‘ın emirlerine ve Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin bize tavsiye etmiş olduklarını hayatlarımıza geçirmeye çalışmaktır.
Hazreti Peygamber emri bil mağruf, nehyi anil münker’in çok önemli olduğunu ifade ediyor. Ve bu tebliğden uzak kalmanın da felaketlere yol açacağını söylüyor. Yani insanlar kötü niyet görüp de ona engel olmazsa, Allah‘ın azabı ile onları kuşatması yakındır diyor. Burada Allah‘ın azabını illaki büyük depremler, büyük felaketler olarak düşünmeyin. Şu anda bu kadar ahlaksızlığın olması, ahlaksızlık yapmak için bir gayretle insanların bulunması hakikaten gelmiş olduğunuz noktayı gösteriyor. Ayetlerden bahsetmeyecek hadislerden bahsetti kavramı açıkladım, şimdi bunun yüklediği sorumluluktan bahsedeceğim.
Emri bir maruf, nehyi anil münker Kuran, sünnet ve icma ile vaciptir. Her mümin için unutmayalım ki farzı kifayedir.Devlet başkanından toplumun en alt kademesindeki bireye kadar itibar ve teysir durumuna göre yerine getirilmesi gereken bir hükümdür.
İbrahim Canan hoca bunu altı başlıkta ele almış.
1- Herkesin müdahale edeceği işler: Bir kısım ma'rufun emri ve münker'in nehyi bazı şartlarda herkesin üzerine vacibtir. Yani münker veya ma'ruf olduğu herkesçe bilinen işlere, yukarıda belirttiğimiz şartlar tahtında herkes müdahale edebilir. Sözgelimi içki içenlere müdahale edilmeli mi diye tereddüt gerekmez.
2- Devlet'in müdahale edeceği işler: Bazı işler vardır ki, buna müdahale devlet yetkisine girer. Kıtâle girmeyi, silah çekmeyi gerektiren işler gibi. Sözgelimi münker büyümüştür, ferdin müdahalesi fitneye sebep olacaktır, bu durumda ferde müdahale vacib olmaz.
3- Alim'in müdahale edeceği işler: Bazı işler vardır, münker olup olmadığı bilinemeyebilir. Yeni çıkan, Kur'ân ve Hadis'te hakkında beyan bulunmayan durumlar zuhur edebilir. Bu meselelerde avâmın "ictihad" yapmasına, her kafadan bir söze dinimiz müsâde etmemiştir.
Böylesi içtihâdî meselelerde alimlerin görüşleri farklı olduğu takdirde biri diğerine karşı ithamkâr olamaz. Zira yüce dinimiz, her müctehidi, furû meselesinde musîb yani doğruyu bulmuş kabul etme prensibini koymuştur. Şu halde, bu ictihadlardan birini benimseyen avam da aksi içtihadı benimseyen avama karşı ithamkâr olmamalıdır. Günümüzde, müslümanlar arasındaki bir kısım kargaşa bu noktanın bilinmemesinden veya riayet edilmemesinden kaynaklanıyor.
4- Yetkilinin müdahale edeceği işler: Bazan devlet, emr-i bi'1-ma'ruf ve nehy-i ani'l-münker vazifesi için hususî şahıslar tavzif eder. Veya muayyen işlere müdahale için şahıslar tayin eder. Geçmiş devirlerde bu çeşit memurlara muhtesib denir idi. İşte bu resmî vazifelilerin, müessir şekilde hizmet verdikleri müddetçe, halktan emr-i bi'1-ma'ruf vecibesi düşer. Şu halde bu iş, bir farz-ı kifâyedir. Vazifeliler ihmal eder veya müessir olamaz ise, yine bir farz-ı ayn gibi herkese vecibe olur. Şunu da belirtmede fayda var: Günümüzde polis ve belediye zabıtasının veya mahalle bekçisinin müdahale yetkileri sınırlıdır. Dinimiz nokta-i nazarından emr-i bi'1-ma'ruf'a giren birçok meseleler sahipsizdir ve bütün müslümanlara terettüp eden bir vecibe olarak kalmaktadır.
5- Ümeraya karşı emir ve nehiy:
Yukarıda da belirttiğimiz gibi ma'ruf'u emir veya münker'den nehiy sadece, büyüklerin, âlimlerin, vazifelilerin işi değildir. Dinimiz, şartlara göre, münker'den herkesi sorumlu tutmuştur. O'nu büyük (ümera veya ülema) işlese de günahtır, küçük (avam, cahil) işlese de günahtır. Hatta büyük işlese daha çok sorumluluk altına girer Keza müdahale yetkisi de herkese şâmildir. Öyle ise, devlet reisi bile olsa, ümera münker işleyecek olsa buna müdahale edilmelidir. Ümeraya müdahalenin zorluğu bir kısım riskleri beraberinde getireceği için Resûlullah (s.a.) bu ise ayrı bir ehemmiyet atfetmiştir: "Cihadların en efdali, değerce en kıymetlisi, zâlim sultana karşı hakkı söylemektir." "Aman dikkat edin halk korkusu kişiyi hakkı söylemekten alıkoymasın." buyurur.
6- Fâsık kimsenin müdahale yetkisi: Çoğu kere hatıra gelir, hatta tartışılır: "Dinî hayatı kusurlu olan kimseler de emr-i bi'1-ma'ruf yapmalı mı?" diye. Âlimler bu soruya "Evet!" diye cevap vermiştir. Münker'in alenen işlendiğini gören kimse, kendisi o işi yapmakta olan birisi olsa bile, müdahale etmekte mükelleftir. Yapmak bir suçtur, müdahale etmemek ikinci bir suç olur. Münkerin terki farz olduğu gibi, münkere müdahale ikinci bir farzdır. Günahın birini işlemek, diğerinin işlenmesini meşru kılmaz. İmam-ı Azam'dan nakledilen bal şerbeti fıkrası bu mevzuya girmez. Elbette münkeri işlemeyenin müdahalesinden daha çok müessiriyet şansı vardır.
(kaynak: https://m.ulukanal.com/ibrahim-canan-emr-bil-marufta-temel-olculer/731/)
HİSBE TEŞKİLATI
Hisbe Arapça bir kelimedir. Saymak, hesap etmek, yeterli olmak anlamlarına geliyor. İhtisap ise sevabını umarak bir iş yapmaya denir. Akıllı ve basiretli bir şekilde yönetmek, çirkin bir iş yapana kınamak, hesaba çekmek manalarına geliyor.İslam toplumlarında genel ahlakı ve kamu düzenini korumak için böyle bir denetleme faaliyeti vardır. Bu muhtesiplerin yaptığı görevler vardı. Mesela buna İran’da ahlak zabıtası deniliyor. Ama biz tarihsel bir sürecimizde buna Hisbe Teşkilatı diyoruz. Âlimler buna çok önem vermişler. Müslüman devletler bununla ilgili bir teşkilat oluşturmuşlar.
Hisbenin dört rüknü var.
1- Muhtesip: Bu uyarıyı yapan kişi. İyiliği anlatıyor ve kötülüğün de yanlış olduğunu söylüyor.
2- Muhtesibun aleyh: Uyarılan kişiye deniliyor. Yani hata yapan kişiye Muhtesibun aleyh deniliyor
3- Muhtesibun fî: Yasak ve uyarmaya gerektiren fiile deniyor. Allah‘ın haram saydığı, mekruh saydığı bir şey eğer o toplumda yapılıyorsa bunun uyarılması gerekiyor. Sadece Haramlar değil mekruh olanlar bile uyarılıyor.
4- İhtisap: Uyarmak demek.
Ecdat emri bil maruf, neyhi anil münker o kadar önem vermiş ki bununla ilgili bir teşkilat kuruyor ve bunun adı da Hisbe Teşkilatı. Hisbenin gerçekleşmesi için hakkında ihtilaf bulunmayan bir hüküm bulunması gerekiyor. Kimsenin hayatı irdelenmeyecek. Ve mevcut durumda yani toplumda gerçekleşecek.
Muhtesibin görev alanı üç ana başlıkta toplanmıştır: Allah hakkı, kul hakkı ve her iki yönde bulunan haklar.
1- Allah hakkı dediğimiz zaman yani Hakullah, ezanın vaktinde okunması, cemaatle ibadetlerin zamanında yapılmaması gibi konularda ibadetlerin aleni ihlalleri ya da ibadetlere engel olunması gibi konularla ilgili Muhtesibin görevi vardır.
2- Kul hakkı ile ilgili görevler, umumi haklardır, işçi ve işveren de ilgili hakların çözümlenmesi, komşu hakkına yönelik tecavüzün önlenmesi, her türlü meslek ihlalinin önlenmesi, borçluların borcunu vermesi, sözüne riayet edilmesi gibi konular hislerin konusudur.
Kısaca ilk muhtesip kimdir dersen herkes bilir ki Hazreti Peygamber (SAV) der, ama Hazreti Peygamber öneminde başlamasına rağmen bunun bir müessese haline gelmesi Hz. Ömer (RA) dönemindedir. Hazreti Muhammed diyor ya, hepiniz çobansınız ve hepiniz güttüğünüz sürüden sorumlusunuz. Devlet reisi de bir çobandır ve sürüsünden sorumludur. Erkek ailesinin çobanıdır ve sürüsünden sorumludur, kadın kocasının ve evinin çobanıdır ve sürüsünden sorumludur, hizmetkar efendisinin malının çobanıdır ve o da sürüsünün sorumlusudur, netice itibari ile herkes çobandır ve güttüğü sürüden sorumludur.
Hazreti Ömer döneminde fetihlere bağlı olarak devlet sınırları genişliyor ve burada her alanda denetim ve kontrol için İhtisap tesisi kuruluyor. Hazreti Peygamber ve Hazreti Ömer, kadın sahabeleri de hisbe faaliyeti ile görevlendiriyor.
Muhtesip olacak kişilerde birtakım liyakatler aranıyor: Güzel ahlak, adaletli olma, toplum tarafından itibar görme, belli ilim seviyesinde olacak şekilde olmaları gerekiyor. Demekki emri bil mağruf, nehyi anil münker kavramı Kur’an‘da dokuz defa geçen çok önemli bir kavram. Peygamber Efendimizin bu konuda bir çok hadisi şerifi var. Tarihsel süreçte Hisbe Teşkilatı olarak bir teşkilata dönüştürülüyor. Böylece toplum erdemli bir topluma dönüşebilmesi için bir takım çalışmalar böylece yapılmış oluyor.
İslam tarihinde hisbe faaliyetine baktığımız zaman, ilk muhtesip Efendimiz SallAllahu aleyhi vesellem ama bu Teşkilatı ilk kuran Hazreti Ömer’dir (RA). Abbasilere baktığımız zaman, hisbe kaza ve mezalim ile birlikte Abbasî adliye teşkilatında yer aldığını görüyoruz. Adalette, hilafet merkezlerinde Abbasiler döneminde muhtesiplik çok geniş bir alana sahiptir. Çarşı, pazar denetleme, ahlaki ve dini davranışları görüp gözetmek, borçların ödenmesi gibi konularda konular Muhtesibin vazifesiydi. Yusuf has Hacip’in Kutadgubilik isimli eserinde muhtesip, toplumsal huzuru sağlayan unsurlardan biri olduğu üzerinde durmaktadır. Güçlü kişilerden olması gerektiği söyleniyor. Endülüste, Fatımîler’de, Eyyübîler’de, Memlük devletinde, Büyük Selcuklular’da müntesipler görev yapmaktadır. Nizamülmülk eserinde muhtesipin yerine getirmesi görevlerden bahsediyor. Alışveriş doğrulukla yapılacak, Dirhemler kontrol edilecek, devletin adaletin temellerinden biri olmuş olan Hisbe Teşkilatı‘na muhtesipleri özel bir şekilde destekleyecek kurallar vardı. Daha sonra Temurlar’da, Selçuklularla hemen hemen aynı olduğunu görüyoruz. Osmanlı’da ise bu müessese vazgeçilmez olmuştur. Sosyal hayatta şehir yaşayışını sağlam temellere oturtmak ve sosyal düzeni devam ettirebilmek için çok önemli bir görev olarak görülüyor. Hatta İhtisap ağası ya da ihtisap Emini denilen muhtesipler devletin kuruluşu ile birlikte ortaya çıkmıştır. Kadı tayin edilen her yerde muhtesip vardır. Kadının yardımcısıdır. O kadar önem veriliyor. İstanbul, Büyükşehir olduğu için Galata, Eyüp, Üsküdar kadılıklarına birer muhtesip gönderilmiştir. Muhtesiplerin görev ve yetkileri ihtisap kanunu nağmelerinde detaylı olarak anlatılmıştır. Hatta Fatih Sultan Mehmet Han dönemine İhtisap Kanunnamesi maddelerinde Muhtesibin Allah’ın yarattığı her şeyin hukukunu görüp gözetmesinden sorumlu olduğu ifade ediliyor.
Şunu da unutmamak lazım, muhtesipler de kontrol ediliyordu. Evliya Çelebi’nin bir kaydında şöyle geçer, “bütün sanat ehline hükmedita zirve cezalandırma, alışverişte hile edenleri tektir ve tevhide memur” diyor.
İkinci Mahmut döneminde de görüyoruz, halk ve esnaf münasebetlerinin düzenlenmesinde rol alıyorlardı. Geniş bir şekilde Osmanlı’da yer aldığını görüyoruz.
İdari hiyerarşideki konumuna baktığımız zaman muhtesip ve sadrazam, muhtesip ve kadı önemli görevleri vardır.
Muhtesip olmak için ise, (i) Müslüman olması gerekiyor, (ii) mükellefiyet, (iii) erkek olacak. (Efendimiz döneminde ise Semra binti Uheykil isimli bir kadının Medine’de muhtesip olarak istihdam edildiğini biliyoruz. Hazreti Ömer zamanında da kadınlar muhtesip buna olabiliyordu.) (iv) adaletli olmak. (v) ilim sahibi olmak. (vi) İlmi ile amel edecek. (vii) Allah rızası. Ne olursa olsun Allah rızasını amaç edinecek. (viii) Vera ve takva sahibi olacak. Yani sorumluluk bilinciyle hareket edecek.
Muhtesibin vazifesini ifa ederken takip edeceği prensipler, (i) bilmek, yani haberdar olacak. Gizli gizli araştırmayacak. Olaydan kesinlikle haberdar olacak. (ii) Bildirecek. Yani işlenmesinin sadece bazen bilgisizlik olabilir. Bu yüzden hatanın yanlışlığını anlatacak. (iii) Öğüt verecek, güzel bir dille anlatacak. (iv) İkaz; Daha olmadı tektir tehdit ile ikaz edecek. Sözden anlamıyorsa bunu yapabilir. (v) El ile müdahale edecek. Kumar aletlerini ortadan kaldırmak gibi. (vi) Çubukla ile tehdit. (vii) En son çare ise silah kullanma aşamasıdır ki, kolay kolay başvurulmayan bir yöntemdi.
Ecdadımızın bu ayet ve hadis üzerine toplumu erdemli bir hale getirebilmek için bununla ilgili bir teşkilat kurduklarını öğrenmiş olduk. Bu teşkilat ile gerekli olanların neler olduğunu, ne olduğunu, görev kapsamlarını öğrenmiş olduk. Bir ayetin birçok yönünü de görmüş olduk ve toplumdaki yansımasını da gördük.
Sonuç itibari ile;
Emri bil maruf nehyi anil münker hepimizin bir görevi ve elimizden geldiği kadar bunu yapmaya çalışmamız gerekiyor.
Yorumlar
Yorum Gönder