102. Ey iman edenler! Allah’tan hakkıyla sakının ve ne yapıp edin (O’na) teslimiyet göstermiş olarak can verin.
Bu ayet bize şundan bahsediyor, ölüm insana bir yolla gelecek. Ölüm gelmeden önce siz kendinizi Rabbinize teslim edin ve kayıtsız şartsız teslim edin ki ölüm geldikten sonra sizi etkilemesin. Yani eğer insan Rabbine teslim ise öldüğü zaman da teslim olarak gitmiş olacak. İnsan ölüme hazırsa ölümün insana yapabileceği bir şey yok. Diyor ya şair, ölümsüzlüğü tattık ne yapsın bize ölüm. Hepimiz ölümü tadacağız. Fakat bugünün seküler dünyası bizi ölümsüzlüğe mahkum ediyor. Öyle bir anlayış, o yüzden hep almak, yemek, içmek, giymek üzerine kurulu bir dünya oluştu. Böyle bir dünyada da insan ölümden korkuyor, istemiyor, zannediyor ki burası bütün güzelliklerin olduğu diyarlar. Bu suni yapılandırmanın insanı tatmin edecek bir yapılandırma olduğunu düşüncesi veriliyor.
Dolayısıyla 102. ayet Allah’a teslim olarak can verin diyor. İnsan son anda teslim olamaz. Son anda teslimiyetle ölmesi için ömrünü teslimiyetle geçirmesi lazım ki “İnsan nasıl yaşarsa öyle ölür, nasıl ölürse de öyle dirilir”, diyor Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem. Dolayısıyla da ölümün güzel yüzüne ulaşabilmek için teslim olmak lazım. Ölüm hepimizin bu dünyadan ahiret diyarına geçiş yapacağı bir yolculuk, bir nevi başka bir merkez. Asıl ikametgahımıza doğru buradan devam edeceğiz. Ama buradaki eksikliklerimiz orada bizi bekleyecektir. Bizim bu bilinçle yaşamamızı söylüyor Allah. Ölümden önce teslim olursanız ölümünüz de teslimiyetle olmuş olur. Dolayısıyla iman edenlere iki şey söylüyor. Birincisi, takva sahibi olun, her söylediğiniz, her yaptığınız eylemin bir sorgusunun, sualinin olacağı bilinciyle yaşayın. Ve unutmayın ki ölüm herkese gelecek.
Burada şunu da unutmamak lazım, dünya hayatı bize uzun gelebilir. Ama gördük ki İngiltere kraliçesi, aynı zamanda 15 ülkenin resmi kraliçesi ve 50 ülkenin de gayri resmi kraliçesi, 96 yaşında 73 yıllık kraliçelik yaptıktan sonra öldü. Gördük ki bu ülkeler onun zihnindeki kalıplara göre hayat şekilleri belirlendi. Her yaptığı bir olaydı. Ama bitti. Hiç kimse, sonsuz değildir. Hepimiz sonlu varlıklarız. Bunun bilinciyle yaşamak lazım. İnsan kendini ölmez gibi gördüğü an problemler başlıyor. İyice dünyevileşmeye başlıyor. O yüzden Allah 102. ayeti okudukça bize farkındalığımızın artmasını sağlamış oluyor. Teslimiyetle ölmek, teslimiyetle yaşamanın sonucudur. Okula giderseniz, çalıştıklarınızın sonucudur karne. Ölüm de bizim burada çalıştıklarımızın sonucu olarak karşımıza çıkacak. Dolayısıyla ölümden önce teslim olmak gerekiyor. Ölümden önce harekete geçmek gerekiyor. O yüzden Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem demiyor mu “Gencin ibadeti çok daha eftaldir”. Çünkü yaşlı iken zaten önüme yakınlaştığınızın farkındasınız. İnsana en zor gelen gençken, kendini sınırlayabilmek iradesini kullanabilmesidir. Ancak günümüzde yaşlıların ve yetişkinlerin dahi kendini kontrol etmekte zorlandığı bir dünyadayız. Bu dijitalleşme ile bir çok konforu yaşadığımız halde zihin konforlarını kaybettik. Unutmayalım ki beyin konforla ölüyor. Eğer siz çok rahat bir hayat yaşıyorsanız, düşünmüyorsunuz, yazmıyorsanız, çizmiyorsanız, bir şeylerin derdinde değilseniz, bu durumda beyin ölmeye başlıyor. Beyine konfor yaramıyor. Beyin konforu sevmiyor. Beyin zorlanmayı seviyor. O yüzden okumak, istişarelerde bulunmak, yorum yapmak bizim beynimizin ölümden kurtarıyor bizi. Dolayısıyla biz ayetle de bunu alıyoruz. Ölmeden önce teslim olmak, teslimiyet sahibi olmak ile sonucunu görmüş oluyoruz ve bu vücudumuz ve beynimiz içinde geçerli olan bir şey. Ne kadar kendimizi geliştiriyorsak o konforlu durum beynimizi öldürmüyor.
Demekki ayet bize iki tane şeyi söylüyor. Birincisi sorumluluk sahibi olmak, ikincisi de ölmeden önce teslim olmak. Ne yapıp edin, teslimiyet içinde can verin diyor Allah. Kim ne yaparsa yapsın, siz teslimiyet duruşu ile durun. Sizin teslimiyet içinde olduğunuz yer insanlar olmasın. Sizin kendini teslim ettiğiniz yer seküler dünya olmasın. İnsanın kendini teslim etmesi sadece fiziken köle olmak değil ki. En büyük kölelik insanın kendi zihnini teslim etmesi, gönlünü başkalarına teslim etmesidir.
Teslim olmak demek tam anlamıyla gözünü kapatıp o yolda yürüyebilmek demektir. Neye teslim olduğumuzu bilmek lazım. Düşmana mı teslim oldun yoksa dosta mı teslimsin. Dünyaya teslim olmak insanı insanlıktan çıkartıyor. İnsan dünyaya teslim oldukça köleleşiyor. O dünyevileşmenin içerisinde köle haline geliyor. Ama insan Allah’a teslim oldukça Allah’a teslim olmanın bilinci ile yaşamayı öğreniyor. Bu da sorumluluk bilinci ile yaşamaktır.
Allah’a sorumluluk duygusu duymak bir küçücük ekmek kırıntısını atamamaktır. Allah’a teslim olan kişi evde bir şeyler çürütemez. İki tane elbisesi varsa üçüncüyü alamaz. Çünkü sorumluluk bilinci vardır. Ben yaptığım eylemlerin sonucunu ahiret gününde vereceğim, diye devam eder. O yüzden Müslüman dünyaya teslim olarak yaşayarak ölmez.
Allah’a teslim olmak demek her şeyden özgür olmak demektir. Hiçbir şeye bağımlı olmamak demektir. Ama Allah’tan başka teslim olunan her şey insanı köle haline getiren mekanizmalardır, sistemlerdir. Allah’tan başkasına teslim olmaya başladığımız an özümüzden uzaklaşmaya başlıyoruz. Bu bizi de kendi özümüzden koparmaya başlıyor. Teslim olduğumuz zaman kimsenin bize ekmek israf etmeyin demesine gerek yok. Bizim başımızda bir ahlak bekçisinin olmasına gerek yok. Mümin zaten içten kendini denetler. O yüzden bir mümin en basit bir dedikodu yapma eylemini bile yapmaz ya da yapmaktan vazgeçer ya da o ortama girmez. Çünkü bilir ki benim yaptığım her eylemin Rabbimin katında bir değeri var.
Rabbine teslim olan mümin de kimseye köle olmaz, kul olmaz, sömürü altında olmaz. Şu an Dijital Haçlı Seferleri yaşıyoruz. Silikon vadisi’nde bir şeye karar veriliyor ve herkes aynı şeyi giyiyor, yüzünü bile aynı hale getiriyor. Bu kadar köleleştirdiler insanları. İnsanlara soyunan diyorlar soyunuyorlar, giyinin diyorlar giyiniyor. Birilerinin hegemonyası altında yaşamak demek köleleşmek demektir. Ama o hegemonyalardan kurtulup Allah’a kul olmak demek insanı özgürleştirir. Özgür olmak özü gürleştirir, özgür olmak özü donanımlı olmaktır.
Yoksa herkesin kaşı var gözü var. Artık güzellik denilen şey de kalmadı çünkü artık her şey ayrı aynı. Artık güzellik makyaja, biçime indirgendi. O yüzden güzelliğin de gerçek anlamı kalmadı. Nice insanlar vardır yüzü bugünün dünyasındaki şekle benzemez ama konuştuğu an özünün güzelliğinden bedenini farklı görüyorsunuz. İşte teslim olmak takva sahibi olmaktır, takva sahibi sahibi olmak sorumluluk bilinciyle yaşamaktır. Hangi işi yapıyorsak onun bir sorgusunun, süalinin olacağını düşünerek içten denetim yapabilme mekanizmasını ayağa kaldırabilmektir.
Mümin budur işte. Denetimini içten yapar mümin. Başkasının ona denetim yapmasına gerek kalmaz. Kimsenin görmediği mutfağında kimsenin demesine gerek kalmadan suyu israf etmez. Mümin kendini kontrol ettiği için suyun bir damlasının gitmesine gönlü razı olmaz.
Bugün seküler dünya sorumluluk bilincini kaldırdığı için, tüketime bir ahlak olarak bir tahmin aracı olarak ortaya koyduğu için insanlar her şeyi mübah görüyor. Bu anlayışla hayata devam edilince dünya ne hale gelmiş oldu. Rabbim kendine teslim olarak yaşayabilme bilincini bize versin. Bize düşen o bilinçle yaşayabilmek. Bu sadece suyun ve yemeğin israfı değil, zamanı da boşa harcıyoruz. Gözlerimizi o kadar görsel bombardıman altında bırakıyoruz ki bunların her biri israf. Sosyal medyada gezinirken gördüğümüz onca görsel, kaynaklı, kaynaksız gördüğümüz her türlü malumat, bunların hepsi bizim zihnimizi yoruyor, zihnimizde doğru şeyler düşünemeyecek hale getiriyor. Bu da bir tür israftır, insanın zihnini israf etmesidir.
102. ayet bir müminin takvalı olmasını söylüyor, sorumluluk bilincinde olmasını söylüyor. Hiç mi bakmayacağız diye sorabilirsiniz, bunları kullanmayacağız anlamına gelmez bu. Söylemek istediğim Allah’a teslim olan, takva sahibi, sorumluluk sahibi bir müminin öz denetimi vardır. Saatlerce zihnine görsellere muhatap kılmaz. Bu bir zihin israfıdır, beyin israfıdır, düşünememedir. Bugün çocuklarda çok fazla şekilde dikkat dağınıklığı var. İlkokul bire giden çocuklar ilaç kullanıyor. Bu çok acı bir şey. Çocuk odaklanamıyor, bu yüzden de ilaç vermek zorunda kalıyorlar. Bunun sebebi hızlı hızlı akan görseller. Bizim için de zor oluyor. Eskiye göre gençler çok rahat 1 saat ders dinleyebiliyorlardı. Fakat şu an 10 dakikadan itibaren dikkat dağılmaya başlıyor. Dünya hayatının geçici olduğunu bildiğimiz zaman insanın yolculuğunun uzun bir yolculuk olduğunu biliyoruz. Ruhlar aleminden çıktık yola, anne karnında 9 ay geçirdik, şimdi ise dünya hayatındayız. Kuranı Kerim’de melekler için şöyle diyor; Melekler ve Ruh (Cebrail) ona süresi elli bin yıl olan bir günde yükselir. Bunun hesaplamasını yapıyorlar ve anlıyorlar ki 50.000 yıla nispetle ortalama 100 yıllık bir insan hayatı 3 dakikaya tekabul ediyor. Aslında yüzyılda yaşayan bir insan 3 dakika gibi kısa bir süre yaşamış kadar oluyor. İnsanlar büyüyor evleniyor çocuk sahibi oluyor, torun sahibi oluyor, insan geriye dönüp baktığın zaman ne kadar çabuk geçtiğini anlıyor. İstesek de zaman geçiyor, istemesek de. Ve her şey için adaletli bir şeydir zaman. Hepimizin üzerinden geçip gidiyor.
Demek 102. ayet bize ne diyormuş, Ey iman edenler, sorumluluk bilinciyle yaşayın, ne yaparsanız yapan sorumluluk bilinciyle yapalım. Unutmayalım ki hepimizin sorumlulukları var. Takva teslimiyete giden en önemli yoldur.
103. Topluca Allah’ın ipine tutunun; ayrışmayın... Allah’ın, üzerinizdeki nimetini hatırlayın: Hani, siz düşmandınız da O, kalplerinizi birbirine ısındırmış ve O’nun nimeti sayesinde kardeş olmuştunuz; bir ‘ateş’ çukurunun tam kenarında iken, sizi oradan kurtarmıştı. Allah size âyetlerini işte böyle açıklıyor ki doğru yolu bulasınız.
Allah‘ın ipine sıkıca sarılın diyor. Ve burada Hablullah kelimesini kullanıyor. Burada Allah‘ın ipine sımsıkı sarılın, birbirinizden ayrılmayın derken Hablullah kavramı kullanılıyor. Bu kavram da Allah‘ın ipi ile aslında bize bir metaforik bir anlatım olduğunu görüyoruz. Allah bir ipten bahsediyor. O ipe de sıkı sıkı sarılmaktan bahsediyor.
Sözlükte HBL kelimesi ip, bağ, vasıta, damar anlamlarına gelen bir kelimedir. Mecazi olarak da ahit, zimmet, emananlamlarında kullanılıyor.
Habl kelimesinin çoğulu hibal. 7 yerde geçiyor Kuranı Kerim’de. Bunlardan üçü “ip” (Tâhâ 20/66; eş-Şuarâ 26/44; Tebbet 111/5), ikisi “ahid ve zimmet” (Âl-i İmrân 3/112), biri de “damar” (Kāf 50/16) mânasında kullanılmıştır (İbnü’l-Cevzî, Nüzhetü’l-aʿyün, s. 242). Âl-i İmrân sûresinin 103. âyetinde geçen “hablullah” ise bütün müfessirlerce mecazi bir ifade kabul edilmiş ve şöyle yorumlanmıştır: Bundan maksat Allah’ın kitabıdır. Kur’an, tıpkı derin bir çukura düşmüş insana tutunup kurtulması için yukarıdan sarkıtılan ip gibi semadan arza uzatılmış bir hidayet nurudur. Başka bir açıklamaya göre ise Kur’an, insanın tehlikeli bir yolda yürürken düşmemek için tutunup güvenlik içinde ilerlemesini sağlayan bir emniyet bağıdır. Ona sarılan tehlikeden ve helâk olmaktan kurtulur, selâmete ulaşır (Zemahşerî, I, 450; Fahreddin er-Râzî, VIII, 162-163; Âlûsî, IV, 18-19; Elmalılı, II, 1153-1154).
Bu tabirde bir de şunu görüyoruz, Kuran’da kapsayacak şekilde Allah‘ın kulları için burada bir güvence olduğunu görüyoruz. Ve Allah kurtuluş vasıtası olarak insanlara o ipi verdiğini söylüyor.
Hablullah’a sarılın derken hep birlikte sarılın diyor. Burada şunu unutmamak lazım, bir kısmı sarılsın da bir kısmı kurtulsun o benim ipimdir olarak değil. Eğer hocalar kendileri söyleyip de yapmıyorlarsa o zaman ip cambazlığı yapıyor demektir. Ayetin burası çok önemli, sıkıca tutunan ve birlikte tutunun diyor. Ben size söyleyip de kendimin yapmaması gibi bir şey söz konusu değil. Birlikte yapmak, birlikte dua etmek, birlikte hayırlar da konuşmak.
İpi de bölmemek lazım ayrıca. Hep birlikte tutun oluyor. Hep birlikte tutunmazsak o ip özel mülkiyet haline geliyor. Allah’ın ipi kimseye özel değildir. Kimsenin mülkiyetinde değildir. Kimse kendini veli ilan edemez. Allah‘ın ipine tek başımıza sarılmaktan bahsetmiyor.
KUR'AN'DA GEÇEN, KUR'AN-I KERİM'İN İSİMLERİ*
1- KUR'AN
2- ACEB: Çok fevkalade bir kitap.
3- ADL: Doğru olmak, hakkıyla hüküm vermek, hakkı yerine getirmek, düzeltmek.
4- AHSENÜ’L HADİS: Sözün en güzeli, en güzel söz.
5- ALİYY: Çok yüce, yüksek şerefli, kıymetli, kadir, yüce.
6- ARABİYY: Araba mensub; arapça; Hz. İsmail' in diyarına da "arabe" denilir ki bu taktirde "arabiyy", "arabe" diyarının lugatine mensub demek olur.
7- AZİM: Ulu, yüce, büyük, muazzam.
8- AZİZ: Eşsiz, yüce, şerefli, değerli, üstün, kuvvetli, galib, benzersiz, kendisine üstün gelinemez, erişilemez, aciz bırakılamaz.
9- BELAĞ: Tebliğ, davet, duyuru; yeterli ve beliğ nasihat; yetecek şey, yetecek miktar; yetişmek, kifayet, istenen şeye ulaşmak; yetiştirilen nesne; yetiştirmek, eriştirmek.
10- BESAİR: Basiret'in çoğuludur. Basiret: İdrak, bir şeyin zahir ve batınını gereği gibi idrak etmek, anlamak, fıraset, kalbin idrak gücü, kalp gözüyle görmek, bilmek; ilim; zeka; ibret; delil; tecrübe; perde ... vb. manalara gelir.
11- BEŞİR: Müjdeci, müjdeleyen, sevindiren; güzel yüzlü, güler yüzlü, sevecen.
12- BEYAN: Açıklama; delil; şüpheyi ortadan kaldırarak kastedilen manayı muhataba açıklamak, manadaki kapalılığı giderip, ona muhatabın anlayacağı biçimde açıklık kazandırmak, açık seçik olmak. Kastedilen manayı açıklayıp ortaya koyduğu için kelama (söze) de beyan adı verilir .
13- BEYYİNE: Açık delil, gerçeğin ortaya çıkarılmasına yarayan kesin delil, hüccet, burhan, kesin belge. Nur gibi kendisi gayet açık olup da, başkasını da beyan eden, açıklatan demektir.
14- BÜŞRA: Müjde, sevindirici haber; müjdelik, muştuluk; büyük hayır husulüne delalet eden haber.
15- FASL: Gerçek ve kesin söz; hak ile batılın arasını ayıran hüküm; aralık, engel; bir şeyi kesip ayırmak, kesmek, açıklamak.
16- FURKAN: İki şey arasını ayırmak; açıklamak; hükme bağlamak; iyiyi kötüden, hakkı batıldan ayırma ölçüsü.
17- HABLULLAH: Habl: İp, urgan; ahid, tutulacak söz, yemin; eman, güven; bir şeyi iple bağlamak demektir.
18- HAKİM: Hikmetli, hikmet ve hüküm ifade eden, hikmet dolu; iyice açıklanmış; muhkem kılınmış, sağlam; hakim; alim, hikmet sahibi, işlerini en güzel biçimde yapan.
19- HAKK: Gerçek, gerçek olan şey, aklın inkar edemeyeceği derecede sübutu vacib olan; batılın zıddı, hakikat, gerçeklik; Allah; Kur'an, İslam; sıdk, doğruluk; adalet; inkarı mümkün olmayan, mevcut ve sabit olan; hüküm; basıret; rüşd; ölüm; mal ınülk; bir şeyin ortası; yolun ortasından gitmek; hasma hak üzere galip olmak; bir şeyin vacip ve sabit olması; bir işe vücut verip fiile getirmek, gerçekleştirmek; bir şeyin hakikatine müttali olup yakınen idrak etmek; bir işi yapmak; hak ve vec'ibe.
20- HİKMET: İlim ve akıl ile gerçeğe ulaşmak, eşyanın hakikatini bilmek, anlayış, hak ile batılı ayırmak; dinde derin kavrayış ve onunla amel etmek; söz ve işte isabet etmek; Allah'a itaat, Allah korkusu, takva; ilim; adalet; hilim; nübüvvet ve risiilet; Tevrat; İncil; Kur' an.
21- HÜDÂ: Yol göstermek, iyi yola güzellikle rehberlik etmek, istenilene kavuşturmak, lütuf ile olan rehberlik; hidayet eden rehber; doğru yola gitmek, hidayet bulmak; yol, hidayet olunan doğru yol; itaat ve kulluk; gündüz.
22- HÜKÜM: İlim, hikmet, anlayış; Kur'an; adaletle hüküm vermek, hükmetmek; emretmek, menetmek, ata gem vurmak.
23- İLİM: Bilgi, kesin bilgi, marifet; irfan; şuur, bir şeyi hakkıyal bilmek, bir şeyin hakikatini bilmek, anlamak; bir şeyi sağlam ve güvenilir yapmak; öğrenmek; cehlin zıddı. ,
24- KAVL: Söz, kelam; bir mana ifade eden düzgün söz; görüş, inanç, hayır olan söz, tam ve mükemmel söz; ilham; zann; kalır; galebe; hadd; kati; bir şeye delalet; söz söylemek, hayır ve şer söylemek; ictihad etmek; görüş ileri sürmek.
25- KAYYİM: Doğru, dosdoğru; düzgün; kıymetli; hak ile batılı delilleriyle apaçık ortaya koyan; tam, kamil; başkan, idareci, efendi, veli.
26- KELAMULLAH: Kelam; söz, mana ifade eden söz, isnadı sağlam ve faydalı söz demektir. Kelamullah ise; Allah'ın sözü, Kur'an-ı Kerim anlamındadır.
27- KERİM: Kerem sahibi, aziz, şerefli, faziletli; şaşırtıcı; güzel; değerli.
28- KİTÂB: Kitap, yazı yazılmış sayfa, mektup; yazmak; kendisine yazı yazılacak şey; toplamak; farz; hüküm; kader; kaza; ecel; Tevrat; İncil; Kur'an.
29- MECÎD: Şerefli, faziletli, seçkin, asil, şan, şeref ve kerem sahibi, soylu.
30- MERFUA: Şeref ve kadri yüceltilmiş, değerli, yüce, şerefli.
31- MESÂNÎ: "Mesnat" kelimesinin çoğuludur. İkişer, ikişerli, ikili, mükerrer, tekrarlanan, bir şeyin katı, müekked, mühkem, bükülü, büklümlü, katlı, kıvrımlı; ikiye katlanan şey, tekrar edilmek suretiyle ikilenen şey, bir şeyin katı... vb. manalara gelir.
32- MEV’IZA: Dine uygun olmayan şeylerden men etmeyi ifade eden söz; bir kimseye, sevap ve ikaba dair kalbini yumuşatacak söz söylemek, nasihat etmek; Allah'ın cezasını hatırlatıp azabından korkutmak, itaat etmesini emir ve tavsiye etmek; dinı öğüt, nasihat, va' z.
33- MUHKEM: Sağlam kılınmış, olgunlaştırılmış, bozulmaktan korunmuş, kuvvetli, sağlam; açıklanmış, lafız ve mana bakımından kendisinde şüphe bulunmayan.
34- MUSADDIK: Doğrulayan: tasdik eden, doğrulayıcı, tasdik edici.
35- MUSHAF: Kur'an sayfalarının toplandığı Kitap, Kur'an-ı Kerim, iki kapak arasında ciltlenen yapraklara verilen isim.
36- MUTAHHARA: Tertemiz kılınmış, temizlenmiş, arınmış; bir şeyin yıkanıp temizlenmesi.
37- MÜBÂREK: İlahi hayrın sabit olduğu şey, ilahı lütuf ve güzelliklerin bulunduğu şey, mübarek, şerefli, seçkin, çok hayırlı, feyizli, bereketli, uğurlu, kutlu, faydası bol.
38- MÜBEYYİN: Mebeyyin; vazıh ve açık olmak, aşikar kılmak, açıklamak demektir. Kur'an ayetlerinin sıfatı olarak "mübeyyinat" şeklinde çoğul olarak kullanılmıştır.
39- MÜBÎN: Vazıh, aşikar, açık, apaçık; açıklayan.
40- MÜHEYMİN: Vazıh, aşikar, açık, apaçık; açıklayan, koruyan, kontrol eden.
41- MÜKERRAME: İzzet ve şeref sahibi, kerem ile muttasıf, değerli, şerefli, şanlı.
42- MÜNÂDÎ: Davetçi; seslenen, çağıran, nida eden.
43- MÜTEŞÂBİH: Benzer, benzerlik, iki şeyin birbirine benzemesi, seçilememezlik.
44- NEZÎR: Korkutmak, sakındırmak; korkutan, korkulu haber veren, tehlike haberiyle korkutan, bir şeyin akıbetindeki vehamet ve tehlikeyi haber verip sakındıran; ihtarcı, uyarıcı. "Beşır" (müjdeci)in zıddı.
45- NÛR: Aydınlık, ziya, ışık, parlaklık; ışık kaynağı; zulmetin zıddı.
46- RAHMET: Bir kimseyi esirgemek, şefkat göstermek, acımak, lütuf ve ihsanda bulunmak; mağfiret.
47- RIZK: Yiyecek, içecek, giyecek ve kendisinden faydalanılan her ey; gıda veren şey; nimet, maddi ve manevi, dünyevi ve uhrevi nimet; bağış; naşjp; maaş.
48- RÛH: Hayat kendisine bağlı olan varlık, can; canlılık, hayat; idrak mebdei; his, duygu; öz, bir şeyin özü ve cevheri, hakikati; nefis; nefes; maddenin zıddı.
49- SIDK: Doğru, gerçek; doğruluk, gerçeklik, yalarım zıddı; doğruyu söylemek, gerçek sözlü olmak; gerçek olmak; sözünü yerine getirmek; bir şeyin her yönüyle tam ve kamil olması.
50- SIRÂT-I MÜSTAKÎM: "Sırat": yol; "müstakım": düzgün, doğru, tam, kıymetli, değerli demektir. "Sırat-ı müstakım" ise: dosdoğru cadde, işlek, büyük, açık, düz, doğru yol; Allah'm koyduğu ve hayra hakkıyla götüren ve batıl olmayan manevı yol, Allah'ın rızasına götüren yol; hedefe götürücü ve ulaştırıcı cadde demektir.
51- SUHUF: "Suhuf", "sahife "nin çoğuludur. Bu da üzerine yazı yazılacak veya yazılmış
52- yaprak veya kitap anlamına gelir.
53- ŞÂHİD: Tanık, gören; hazır olan, şahitlik eden, bir şeyin hakikatine muttali olup kesin olarak bilen, bir şeyi bildiği şekliyle haber veren; delil.
54- ŞİFÂ: Deva, ilaç; hastayı iyileştirmek, hasta için afiyet istemek; afiyet ve selamete ulaşmak; kenar, kıyı; güneş batmak.
55- TENZÎL: İndirmek, parça parça birçok defa indirmek, tertip üzere indirmek; yukarıdan aşağı indirmek.
56- TEKİRA: İkaz, uyan, maksudu hatırlatma vesilesi olan şey, hatırlamaya ve ibret almaya vasıta olan şey.
57- TİBYÂN: Açıklamak, vazıh, aşikar kılmak, ortaya koymak.
58- URVETÜ’L-VÜSKÂ: "Urve": kulp, tutak, değerli mal, yaprağı dökülmeyen her zaman taze kalan ağaç ... "Vüska" ise: sağlam, muhkem, güvenilir demektir. "Urvetü"l-vüska" da sağlam, güvenilir kulp demek olur.
59- ÜMMÜ’L-KİTÂB: "Ümm": asıl, ana, reis, başbuğ ... gibi manalara gelir. "Ümmü'I-Kitab" ise: Kitabın anası, Kitabın aslı demektir.
60- VAHY: İşaret etmek, gizlice söylemek, ilham etmek, elçi göndermek, yazı veya mektup yazmak; işaret, kitabet, risalet, ilham, kitap, gizli söz, bir başkasına ilka olunan kelam.
61- ZİKR: Hatırlatma; anma, anış, anılan şey; öğüt; nam, şeref, şan, şöhret, yüce, şanlı; dua, niyaz; namaz; bir şeyi unutmayıp hatırda tutmak; yad eylemek, anmak; dil ile veya kalp ile yahut hem dil hem de kalp ile anmak; semavi kitap; şiddetli yağmur.
*Kaynak: KUR' AN' A GÖRE KUR'AN'IN İSİM VE SlFATLARI, Abdurrahman ÇETiN
Kuranı Kerim Allah tarafından indirilmiş bir kitaptır. Kuranı Kerim’e o sıfatları Allah vermiştir.
61 isim ve sıfat niteliğinde sadece Kuran’a mahsus isim ve sıfatlar: Ahsenü’l Hadis, Hablullah, Kelamullah, Mesâni , Mükerrema, Tenzil, Tıbyan.
· Hem Kur’an hem de Allah’a mahsus olan isimler, Aliyy, Azim, Aziz, Hakim, Hak, Kayyım, Kerim, Mecit, Müheymin, Nur, Şehid.
· Hem Kur’an hem de Peygambere mahsus olanlar, Beşir, Nezir.
· Hem Kuran’a hem yüce Allah’a ve Peygamberine mahsus olan isimler, Aziz ve Şahit.
· Hem Kur’an hem de bazı şeyler için kullanılan isimler ise, Acep, Adil, Arabiyy, Azim, Aziz, Belağ ve Besair.
Yorumlar
Yorum Gönder