Âl-i İmrân Suresi 92. ayet - BİRR KAVRAMI ( Keşşâf Tefsiri p. 1677-1678 )

 



92. Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe, asla ‘iyi’liğe erişemezsiniz. Ve her ne infak ederseniz, Allah elbette onu bilir.

 


Bu ayet bize diyor ki, sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe iyiliğe erişemezsiniz. Burada iyilik olarak “Birr” kelimesinden bahsediliyor. Kuranı Kerim’de her türlü iyilik, itaat, ihsan, günahsızlık, doğruluk gibi manalar da kullanılan bir Birr kelimesini görüyoruz. Aynı kökten gelen ve Allah-u Teâlâ’nın isimlerinden biri olan Berr ise bu Birr kavramı ile aynı kökten gelir. Diğer ismi çok şevkatli ve kerem sahibi anlamına geliyor. Tur Suresinde biz bu ismi görüyoruz. Aynı zamanda itaatkâr anlamında bir kula izafe edilerek yine Kuranı Kerim’de geçtiğini görüyoruz. Bakara 224 ve Mümtehine 8. ayetlerde iyi olmak ve iyilik ifade eden manalarda kullanıldığını görüyoruz. 

Âlimlerin bu kavramı çok farklı manalar verdiğini görüyoruz. Ragıp el İsfahani ise Lisanül Arap’ta doğruluk erdemiolarak bu kavramı anlamlandırmıştır. Hatta bütün sahih kaynaklarda yer alan bir hadise göre ise 

“Doğruluk birre, birr ise cennete ulaştırır” 

demiş Efendimiz (SAV). Yine Efendimiz’in Müslim’de geçen bir hadisinde Birr kelimesinin ahlak güzelliği olduğunu söylüyor. 

Genel olarak âlimler bir kelimesine üç tane mana veriyor. 

Birinci mana, cennet. Ayeti şöyle okuyorlar, Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe cennete ulaşamazsınız. 

İkinci mana ise salih amel. Yani sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda infak etmedikçe salih amele ulaşamazsınız. Amelleriniz olur ama onlar salih amel olmaz. 

Üçüncü bir manada ise, itaat manasıdır. O zaman da ayet şu şekilde oluyor, sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda infak etmedikçe itaate ulaşmış olmazsınız.

Toparlayacak olursak, bu kelimelerin anlamlarına şu şekilde sıralayabiliriz, 

1.     İyilik, 

2.     Cennet, 

3.     Salih Amel, 

4.     İtaat, 

5.     Doğruluk Erdemi. 

Bir çok tefsir bunu erdem olarak nitelendirmiş. En tekâmüle ermiş erdem olarak nitelendiriyorlar. Mesela takva, sorumluluk sahibi olmaktır. İhsan, kulun Allah‘ın kendisini görüyormuşcasına davranması ve Birr kavramı çok önemli üç kavramdır. 

Bu üç kavram bir müminin en iyi şekilde inşa olmasını için tasavvur oluşturan kilit kavramlardır.

İhsan kavramı mesela, yemek yapıyor fakat Allah görürmüşcesine yapıyor, israf etmeden yapıyor. Ya da bir sadaka veriyor, en iyi şekilde onu yapmaya çalışıyor. Takva dediğimiz ise sorumluluk sahibi. İnsanın takva sahibi olması, ne yaparsa yapsın yaptığı işi sorumluluk bilinci ile yapıyor. Mesela yemeğini yiyor ve israf etmeden yiyor. Zamanı israf etmeden kullanıyor. Bu takvadır. Birr ise erdemdir. Kemâlâta ermiş bir ahlaktan bahsediyoruz ki Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem Müslim ve Tirmizi’de de geçtiği üzere bir ahlak güzelliğidir diyor. Demek ki bir insanın Birr sahibi olması demek güzel bir ahlak güzelliğine sahip olması demektir. 

Mâverdi Edebüddünya ver Din isimli eserinde,  insanlar arasındaki ülfetin unsurudur diyor. Birr, sıla ve maruf olmak üzere iki şekilde tezahür eder. Yani güzel ahlaktaki tezahürü iki şekilde oluyor, birincisi sıla, ikincisi ise maruf. Burada şundan bahsediyor. Karşılık beklemeden yardımda bulunmak sıladır diyor. Gerek söz ve gerek davranışlarla insanların iyilik ve mutluluğu ve düzeni için çalışmak ise maruftur diyor. 

Mâverdi bu açıklaması ile Birr kelimesinin takvadan çok ihsan kelimesi ile yakınlığı olduğunu ağırlık vermiştir. Kuranı Kerim’de Birr’in bu manası üzerinde de Ali İmran ve Bakara Suresinde önemli bir kavram olduğunu görmüş oluyoruz. Birçok hadiste de, anneye babaya olan iyilik ve saygılı davranmanın birrül valideyn tabiri ile ifade edilmesinin de yine Birr’in ihsan kavramı ile yakınlığını bize anlatıyor. Ama şunu da unutmamak lazım, kaynaklarda görüyoruz ki Birr, ihsanın en ileri derecesidir

Hayatımıza bakan yanını incelediğimiz zaman ise, Diyanet’in tefsir kaynağında Birr kelimesinin iyilik olarak, erdem olarak ihsan olarak çevrildiğini görüyoruz. Kişiyi Allah’a yaklaştıran iman, ibadet, ahlak ile en doğru ve en güzel hayatı yaşama anlamına geldiğini söylüyor. 

Fahrettin Râzi bu konuda diyor ki, saygı ifade eden bütün davranışları, itaatleri, hayırlı işleri içine alan bir kavramdır diyor. Kuranı Kerim’in en geniş kapsamlı kavramlarından biri Birr kavramıdır. Özel bir kavramdır. Ebrar kelimesi buradan gelir. Râzi, ebrar kelimesini şu şekilde tamamlıyor, bir karıncayı incitmeyecek kadar iyi olmak. Bakara Suresi‘ne baktığımız zaman, takva sahibi insana özgü bir fazilet olduğunu söylüyor Allah. Maide suresi 2. ayette buyuruyor ki Allah, 

Birr ve Takva hususunda yardımlaşınız

buyuruyor. Yani dedikodu yardımlaşın demiyor. Ya da bir yerde indirim gördüm o konuda yardımlaşın demiyor. Diyor ki Birr ve takva konusunda yardımlaş. Yani iyilikler konusunda birimize yardım edeceğiz. Takva olma konusunda birbirimize yardım edeceğiz. Bu ayeti evlerimize, gönüllerimize yazmamız lazım. Olaki bir ortamda dedikodu oluyor, hemen bu ayeti söylemesi lazım. 

Bazı âlimler bir kelimesi için bütün hayırların en kamil şekli demişlerdir. Takvayı ise, bütün şerlerin terk edilmesi ve bir daha yapılmaması olarak tanımlamışlardır. Yani takva da şöyle bir şey var, olabilecek bütün günahlara karşı çok temkinli olmak, sorumluluk bilincinde olmak. Birr ise bütün hayırların en kamil şekli. Allah‘ın rızâsına ulaşabilmek için Allah‘ın vermiş olduğu nimetlerden Allah yolunda kullanabilmek. Kişi ancak Allah’ın vermiş olduklarından infak ettiği zaman erdemli olabilmeye hak kazanıyor. Yani,

İman dinin başlangıcıdır, Birr ise gayesidir. Din bizi Birr olmaya taşır. 

Der ya âlimler, din iki esastan ibarettir. (i) Allah’ı birlemek, (ii) hayra ulaşmak. İnsanoğlu maddi manevi bütün imkanları sever. Burada sadaka veya Allah yolunda yapılan bütün harcamalar insana hedeflenen gayeye ulaştırabilmesi için burada insanın infak etmesi gerekiyor. Ayetten şunu anlıyoruz ki biz, insanın tiksinerek alabileceği bir şeyleri sadaka veya zekat olarak vermesi insanın hoşuna gitmez. O Allah‘ın da hoşuna gitmez. Zaten hoşuna gitmiyorsa ondan infak etmenin bir anlamı yok, oradan sevap beklemenin de bir anlamı yok. Sen onu zaten gözden çıkartmışsın. 

Bakara suresinin 177. ve 267. ayetlerine baktığımız zaman çok net görüyoruz, severek yapılan harcamalar insanı cimrilikten kurtardığı gibi, aynı zamanda cömertlik vasfını da kazandırır. Daha da önemlisi sosyal hayatta bir denge ortaya koyar. Sahabeler buna çok önem vermiştir. 

Bu ayet nazil olduğu zaman Sahabeler ayetler nazil olduğu gibi yaşamaya başlıyor. Ayet diyor ki sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça bir ulaşamazsınız. 

Ebu Talha bunu duyunca Allah diyor, Allah sana sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça en iyi ulaşamazsınız diye bir ayet nazil etti. Benim de en sevdiğim malım Beruha isimli bahçedir. Ben şimdi onu sadaka ediyorum Allah rızası için ve Allah’tan onun sevabını ahiret azığı olmasını diliyorum. 

Peygamber Efendimiz (SAV) de diyor ki, Bu çok güzel, çok karlı bir iştir bu. Ama senin onu akrabalarına vermeni daha uygun görüyorum. 

Tamam ya Resulallah, öyle yapayım, diyor ve bahçeyi akrabaları ve amcalarının oğulları arasında taksim ediyor. Burada Talha zaten yiğit biri. Bir hamlede yakaladığı rakibini indirecek kadar güçlü bir genç. Uhud savaşından biliyoruz, Efendimiz’i korumak için ellerini açıyor, ellerine oklar geliyor. Bu elimle koruyamazsam diğer elimle Allah Resulünü ben korurum diyor. Yiğit biri. Bu konuda da yiğitlik göstermek başka bir şey. Biraz önce söyledigim yiğitlik savaştaki infakı idi. İnsanın savaşta canından infak etmesi, burada da mavi infak var. Canını ve malını Allah yolunda infak etmekten mutluluk duyan bir yiğit. Ashap arasında da gür sesli biri. Efendimiz’in ifadesiyle “Bu ses, savaş meydanlarında bir grup insana bedeldir”. 

Ebu Talha’nın bağışladığı bahçe o kadar büyük bir bahçe ki, bağışladığı kişilerden biri olan Hasan bin Sabit kendi hissesi olan kısmı 100.000 dirheme satıyor. O para bugünün hesaplamaları ile 20.000 koyuna denk geliyor. 

Burada kendilerine bakarak yolunu bulduğumuz sahabelerden biri olan Ebu Talha’nın büyük bir gayretini görmüş oluyoruz. Bir ayet geliyor ve bu ayeti yaşamayı gösteriyor bize. 

Burada şunu anlıyoruz ki, Sahabeler, ayet geldiği zaman hemen harekete geçiriyor. Ayet harekete geçiriyor. Bugün belki biz de kaç kere okuyoruz ama bu şekilde harekete geçemeyebiliyoruz. Ve Hazreti Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Ebu Talha’ya gerçekte kazandıran malın bu olduğunu belirtiyor ve onu övüyor. 

Hazreti Ömer de iyi malının Hayber’deki hissesini hemen Hazreti Peygambere vermek istiyor. Efendimiz, aslını tut meyvesini sadaka ver diyor. Onun üzerine Hazreti Ömer bunu gereken yerlerde harcamak üzere bu bağı vakfediyor. 

Biz burada şunu anlıyoruz ki, o zamanki Müslümanlar bunu Allah’tan gelen ilahi bir direktif gibi algılamış olabilirler. Biz de ilahi bir direktif olarak algılayabiliriz. Yani onların buradaki mücadelesi Allah yolunda dağıtarak ve iyiliğe ulaşmak. Ahmet bin Hanbel şunu rivayet ediyor, Hazreti Enes şu şekilde söylüyor, Ebu Talha Medineli Müslümanların en zengini ve “Sevdiğimizden dağıtmadıkça iyiliğe ulaşamazsınız“ ayeti inince hemen bahçesini verdi. 

Seyit Kutup burada şuradan bahsediyor; Aslında burada şunu anlıyoruz. Müminler en iyiliye ulaşmak için bir toplumu da en iyiye götürüyorlar diyor. Ve aynı zamanda, bu konuda şunu söylüyor. Yahudilerin Fazilet konusunda yanlış anlayışları var. Onlara göre en büyük fazilet, atalarının inancına dış görünüşle uyuması. Fakat onlar dışarıdan çok dindar görünmelerine rağmen, muttakileri bile bağnaz, açgözlü ve cimri davranabiliyor. Allah bundan men ediyor. Seven kişi Allah için versin diyor. 

Mevdudî buna vurgu yapıyor. Sevgi ruhu olmaksızın yapılan ibadetler, kurtlar tarafından bir tahta üzerine çekilen boya gibidir diyor. Yani eğer ki bu sevgi ruhu, Allah için severek verilmezse kurtlar tarafından bir tahtanın fakat sen onu boyuyorsun. Eğer Allah için severek yapmıyorsan sadece üzerinde boyası vardır diyor. Bir insanın sadece dıştaki boya ile aldatılması mümkündür. Ancak Allah’ı bu tür düzenlerle  aldatmanın imkanı yoktur diyor. 

Ali Küçük Hoca ise tefsirinde şunu söylüyor, Birr’e ulaşmak için insan en çok sevdiği şeyleri Allah için elden çıkartacak diyor. Bu o kadar kolay bir şey değil diyor. Sevdiğiniz şeylere harcarsak, vazgeçebilirsek, feda edebilirsek o zaman gerçekten imana ulaşmış oluruz ve ebrara ulaşmış oluruz diyor. Burada iki mana veriyor. (i) Sevdiğiniz beğendiğiniz değer verdiğiniz şeyler ve (ii) Allah sevgisinden dolayı yapılan infak, Allah hatırına yapılan infak. Dünya malından sevilen ne varsa onları, Allah için onlardan vazgeçebileceğimiz bir konum ortaya çıktığında, bunu gerçekleştirebiliyorsak, Allah için vazgeçebiliyorsak işte o zaman Birr’e ulaşmış oluyoruz. 

Mesela, elimizde bir kalem var ve çok seviyorsunuz. Kardeşinizin ihtiyacı var. Ona verebiliyorsak bu Birr’dir. Burada aslında hiçbir varlığa bağımlı olmamayı öğreniyoruz. Bütün varlıklarla olan ilişkiye bağlılık çerçevesinde yapıyoruz. Gerekirse gider. Ancak bugünün insanının varlıklara kelepçelendiğini görüyoruz. Her şey benim mantığı var. Ve hep benim kalmalı. Bugünün insana yaratılışına baktığımız zaman iki zaafı var. Her şey benim olsun diyor ve olan da sürekli benim olsun diyor. Evim olsun. Bedenim hiç yaşlanmasın. İşte burada sevdiklerinden Allah için vererek insanın Birre ulaşması demek kişinin kendisiyle ve diğer varlıklar arasındaki ilişki bağımlılık ilişkisinden kurtarması demek. 

Mesela çok yorgunsunuz uykunuz geldi. Teheccüt vakti uykunuz o kadar güzel ki kalkmaya hiç haliniz yok. İşte o anda çok sevdiğiniz uykunuzu Allah hatrına, Rabbiniz için infak edebiliyor muyuz. O çok sevdiğimiz uykudan Allah için vazgeçebiliyor muyuz? Bir Müslümana Allah için dinini anlatmak için kaldırabiliyor muyuz. İşte Allah adına bizdeki imkandan vazgeçmek demek. Mesela bir çocuğunuz var, canınız ciğeriniz, onunla olmayı çok seviyorsunuz, ama bazen sürekli onunla değil aynı zamanda da Allah için yapmanız gereken şeylerde ona dur diyebiliyor muyuz. Ya da paylaşmak için koşturabiliyor muyuz. 

Unutmamak lazım, neyi niçin nasıl verdiğimiz, ne kadar verdiğimizden daha değerli. Düşünün, bir çocuğu evlat edindiğiniz. Görünüşte bu çok güzel bir hayır ama niyetiniz sonradan o çocuğu kullanmak ise, sonrasında her şeyi yapabilir insan. Yani bir önceki ayette geçtiği gibi, kâfirlerin, zalimlerin yer dolusu altını gümüşü de olsa, fidye olarak verseler, Allah onu kabul etmeyecek. Çünkü sevdiğinizi infak edin diyor. 

Demekki burada ebrar olabilmek için, şunu da anlıyoruz ki ekonomik yönden şişmek, ünvan olarak şişmek değil, Allah yolunda infak edebilmek insanı Birr’e ulaştırabiliyor. Belki birbirimizi bu konuda teşvik etmiyoruz ama Maide Suresi ikinci ayette Allah diyor ki, birbirinizi takva ve Birr de teşvik edin. Yani dünyaya bu kadar bağlanmaktan, dünyalıkları bu kadar bağımlı olmaktan kurtulabilmek için Allah‘ın verdiklerinden infak etmek lazım. Aksi taktirde malın mülkün kölesi durumuna düşeriz. Bizi şerefli yaptığını düşündüğümüz şeylerin bir gün gittiğini gördüğümüz zaman, ahirette kaybedenlerden oluruz. 

Erdem nedir diye düşündüğümüz zaman, erdem aslında sevdiği için kişinin sevdiği şeylerden fedakarlık etmesidir. Burada eğer tereddütünüz varsa bunu zaten yapamayız. Zaten insan sevmedigi bir şeyi veriyorsa insan onu gözden çıkartmıştır. Gözden çıkartırsak gözden çıkarmadan Allah yolunda verebilmektir. Allah her ne infak ederseniz diyor, birine selam verdiniz, yoldan geçerken birinin ayağına takılır diye taşı kenara çektiniz, bunların hepsi infaktır. İnfak edersek Allah’ın bildiğini unutmamak lazım. Allah için yapmak lazım. Başkasını bilmesine gerek yok. Dolayısıyla bu ayet bize Birr sahibi olmayı öğretiyor ve sevdiğimiz şeylerden sevdiğimiz için vermeyi öğretiyor. 

Gözümüzden çıkarttığınız, önemi olmayan şeyleri vermek severek vermek değildir. Aynı Kabil ve Habil‘in hikayesinde olduğu gibi, Kabil’in tarlasındaki en kötü olan mahsülü kurban olarak vermesi, yanlış bir anlayış. İşte bu yanlış anlayış insanı nesnelerle bağımlı hale getiriyor. Bugün zaten seküler düzen ve modernist anlayış, insanın ruhunun dışında her şeye bağımlı kılıyor. Bedenine bağımlı kılıyor, hiç yaşlanmaya isteği yok. Ölüm bilinciyle yaşamak lazım. Ölüm bilinci kişinin yarının ne getireceğini bilmesi demektir. Dolayısıyla burada, bu ayette biz, hiçbir şeye bağımlı olmadan, hiçbir şeye kalbimizi tutsak etmeden yaşamayı öğretiyor. Aynı zamanda, böyle bir duruşla beraber toplumsal anlamda bir külfet daha oluşturuyor ayet. Kalbimize koyduklarımızı tutsak halimize götürüyorsa bizi onlar olan ilişkimiz bağlı bir ilişki olmuyor. Bağımlı bir ilişki oluyor. İnsan çocuğunu bağlılık ilişkisi ile sevmeli, Ama bağımlılık ilişkisi ile sevmemeli. Bağımlı olmamak lazım, mala, mülke, servetine, şöhrete, hangi imkanımız varsa, hiç birine bağımlı olmadan devam etmemiz lazım. 

Cüneyt Bağdadi Hazretleri bir gün ağacın dayanmış şekilde dinleniyor. O sırada hırsızlar geliyor. Çabuk söyle senin atların nerede, diye ona sarsıyorlar. Durun diyor, beni neden tersliyorsunuz, atları soruyorsanız şurada iki tane kazık çaktım oraya bağladım diyor. O zaman daha çok saldırıyorlar ve diyorlar ki, sen bizimle alay mı ediyorsun. O da diyor ki, hayır alay etmiyorum, ben atları kazığa bağladım, kalbime bağlamadım ki. 

Kalbimize bağladığımız zaman o bağladıklarımızı kendimiz tutsak olmaya başlıyoruz. Bir tutsak gibi onlara tutunmaya başlıyoruz. Benim demeye başlıyoruz. Halbuki bunların hepsi birer emanet. Ancak kişiliklerin öyle narsistleştiği bir dönemi yaşıyoruz ki, her şeyi yapabilir insan, hem kutsuyoruz, hem de kimsenin kendisini beğenmediği çapraşık bir durumu yaşıyoruz. Allah bu döneme de sesleniyor, sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe Birr’e ulaşamazsınız. Demek ki bir erdeme ulaşabilmek için kimi zaman gece teheccüde kalkarken Birr’e ulaşmak için uykumdan veriyorum demek lazım. Ya da kendinize dua ederken, diğer müminlere de dua ederek başka kardeşlerimin de için dua ediyorum demek infaktır. Evde üç çeşit yemek yaptıysanız bir çeşidini komşuya vermek, ya da zamanımızın bir kısmını bir arkadaşınıza vermek, ya da sözünden infak etmek ders yaparak. Siz de zamanınızdan infak ediyorsunuz ve bu dersi dinliyorsunuz.

Neyi infak edersek Allah onu bilir. Önemli olan zaten Allah rızası için yola devam edebilmemiz.

Yorumlar