75. Ehl-i Kitap ’dan öylesi vardır ki; bir yük (altın) emanet etsen onu sana öder; öylesi de vardır ki, kendisine tek bir dinar emanet etsen, başına dikilip ısrarla istemedikçe onu sana ödemez. Bu, onların: “Ümmîler hakkında bizim üzerimize herhangi bir sorumluluk düşmez” demelerindendir! Bile bile Allah’a karşı yalan söylemekteler!
76. Hayır!.. Her kim Allah’tan sakınıp anlaşmasına harfiyen uyarsa, Allah elbette müttakîleri sever.
Bu ayette bize sosyal dokuyu düzenleyen çok önemli bir emir getiriyor. Peygamber Efendimiz (SAV) burada çok önemli bir şey söylüyor. Ben de cahiliyenin bütün her şeyini ayağımla ezip kapattım ama emanetler bunun dışındadır. Efendimiz (SAV) Mekke’den Medine’ye gideceği zaman Hazreti Ali’yi yatağına yatırıyor. Onu yatağına yatırmasının sebebi de emanetlerini kendisine teslim ederek emanetleri sahiplerine vermesi ile alakalıdır.
Burada ilginç bir üslup var. Kuran olaylara süpürüp atmaz yani halının altına süpürmezsin, olayları temizler. Taş ile pirinci seçer. Pirincin içerisinde taş varsa bunda taş var diye o pirinci atmaz. Burada bir edep öğretir, burada bir hak hukuk öğretir. Hiçbir zümreye, hiçbir din mensubuna aynı seviyede davranmayın, içinde ahlaklı olanları ayırın, dercesine bir örnek verir. Herkese aynı seviyede tutmayın. Allah, ehli kitaptan öyleleri var ki, onlara hazineler verseniz, sorumluluk sahibidir, hakka hukuka riayet eder ve getirir size geri verir. Ve yine ehli kitaptan öyleleri vardır ki, ona en ufak bir parayı bile verseniz onu iade etmez, tepesine dikilmediğini sürece, ondan alacaklı olduğunuzu söylemediğiniz müddetçe o size alacağınızı geriye vermez.
Mesela Yahudiler kendilerinden olmayanlara faiz ve kredi verirken, kendilerinden olanlara faiz vermeleri yasaktır. Bu Tevratlarında geçer. Kuran burada ahlaklı olan ve ahlaksız olanı birbirinden ayırın, davranışlarınız aynı olmasın diyor. Demekki Yahudilerin böyle bir iddiaları var. Burada Yahudileşmiş bir davranış ortaya konuluyor. Eğer birine borçlu isek o kim olursa olsun o borcu ödemek zorundayız. Ahlaki iyilik ve fazilet sabittir, her zaman geçerli olan, çok önemli olan bir davranış örüntüsüdür. Muhatap hangi dinden olursa olsun, ahlak ve erdem değişmez, sabittir. Bir mümin için iyi olan, diğeri içinde iyi olmalıdır.
Yurtdışında yaşayan bazı Müslümanlar var, ülkelerine temelli dönmeden önce bankalardan gidip yüklü miktarda kredi çekiyorlar. Bir daha dönmeyecekleri için. Onlara sorulduğunda ise onlar nasıl olsa Müslüman değil diyorlar. Böyle bir düşünce olamaz. Kimsenin böyle bir hakkı yok. Bu o kadar önemli bir durum ki, insanların hakkına girmeme konusunda çok hassas bir durumdan bahsediyor.
Bizim ecdadımız bu konuda çok hassas. İmam Azam Hazretleri bir gün sıcakta talebeleri ile yürürken, talebesi diyor ki şurada biraz gölgelenelim. İmamı Azam Hazretleri de diyor ki, bu kişinin bana borcu var, onun evinin gölgesinde oturarak onun hakkına giremem diyor. Aynı şekilde, Ecdada baktığımız zaman, Fatih Sultan Mehmet’e, Kanuni Sultan Süleyman’a, istimlak edecekleri malları alırken dahi, insanlar bundan razı değilse o malları almıyorlar.
Bizim burada şuna çok dikkat etmemiz gerekir, bir insanın hangi dine mensup olduğu bizi ilgilendirmez, herkese ahlaklı davranmak gerekiyor. Bizim nasıl olsa inanmıyor diye bir anlayışımız olamaz. O inanmayabilir, ama yine de onun hakkına girme hakkımız yok. Eğer bir borç var ise onu ödememiz gerekir. Nasıl ki bir Müslümana karşı hakkımızı ödememiz gerektiğini biliyorsak, bütün insanların haklarına uyumamız gerekiyor.
Ahlak ve erdem sabittir.
O nasıl olsa Müslüman değil, onun hakkında dedikodu edebiliriz diyorlar, hayır edemeyiz. Aşikare günah işleyenin dışında kimsenin hakkında konuşamayız. Dolayısıyla ayet bize çok önemli bir paradigma çiziyor. Karşımızdaki insanlar inanmayabilir, aynı dine mensup olmayabilir ama onlara davranış şeklimiz, onlarla olan hukukumuz, borç hukuku, saat, hangi konuda hukukumuz varsa, haklarına riayet etmek zorundayız. Cahiliye döneminde Yahudilerin Müslümanlara külçeyle borç versen ona göre alabilirler ama bir kısmına da bir dirhem bile verirse, başında durup onu istemedikçe geri alamazlar diyor. Bu anlayışın yanlış olduğunu Allah ortaya koyuyor. Her insanın sahip oldukları o insana bağlar, kimsenin kimsenin dininden, milletinden dolayı onun hakkına girme durumu söz konusu değildir. Bir mümin olarak burada çok dikkatli olmamız gerekiyor.
Aynı zamanda ayet burada çok önemli bir paradigmaya gözler önüne seriyor, insanlar arasında ahlaklı olanlar, erdemli olanlar ve erdemsiz olanlar vardır. Victor Franklin İnsanın Anlam Arayışı isimli kitabında şöyle söylüyor, Maslow’un hiyerarşik ihtiyaçlar hiyerarşisi teorisi var ya, Freud diyor ki, herhangi bir insanın (tüm insanları genelliyor) açlık, hayati bir tehlikesi ya da bir probleme varsa o insan o alt mertebede yapmaması gerekeni yapar, diyor. Örnek verirse, çok aç, açlıktan ölecek bir kişi, yan taraftakinin de yiyeceklerini görüyor ve onu oradan alabilir diyor. Ya da birinin hakkına girebilir çünkü ihtiyacı var. Bunu zaruret olarak görüyor. Ancak Victor Franklin yıllar sonra diyor ki, hayır, Freud bunu böyle görmüş olabilir ama böyle değil diyor. Victor Franklin Nazi kampında üç sene kalmış bir insan. Normalde psikiyatrist, Yung ile görüşmeler yapmış, 19 yaşında ilk makalesi yayınlanmış. Böyle bir kişi. Yazdığı kitap ile gidiyor Nazi kampına, zaten yırtıp atıyorlar.
O kampta ben şunu gördüm diyor, baktım ki insanlar öyle Freud’un dediği gibi değil. İnsanlar iki çeşit diyor. Soylular ve soysuzlar. Soylu olan insanlar en zor durumda bile bir başkasından hırsızlık yapmıyorlar. Soysuz olan insanlar, eğer ihtiyaçları varsa kendilerine göre kendilerini haklı çıkartarak istedikleri gibi davranabilirler.
Ali İmran 75. ayette iki tane insan tipolojisini örnek veriyor. Bir tipolojide, birinden büyük miktarda borç alsa onu günü gününe öder diyor. Ne kadar büyük bir borç aldığının önemi yoktur. İkinci tipoloji insan, ufacık 1 lira bile alsa onu ödemeyi gerekli görmez diyor. Zaten o benim dinimden değildir diyor. Hatta onun başında durmadıktan sonra, onu zorlamadıktan sonra ondan borcunuzu alamazsınız diyor. Dolayısıyla burada Kuran pirinç taşlı ise, taşı pirinçten ayırıyor. Hiçbir din mensubuna ya da hiçbir zümreye Kur’an, aynı seviyede davranmayın diyor. İçlerinden ahlaklı olanlara sizde elinizden geldiği kadar erdemli olun diyor. Victor Franklin’in dediği de buna çok uyuyor.
Emaneti burada sadece olarak para olarak düşünmeyin. Söz de emanettir. Bir Müslümanın notere ihtiyacı yoktur. Bir Müslüman bir konuda söz vermişse, bu noter yanında atılan imzalı bir sözleşmeden çok daha bağlayıcıdır. Çünkü söz veren Müslümanın kendisidir.
Burada şunu görüyoruz, ayet aslında iki yönlü eğitim veriyor. Birinci olarak kendimize eğitiyoruz. Ne olursa olsun kimseyi kandırmamamız lazım. 1 lira bile olsa kimsenin hakkına geçmemeli. İkinci olarak bu eğitimi sosyal alanda da ahlaklı davranmamızı söylüyor.
Sosyal hayatta en önemli şey güvendir. Bizim bugün bu kadar güvensiz oluşunuz, kendinizden başkasını düşünmez hale geldiğimiz içindir. Hazreti Ömer’in döneminde farklı din mensuplarının olduğu bölgeleri ele geçirdikleri zaman onların bundan memnun olmalarını düşünün. Niye memnun oluyor, çünkü hakkımı yemez diyor. Hakkının yenmeyeceği için de “bizi onların idare etmelerini daha çok isteriz” diyorlar.
Burada şunu da öğrenmiş oluyoruz. Ahlak ve erdem sabittir ve herkese aynı şekilde davranmamız gerekir. Çok meşhur bir hikaye vardır ya, adamın biri akrebe yardım eder ve akrep de onu sokar. Herkes o adama akrebin sokacağını bilmiyor muydun der. Adamda şöyle cevap verir, akrep akrepliğini yaptı ve zehrini akıttı, ben ise insanlığımı yaptın. Ahlakımın gerektiğini yaparak onu kurtarmaya çalıştım. Müminin bakış açısı bu olmalı. Hiç kimsenin en ufak bir kırıntısı dahi onun hakkına girecek bir bakış açısıyla elimize geçmemeli. Bu ayet bize böyle sonra bir duruşta olmayı anlatıyor. Aynı zamanda da şunu söylüyor, bunu yapan insanlar onlar zaten Müslüman değil bunlar cahil bakış açısıyla yaptılar ama çok büyük bir hata yaptılar. Böyle yaparak da Allah’a bile bile iftira ediyorlar diyor.
Ondan sonraki ayette yani 76. ayette de “Hayır” diyor “Allah, kim ahdine vefa ederse işte o muttakidir, sorumluluk sahibidir. Ahdine vefa etmek, sözünün eri olmaktan bahsediyor, taahhütlerine sadık kalmaktan bahsediyor. Bizim taahhütlerimize sadık kalmamız demek, sorumluluk bilincinde olmamız demek. Bu muttaki bilincidir.
76. ayette de Allah bize açık bir şekilde sözlerini tutanlardan bahsediyor. “Sözlerinin arkasında duranlara muttakilerdir” diyor. “Ve Allah onları sever.” O yüzden konuştuğumuz sözlere çok dikkat edelim.
Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem, bir anne çocuğunu çağırınca sana gel hurma vereceğim diyor. Anneye soruyor Efendimiz, “ona geldiğiniz zaman hurma verecek misin”, “evet Ya Resulallah, vereceğim”. “Eğer vermezsem yalancı duruma düşersin” diyor. Yalanın küçüğü büyüğü olmaz. Ve Efendimiz de şöyle buyuruyor, “küçük yalanlar da toplanır, büyük yalan haline gelir.”
Burada sözünde durmadı ne kadar önemli olduğunu görüyoruz, her sözün bir emanet olduğunu görüyoruz. Biri bir sırrını mı söyledi, bu bir emanettir, başkasına söylenmez. Biri geldi bir derdini mi paylaştı, bu başkasına söylenmez. Ya da birine söz verdik, senin için şunu yapacağım diye, yapmamız gerekir. Eğer söz veriyorsak, karşımızdaki çocuk bile olsa sözümüzü tutmamız gerekiyor. Burada şunu unutmayacağız, ahlak ve erdem sabittir. Biz, karşımızdaki kim olursa olsun, bizim ahlakımız değişmemeli.
77. Allah’a verdikleri sözü ve ettikleri yeminleri az bir pahaya değişenlerin âhirette hiçbir nasipleri yoktur. Kıyamet günü Allah onlarla konuşmaz; onlara bakmaz ve onları temize çıkarmaz. Can yakıcı bir azaptır bunların hakkı!..
78. Hele, içlerinde bir grup var ki; kitapta olmadığı halde kitaptan zannedesiniz diye dillerini eğip bükerek; “Bu, Allah katındandır” diyorlar! Oysa Allah katından değildir; Allah adına bile bile yalan söylemektedirler!..
Yani şundan bahsediyor burada. Allah’a karşı yeminlerine pazarlayanlar, hem de az bir paraya pazarlayan kimselerden bahsediyor. Allah’a karşı olan yeminimizden kasıt ne olabilir, öncelikle insanın kendi fıtratına karşı davranması. İnsan kendi fıtratına uzaklaştıkça Allah’a olan ahdine de ihanet etmeye başlıyor, kendi doğasını bozuyor çünkü. Kötü düşüncelerle kendi kalbinin fıtratını bozuyor. Bu fıtrat bozuldukça da kendi doğasını bozuyor. Batıl doğal olmayandır. Batıl, hak olmayandır. Batıl, tabiri caiz ise sentetik olandır. Allah insandan öncelikle yarattığı fıtrat üzere olmasını istiyor. Ve de diyor ki, böyle olanların Allah yüzüne bakmayacak. Allah’ı insanın yüzüne bakmaması ne demek, Allah‘ın o kişiden uzak olması demek, ve en beteri de Rabbinden uzak kaldığı ve artık temizlenemeyecek bir hale gelmesi demektir. Bu durum da, onu azaba getirecek bir durumdur. Burada ayetin üç tür nuzül sebebi bahsetti, (i) Yahudiler ile ilgili olan durum, (ii) Peygamber Efendimiz (SAV) ve sahabe arasında olan bir olay ya da (iii) bir kişinin bir mala çok büyük bir fiyat vermesi ile alakalı. Üç olay da olabilir diyorlar. Bu üç olay ile ilgili de olmayabileceğini söylüyorlar. Önemli olan, üç olayda şunu anlatıyor: Sözünüze sadık olun. Ahdinizde vefalı olun.
Bu tutumu sergileyenler, kendi düşüncelerini insanlara kabullendirebilmek için Allah’ın ayetiymiş gibi ortaya koyduklarını, bu ayetleri eğip bükerek, değiştirerek bunu kabullendirmeye yöneldiklerini ve aslında bu tür bir davranışın ise Ahıretten ümidini kesenlerin davranış çeşidi olduğunu ifade ediyor. Yine onlardan bu tür davranan insanlardan bazıları vardır ki kitabı çarpıtırlar. Kitabı çarpıtmak ne demek, kitaptan olmayana insanlar kitaptan sansınlar diyerek sözleri ile ayetleri çarpıtırlar. Ve de derler ki hiç utanmadan, bu Allah katındandır. Hatta ayet diyor ki, o Allah katından olmadığı halde, bu Allah katından geldi demeye getirirler. Halbuki, diyor Allah, onlar Allah’a bile bile iftira ederler, diyor. Halbuki Allah ayetlerini de onların düşünceleri onların kurgularına göre bir mesaj vermiş değil, onlar kendi düşüncelerini, kendi mesajlarını kabullendirebilmek için, ve bunlar benim düşüncelerim dememek için bunu yaparlar.
Bugünkü posmodern dünyada ise, ayet bana bunu söylüyor diyorlar. Ayetin manasını kendine göre evirip çeviriyor. Ayet çok net ama bugün bu olmaz diyor. Bu Allah katındandır ya da değildir diye kendi fikrini ortaya koyuyor. Kendi fikrimizi ortaya koyamaz mıyız? Allah’ın emirlerinde kendi fikrimizi ortaya koyamayız. İçkiye haram demiş. Zinaya yaklaşmak haram demiş. Biz buna yorum getiremeyiz.
Aslında 75. ayetten sonra bu ayetlerin gelmesi o kadar önemli ki. 75. ayette insanın borcundan bahsediyor. Bir insana bir borcunuz varsa onu zamanında ödeyin diyor. Kimi de diyor ki bir dirhem borcu olsa ödememek için elinden geleni yapar, diyor. Aynı şekilde, bir insanın hakkına hukukuna riayet etmeyen kişi, Allah’ın da hakkına hukukuna riayet etmez. İnsanın hakkına hukukuna riayet edeceksin, ona riayet etmen de Allah için olacak ki, Allah‘ın da hakkına hukukunu riayet etmiş olacaksın. Allah‘ın hakkına hukukuna riayet etmek ne demek, emirlerine, naslarına tam olarak ama tabi olmak demek.
Rabbim anlayanlardan yaşayanlardan eylesin. Dijital haçlı seferlerinin yaşandığı bir dünyadayız. Nesillerimize neyi aktaracağımızı bilmiyoruz ki. Sosyal medyada geçirdiğimiz zaman dilimlerinde kendi hakkımıza giriyoruz. Kendi gözümüzün, zihnimizin, hayatımızın hakkına giriyoruz. O açıdan kendimizi planlamaya çalışalım.
Yorumlar
Yorum Gönder