33. Allah; Âdem ’i, Nuh ’u, İbrahim soyunu ve İmrân soyunu âlemlere (yani herkese) tercih etmiştir.
34. Birbirlerinden türemiş bir nesil olarak... Allah işitir; ‘mutlak ilim sahibi’dir (Semî‘, Alîm).
35. Hani, İmrân’ın karısı: “Ya Rabbi! Karnımdakini âzatlı bir kul olarak Sana adadım, benden kabul buyur. Gerçekten işiten, ‘mutlak ilim sahibi’ (Semî‘, Alîm) Sensin!” demişti.
36. Fakat onu doğurunca, Allah onun ne doğurduğunu çok iyi bildiği ve (istediği) erkek (O’nun verdiği bu mucizevî) kız gibi olmadığı halde; “Ya Rabbi! Ben onu kız doğurdum; adını da Meryem koydum. Onu da soyunu da kovulmuş şeytandan Sana ısmarlıyorum” demişti.
37. Bunun üzerine, Rabbi onu güzel bir kabul ile karşıladı; onu güzel bir bitki gibi özenle yetiştirdi; onu Zekeriya ’nın himayesine verdi... Zekeriya, mabetteki bölmeye her girişinde onun yanında bir yiyecek bulurdu. “Ey Meryem! Nereden (geliyor) bu sana?” derdi. O da: “Allah tarafından” derdi... Allah, dilediğini elbette hesapsız rızıklandırır..
Gerçekten Allah Adem’i, Nuh’u, İbrahim ailesine ve İmran ailesini seçti diyor. Yani onlara bir görev verdi. Allah’ın Adem’i, Nuh’u, İbrahim soyunu ve İmran soyunu çağların önüne geçirdiğini görüyoruz. Burada 4 tane unsur var. Adem ve Nuh Peygamber birer peygamber. Âli-İbrahim ve Ali-İmran ise birer aile olduğunu görürüz.
Nasılki, Adem Peygamber insanlığın sabahını, Nuh Peygamber, insanlığın kuşluk vaktini, İbrahim Peygamber güneşin en dik olduğu zamanı ifade edebilir. Ancak burada aslında şunu anlıyoruz ki, Adem’i nasıl seçti ise, ilk insan olarak yaratıyor Hazreti Adem’i ve sonrasında diğer insanları yaratıyor. Burada Hazreti Adem’i seçmesi ona emaneti vermesidir. Yani bütün canlılar içerisinde onu bir insan kıvamında vermesi. Onu insanlık için seçiyor. İnsan olma seçimine işaret ediyor. Nuh Peygamberi ise insanlığın ikinci atası olarak biliyoruz. İbrahim Peygamberi ise bütün peygamberlerin atası olarak görüyoruz.
Burada çok farklı sınavlarının olduğunu görüyoruz peygamberlerin. Hazreti Âdem gibi bir peygamber evladı ile imtihan oluyor. Kabil’in küfrü ile imtihan oluyor. Sonuçta Allah’a isyan ediyor ve bu isyan bir küfür. Nuh Peygamber de olur Kenan ile imtihan oluyor. O da küfür etmişti. İki peygamberin evlatlarından olan imtihanları var. Hazreti Âdem’in de, Hazreti Nuh Peygamberin de evlatları Allaha küfür ediyor yani inanmıyorlar.
İbrahim Peygamberin ise babası küfür ediyor. Babası inançsız. Bakıyoruz ki, Hazreti İbrahim oğlunu Allah’a feda ediyor, oğlunu Allah’a kurban ediyor. Ve İmran ailesi de Meryem’i Allah’a kurban ediyor. Hazreti Adem ve Hazreti Nuh Allah seçti. Hazreti Adem’i varlıklar içerisinde bir insan olarak seçti. İkinci olarak Nuh Peygamberi insanlığın ikinci atası olarak seçti. İbrahim’in ailesini ve İmran’ın ailesini de seçti. Hazreti Nuh ve Hazreti Adem’in imtihanları evladından oldu. Bizler bugün ailelerimizden, evladımızdan yakınıyoruz. Ama imtihanı daha ilk insan yaşıyor. İbrahim Peygamber de babasından bir imtihan yaşıyor. Ama İbrahim Peygamber evladını Allah adıyor. Aynı şekilde İmran ailesi de evladını Allah’a diyor. Burada bir adayış var. Öyle bir adayış ki, çağlar üstünde mesaj veren bir adayış var. Allah bize bu adayışı örnek gösteriyor. Yani diyor ki, tıkandığınız zamanlar olabilir, evlatlarınız çok dünyevileşmiş olabilir, Allah’a çok isyan edebilir evlatlarınız, işte o zaman bunları bir hatırlayın diyor.
Allah Adem’i seçmiş, Nuh’u seçmiş, insanlığın atası olarak ama ikisi de evladından imtihan yaşıyor. Allah insanlık içerisinde, insanlığın takındığı o noktada nasıl müdahale ettiğini görüyoruz. Ancak Allah yaşadığımız zamana müdahale etmesi için bizim kendimize düşeni yapmamız gerekiyor.
Ondan sonra 34. ayette diyor ki, yani onlar birbirlerinin neslindendir. Yani Hazreti Adem, İbrahim, İmran ailesi birbirinin neslindendir. Burada bir biyolojik nesilden bahsetmiyor. Bir bel çocuğu vardır, bir de yol çocuğu vardır. Âdem’in neslinden olmayan yok. Bir yolla hepimiz Âdem’in neslinden geliyoruz. Ama burada asıl olan şey birbirinin davasını devam ettirenlerden bahsediyoruz. Yol neslinden bahsediyoruz. Allah için bir arada olanların neslinden bahsediyoruz. Ki Allah en iyi şekilde bilendir.
Ondan sonraki ayette İmran’ın hanımı diyor ki, Ya Rabbi karnımdakini sana vakıf ettim, tam anlamıyla özgür bir şekilde, bunu benden kabul eyle, diyor. Kuran muhteşem bir olay anlatıyor. Çağlar ötesinden bir mesaj veriyor. Bütün zamanlara hitap ediyor. Burada dilci Ferrâ diyor ki, o zaman zarfının cevabını 33. ayette veriyor diyor. İmran’ın eşi daha doğmamış karnındaki yavrusuna tamamen Allah’a özgür bir şekilde adadığını söylüyor. Böyle bir kadının Allah’a olan vakfından dolayı seçti Allah bu aileyi. Bir kadının cümlesi çağlar aştı. Dünya tarihini değiştirdi.
Milat’tan önceki yaklaşık yüzyılın ikinci yarısında, Filistin civarında bir aile var. Bu aile iki kişilik bir aile. İmran ve eşi.
Kur’an burada kadının ismini vermiyor. Çünkü Kuran bir şeye dikkatini çekiyorsa orada isim vermez. Çünkü orada vurgulamak istediği mesaja dikkat çekmek ister.
Burada İmran’ın eşini öne çıkartıyor. Bu ailenin Musa ve Harun peygamberin babası ile aynı olan İmran olduğunu söyleyenler var. Ancak burada başka bir İmran da var. Onlardan 1800 yıl önce yaşadığı söyleniyor. Muhtemelen bu Hazreti Zekeriya Peygamber ile aynı dönemde olan bir aileden bahsediyoruz.
İmran bir din adamı. Bir mabbette görevleri. Aynı zamanda dürüstlüğü ve takvasıyla da tanınan bir kişi. Ancak İmran’ın ve eşinin çocukları olmamış. Bize tefsirlerin anlattığına göre, İmran’ın hanımı Hanne, Hanne diye tefsirlerde geçiyor, Yunanca okunuşu ile Anna, bir gün bir ağaç altında oturuyor. Bakıyor ki bir tane kuş ve gagasında yavrusuna yiyecek götürüyor. O anda iç aleminde büyük duygular patlıyor. Ve ellerini kaldırıyor, Ya Rabbi, ne olurdu, benim de bir yavrum olsaydı ve ben de yavrumu bu kuş gibi besleyebilseydim diyor. Nasıl yürekten dua ediyorsa, nasıl ciğerinden kopup gökleri deliyorsa o dua, o anda dua kabul oluyor ve Hanne hamile kalıyor. Kendisi de yaşlı, eşi de yaşlı. Hamile kaldıktan sonra, bir müddet sonra kocasının ölüm haberi geliyor. Daha çocuğunu görmeden İmran vefat ediyor. Aynı Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem’in kaderi ile eş bir kader görüyoruz Meryem’in kaderinde. Hanne evlat haberi aldıktan sonra çok seviniyor. Allah’a şükretmek istiyor. Bir şeyler yapmak istiyor. Bu lütfu bana verdin, ben de bir şey yapayım diyor. Düşünüyor, evladına vermeye karar veriyor. Çok büyük bir fedakârlık. Yavrusu var ve o yavrusundan başka bir şey yok ve o çok istediği yavruyu Allah yolunda şükretmek için adıyor. Daha dünyaya çocuk gelmeden önce teşekkürünü Allaha sunmak için Ya Rab! Diyor, karnımdaki yavrumu tamamen özgür bir şekilde, herkesin söyleyebileceğine her türlü durumu düşünerek, ben tamamen hür bir şekilde, kendi irademle yavrumu sana adıyorum, diyor. İmran’ın eşi diyor ki, “muharraren” ben hiç kimsenin baskısı altında kalmadan ve kendi nefsimin beni ayartmasına izin vermeden tamamen özgür bir şekilde çocuğumu sana adıyorum diyor. Canımdan bir parça olanı sana adıyorum diyor.
Hazreti İbrahim’in oğlu İsmail’i adayışı ile Hazreti Hannenin kızı Meryem’i adayışı aynı. Aslında şunu anlayabiliyoruz. Allah için adayan bu kadar candan verir. Ve ondan sonra, bunu benden kabul et, diyor nasıl bir edep varsa. Şükrüm kabul edildi mi telaşına düşüyor. Allah’ım ben adıyorum, ister kabul et, ister kabul etme gibi havalara girmiyor. Benim gibi de adayan olmuş mudur demiyor. Ya Rab, benden kabul eder misin, diyor. Ben canımdan veriyorum, canımdan vererek şükrediyorum, sen bana böyle bir nimet lütfediyorsun, ben de sana bunu adayarak şükür ediyorum. Allah’ım sen yüreğimden gelen o duygunun sesini duyansın. Allah’ım sen halimi, ahvalimi bilensin, sen ne için adadığımı bilensin. Benim senle bir pazarlığım yok Ya Rabbi, kabul eder misiniz. Başkaları katında prestijini olsun diye yapmıyorum. Sadece senin rızan için yapıyorum ve benden kabul et diyor.
Hazreti Meryem’in annesi Hanne, ya da Hazreti İsa’nın ananesinin yıllarca çocuğu olmuyor. Eşi de takva sahibi bir insan. Bir gün Hazreti Hanne dua ediyor. Nasıl kalbinden bir dua çıktı ise, Allah’ım benim de böyle bir evladım olsaydı ve ben de onu besleseydim diye dua ediyor. Ve sonra da hamile kalıyor. Fakat eşi, Hazreti Meryem doğmadan ölüyor. Yani Allah Resul’ünün babasının da doğmadan ölümü gibi. Kaderlerinde bir ortak nokta görüyoruz. Daha sonra Hazreti Hanne karnındakini her şeyden özgür olarak, insanların söyleyeceği dedikodudan özgür olarak, ben çocuğumu sana adadım, diyor. Derken Allah, Ya Rabbi onu dünyaya dişi olarak getirdim diyor. Bunu tabii ki Allah biliyor. Yani demek ki erkek bekliyor. Çünkü o güne kadar o bölgede Allah’ın mabbetlerine sadece erkek çocuklar adanıyor ve onlar veriliyor. O çocuklar orada hizmetkar oluyorlar. Orada belli bir ünvana geliyorlar. Adak olarak erkek çocuklar verildiği için şaşırıyor. Oradaki çocuklar ilim adamı oluyor ve onlar Allah davası yanında ömürlerini malediyorlar. Dolayısıyla Hazreti Hanne erkek çocuk bekliyor. Gelenekler de onu bu düşünceye zorluyor. Çünkü erkek merkezli bir gelenek var. Roma kültürünün hakim olduğu bir bölgeden bahsediyoruz. Burada istila edilmiş topraklarda
Hanne adağının kız olduğunu öğrenince biraz boynu bükülüyor. Ne yapacağını düşünüyor. Ben onu kız doğurdum, diyor. Ama sonra hemen diyor ki, Allah zaten onun dünyaya ne getirdiğini biliyordu. Kızın erkek gibi olmayacağını da biliyor. Onun dediği gibi erkek doğsaydı kız gibi olmayacaktı. Rahat rahat onu verecekti. Ama o zaman da Meryem olmayacaktı. Meryem İsa’ya anne olmayacaktı. Hanne nereden bilsin. İnsan küçük planlarda küçük düşünüyor, büyük planda ne olduğunu bilmiyor ki. Hanne nedenlerden birisinin yavrusunun Hz. İsa gibi bir peygambere anne olacağını. O açıdan da diyor ki, Allah bilir. Ben ona Meryem adını koydum, der. Hemen orada bir dua eder. Onun şeytandan desiselerden sana ısmarlıyorum, sana sığınıyorum, diye dua ediyor.
Burada çok önemli bir mesaj var. Çok önemli bir örneklik var. Meryem’in annesi Hanne, burada aslında çocuk terbiyesinin daha anne karnında başladığını gösteriyor. Daha anne karnında çocuk terbiyesini görüyoruz. Ve doğan çocuğu öncelikle Allah’a terbiye ettirmeyi murat ediyor. Allah‘ın terbiyesi gibi kimse terbiye edemez. Allah’ın terbiyesini gibi kimse terbiye tutmaz. Hem çocuğunun adını veriyor Meryem diye. Hem de o çocuğu olabilecek her türlü şerden, kötü düşüncelerden, olabilecek yanlış tasavvurlara karşı Allah’a sığınıyor. Yani diyor ki, Allah’ım bu yavrumun bakış açısı, hayatında şeytandan iz olmasın. Nefesten iz olmasın. Evet insan evladı acıkınca doyurur, susarsa su verir, ama bir yavruyu şeytanın şerrinden kim koruyabilir. Bir yavruyu içgüdülerin şerrinden kim koruyabilir. Bir yavruyu şerlilerin şerrinden kim koruyabilir. Böyle bir anne Hanne. Demek ki çocuğun sadece bedenini değil ruhunu da düşünmek lazım. Ruhunu da Allah’a havale etmek lazım. Biz de çocukların en iyi beslenmesi için elimizden geleni yapıyoruz. Ancak ruhlarına da Allah’a adamak lazım, Allah için vermek lazım, Allah için vakıf etmek lazım.
Allah öyle güzel bir şekilde kabul ediyor ki onu çiçek gibi yetiştiriyor. Sen yavruna Allah’a verirsen, Allah da onu en güzel şekilde kabul eder ve onu bir çiçek gibi yetiştirir ve hatta öyle ki, Zekeriya Peygamber gibi bir peygamberin himayesine verir. Yani o bahçenin bahçıvanını da peygamberden yapar.
Ve Zekeriya Peygamber her mihraba girdiğinde onun yanında bir rızık bulur. Bu sana nereden geldi, der, o da Allah tarafından, der. Allah duayı kabul edince Meryem’i bir çiçek gibi yetiştiriyor ve Zekeriya Peygamber’in himayesine veriyor. Öyle ki, güzel bir şekilde bağışlanan bir adak, Allah tarafından da en güzel şekilde kabul ediliyor.
Kötü kabul olur mu, olur, mesela büyük bir makama bir hediye götürüyorsunuz, beğenmiyor ve kapının arkasına bırak diyor. Demekki beğenilmiyor.
Ama, gittiğiniz Yüce kapıdan bahsediyoruz. İhtiyacı yok. Ama kabul etmiş. Ve öyle bir kabul etmiş ki, kabul edişin sonucunda o hediyeyi bir çiçek gibi bakmış Allah. Sen Allah için adarsan O da çiçek gibi bakar. O çiçeğin bahçıvanını da peygamberden yapar. Ne zaman Zekeriya peygamber o mihrap denen yere çıksa, biraz daha üst bir yerde, bir de bakar ki yanında hep yiyecek var. Bu sana nereden geldi Meryem der. Meryem de o Allah katındandır, der. Allah istediği kimseyi hesapsız rızıklandırır. O yiyeceklerin ne olduğunu biz bilmiyoruz. Kur’an bize söylemiyor nasıl yiyecekler olduğunu. Yeryüzünün hangi yiyecekleri, hangi rızıkları bilmiyoruz. Meryem’i nasıl rızıklandırdığını bilmiyoruz. Asıl garip olanı, o bölgede o dönemde katılık var. İnsanlar kendi evlerine yiyecek bulamıyorlar. Ama Hazreti Meryem’i Zekeriya Peygamber bakıyor. Yani bir peygamber bakıyor. Çünkü Zekeriya Peygamber o dönemin büyük bir makamında, yine Allah tarafından besleniyor. Büyük bir kıtlıkta Allah’a en güzel ikramlar lütfeyliyor. İşte sen kendindekini adarsan, Allah da sana çiçek gibi bakar.
Bugün bu ayetlerde Hazreti Meryem’in annesinden bahsedildi. Onun annesinin duasından bahsedildi. Onu Allah’a evladını adayışından bahsetti. Evladına isim vermesinden ve evladı için Allah’a sunmasından bahsediyor. Bu bize bir örnekliktir. Yani biz de namazlarımızdan sonra, gece dualarımızda yavrumu sana adıyorum, senin katında en güzel kabul ile kabul eyle, ona güzellikleri lütfeyle, ruhuna olabilecek şerlerden uzak eyle diye dua edelim inşallah.
Hele hele günümüzde evlatlarımız çok daha fazla sosyal medya gibi mecraların bombardımanına yaşıyor. Bugün hepimizin zihinleri yoğun videoların içerisinde kendimizi çekilmeye vaktinizin olmadığı bir zaman diliminde yaşıyoruz. Bizler de kendimize dönemiyoruz. Dingin ruh sakinliğini bulamıyoruz çoğu zaman. Evlatlarımız bundan daha da çok etkileniyor. Biz yine o dönemlerde daha manevi bir düzlemde yaşadık. Ama bugünün gencinin en büyük problemlerinden biri böyle bir amaçları yok. O amacı ellerinden aldılar. Çocukları o kadar renkli ve hareketli girdapların içine soktular ki çocuklar sadece kendi isteklerini düşünür oldu. Sadece yemek, yemek, eğlenmek İstiyorlar. Burada Ali İmran ailesinin muhteşem annesinin duası ile dua edelim. Bu ailenin Allah’a sandığı gibi dua edelim. Allah da bizim çocuklarımıza çiçek gibi büyütsün sonra, bizim çocuklarımıza çiçek gibi bir güzellik olsun Rabbim lütfeylesin.
Yorumlar
Yorum Gönder