Âl-i İmrân Suresi 28-32. ayetler ( Keşşâf Tefsiri p. 1531-1541)

 


Hayatlarımızda bir çok iniş çıkışlar oluyor. Hepimizin bir takım hayatı ile alakalı renklerin değişimlerini görüyoruz. Kimi zaman renkler koyulaşıyor, kimi zaman açıklaşıyor ama hepimiz bu iniş çıkışlar açısından sabır yaşadığımız dönemlerdir bunlar. Aynı zamanda da şükrü yaşadığımız dönemler de oluyor. Önemli olan sabırda istikametten ayrılmamak ve rahat dönemlerde de şükürden uzak kalmamak. Yani olan nimetin farkındalığı ile hareket edebilmek. Sabır dönemlerini yaşadığımız zaman da sabredebilme becerilerimizi en iyi şekilde kullanabilmek. 

Mitoloji de bir hikaye vardır. Tanrılar Sisifos denilen tanrıya çok kızarlar ve onu cezalandırırlar. Ve ona derler ki, ceza olarak bu kayayı alıp dağın tepesine götüreceksin ve ondan sonra da oradan onu kaydıracaksın. Ve sonra tekrar çıkartacaksın ve tekrar indireceksin. Yani emeğin anlamsızlığını görmüş oluyoruz. Bir emek veriyoruz ve onu zirvelere taşıyoruz. Daha sonra aşağılara indiğin zaman tekrar sıfırlayıp tekrar başlıyoruz. 

Kur’an’da daha iplikleri çözen kadının durumuna düşmeyin diyor. İplikleri çözen kadının durumu nedir, tefsirlerde geçtiği gibi akli dengeleri çok yerinde olmayan bir kadın. Koyunlardan yün üretiliyor. O yünden iplikler üretiliyor. Tam iplikler yumak haline getiriliyor. Ve kadın diyor ki şimdi bunları çözün. Yani bir insanın emek vermesi ve sonra emeğin yerle bir olması. 

Biz burada müminler olarak öğrendiklerimiz, emek verdiğimiz şeyler, bunları kaybetmemek için gayret etmemiz lazım. Dualarımızda gayret, derslerimizde gayret, yaptığımız hayır hizmetlerimizde gayret. Nelerde devam ediyorsak o devam ettiğimiz şeyleri bırakmadan peşinden koşmamız lazım ki bu hayat şahit olup geçtiğimiz bir yer. Kaldığımız bir yer değil. Geçip gittiğimiz bir yerde yol da yolcu, yolcu da yolcu, han da yolcu. Herkesin yolcu olduğu bir dünyadan biz de gelip geçiyoruz. Hepimizin imtihanları olabiliyor. Bu imtihanlarda da sevdiğimiz şeylerde şükür edebilmek, problemli gelen durumlarda da sabır becerilerimizi kullanabilmek bizi kulluk kıvama getiren ve bize daha insani anlamda insana değer katan güzellikler olur unutmayalım. 

Unutmayalım ki bu hayat bir yerde başladı ve bir yerde mutlaka bitecek. Sonsuz bir hayat yok. Her ne kadar bugün sanal alemde insanları kandırsalar da, yani diyorlar ki sizin bir avatarınız olursa ebedi kalırsınız diyorlar. Halbuki insanın kendisi gittikten sonra ondan kalan eserlerin hiçbiri ebedi değildir. Bâki olan sadece Allah’tır. Biz ise sadece bu dünyaya şahit olmaya geldik. Ve biz bu şahitliğimizi yapıp gideceğiz. Giderken de tefekkür ede ede, Allah’ın verdiklerinin farkındalığı ile o var oluşun gerçekliğini anlayarak yaşamak lazım.

28. Mü’minler mü’minleri bırakıp da inkârcı nankörleri velî edinmesinler. Kim bunu yaparsa, Allah’la hiçbir alâkası kalmaz. -Ancak, kendinizi onlardan sakınmak amacıyla başvurduğunuz bir takiyye ise başka.- Allah sizi kendisine karşı uyarıyor! Yalnızca Allah’adır çünkü nihaî dönüş...



Burada bir dostluk anlayışı var. Kur’an‘ın bir çok yerinde dostluk kelimesinin farklı şekillerde geçtiğini görüyoruz. Burada ayetin ima ettiği, mesaj verdiği dostluk daha politik bir dostluktur. Sizden olmayan, inancınıza ait olmayan veyahut da böyle bir kitlenin olurunu almak için ya da onların onayını almak için kimsenin hayat tarzını benimsemeyin, diyor. Burada dost olmak aslında, o insanların hayat tarzlılarını hayat tarzı haline getirmekten bahsediyor. Yani burada ilişki kurmamak anlamında bir durumdan bahsetmiyor. Biz Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin inanmayanlarla olan ilişkilerini de biliyoruz. Ama burada politik bir dostluk, bir çıkar ilişkisinin yanlışlığı ifade ediliyor. Yani Müslümanların çıkarları ile Müslüman olmayanların çıkarları çatıştığında, bir Müslümanın Müslüman olmayanların çıkarları hesabına çalışmaması gerektiğini anlıyoruz. Böyle bir politik dostluğu Kuran reddediyor. Müslümanların aleyhine, Müslüman olmayanlarla birlikte bir çıkar ilişkisi oluşturmanın yanlışlığını anlatıyor. Aynı zamanda şunu da anlıyoruz, birileri bizi onaylasın ve birileri bizi onurlandırsın diye saf değiştirmek, kendimiz gibi davranmamanın yanlışlığını anlıyoruz. Ve burada aslında Kuran insani anlamda ki ilişkiyi hiç kimseyle kesmiyor. Hiçbir kitle ile kesmiyor. Her kitle ile herkesin bir ilişkisi olabilir. Efendimiz’in amcası Ebu Talip, ki onu çok seviyordu, hatta Kasas Suresinde bununla alakalı ayet bile vardır, ona olan sevgisi ile alakalı. Demek ki Efendimiz de inanmayan birini sevebiliyordu. Biz bu ayette şunu görüyoruz ki, ön kabul olarak sevebiliyor, sen sevsen de hidayet farklı bir olay. 

Demek ki burada dostluk ilişkisi derken, insani ilişkilerden bahsetmiyor. Yakın ilişkilerde olmak, o insanların hayat tarzlarını benimsemek ve politik dostluk nedeni ile insanın kendi inancına uygun davranamaz hale gelmesinden bahsediyor. Ki orada böyle olursa Allah’tan kopmuş olur. Çünkü Allah‘ın emrine karşı gelmiş olursun. Allah‘ın emrine karşı gelmek ne demek, kendi kişinin kendisine, fıtratına yabancı olmaktır. İnsanın inancına ihanet etmesi demektir. Şunu anlıyoruz ki aslında başkaları için, başkalarının olurunu almak ya da bugünün kavram dünyası ile düşünürsek, like alma beğenilme düşüncesi ile hareket etmenin insanı bir komplekse düşüreceğinden bahsediyor. Başkasının gözünde yücelmek için, başkalarının hayat tarzlarını hayat tarzı edinmek. Bu bir aşağılık kompleksi aslında. Kişinin kendisinden uzaklaşması. Çünkü insanlar beğenmiyor. Çünkü insanlar küçük görüyor. Başkaları alkışlasın diye inancını insanların algılarına göre tasavvurlarına göre değiştiriyor. İnancına göre değil. Burada bir duruş oluşturuyor. 

Kur’an‘da Allah diyor ki, o müminler kınayanın kınamasından etkilenmezler. Öyle bir aşağılık kompleksleri yoktur. İki çeşit kıyafeti vardır, beş çeşit vardır, Allah rızasına uygun giyinir ve kimsenin ne söylediğini önemsemez. Burada şunu unutmamak lazım. Kimse için, kimseyle yakın ilişki kurmak için hayat tarzını benimsemek müminin duruşuna uygun bir duruş değildir. Bu aynı zamanda inanmayanlar için de böyledir. Zaten seni dost edinmez. Seninle arkadaş olur ama seninle samimi bir ilişki de bulunmaz. Çünkü inanmıyor. Burada ayetin dediği ölüm, ırz ve can tehlikesi olduğu zaman, o zaman diyor ki diyebilirsin. Ama yine de bütün İslam âlimlere, İslam hukukunda bu ayette şunu söylüyor. Temel kriter şu: Allah kendisine karşı dikkatli olmasını istiyor diyor. Asıl korkulması gereken asıl makam Allah’ın makamı

Bugün modern dünya bizim Allah’a Allah’a kul olmamızı bizi sorgulatıyor. Allah’a kul olmak hoş olmayan bir kavrammış gibi bize dayatılıyor. Özgür ol diyor. Özgür ol demek özgürleştirmek, Özü kuvvetlendirmek demek. Bugün özgürlük anlayışı insanın varoluş hakikatini uymayan, insanın metafizik tarafını yok gören, sadece fizik tarafına endeksli ve fiziksel anlamda ne istersen yap denilen bir özgürlükten bahsediyoruz. Özgürlüğün bugün antolojisi bozuldu. Ayet burada büyük bir tehdide dikkat çekiyor. Bu tehdit de bize şunu ifade ediyor. Kendi çizgini başkaları için bozma. Başkalarının oluruna ve onurlandırması için başkalarının hayat tarzını hayat tarzı haline getirme. Bugün sekülerleşme ile beraber bizim Müslüman çizgimizde de çok değişimler oldu. 

Modernizm , postmodernizmin... Ruh ve beden kitabında Karol nihilist ve liberal yapının etkisi olduğunu söylüyor. Bugün batı da bundan rahatsız. Öyle bir özgürlük anlayışı oluştu ki, insan insana değer vermiyor. Kendi ontolojisine değer vermez hale geldi. Sadece bir beğenilme arzusu var. İnsanlar çok fazla takipçisi olunca artık var olduğunu düşünüyor. Aslında sanal bir alem ama insanları böyle bir düşünceye mahkum eden bir anlayış. Ayet aslında bugünümüze de şöyle seslenmiş oluyor, siz var oluşunuzu oradaki onurlara göre var etmeyin. Oradakilere göre varoluşunuzu konumlandırmayın. Hepimizin bir anlam arayışı var. Bir amaç olmadan yaşanmaz bu dünya. Bu anlam arayışında insanın kendini konumlandırma ihtiyacı var. Nereden geldim, nereye gidiyorum ve niçin yaşıyorum. 

Eğer yaşadığımızı metafizik bağ ile ilişkilendirmediğimiz zaman bir şeyler kopmaya başlıyor. O zaman Allah ile olan dostluk da kopmaya başlıyor. Sadece görünür olmak, birilerinin onayını almak, birilerinin takdirini almak üzere yaşam mücadelesi vermeye başlıyoruz. Ve o zaman da kişi kendinden uzaklaşıyor. Yani demekki burada bizim sadece ölüm, ırz, can, mal tehlikesi olduğu zaman müminin takiyeye yapması caizdir. Ama bunun dışında caiz olmadığını Allah söylüyor.


29. De ki: İçinizde olanı gizleseniz de açıklasanız da Allah onu bilir. O, göklerde ve yerde ne varsa hepsini bilir. Allah, her şeye kadirdir.



Allah diyor ki, gizleseniz de açığa da çıkarsanız, göklerde ve yerde ne varsa Allah bilir. Allah için gizlilik diye bir şey yoktur. Açık ya da gizli her şey onun bilgisi dahilindedir. Burada da göklerde ve yerde diyor. 400 milyon galaksiden bahsediliyor. Bu galaksilerin içerisinde milyarlarca gezegenler var, güneşler var, yıldızlar var ve bunların hepsinin dönüşünü, gidişini, hangi yörüngelerde olduklarına, bütünden ve zerre olarak bilen Allah. Göklerde olan ve yerde olan diyor. 400 milyon galaksi içerisinde bir galaksi yani bu galaksi ve bir tane gezegen. Ve Allah diyor ki bu gezegenin içindekini de bilen, bu koskoca kainatı da bilen öyle ki, siz açıklasanız da, gizleseniz de, yüreğinizin dehlizlerinde gezdirdiğiniz kuyruğu birbirine değmeyen tilkiler olsa yine de Allah bilir. Kalbinizin 40. odasında ne sakladığınızı siz unutursunuz da Allah bilir. Yani Allah görendir. Lokman Peygamberin oğluna öğrettiği gibi, öyle bir görür ki karanlık gecede, kara taşın üzerindeki ufacık kara karıncayı görür. Öyle bir kudretin sahibidir. Sadece fiziksel alemi görmez. Manevi alemi de görür. Bizim duygularımız içinden neler geçiyor, niyetlerimizden neler geçiyor, kalbimizde neler taşıyoruz, işte bu bize şunu getiriyor aslında. Kendimizi denetlemeye getiriyor. Kula kul olmamayı Ve sadece Allah’tan korkacak bir gönle sahip olmayı getiriyor. Yani korkudan özgür bırakıyor. İnsanlar bizim hakkımızda yanlış düşünebilirler, beğenmeyebilirler, hiçbir önemi yok. Çünkü Allah’tan korkan, korkudan özgür olur. Eğer Allah’tan korkmuyorsak, korktuğumuz binlerce tanrı olur. Ama bir Allah’tan korkmak, sahte, sanal olabilecek her türlü korkudan uzak kalmaktır. Özgürleşmektir. Kimseye eğilmemektir. Allah’a rükû eden, secde eden bir kul, herkese karşı kıyamdadır. Ama Allah’a rükü etmeyen, secde edemeyen kişi Allah’tan başka her şeye boyun eğmek zorundadır. 

Kuran’da bir çok yerde geçiyor, Allah en gizli olanı bilendir. Hatta kendimizin bile unutup da sakladığı her şeyden haberdar olan Allah’tır. Ve biz burada şunu da öğreniyoruz, Allah‘ın her şeye gücü yeter. 

O zaman şunu unutmamak lazım, Allah inancı aslında biz de ahlakı formülize ediyor. Biliyoruz ki biz, bir hasbî ahlak vardır, bir kesb-i ahlak vardır, bir de hesâbî ahlak vardır.  

Hasbî ahlak, bazen insan daha yumuşaktır. Bazen insan daha cömerttir. Bunlar fıtraten o insana verilmiş has bir güzelliklerdir. 

Kesbî ahlak ise, Bir de kazanılmış olanlar vardır. Çok cömert değilsinizdir fıtreten. Ama öğrendiklerimizle cömertliğin ortaya koymaya çalışırsınız. Sabırlı değilsinizdir ama öğrendiklerinizle, ilimle, irfanla sabırlı bir hal alırsınız. İradeniz güçlü değildir, inancınızla, öğrendiklerinizde kendinizi iradenizi güçlendirirsiniz. İşte bu kesb-i ahlaktır. 

Bir de üçüncüsü, hesâbî ahlak. Kişinin fıtri olarak ya da kesbî olarak kazandığı bir ahlak değildir. Hesabına göre ahlakını yönlendirmesi. Yani birilerinden taktir alacaksa, birilerinden alkışlanacaksa, bir yerlerden onur belgeleri alacaksa, birileri tarafından sevilecekse o hesaba göre davranıyorsa, şekilleniyorsa, işte buna hesabi ahlak diyoruz. 

Asıl olan ahlak hasbi olan ve kesb-i olandırHesabi olan ahlakta bir Allah inancı ve ahiret inancı problemi vardır. Allah inancı güçlü olan bir kimse, ahiret inancı güçlü olan bir kimse birilerine göre ahlakını değiştirmez. Birilerine göre konuşmasını değiştirmez. Birileri alkışlasın diye bir ondan, bir bundan davranmaz. Allah‘ın bildirdiği üzere, istikamet üzere, elinden geldiği şekilde böyle davranmaya çalışır. İşte bu doğru olan, güçlü olan bir Allah inancını anlatır.


30. Herkes, yaptığı bütün hayırları ve işlediği bütün kötülükleri önünde hazır bulacağı gün bunlarla kendisi arasında uzak bir mesafe olmasını isteyecek. İşte Allah, sizleri kendisine karşı dikkatli olmaya bu sebeple çağırıyor. Bununla birlikte, Allah kullarına karşı şefkatlidir (Raûf ).


Hesap günü ağır bir gün. Çünkü insana yaptığı bütün eylemlerin ve söylemlerin teke tek hesabını vereceği bir gün olacak. Küçük büyük hiçbir şey kalmayacak. Bunun dışında da insan kötü amellerinin kendisinden uzak olmasını isteyecektir. 

Burada iki tane inancın önemini anlıyoruz. Bir Allah’a inancı, ikinci önemli inanç da ahiret inancı. Zaten kuranın itikat anlamında üç konu üzerine formülize edildiğini görüyoruz. (i) Allah inancı, yani tevhit, (ii) Risalet ve (iii) ahiret.

Burada iki tane konuya dikkat çekilmiş. Burada diyor ki, insanın yapacağı en güzel, alacağı en güzel tavır nedir, dikkatli olması. Bir hesap vereceğinin bilinciyle davranması. İnsan bilse ki arkasından birileri onu takip ediyor, kameraya çekiyor, ne yapar, daha dikkatli olur. Düşünün, ben burada konuşurken daha dikkatli konuşuyorum. Çünkü kameraya çekiliyor. Bu sözler kalacak. Bu açıdan daha dikkatli, daha düzgün ifade etmeye çalışıyorum. İman da bunu getiriyor. 

Burada şunu unutmamak lazım, Allah’a karşı sorumluluk duygumuz, Allah karşısında dikkatli olmayı getiriyor. Allah’a karşı münebbih olma ve mütenebbih olma duygusunun gelişmesi, bunu unutmamak lazım. 

Allah kullarına çok şevkatlidir. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem bir kadın görüyor. Kadının üç çocuğu var. Bir tanesi sırtında, diğeri elinde, diğeri de diğer elinde. Kadının elinde de bir tane hurma var. Hurmayı üçe bölüyor. Birazını bir çocuğuna veriyor, birazını diğer yanındakine veriyor. Sırtındakini de çiğneyip veriyor. Efendimiz diyor ki, “Görüyor musunuz şu kadını. İşte Allah kuluna karşı bu annenin yavrularına olan şevkatinden çok daha şefkatlidir”.

Ayette şunu görüyoruz, öyle bir gün gelecek, söylediğiniz her söylemin, yaptığınız her eylemin hesabını vereceksiniz. Niçin böyle yaptın, niçin böyle davrandın, metafizik bir bağlamda herkes kitabını okuyacak. Ne yazdıysa, ne söylediyse. Bugün birbirimize karşı kendimizi savunabiliriz. Ama yarın savunma hakkımız olmayacak. Çünkü kendi kitabımızdan okuyacağız yaptığımızı. Kimse kimseye kötülük yapamıyor. Kimse kimseye iyilik de yapmıyor aslında. Yaptığımız iyilikler kendi kitabımızda yazdıklarımızdır. Şunu da unutmayalım, Allah inancı için ya da ahret inancı için ahlakı bilmemiz gerekiyor. Hasbi ahlak sahipleri zaten kendilerinde olan fıtrî güzellikleri kullanır. Kesb-i ahlak sahipleri de bilmiyorsa öğrenir, cömertliği öğrenir, güzel sözlü olmayı öğrenir, merhameti öğrenir. Ama Allah muhafaza, insanın hesabi bir ahlakı varsa, insanlara göre yanar döner davranıyorsa, işte bu insandan korkulur. Bugün sanal medya ile beraber insanı yanar döner hale getirdiler. İnsanlar birilerinin ürünü şeklinde davrandığı için kendi olamamaya başladılar. Birilerinin beğendiği insan olabilmenin hesabi ahlak paradigması ile hareket ediyorlar.


31. De ki: Allah’ı seviyorsanız, bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah bağışlayıcıdır, merhametlidir (Gafûr, Rahîm ).

32. Sen; “Allah’a da itaat edin, Resulüne de itaat edin” de... Yüz çevirirlerse, inkârcı nankörleri Allah elbette sevmez.




Diyor ki, eğer Allah’ı seviyorsanız Peygamberine uyun. Burada Allah sizi severse ne olur, günahlarınız af olur, siz o sevginin bir bedelini ödemiş olursunuz. Seviyor olmanın bedeli, Allah‘ın emirlerine uymaktır. Sevdim demek bir iddiadır. O sevginin bir bedeli vardır. Çocuğumuzu çok seviyoruz bu bir iddia. Ama geceleri o çocuk için kalkmak o iddiayı ispat eder. Ve böylece sevginin bedelini ödemiş oluyoruz. Eğer seviyorsa kişi, o zaman Peygamberin sünnetine uyacak ki, Peygamberi rol model alacak ve Allah da onu sevecek diyor. Yani en güzel meyve budur. 

Allah affedendir ve sevginin kaynağı olan da Allah’tır. Yani bir ağacın saçaklarından, kökünden, gövdesinden geçip nasıl ki tohum meyveye dönüşüyorsa, sevgi de böyle dönüşe dönüşe Muhabbetullaha dönüşüyor. 

Ve ondan sonraki ayette de diyor ki, Allah ve Peygamberine itaat edin. Eğer yüz çevirirseniz Allah inkarda direnenleri sevmez. Allah ve Resulü‘ne itaatini zıttı nedir, küfürdür. Ve siz eğer yüz çevirirseniz, küfürde ısrar ederseniz, o küfrün karanlıklarında kalırsınız. 

İbrahim Kalın kitabında, mağara metaforundan çıkalım artık diyor. Ama bugün mağaradaki gölgeler daha renkli. Bugün mağaradaki gölgeler daha hareketli. Videolar çok daha insanın zehrini celb ediyor. Dolayısıyla o mağaralardan çıkıp da güneşe doğru, hakikate doğru adım atmak lazım. Allah’ı seviyorsak eğer, Allah‘ın sevdiklerini sevmek lazım Allah‘ın sevdiği eylemleri sevmek lazım. Allah bir şeyi sevmiyor mu, o zaman ben de o şeyi sevmiyorum çünkü Rabbim sevmiyor demek lazım. Allah’a imanın en kamil noktası bu, Allah‘ın sevdiği şeyleri sevmek, Allah’ı sevmediklerinden uzak olmak.

32. ayet aslında 31. ayeti tamamlıyor. Allah ve Resulü‘ne itaat sevginin bir sonucudur. Eğer seviyorsanız kolaylıkla yaparsanız. Bu da neyi getirir, Allah’ın kuluna sevgisini getirir.



Yorumlar