18. Allah, melekler ve ilim sahipleri; kendisinden başka tanrı olmadığına dair âdilâne şahitlik etmektedir. O’ndan başka tanrı yoktur; ‘mutlak izzet ve hikmet sahibi’dir (Azîz, Hakîm).
Ayette شَهِدَ اللّٰهُ diye başlıyor. Yani Allah şahit. Burada âlimler aynı zamanda buna “bildirdi” manasını da veriyorlar. Allah şahittir, Allah bildirdi, ya da ikrar ettirdi olarak tercüme ediyorlar. Allah buna şahit, Allah ikrar ettirdi. Burada şahit, bir cismi veya olayı gözü ile görmek demektir. Normalde bir şeye şahit olmak demek, olay yerinde hazır olmak, bir cismi veya bir olayı gözle görmek demektir. Terim manasına baktığımız zaman, tanıklık etmek manasına geliyor. Bir şeye şahit olmak demek, herhangi bir olay oldu. O olan olayı gözümüzde görmeye, ona tanık olmaya biz şahitlik ediyoruz. Bu bağlamda kelime şahitlik olma anlamını veriyor. Burada bir iddianın ispatında, bir hakkın yerini bulmasında şahitliğin önemli olduğunu biliyoruz. Bizim yaptığımız şahitlikler bir iddianın teyit edilmesi aynı zamanda da bir iddianın, tam anlamı ile hakkın yerine getirilmesidir. Yani bir şahitlik etmek, adaletin yerine getirilmesi için önemli bir vesiledir, önemli bir vasıtadır. Ayette Allah kendisinden başka bir ilah bulunmadığını bildiriyor ve bunu tanıklık kavramı ile ifade ediyor. Buna Allah şahittir diyor.
Ayetin çok felsefi bir tarafı olduğunu görüyoruz. Allah burada kendisinden başka bir ilah olmadığına kendisinin şahit olduğunu söylüyor. Şunu anlıyoruz ki, Allah‘ın bu konudaki şahitliği çok önemli. Mesela biz kimin şahit olmasını isteriz bir adaletini vuku bulmasında, o civardaki o konu ile alakalı bilgisine, dürüstlüğüne, güvenilirliğine göre inandığımız bir insanın şahit olmasını isteriz. Olayın tamamını anlamamışsak bile kendisinde erdem olan bir insanın şahit olmasını isteriz. Burada çok ilginç, bu konuda Allah’tan başka ilah olmadığı konusunda Allah “Ben şahidim” diyor.
Allah‘ın şahit olmasına âlimler iki şekilde yorumluyorlar.
1- Evrende kendi varlığını ve birliğini ortaya koyan, sayısız ve deliller ve nişaneler yaratmış olması,
2- Peygamberler göndererek dini anlamda ya da inanç anlamında bildirimde bulunmuş olması.
Demekki Aliİmran 18. ayetin ilk başı شَهِدَ اللّٰهُ diye başlıyor. Allah şahitlik eder, Allah tanıklık eder, diye başlıyor. Bununla başlamasında şunu da anlıyoruz. Her konudaki şahitlik yapacak kişinin, değerleri en üstün olan kişi olmasını isteriz. Burada Allah kendi varlığını ve birliğini ortaya koyan sayısız deliller yarattığına şahit olduğunu söylüyor. Ve peygamberler göndererek de bildirimlerde bulunduğunu ortaya koyuyor.
Elmalılı şöyle diyor,
Genelde insanlar için bu mânânın anlaşılması daha kolay olduğundan birçok tefsir âlimleri, bununla yetinmişlerdir. Fakat burada daha derin ve hikmet sahipleri arasında pek çok münakaşalara sebep olmuş olan marifet bakımından da bahse konu olan, yani "ilm-i yakîn" (kesin bilgi) meselesinin esaslı bir çözümü vardır.
Düşünelim mesela Amerika’nın varlığını biliyoruz. Bu, ilmel yakin bir bilgi. Bizim Amerika’ya gitmemiz aynel yakın bir bilgi. Bizim orada yaşamamız ise hakkel yakin bir bilgi. Demekki ilmel yakin, aynal yakın dediğimiz zaman bizim bilmemizle alakalı, anlamamızla alakalı, bilmemizle alakalı önlemleri metodolojik bir bilgiden bahsediyoruz.
Üç kademeli bir bilgiden bahsediyoruz burada.
Salim bir akıl ve sahih bir naklin ifade ettiği gibi, kesinlik ifade eden bilgiye ilmel yakin diyoruz.
Aynen yakin; artık duyularla tecrübe edilen, bizzat müşahede sonucu ortaya çıkan bilgiden bahsediyoruz. Alimler diyor ki, “leysel habirü kel yakin” (hiçbirşey yakin gibi olmaz). Verilen haber, görülen gibi olmaz demiş alimler. İbrahim Peygamberin de, bu konuda Bakara 260. ayette gördüğümüz gibi, Allah‘ın ölüleri nasıl dirilttiğini görmek istiyorum diyor. Bilmiyor mu, biliyor. Allah, “İnanmadın mı” diyor, o da, “hayır, inandım Ya Rabbi, ancak kalbimin mutmain olmasını istiyorum” diyor. Demekki Aynal yakın dediğimiz bilgi, duyu ve tecrübelerle müşahade ettiğimiz bilgi.
Hakkel yakin dediğimiz ise bizzat artık yaşanarak elde edilen bilgidir. Bu bilginin en üst çeşididir.
Denizde suyun bulunduğuna dair bilgimiz ilmel yakin.
Onu yakından görüp bakmamız ve onu müşahade etmemiz aynal yakin.
Ve denizin içine girip yüzmemiz ise hakkel yakin.
Kuranı Kerim’de Tekasür Suresi’nde biliyoruz ,
كَلَّا لَوْ تَعْلَمُونَ عِلْمَ الْيَقٖينِؕ ﴿٥
لَتَرَوُنَّ الْجَحٖيمَۙ ﴿٦
ثُمَّ لَتَرَوُنَّهَا عَيْنَ الْيَقٖينِۙ ﴿٧
(5) Hayır, kesin olarak bir bilseniz...
(6) Yemin olsun, cehennemi mutlaka göreceksiniz!
(7) Sonra kuşkusuz onu gözünüzle ayan beyan göreceksiniz.
Hakkel yakin terimi ise Vakıa Suresi 95. Ayette ve Hakka Suresi 51. ayette geçer.
إِنَّ هَذَا لَهُوَ حَقُّ الْيَقِينِ
(95) Kuşkusuz bu bildirdiklerimiz kesin olarak gerçektir.
وَاِنَّهُ لَحَقُّ الْيَقٖينِ ﴿٥١
﴾51﴿ O, gerçekten kesin bilginin kendisidir.
Demekki ilmel yakin dediğimiz, salim akıl ve sahih naklin ifade ettiği bilgidir.
Aynel yakin dediğimiz, duyularla tecrübe edilen, müşahade sonucu ortaya çıkan bilgi,
Hakkel yakin ise, bizzat yaşanarak elde edilen bilgi olduğunu görüyouz.
Bu üç kavram bize çok net olarak ilmin aşamalarını anlatmış oluyor.
İlk önce inanıyoruz, daha sonra bir takım şeyleri müşahade ediyoruz ve daha sonra yaşayarak anlıyoruz. Burada ilim, bir şeyi gerçek hali ile idrak etmektir. Gerçeğe uygun kesin hüküm ve inanç ve bilgi manasındaki yakin ile bir araya gelip ilmel yakin olması kesin olan akli ve nakli delillerin ifade ettiği bilgi oluyor. Demekki ilmel yakin dediğimiz kavram ilim ve yakin kavramlarından oluşuyor.
İlim dediğimiz şey, bir şeyi gerçek hali ile idrak etmek.
Yakin dediğimiz şey gerçeğe uygun kesin hüküm, inanç manasındaki yakın kelimesinden oluşur. İlmel yakin ise kesin olan akli ve nakli bilginin ifade ettiği bilgileri. İlmel yakın sadece bir yerde geçiyor, Tekasür Suresi beşinci ayette geçiyor. İnsanların ölümle ilgili bilgilerini şuurlu ve sürekli hale getirdikleri zaman boş şeylerle övünüp ebedi saadetlerini ihmal etmeyeceklerini ifade eder Tekasür suresi.
Âlimler ilmel yakin, kesin bilginin ilk basamağını oluşturduğunu söylerler. Aynel yakin’in ise dış tecrübeye dayanan bir durum olduğunu, yani aynel yakın ile iç tecrübeye dayanarak bizzat yaşanan hakkal yakin basamaklarını zihnine gelen tereddütlerin tam anlamıyla onları zihinden attığı konusunda birleşmişlerdir.
İmam Gazali derki; “yakīniyyât” denilen bu bilgi türlerini evveliyyât, müşâhedât-ı bâtıne, mahsûsât-ı zâhire, tecribiyyât, ma‘lûmât bi’t-tevâtür, vehmiyyât ve meşhûrât şeklinde sıralar. Yanlış olma ihtimali taşımayan kesin bilgilerin, tecrübeye dayanan bilgilerden daha güvenilir olduğunu söyler.
Ama bazı âlimler de derki, ilmel yakın istidlal yolu ile üretilen bir tanım olarak kabul eder. Hem ilim hem yakin kavramı gerçeğe yakın kesin bilgi anlamına geliyor. Sufiilere göre varlığı akli ve nakli delilleri ile bilen âlimlerin bulunduğu bilgi derecesi olarak söylüyor. Aynel yakin ve hakkal yakin ise derecelerine göre velilere verilen derecel olduğunu biliyoruz. Hatta Kuşeyri, ilmel yakin seviyesinde olanlara, “erbab-ı ukul” diyor, Aynel yakin seviyesinde olanlara “eshabı ulum” diyor, hakkel yakin seviyesinde olanlara ise “eshabı marif” diyor. Şöyle örnek verebiliriz, Kur’an‘ın ayetlerini okumak ve onlara inanmak ilmel yakin. O ayetler ile ilgili bir takım gerçeklerle karşı karşıya gelmek aynel yakin. Bunu artık insanın hayatının içerisinde hissetmesi ise hakkal yakndir. Sonuç olarak her üç bilgi derecesi de gerçeği uygunluk niteliğini taşıyor. Bunlar aslında ifade ettikleri bilgilerin objektif olma açısından bir değişiklikleri yok. Burada şu önemlidir , ilmel yakin âlimlere, aynel yakin, hakkal yakin ise verilere ve hakkel yakini peygamberlere tahsis eden sufiler olduğunu biliyoruz.
Hazreti Ali’ye (RA) soruyorlar, kıyamet olsa halinizde nasıl bir değişiklik olurdu. Vallahi, kıyamet kopacak onunsa, cehennemi ya da cehennemi gösterseler benim halimde değişiklik olmaz diyor. İl mel yakin, cennet ve cehennemi bilmemiz. Aynal yakin ise bunu müsaade etmiş olmak, cennet ve cehennemi yaşamamış olsa bile. O kadar inanmış. Henüz cenneti yaşamamış olmasına Rağmen halimde hiçbir değişiklik olmas diyor.
Buraya kadar ilmin üç seviyesini görmüş olduk. Bu noktaya Allah‘ın kendisine şahitlik etmesinden geldik. Allah kendisinden başka ilah olmadığına, en üst merciinin şahit olduğundan bahsediyor. Sonra meleklerin şahitliğinden bahsediyor. Daha sonra da ilim sahibi olanlardan bahsediyor.
Bu ayetin tefsirini yaparken ilmel yakın, aynel yakin hakkal yakin’in ne olduğunu anlamış olduk. Bir şeyi ilim olarak mı biliyoruz, bir şeyi aynal yakin olarak mı biliyoruz, yoksa bir şeyi hakkal yakin olarak mı biliyoruz.
Bir elmayı bilmek ilmel yakin, onu görmek aynel yakin, onu yemek hakkal yakin.
Namazı bilmek ilmel yakin, namazı kılmak aynel yakin, Allah‘ın huzurunda olduğumuzu bilinciyle kılmak ise hakkal yakindir.
Elmalı tefsirinde diyor ki, her hususta yakinin temeli ve başlangıç noktası Allah‘ın kendisi ve birliği hakkındaki bilgisi ve şehadetidir diyor. Bu ayette Allah kendi varlığı ve birliği hakkında kendi bilgi ve şehadetini ortaya koymuştur diyor. Yani her ilmel yakin aynel yakine dayanır. Aynel yakin ise, hakkel yakine, hakkın kendisini bizzat tecrübe ederek olur. İlmel yakin, realitede olanın bizzat veya dolaylı yolla kendini göstermesidir. Örneğin bize günde sekiz öğün yemek tavsiye edilirdi ama zamanla zararı ortaya çıktı. İlmel yakinin gerçekliği de zamanla ortaya çıktı.
Herhangi bir gerçeğin kendisine mutabakatı, ayniyet ilkesi ile ifade edilen bir tastik türü ile de ilgili olabilen bir öznenin varlığı ile gerçekleşir diyor. Bir bilgi varsa o bilgiyi bir tastik eden gerekir. Şu halde insan olmayınca kendisini bilmeyen nesneler kendisine mutabık değilse bunların insanda kendilerine tanıklık etmesi nasıl mümkün oluyor, bunlar hakkında nasıl bilgi sahibi oluyoruz. Bunlar tek noktada nasıl toplanıyor diye düşündüğümüz zaman, ilim meselesinin filozofları şaşırtan en ince noktası da budur diyor. Bu âyet de işte bu noktayı çözüme kavuşturarak, ilm-i yakîn meselesinin gerçek başlangıç noktasını gösteriyor. Varlıkların kendi varlıklarında kendi kendilerine uygunlukları, Hak Teâlâ'nın kendi zatında kendine uygunluğunun, yani nin kendine olan bilgisinin ve bu bilgiyi açıklaması ile kendi varlığına ve birliğine şehadetinin eseridir, diyor. Demekki ilim meselesinde şunu anlıyoruz, kesin bilginin gerçek başlangıcını gösteriyor bize.Kesin olan bilginin gerçek başlangıcı. Varlıkların kendi zatlarında kendilerine olan o mutabakatı yani varlıklar hakkındaki o bilgiler, Allah‘ın kendi zâtında kendine mutabıkatını yani kendisine ait bilgiyi ve bunu açıklayarak kendini birliği’ne ait tanıklığını açıklayarak kendisine dair bir eseridir bu ayet. Herşey Allah’a şahitliğe dayanır. Ancak gerçek şahit Allah’tır. Bütün bu varlıkların bilgisine, var oluşuna, devamlılığına şahit olan Allah’tır ve Allah aynı zamanda Allah kendi şahitliğini de yapan gerçek şahit de Allah’tır. Allah’tan başka hiçbir bilen, ne kendine ne de şeylere tamamen şahittir. Biz tamamen şahit olamayız. Görebildiklerimiz ve civarımızda olanlara şahitiz. Ama Allah görünmeyen ve yakında ya da uzakta olması onun için bir tanımlama içerisine girmek zaten, hepsine şahit olan Allah’tır. İnsanın mutabakatı izafidir. Belirli açılarla görür. İnsanın kendisine ait bilgisini bile bütün yönlerden göremez. İnsan kendini biliyor da ne kadar biliyor. Yani zihnimde kendim ile ilgili bilgi ne kadar gerçek. Bu bilgi mutlak bir bilgi değildir. Dolayısıyla insanın bilmediği, şahitlik edemediği nice yönlerinin olduğunu anlıyoruz. İnsan kısıtlı şeylere şahitlik edebiliyor.
Diyor ya Necip Fazıl’ın, insan Allah’ı görmek istiyor, kendini bile görebilmek için aynaya muhtaç olan insan. Nasıl Rabbini görebilme cüretini kalkar. İnsan kendini bile görebilmek için aynaya muhtaç.
Burada şunu görmüş olduk. İnsan oğlunun şahitliği kısıtlı ve sınırlıdır ve anlayabildiğine şahitlik eder. Allah‘ın bilgisi tam, mutlak ve hakkal yakindir. Değişmez. Bir insan ben diye kendini tanıtır ama kendine bile tam anlamıyla vakıf değildir. Ve burada gerçek tanık olan Allah’tır. Allah alemde olan her şeye şahitlik eder. Aynı zamanda Allah‘ın kendi kendine şahitlik ettiğini bu ayette görmüş oluyoruz. Her şey O’nun eseridir. Onun fiillerinin ve sıfatlarının tecellisidir. Bildiğimiz bilgiler de O’na aittir. Bütün bu bilgiler O’nun zatînın kendi Vahdaniyyetine ve Uluhiyetine sahiptir.
Demekki ayette diyor ki Allah kendisinden başka ilah olmayandır. Azizdir ve hikmet sahibidir. Ve bu duruma Allah da şahittir, melekler de şahittir, ve adaleti emreden ilim insanları da şahittir.
Biz bir önceki ayette istiğfar eden kimselerden bahsetmiştik. Ne demiştik, kendini bilen Rabbini bilir. Ya da Rabbini bilen kendini bilir. Kendini bilen insan Allah’ı da bir hakikat olarak fark eder. Bu bilme iman ve hakikat temeli üzerine kurulması gereken bir bilgi şeklidir. Kendi kendine bilme ancak böyle bir iman üzere temellenecek bir durumdur. Eğer böyle bir iman üzere şahsiyet bina edilmezse insan kendi kendisinin sınırlarını unutur. Ne kadar sınırlı olduğunu fark etmez ve insan kendi sınırlarına unutur, zamanla kendisi ilah gibi davranmaya başlar. Kendisine kutsal konumlar vermeye başlar. Ve fark etmeden Allah’a ait olan sıfatları kendinde görmeye başlar. Bu da, o zaman kimseye ihtiyacı olmadığını düşünerek evrende ufak bir kum tanesi kadar yeri olmayan insan kendi konumunu farklılaştırmış olur.
Ayetin en vurucu tarafı Allah şahittir, Allah kendine ilah olduğuna şahittir. Aynı zamanda O’nun o şahitliğine meleklerde şahittir, ilim sahibi olanlar da sahiptir.
19. Şüphesiz, Allah katında din İslâm ’dır. Kitap verilenler, kendilerine ilim geldikten sonra sırf aralarındaki kıskançlıktan dolayı anlaşmazlığa düşmüş (tüm peygamberlerin ortak paydası olan İslâm’ı terketmiş)lerdir. Kim Allah’ın âyetlerini nankörce inkâr ederse, Allah’ın hesabı son derece hızlıdır!
Bu ayette diyor ki, Allah katında din İslam’dır. Zaten bu ibareyi biliyoruz.
Din dediğimiz şey nedir: Gerek ödül gerekse ceza şeklinde anlamlara karşılık gelse de, aslında uyan ile kudret sahibi olan, uyulan arasındaki ilişki ifade eder.
Terim olarak ise hayatı doğru yaşayabilme sistemine din diyoruz.
İslami anlayışa göre din kısaça, kişinin yaratılış amacına uygun bir şekilde hayat sürebilmesidir. Dosdoğru din budur şeklinde kullanılan ifadede fıtrata uygun bir dindir denir. Burada bir tarafın kutsallık ve egemenliğine diğer tarafında uyum ve bağlılığına yönelik ilişkiyi düzenliyor. Kurana göre dinin ve dindarlığın değer taşımasının iradi bir teslimiyet üzere kurulu olma şartı olduğunu görüyoruz. İsteyerek bir teslimiyet olması. İslam akıl sahiplerinin, birçok ilmihallerde de geçer kendi istek ve arzuları ile hayır ve mutluluğa yönlendiren, peygamberler vasıtasıyla gelmiş olan ilahi kanundur. Bununla ilgili birçok tanım görürüz ama eski ilmihallerde, dinin manası buydu. Akıl ve irade sahiplerinin kendi istek ve iradeleriyle hayra ve mutluluğa yönlendiren ve peygamberler tarafından anlatılan, insanların hayatlarını düzenleyen ilahi kanundur.
Kuranı Kerim’de İslam kelimesinin geçtiği ilk ayet bu ayettir.
İslam kelimesinin terim anlamı ile de güçlü bir ilişkisinin olduğunu anlıyoruz. İslam anlayışına göre din, irade ve akıl sahibi varlıklar arasındaki çekişmeyi gideren bir şeydir. İnsana uzlaşmaya götüren bir şeydir.
Din sadece insanlar arasında değil, insan ve Allah arasında, insan ile insan arasında, insan ile çevre arasındaki uyumu ortaya koyan ilahi kanunlar bütünüdür.
Bütün ilahi dinler Allah‘ın birliği esasına dayalıdır. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin de tebliği etmiş olduğu İslam dini de ve diğer peygamberlerin getirmiş olduğu dinlerin temeli ile aynıdır.
Biz burada şunu biliyoruz ki, İslam dini barıştan bahsediyor. İslam dediğimiz zaman üç manası üzerinde duruyoruz. Selam, barış, teslimiyet. Yani Allah’a kayıtsız şartsız tabi olmak. Bu zaten bir selamettir. Allah’a kayıtsız şartsız kul olmak demek, huzur bulmak demektir. İçindeki savaşları barışa tebdil etmek demektir. Yürekteki sıkıntıları kainatın yaratıcısına devretmek demektir. İnsanın kendisi ile barışması demektir. Kendisi ile tanışması demektir İslam. Mümin olmak, Müslüman olmak insanın kendisi ile tanışması, barışması demektir. Kendisiyle tanışıp kendisi ile barışan insan selamete eren insandır. O yüzden de Allah katındaki din İslam’dır.
Ama diyor, insanlar daha önce kendilerine vahiy getiren peygamberler vardı. Neden bu hale geldiler, kıskançlıklarından dolayı. Yani farklı görüşlere gittiler. Ve herkes kendini tek iktidar olarak görmeye başkada. Bunu söylerken, geçmiş ümmetlerin hayatlarını anlatmak için söylemiyor. Siz dikkat edin diyor, herkes yorumlar yaparak, yorumlar üzerinden dinden uzaklaşmayın diyor. Kim Allah‘ın vahyini, mesajını inkar ederse Allah diyor ki Allah hesabı çok hızlı görendir.
Burada şunu unutmayalım. İnsan Rabbinden uzaklaştıkça kendinden de uzaklaşmaya başlıyor. Ya da kendi yorumunu en üstün görmeye başladıkça bu sefer insanlar aralarında büyük ayrılıklara düşmeye başlıyorlar halbuki İslam olmak demek bir olmak demektir, tevhit birliği anlatıyor. Sadece Allah‘ın birliği açısından değil bir, İnsanların da bir olması Namaz tevhidin işaretidir. Namazla bir bütün oluruz vücudumuzda, düşüncelerimizle, ruhumuzla.
Burada Kuranı Kerim dışındaki ilahi kitaplarda ona tabi olacaklar için bir din adı konmamıştır. Yahudilik ve Hristiyanlık gibi isimlerin daha sonra ortaya çıktığını anlamış oluyoruz. Böyle bir yorumda var. Allah katındaki din İslam dır ifadesi ile şunu anlıyoruz. Hazreti Peygamber’in tebliği ettiği dinin kendine özgü hükümleri varsa da Kuran’da bu kitabın önceki peygamberlerin getirdiklerini onaylama özelliği var ve onların bildirdiklerinin de temelde İslam dairesinde olan bilgileri ortaya koyduğunu anlamış oluyoruz.
O zaman Allah‘ın hoşnutluğunu elde etmenin yegane yolunun onun bildirdiklerine inanmak olduğunu görüyoruz. Şunu anlamak lazım, demekki İslam bilginleri ümmeti icabet ve ümmete davet şeklinde kavramlaştırmalardır insanlığa yansımasını, Hazreti Peygamberin bildirdiklerine bir fiil ve açık bir şekilde tabi olma iradesini ortaya koymak ümmet-i icabet, fakat bu düzeyde olmayan fakat bir işaret edilen yansıma süreci içerisinde bulunan o potansiyelli kitleye ümmet-i davet denilmektedir. Allahın nihai olarak Allah’ın emirlerine uymaları ve O’nun razı olduğu çerçevede buluşmaları çok önemlidir. Nihai hedef ise gerçeği arayanların Allah‘ın rızasında bulaşmak için çabalamalarıdır. İşte vahyin geçerli olan bu sürecinde insanlığın aklına ve vicdanına yansıması kaçınılmazdır. İslam bilginleri burada iki kavramdan bahsediyor. Ümmeti icabet, ümmeti davet.
Hazreti Peygamber’in (SAV) bildirdiklerine bilfiil açık bir şekilde tabi olanlara ümmet-i icabet diyoruz. Henüz bu düzeyde olmayan fakat işaret edilen yansıma süreci içerisinde bulunan potansiyel kitleye ortaya koymaya da ümmet-i davet diyoruz.
Ve burada öğreniyoruz ki kendilerine kitap verilenlerin de bu yoldan ayrılmalarının sebebi kendilerine kitap geldiği halde ihtilafa düşmeleri. Yani Allah‘ın emirlerinde, ihtilafa düşerek birbirlerinden uzaklaşmaları, aralarındaki bu yorumlamalardan dolayı kendilerini bir ekol haline getirmeleri.
Burada çok önemli bir şey söylüyor, unutmayalım ki biz her sene Ramazan’da böyle bunu yaşıyoruz. Bir gün önce mi başlayacak, bir gün sonra mı başlayacak. Bayram bir gün önce mi başlayacak, bir gün sonra mı başlayacak.
Allah katında din İslam dır. İslam‘dan uzaklaşma, insanları ve toplumları kendisiyle tanıştıran ve barıştıran, insana selametli bir yaşama sistematiğinden uzaklaşmak Allah’ın sistematiğinden farklı yorumlalara götürerek, diğerleri yanlıştır bir tek ben doğruyum diyerek birlik olmaktan öte hizipleşmeye başlamak, diğer ümmetlerin dağılmasına sebep olmuştur. Burada da bize çok önemli bir mesaj veriyor. Parça parça bir hale gelmeyin diyor.
Yorumlar
Yorum Gönder