Âl-i İmrân Suresi 13-16. ayetler ( Keşşâf Tefsiri p. 1490-1502)

 


13. (O savaşta) karşılaşan iki topluluğun durumlarında sizin için ibret vardır: Biri, Allah yolunda dövüşmektedir; diğeri ise inkârcı nankördür... Bunlar, onları bizzat gözleriyle kendilerinin iki katı olarak görü(p korkuya kapılı)yorlar. Allah, dilediklerini yardımıyla destekler. Görebilenlerin elbette bundan çıkaracakları dersler vardır.



Bedir Suresi ile alakalı bize önemli bilgiler veren bir ayete geldik. 

Niceliğin değil, niteliğin ne kadar önemli olduğunu gösteren bir ayete geldik. Tefsir kaynaklarında alimler bu ayetle alakalı diyorlar ki, iki gruptan maksat, Bedir Savaşında Müslümanlarla Mekkeli müşriklerin karşı karşıya gelmesinden bahseder. Bununla birlikte Müfessirler karşı tarafı iki katı olarak görenlerin Müslümanlar olarak da müşrikler olarak da görülebileceğini söylüyorlar. 

Bedir savaşından bahsetmek gerekirse; 

Müminler Mekke’den Medine’ye gitmişlerdir. Oradan Müslümanların Medine’ye alışmaları çok kolay olmadığı. Farklı bir ülkeye gittiler. İnsanlar hayatlarını değiştirdiler. Her şeyini geride bıraktılar. Oraya alışmak da çok kolay bir durum değildi. Peygamber Efendimiz (SAV) Mekke’den hicret eden Müslümanlarla Medine’de olan Müslümanları kardeşlik bağı ile bağladı. Peygamber Efendimiz ilk anayasayı yaptı. “Medine Vesikası” olarak bilinir. Peygamber Efendimiz ilk önce Medine’de ikamet eden insanların sayımını yaptı. Medine’de toplam 10.000 kişi var. Müslümanların sayısı ise 1500 civarı. Efendimiz anayasayı yaptıktan sonra şehrin belirli hudutlarını oluşturdu. Ve halklarının nasıl olacağı ile alakalı iki bölümden oluşan bir anayasa oluşturdu. Bu anayasada din birliği aracılığıyla kabilelere mensup olan Medineli Müslümanların ve Mekke’den Medine’ye hicret eden Müslümanlar arasındaki ilişki düzenleniyor. Aynı zamanda Yahudilerle Müslümanlar arasındaki ilişkilerin de düzenlenmeye çalışıldığını görüyoruz. Bu anayasa yapıldıktan sonra ortamda rahatlama başlıyor. Halk bundan öncesinde kargaşadan rahatsızdı. Fakat Efendimiz’in bu hareketinden sonra insanlar rahatlamaya başladı.

Müşrikler de, Müslüman bu rahatlamalarından rahatsız olarak, onları oradan atmaya çalışıyorlar. Mekke’nin ileri gelenlerinden Ebu Sufyan ve Ubey bin Halef, Medineli Müslümanlara Peygamber Efendimize destek olmamaları gerektiğini söylüyor. Çok yanlış yaptıklarını söylüyor. Sonuçta siz Medine’desiniz, Müslüman olsanız da Muhammed’e yardım etmeyin diye siyasi bir mektup yolluyor. Medineli Müslümanlardan Kab bin Malik Mekkelilerin bu mektubuna karşılık siyasi nitelikte bir şiir yazıyor ve isteklerini kabul etmeyeceğini söylüyor. Bunun üzerine müşrikler ekonomik bir ambargo yapmaya yoluna gidiyorlar. Mekkeliler biz bir ambargo uygulayalım ve böylece insanların İslam’a girmelerini engellemiş oluruz diye düşünüyorlar. Onlar böyle bir ambargo uyguluyor ama bu aslında bir savaş başlangıcı. Böyle bir durumda Müslümanlar ne yapacağını bilmiyor. Allah savaş izni verecek mi vermeyecek mi. Hac Suresi 39 ve 40. ayetler geliyor. Ve savaş konusunda Allah Müminlere zulme uğramaları sebebi ile izin veriliyor. Burada alan bir savaş ahlakından bahsediyor Allah. Kiliselere, mescitlere dokunulmayacak diyor. Bu arada Medine’nin güneybatısında, Suriye yakınlarında Bedir denilen bir kasaba var. Bedir ticaret merkezi. Oradan birçok ticari mal getiriliyor. Müslümanları yıldırmak için Ebu Sufyan’ın ortaklığında büyük bir plan hazırlanıyor. Suriye’den büyük filolarla mallar getirilecek ve sonra da bu mallar en uygun şekilde satılacak ve Müslümanların ticaretlerini ellerinden almış olacaklar. Bunun için Ebu Sufyan ortaklığında büyük ticari kervanlar oluşturuluyor. Bedir kasabasına gidiyorlar. Peygamber Efendimiz de bu durumu haber alıyor ve hemen sahabe ile istişare ediyor. Sahabe de hemen kervanı durduralım diyor. Ebu Sufyan ise bunu haber alıyor ve müşriklerden eli silah tutan herkes Müslümanlara karşı savaşa çağırılıyor. 

Ebu Cehil’in komutasında ortalama bin kişilik bir ordu toplanıyor. O günün tankları sayılabilecek, 700 deve, 100 tane atın olduğu bir donanma ile Müşrikler Bedir deneden ticaret merkezinin orada savaşa hazırlanıyorlar. 624 yılının Ramazan Ayı. 

Müslümanların sayısı 305 kişi. 70 tane devresi var Müslümanların ve iki tane de atı var. 

Aslında Bedir Savaşı nicelik mi yoksa nitelikli mi sorusuna cevap sunuyor. Bedir’e yaklaşık 120 km yol alması gereken Müslümanlar yakıcı öğle sıcağında oruç tutarak yola devam ediyorlar. Efendimiz orucunuzu bozun diyor. Çünkü susuz kalıyorlar. Peygamber Efendimiz Mekkelilere savaştan vazgeçmek için elçi gönderiyor fakat onlar reddediyorlar. 

Mübazere denen bir adet var. Bu adete göre Savaşı kızdırıp başlatmak üzere iki ordudan birkaç kişi savaş meydanına çıkar ve birebir dövüşür. Burada Hazreti Hamza, Hazreti Ali ve Ubeyde Bir Haris öne çıkıyor Müslümanlardan. Bu üç kişi ve müşriklerden üç kişi savaşı kızıştırmak için dövüşüyorlar. Daha sonra savaş başlıyor. Sabah başlıyor savaş ve aynı günün ikindi vaktinde Müslümanların zaferiyle bitiyor. 

Allah onları onlara iki kat gösterdi diyor. Başlangıçta inanmayanlar müminleri çok kalabalık görmezler. Ama savaşa başladıktan sonra Allah onların sayısını çok gösterdi. Müslümanlar o gün büyük bir zafer kazandılar. Mekkelilerden 70 ölü 70 esir alındı. Müslümanlardan ise 14 kişi şehit oldu. Savaş bitiyor. Ardında yaralı yürekler bırakıyor. Peygamber Efendimiz ilk olarak şehit olanların namazlarını kaldırıyor. Ve inanmayanlardan ölenlerin de gömülmesini istiyor Efendimiz. İşte insanlığa saygı budur. Bugün Afrikalı ya da Müslüman, ya da doğu tarafından birini gördüğü zaman batı onlara çelme takabiliyor. Onları en aciz noktalarından vurabiliyorlar. Ama o gün Efendiniz ölen Mekkelilerin gömülmesini istiyor. Ve esirlere de iyi davranılmasını istiyor. Daha sonrasında da esirlerin hangi şartlarda kalacakları konusunda istişare ediyor. Hazreti Ömer hepsini vuralım gitsin diyor. Hazreti Ebu Bekir ise para veren para versin, okuma yazma bilen de her biri on Müslümana okuma yazma öğretme şartı ile özgürlüklerine kavuşsun diyor. 

Kıyasıya bir savaş yaşanıyor. Müslümanlar büyük bir zafere imza atıyorlar. Hazreti Peygamber sahabeden hiç kimsenin zafer sarhoşu olmasına izin vermiyor. Tabii ki güzel ahlakı tamamlamak için gelen bir Peygamber savaş ahlakının da mimarlığını yapmış olur. Ne esir olana, hiç kimseye insafsız ve vicdansız davranılmıyor. 

Bedir Savaşında Müminlere özel bir yardımın olduğunu görüyoruz. Ali İmran suresinin ileriki ayetleri de gelecek ve Allah diyor ki orada Allah size 3000 melek ile yardım etti. 

İnsanın toplumsal savaşları da olur bireysel savaşları da olur. Bir mümin eğer inanıyorsa Allah ona muhakkak yardım edecektir. 

13. ayet bize Bedir savaşından bahsetti. Enfal suresinin 5-12-41 ve 44. ayetlerde de diyor. Biz burada şunu anlıyoruz ki Allah bize şunları çok net bir şekilde anlatıyor, maddi şartlar ne olursa olsun İmanın gücü maddi şartların üzerindedir.

İki ordunun sahip olduğu imkanları düşündüğümüz zaman, müminlerin ordusu müşriklerin üçte birini niteliğindeydi. Ama nicelik değil nitelik kazanmış oldu. 

Yine burada şunu anlamış oluyoruz ki, 

İman ve küfür mücadelesinde sayısal değerlere bakmamak lazım. 

Sayısal değerlerle yorum yapmamak lazım. Biz 13. ayet ile çok net anlıyoruz ki, çok kalabalık bir inanmayan ordusu ile karşı karşıya kalabiliriz ve karşımızda bini aşkın çok iyi silahlanmış bir ordu olabilir. Ama inanıyorsanız Allah desteğini size veriyor. Allah’ın kimi desteklediğini önemli. Allah‘ın kimden yana olduğu önemli. O yüzden Allah’a inanlara Allah’ın desteklediğini anlamış oluyoruz. Unutmamak lazım ki insanın Allah gibi bir dayanağı varsa insan hiçbir şeye muhtaç olmaz. Allah varsa insanda her şey var. Allah yoksa insanın neyi var. Basiret sahibi olanlar için çok ibretler vardır diyor burada. Bedir Savaşı anlatılıyor ama çağlara hükmeden bir mesaj var. Nicelik değil niteliktir önemli olan. Niceliğiniz ne olursa olsun niteliğinizin gücüne bakın. Bir insanın birkaç evi arabası olabilir. Bunların hepsi niceliktir nitelik değildir. İnsanın nitelikleri ruhundadır, kalbindedir, imanındadır. Hatta Bakara Suresi’nde görmüştük, Talut ve Calut kıssasında. Nice az topluluklar vardır ki sayıca azdırlar ama imanları ile, disiplinleri ile kendilerinden kat kat fazla kalabalıkları yenmişlerdir. Belki onlar gibi kalabalık teçhizatlı donanımları yoktur. Ama manevi donanımları hepsinin üzerindedir. 

Demek ki Aliimran 13. ayette bize Bedir Savaşından bahsediyor. Bedir Müslümanların ilk büyük savaşı idi. Burada Müslümanlar için zafer çok önemli idi. Müslümanlar bu zaferi az bir sayı ile kazandılar. Zaten şöyle bir şey olsaydı, Müslümanların sayısı inanmayanların sayısı ile eşit olsaydı Müslümanların zaferi büyük bir zaferi kabul edilmezdi. Ya da onlardan çok olsaydı yine kabul edemezdi. Asıl başarı onun üçte biri, öyle bir donanma yok ama ruhun gücü, imanın gücü ile o maddi olanakların üstüne de bir zafer ortaya koymak.

O yüzden insan inanıyorsa güçlüdür. İnanmıyorsa ne kadar güçlü olursa olsun bir yere kadar.


14. Arzulanacak şeylere; özellikle kadınlara, oğullara, kantar kantar altın ve gümüşe, nişanlı atlara, hayvanlara ve ekinlere karşı düşkünlük insanlara cazip gösterilmiştir. Oysa bunlar dünya hayatının zevkidir; sonuçta ulaşılabilecek en güzel şey, Allah katındadır.

15. De ki: Ben size bunlardan daha hayırlısını haber vereyim mi? Takva sahipleri için; altından ırmakların aktığı, temelli kalacakları cennetler, tertemiz eşler ve (hepsinden önemlisi) Allah rızası... Allah, o kullarını görmektedir.

16. “Ya Rabbi! Biz gerçekten iman ettik, günahlarımızı bağışla ve Ateş azabından bizi koru” derler.

17. Sabırlı, dürüst, gönülden boyun eğenler, infak eden ve bağışlanmak için seherlerde Allah’a dua eden kimselerdir.





İlk önce “زُيِّنَ لِلنَّاسِ حُبُّ الشَّهَوَاتِ” diyor. Şehavat kelimesine bakalım önce. Şehvet kelimesini biz daha çok cinsel içerikli bir kavram olarak görüyoruz. Halbuki şehevat demek nefsin arzuları, tutku derecesinde ki düşkünlükler. Demekki şehvet dediğiniz şey cinsel bir şey değil. Şehvet herhangi bir durumda nefsin arzularıdır. Nefsin tutku derecesindeki düşkünlükleridir. Yemek de şehvettir. Çok konuşmak da şehvettir. Dünyevi ortamlarda çok bulunmak da şehvettir. Nefi bu konuda düşkünlüğe gidiyor. 

Ayette şu manayı veriyor alimler. Kadınlara, çocuklara, süslü süslü atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere karşı sevgi besleme insanlara süslü gösterildi diyor. 

Burada “حُبُّ “ sevgi kelimesinin özne olarak kullanılması, Kuranın bir icâzıdır, özlü anlatımıdır. Burada sevgi ayrı bir şey, nefis eğilimleri ayrı bir şey. Çünkü bunlar birbirine isim tamlaması yapılıyor. Tamlayan ile tamlanan farklı şeyler. Tamlanan “حُبُّ” sevgi; tamlayan ise şehavât. Yani ayrı şeyler. İnsanın nefsi meyili Allah’ın fiili, sevgi ise kulların fiilidir. Kelam yönünden baktığımız zaman, iki tane farklı şey bir araya gelerek bambaşka bir mana veriyor. “حُبُّ” sevgi demek, şehavat ise arzular demek.  

Ayette bu durum 6 maddede özetlenmiştir. İnsanın arzularına saymaya kalksak çok geniştir. Ama 


Kuran altı maddede bize insanın genel olarak neleri isteyeceğini ve nelerden haz ve zevk alacağını altı maddede anlatıyor. 

1.     Karşı cinse ilgi. Antik Çağ döneminde de aynı, bugünkü modern dönemde de aynen. 

2.     Soyunun devam etme arzusu var. 

3.     Servet sahibi olmak.

4.     Kendi dışındaki varlıklara hüküm etme, iktidar olma. Öyle hükmetmek ki makam, mevki sahibi olmak. Ve aynı zamanda da o istediği gibi yaşayabilme kudretine sahip olabilme. 

5.     Hayvani besinler ve hayvanlardan elde edilen ürünler yani yiyecekler. 

6.     Bitkisel besinler ve bitkiden elde edilen ürünler. 

 

Demekki Kur’an bu ayette bize şunu anlatıyor. İnsanın hazları altı madde üzerinden anlaşılabilir. Bunlar meşru olarak ya da Allah için kullanılırsa bir problem yok. Demekki hangi toplum olursa olsun antik çağdan günümüze bunlar değişkenlik taşımaz. Çünkü insanın fıtratı bu arzulardan müteşekkildir. 

Bütün bunlar nimet de olabilir, haz da olabilir.  Allah ayette çok net bir şekilde diyor ki, Allah dünya hayatında insanoğluna birçok nimet vermiştir. Ve bu nimetleri insanlara en güzel şekilde ikram etmiştir. Burada bu “hubbuşşehevat” dediği aslında tutkulu bir sevgiden bahseder. Yani tutkuyla sevmek nedir, insanı tutkularının tutuklu yapması demektir. Tutkularına tutsak olmak demek, 

Eğer tutku insanı tutuklarsa başka hiçbir şeyi anlamaz hale gelir insan. 

Sadece içgüdülerinin peşine koşar da koşar. Aynı sosyal medya gibi. Sürekli izliyor fakat bir türlü tatmin olmuyor. Aynı bunun gibi insanı tutukluyor. Demekki tutku insanı tutukluyor. Sevgi ise insanı özgürleştiriyor. İnsanı tutkulu yapan elinin kolunun bağlı olması değil. İnsanın yüreğine zincirlerin geçirilmesi. Bu mal mülk gibi hazlar insanı zincir gibi bağlanmaya başladığı zaman insan artık duyarsızlaşmaya başlıyor. Kendini buna mahkûm etmeye başlıyor. 

Hazreti Yusuf Peygamber hapse girdiği zaman tutuklanmıştır. Ama özgürdür. Ruhu özgürdür. Ama ona aşık olan kadın ise tutkularına esiri olduğu için tutukluydu. Yusuf Peygamber mi özgürdü; yoksa ona aşık olan o kadın mı özgürdü. Biz tutukladığımız zaman içgüdülerimize, artık insan gerçekleri görememeye başlıyor. Hakikatlerden zevk alamamaya başlıyor. Sadece tatmin olmak için yollar aramaya başlıyor. O zaman da onun sonu gelmiyor. 

Allah diyor ki, Bunların hepsi hayatın getirdiği değerleridir, geçicidir. Ama en güzel olan Allah katından gelecek olandır. İstikbali mi istiyoruz yoksa dünyayı mı istiyoruz.

Allah bundan daha hayırlısını söyliyeyim mi diyor, Rableri katında muttaki olanlar var ya, onlar altlarından ırmaklar akan cennetler vardır. Onlara tertemiz eşler vardır. Allah’ın onlar için rızası vardır. Allah kullarını her şeyiyle görür. 

Allah bizim sadece dışına gören eylemlerimizi görmüyor. O eylemlerin niyetlerini de görüyor. Bunları anlattıktan sonra 16. ayette diyor.

Tutkularına tutsak olmayan insanlar var ya, onlar dua ederler. 

“Ey rabbimiz! Biz gerçekten iman ettik, günahlarımızı bağışla, bizi ateş azabından koru”

 

Mümin böyle dua eder diyor. Sonra o müminlerin değerlerinden, özelliklerinden bahsediyor. 

Onlar sabırlıdırlar duyar. Yani zorluk karşısında direniyorlar. Pasif bir duruş sergilemezler. Hangi zorluk olursa olsun direnç gösterirler. Yollarına devam ederler. 

Sadakat ehlidirler diyor. Doğruluktan hiç ayrılmaz der. Doğruluktan ödün vermezler. Dürüstlükten ödün vermezler. Takva sahiplerinin önemli özelliklerinden biri sadakatlidirler. İslam ahlakçıları sadakat üzerinde çok durmuşlardır. Sadakat sadık olmak demektir. Yani bir konuda tam anlamı ile dürüst olarak devam etmek demektir. 

Sonraki özellik, onlar Allah önünde baş eğerler. Başka hiçbir şeye başeğmezler. Ne tutkularını baş eğerler, ne insanlara bağış eğerler. Onlar Allah’tan başkasına baş eğmezler. Onlar kânittirirler. İnsanlar beni taktir etsin diye eylemlerini değiştirmezler. Sadece başlarını Allah için eğerler. 

Sonraki özellik, Allah yolunda varlıklarından infak ederler. Yani imkanlarını Allah yolunda sarf ederler. Öyle bir infak anlayışları vardır, infak ahlakları vardır. 

Sonraki özellik, onlar Allah yolunda seher vaktinde kalkarlar ve istiğfar ederler diyor. Seher için İbni Manzur Lsanül Arap’ta diyor ki; “Öz”demektir diyor. Eğer seher kelimesi iç, öz anlamına geliyorsa çok içten istiğfar ederler demek istiyor. Çok özlerinden, ta derinlerinden istiğfar ederler. Allah’tan af dilerler. 

Anlıyoruz ki Allah için gecesine hâkim olan, çünkü uyku da bir hazdır, uykusuna galip olan gecesini hükmeden kişi istiğfar eder. Bütün kalbiyle istiğfar eder. 

Ve istiğfar etmek demek aslında, Allah‘ın ben bu kadarım, hatalarım var Allah’ım, beni affet Allah’ım demek. İstiğfar etmek demek, kişinin haddini bilmesi demek.

Bugün insana kutsadıkça herkes hiç hata yapmayacağımı düşünür oluyor. Hatasız olmak diye bir kodlama var. Hatasız kul olmaz. İnsanın bunu bilmesi bir erdem. Efendimiz bile diyor, ben günde 100 defa istiğfar ederim, diye. Bu haddini bilmektir.

İbrahim Hakkı Hazretleri Tillo’da yaklaşık 250 yıl önce bir ışık düzeneği yaptırıyor. Ekşnoksun ilk ışıklarını hocasının kabrine vuracağı bir düzenek kuruyor. Hocası yaşarken ona soruyorlar. Öğrenciniz İbrahim Hakkı Hazretleri bir sürü kitap yazmış, sizin bir kitabınız yok. O da diyor ki, biz de İbrahim Hakkı’yı yazdık.

Seher vaktinde dua etmek insanın kendisini yazmasıdır. İnsanın tutkularına karşı gönlünü düzeltmesidir. Haddini bilmesidir.

Yorumlar