Bakara Suresi 262.-264. ayetler ( Keşşâf Tefsiri p. 1365-1372)

 


262. Mallarını Allah yolunda infak edip de daha sonra, infak ettikleri şeyin ardından başa kakmayan ve incitmeyen herkesin, Rabbi katında mükâfatı olacaktır; onlar için herhangi bir korku söz konusu değildir, üzülecek de değillerdir.


261. ayetten itibaren infaktan bahsediyor. Bir önceki ayatte bir tohumun ne kadar büyüyeceğinden bahsetti. Ne kadar çok bereket vereceğinin anlattı. 261 de cömertlikten bahsetti. İki tarafta bir cömertlikten bahsetti. Hem kulun cömertliğinden hem de Allah‘ın cömertliğinden. Kul cömertlik yapıyorsa Allah‘ın da ona ne kadar ikramla karşılık vereceğinden bahsetti. Şimdi ise cömertliğin ahlakına geldik.

Herhangi bir ahlaki değer çok önemlidir. Ama o değerden daha önemli olan o değerin ahlakıdır. Şöyle düşünelim, dürüstlük çok önemli bir değerdir. Her zaman sadakatli davranmak çok önemli bir değerdir. Ama dürüstlükten daha önemli olan dürüstlük ahlakıdır. Evet çok dürüst olabiliriz ama bir insanı ortada rencide edecek şekilde dürüst davranıyorsak orada dürüstlük ahlakında problem var demektir. Allah bu değerlerin ahlakından bahsediyor. Düşünün ki, cömert olmak çok önemli bir değer. Ama cömert olmaktan daha önemli olan cömertlik ahlakıdır. İnsanlara yardım ediyor olabiliriz. Ama bunu yaparken birinin yüzüne vuruyorsak burada cömertlik ahlakı yoktur demektir. Bu cihetle, bütün değerler önemlidir ama bütün değerlerin ahlakları daha önemlidir.Adalet çok önemlidir, adalet ahlâkı daha önemlidir. Sorumluluk çok önemlidir, sorumluluk ahlakı daha önemlidir. 

261. ayette cömertliği Allah takdir ediyor. Cömertliğin sonucunda nasıl bir bereket olacağını bildirerek cömertliğini takdir ediyor. 262. ayet itibari ile de cömertliğin ahlakına vurgu yapılıyor. Cömertlik başka bir şey. Asıl zirvedeki değer ise cömertlik ahlakı olarak ortaya çıkıyor.

Elmalılı tefsirine şöyle yorumlar;

Allah yolunda harcamalı ve bundan çekinmemelidir. Hikmetin düzeni ve dirilmenin sırrı olmasaydı, o bir tane çürür gider; ne filiz verirdi, ne başak. Bunların her anında ilâhî izzet de hükmünü göstermekle birlikte, daha çok ilâhî hikmet ortaya çıkar. İşte kulların fiilleri de böyledir. Böyle olduğu içindir ki, insanın ekme fiili, bir tane nedeniyle Allah'ın hikmeti ile yüzlerce taneye bürünür. Allah yolunda yapılan infaklar da ahirette böyle çok fazla olarak karşımıza çıkacak ve teraziye konacaktır. Artık Allah yolunda koşacak insanlar Allah için harcanan, ekilen tanelerin feyzini (bereketini) anlamalı, acaba bu örnek verme olayı "varsayım" cinsinden bir şey midir? Yoksa kesin midir? Tane ne cinsten olursa olsun, herhangi bir taneye denildiğine göre, verimli tarlalara ekilen çekirdek, darı gibi bazı tahıllarda bu irfan gözlenebilir şeylerdendir. Fakat tane dendiğinde daha çok buğday anlaşıldığına göre, bu örneğe ender rastlandığı söyleniyor. Verilen örneğin gerçek olması için bu kadarı da yeterli ise de, bize özellikle şunu anlatıyor ki, Allah'ın hikmeti en az olmak üzere, bu kadarına uygundur. Bunun böyle üretilememesi hikmet düzenine göre ekin yapılamamasındandır. Dolayısıyla insanlar bozulmayı ortadan kaldırıp, tarımı da ilerletecek olurlarsa bu kadar ürün alacakları müjdelenmiştir. O zaman yeryüzünün rızıkları bize yetişmiyor diye kavga etmezler, yetişmeyecek diye ümitsizliğe düşmezler. Ancak örneğe dalıp da asıl hedefi unutmayalım. Maksat buğday toplamak değil onları yerinde, Allah yolunda harcamaktır. Bu ekinin ürünü ise asıl cennette biçilecektir ki, işte o zaman bire yedi yüzden aşağısı yok. Allah dileyeceğine böyle veya daha çok katlar da katlar. Yedi yüzü sade iki kat değil, daha fazla katlar artırır. O'nun artırma kanunu, sonsuza kadar gider. İbnü Kesir'den Bezzî kırâetinde okunur ki, anlamı aynıdır. Zamanımızda tarım deneyleriyle uğraşanlar bir buğday tanesinden çıkan çimleri çatallandıktan sonra ayırıp fide halinde dikerek bir taneden iki bin taneyi aşkın ürün alınabildiğini gözlemlemişlerdir. Bunlar bir kez daha aynı şekilde ekilecek olsa nelere erişir. Fakat biz "Habbeyi kubbe yapmaktan" (işi abartmaktan) vaz geçelim de şunu bilelim ki, hayatın kanunları her halde "kat kat prensibine" göre işlediğinden hayatta, canlıların yararlanması ve Allah'ın hükmünün yükseltilmesi için Allah yolunda, Allah'ın kullarına ve özellikle mücahitlere verilen harcamaların ve sadakaların Allah katında sonsuz verimlere ve sevaba sebeb olacağı şüphe ve kuşkudan uzaktır. Ve Allah'ın rahmeti geniştir. O'nun yolunda ne kadar çok harcama yapılırsa yapılsın artık yetişir ben bunların kârını ve sevabını vermem demez. Bununla birlikte "alîm"dir de. Harcama yapanın niyetini, harcadığı miktarı, kendisine vadedilen ürünü (sevabı) bilir hiçbirinin sevabını şaşırmaz.

Şunu da unutmamak lazım, infak nedir: NFK kökünden gelir. Nifak da aynı şey. İnfak nifakın panzehiridir. NFK tarla faresi anlamına geliyor etimolojik olarak. Her yerden girip her yerden çıkıyor. Aynı zamanda Arap ülkelerinde tünellerin üzerinde yazar. Bir yerden tünelin içine girip, bir yerden çıkmak anlamına geliyor. İnfak sahibi olan insan iki dünyalıdır. Burada yaptığının çıkışında onunla karşılaşacağını bilir. Fakat tarla faresi gibi, insanların hayatlarını karıştıranlar ise, onlar tek dünyada yaşarlar. Tünelin çıkışı olduğunu bilmezler. Mü’min tünelin çıkışının olduğunu bilerek devam eder. Münafık ise tünelin çıkışı olduğuna inanmaz. O yüzden de infak edemez. İnfak aslında münafıklığın panzehiridir. Ne kadar infak edebiliyorsak, münafıklığa o kadar panzehirdir. 

Menn ve minnet kelimelere. Sözlükte iki anlama geliyor. Nimeti verme ve nimet alma anlamlarına geliyor. Arapçada bazı kelimeler zık anlam taşır. Memnun kalmak ve hakkı kesmek, eksiltmek anlamlarına geliyor. Verdiği, yardım ettiği kişiye karşı verdiğini çok iyi bir şey sanarak ihsanı ile gururlanmak. Demek ki minnet iki anlama geliyor. Birinci anlamı nimet, anlama ikinci anlamı ise fatura kesmek anlamına geliyor. Hakkı eksiltmek anlamına geliyor. Şunu anlıyoruz, memnun da aynı kökten geliyor. Demekki insan yapılan işten memnun da olabilir ama ona minnet edebilir. 

Ezâ kelimesi ise, tiksindirmek, iyiliğe balgam atmak demektir. Elmalılı öyle diyor. Öyle ki, bir kusur yüzünden şikayet etmek, el uzatma, dil uzatmak, yaptığı iyiliği başa kakmak… bunların hepsi eza. Karşı taraf bundan tiskinir hale geliyor. Şunu söylüyor Elmalılı, mesela bir yiyecek veriyorsunuz karşı tarafa ve sonra verdiğine balgam atıyorsunuz. İkisi de ya eziyorsunuz verdiğini ortaya koyarak, ya da onu öyle küçümsüyorsunuz ki içini bulandırıyorsunuz. Dilimizde minnet ikisinden daha genel olarak kullanılır. Buna katlanmaya da minnettarlık diyoruz. Dilimizde iki türlü kullanıyoruz; minnet etmek, katlanmaya da minnettarlık diyoruz. Kısacası iyiliği bir görev olarak yapmalı ve unutmalı. Kişinin yaptığı iyiliğe göz dikmek onu kendi yapmamış gibi saymaktan doğar. Allah lütfetti demekten doğar.

Tebuk Gazvesindeki (Bkz. İslam ansiklopedisi) orduya ceyşü’l-usre deniyor. Çok sıkıntılı bir ordu.Çünkü ordunun hazırlanması zor olmuştur. Müminler çok zorlu günlerden çıkmış, ve yağmur yağmadığı için insanlar yerlerinden kalkamıyor ve pahalılık var. Ve savaş emri geliyor. Böyle olunca da insanların yerlerinden kalkmaya halleri yok. Allah Rasulu (SAV) savaşa çağırıyor ama kalkmaya halleri yok. Böyle bir dönemde Hazreti Osman’ın 300 deve ile 1000 dinar verdi; onun ordunun üçte birini donattığı da rivayet edilir. Abdurrahman bir Afv da açıktan sadaka veriyor, gizliden sadaka veriyor ve Allah için gözlerini kapayarak veriyorlar. Tebük Seferi’nde öyle bir infak ediyorlar ki tam anlamı ile yoğun bir şekilde ellerinde avuçlarındakileri veriyorlar. Demek ki başa kalkıp gönül incitmeyenler “menn ve ezen” yapmayanlara aslında korku bırakmıyor Allah. Çünkü verebilmek çok büyük bir iradedir. İnsanın servetle ilişkisini belirleyen bir iradeden bahsediyoruz. Her şey benimdir anlayışından vazgeçip Allah‘ın verdiği nimetleri en güzel şekilde kullanabilme iradesini gösterir. Bu cihetle Allah çok önemli bir şey söylerler. İster başa kakın, ister gönül incitin, ama bir insan düşünün ki, birine bir iyilik yapıyor ve sonra başa kakıyor, işte o iyiliği fatura biçiminde çıkartıp gönül incitiyorsa, artık onun durumu gönül yıkmaktır, yaptığı iyiliği kirletmektir. Allah için yapıyorsan ardına bakmazsın. Başa kalkmazsın. Ben yaptım demezsin. Asil davrananlar, cömertliğin ahlakına sahip olanlar, onlara Allah, karşılıksız verenlere, infak edenlere Allah kaygı yoktur diyor, üzüntü yoktur diyor. Onlar gelecek için endişelenmez.  Bu durumun sadece geçmişle ilgisi yoktur, gelecekle de ilişkisi vardır. Onlar ne gelecek için ne de geçmiş için kaygı ve endişe duymayacaklardır diyor. En az bire 700 verecek Allah. İyi ki vermişim diyecek. Kaygısı yok. Servetle ilişkisini öyle iyi belirlemiş ki, mala kul olmamış. Onlara korku yok, kaygı yok, hüzün yok, pişmanlık yok. İman eden bir müminin duruşu, cömertlik ahlakıdır. Hazreti Osman’ın Tebük savaşında, Efendimiz (SAV) Allah’ım ben Osman’dan razıyım Sen de razı ol diyor. Demek ki cömert olmak bir erdem, cömertlik ahlakına sahip olmak çok daha zirve bir erdem. Ne kadar cömert olursak olalım, cömertliğin ahlakı biz de eylemsel olarak ortaya çıkmıyorsa o zaman cömertliğimiz yarım olur. Cömert olabilmek, dünyadaki korkulardan da insanı uzak tutan bir değerdir. Korkunuz, kaygınız yok gelecek ile ilgili. Ya Rab sen verirsin diyor. 

Bir gün iki kişi Râbi’a-i Adviyye’yi ziyârete geldiler, ikisi de aç idiler. “Yemeği helâldir” diye içlerinden yemek yimek geçti. O anda kapıya biri gelerek, Allah rızâsı için birşeyler istedi. Râbi’a hazretleri evde mevcût olan iki ekmeğini buna verdi. Gelen sevinerek gitti. Bir saat kadar sonra bir kişi kucağında bir yığın ekmekle geldi. Râbi’a hazretleri ekmekleri saydı. Onsekiz ekmek vardı. Dedi ki: “Ekmekler yirmi olsa gerektir.” Ekmeği getiren, ikisini saklamıştı. Çıkarıp iki ekmeği de verdi. Oradakiler hayretle sordular. “Bu ne sırdır? Biz senin ekmeğini yemeye gelmiştik, önümüze koyacağın ekmekleri kapıya gelene verdin. Ardından ekmek geldi. Eksik olduğunu söyledin.” Cevâbında: “Siz ikiniz gelince karnınızın aç olduğunu anladım. Önünüze koyacağım o iki ekmeği kapıya gelene verdim. Allahü teâlâdan bu ekmeklerin misâfirlerin karnını doyuramayacağım, bunun için bir yerine on vermesini istedim. Çünkü En’âm sûresi 160. âyet-i kerîmesinde “bire on vereceğini” bildiriyor. Ben O’nun bu va’dine güvendim, iki ekmek yerine 20 ekmek geleceğini bildiğim için de ekmeklerin noksan olduğunu söyledim.”

İman ahlakı budur, yüzde yüz inanmaktır. Bir verince on tane geri geleceğini bilerek vermektir. Hiçbir kaygıya bile bakmadan yola devam edebilmektir. Hazreti Ebu Bekir’e evinde ne bıraktın dediğinde, Allah ve Resul’ünün sevgisini bıraktım diyebilecek kadar cömertliği zirvede yaşayabilmektir. Cömert olmak demek, kalbin hiçbir şeye ihtiyaç duymaması demektir. İhtiyaç duyduğunuz an fakirleşmeye başlıyoruz. Bugünün dünyası bizi çok fakirleştirdi. O kadar çok şeyimiz var ki ama kalplerimiz daraldı. Ruhlarımız daraldı. Maneviyat daraldıkça da ne kadar çok madde olursa olsun kimse tatmin olmuyor. İnsanların ikinci evleri var, ikinci arabaları var ama kimse tatmin değil. Sürekli bir gelecek kaygısı var. Halbuki doğduğunuz an itibari ile Allah muhakkak ihtiyaçlarımızı bize vermiştir. 

Allah bize ihtiyaçlarımıza kefil olduğunu söylüyor ama lüksümüze kefil değil.

Demekki 262. ayet bize çok önemli bir şey söylüyor. Diyor ki, Allah yolunda verin ve verirken korkmayın. İnfak eden mümin korkmaz. O servet ile ilişkisini öyle güzel ayarlar ki, bilirki yarattığı kulunun ihtiyacını giderecek olan da Allah. Allah dostlarından biri çok cömert. Sen nasıl bu kadar cömertsin diyorlar. O da diyor ki tencere onun, çorba onun, kepçe onun, onun kepçesi ile onun çorbasını dağıtıyorum diyor. Bu anlayışta olmak lazım.

261. ayet cömertlikten bahsediyor. 262. ayet ise cömertlik ahlakından bahsediyor. Demekki her değerin bir ahlakı var. Cömertlik çok güzel bir değer. Cömertlik ahlakı ise cömertliği en kıvama getiren bir değer olduğunu anlamış olduk.



263. Tatlı bir söz ve bağışlama, peşinden incitmenin geldiği bir sadakadan daha hayırlıdır. Allah’ın hiçbir şeye ihtiyacı yoktur; bağışlayıcıdır (Ganî, Halîm).

 

264. Ey iman edenler! Malını, Allah’a ve ‘Son Gün’e iman etmeksizin; sırf insanlara gösteriş için infak eden kimse gibi, siz de sadakalarınızı başa kakarak ve inciterek heder etmeyin. Bu gösteriş inin durumu, üzerinde toprak bulunan o kayanın durumu gibidir ki; şiddetli bir yağmur isabet ettiğinde (o toprağı da alıp götürerek) onu cascavlak bırakır ve çalıştıklarından hiçbir şey elde edemezler. İnkârcı nankör bir kavmi Allah doğru yola getirmez.




Bir tatlı dil, bir güzel söz, gönül alan bir hoş söz,  sadakadan hayırlıdır ki, arkasından incitme olacak ise, illaki bunun maddi sadakalar olarak da düşünmeyelim, manevi olarak da düşünebiliriz. Bir insana bir ders vermek, bir insanın bir darında yanında olduğunu hissettirmek, bunların her biri bir sadaka. Elimizdeki her şeyi bir sadaka. Bunu yaptıktan sonra eğer ki sizde cömertlik ahlakında bir problem var ise, cömertlik ahlakı ile davranamayacaksınız, gönül alan bir söz söylemeniz vermenizden daha hayırlıdır. Eğer o gönlü parçalayacaksanız o orada kalsın, gönül alıcı bir söz söyleyin. Aslında burada insanı önceleyin diyor. Gönlü önceleyin. Karşınızdakine çok rahat bir şekilde, ben zamanında sana şunu da yapmıştım demek, ya da onu ezmek, kalbini kırmak yerine hiç yardım etme. Dile getireceksen yardım etme. Yardım alan açısından düşündüğün zaman onuru zedeleniyor insanın. İnsan onurunun bedeli olmaz, insan onurunun ücreti olmaz. Eğer verdikten sonra insanın onurunu zedeleyecekseniz diyor bırakın vermeyin. Çünkü zedelenmiş bir onur insan için hiçbir şeyle düzeltilebilecek şekilde değildir. Burada insanın ne kadar şahsiyetinin önemli olduğuna vurgu çekiyor. Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor ya, sağ elinin verdiğini sol el bilmez. Bu hadisin felsefesini incelemek lazım. Bilişsel düzeyiniz veriyorsa duygusal düzeyde onu kalbinize koymayın. Evet Allah rızası için verdim ve gitti. Allah’ın verdiğinden verdim ve bitti. 

Ve Allah Gani’dir diyor. Allah’ın Gani olması, Allah’ın sınırsız zenginliğe sahip olması demektir. Şunu unutmamak lazım, hepimiz ihtiyacımız kadar fakiriz. Duha Suresi’nde diyor ya seni fakir bulup zengin etmedik mi. Efendimiz hiçbir zaman zengin olmadı. Seni fakir bulup ihtiyaçsız kalmadımı. İnsan ihtiyaç duymadığı kadar zengindir

Selçuklu dönemine atfedilen bir olay vardır; bir adamcağız zengindir ve bir tekkeye para bağışlamak ister. Tekkenin şeyhine gider ve ben sadaka vermek istiyorum der. Şeyh de diyor ki biz zengin olmayandan almıyoruz der. Adam da derki ben zenginim, o dönemin parası ile 100bin dinar vereceğim der. Şeyh derki benim bir sorum olacak der. Eğer ki sana hiç olmadığın bir yerden 500.000 gelse ister miydin der. O da tabii ki isterdim der. O yüzden Şeyh der ki, evladım senin daha 400yüz bin açığın var, o yüzden sadaka verme der. 

Şunu anlıyoruz ki, ihtiyaçsız olmak zengin olmak demektir. Servet hepimize verilmiş bir emanettir. Sıhat dee emanettir, mevki de emanettir, çocuk da emanettir, benim bedenim bana kimse karışamaz diyor ya insanlar. O kadar seküler bir dünya ki, Allah’tan o kadar kopuk ki, benim bedenim diyor. Senin bedenin değil, senin emanetin. Çocuğun sahibi falan değiliz, o çocuk bize emanet verilmiş. Söylemler bilincimizde bize bir bakış ve perspektif oluşturuyor. Neler söylüyorsak onlara inanmaya başlıyoruz. Seküler bir mantığın insanları olduk maalesef. Emanet gözüyle bakmadıklarımıza, benim gözüyle baktıklarımızda da bu sefer ihanet edebiliyoruz farkında olmadan. Çünkü emanetin sahibi Allah. O beden benim değil, bana emanet, bu gözler bana emanet. Bu dünyada bize verilen her şey emanettir. Hiçbir şeyi alıp da götürebilme gücümüz kudretimiz yok. O yüzden servet emanettir, sihhat emanettir, makam emanettir, Allah‘ın verdiği her şey emanettir. Sorumluluk bilince de budur, ihsan şeklinde Allah‘ın verdiklerine bakabilmektir. Allah Ganiy’dir hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. İnsanın zengini gönlü hiçbir şeye ihtiyaç duymayandır. Eğer bir şeye ihtiyaç duyuyorsanız fakirsiniz demektir. 

Sonra Allah’ın Halim sıfatı geliyor. Allah ceza vermekte aceleci davranmaz. Siz de ceza vermekte acele etmeyin. Hoşgörülü davranın. İnsanın zaafları var, bencilliği var, mal tutkusu var. Halim olmak lazım. Halimi olanlar, daha farkında olarak davranırlar. Ahlaki olarak yaptıkları eylemleri devam ettirirler.

264. ayette de iman edenler eğer imanlarınızı ispat etmek istiyorsanız sadakalarınızı başa kalkmayın diyor. Gösteriş yapanlar gibi davranmayın. Burada ahlaki bir probleme dikkat çekiyor. Burada tekrar ahlaki bir probleme geldi. Bu ahlaki bir zafiyettir diyor. Yapılan eylemin özünde ahlakilik olması lazım. Eylemin özünde samimiyet lazım. Burada Allah’a ve ahıret gününe inananlar gibi diyor. Allah’a ve ahiret gününe iman etmeyip de sadece başkaları görsün diye iyilik yapmanın ne kadar küçük bir mantık hilesi olduğundan bahsediyor. İnsanlar içeri yapsak ne olur, bir an için alkışlarlar ve sonra unutup giderler. Sen insanlar için yapma, Allah için yap diyor. Burada Allah ve ahiret gününe inanma diye bir önerme getirdiler. Allah için bu yetmeli. Kişi Allah‘ın kendisini gördüğünü biliyorsa, başkalarının onun yaptığını bilmesine ihtiyaç duymaz. İlla insanların onlara bilmesine ihtiyaç duymaz. İnsanlar görmesinler, Allah biliyor. Allah’ın kendisini gördüğünü biliyorsa, buna yürekten inanıyorsa başkalarının onun yaptığını bilmesine ihtiyaç duymaz.  İnsanlar bilmesinler, Allah’a gereği gibi inanan insanların alkışlamasını neden istesin ki. Ahiret ile ne bağlantısı var diye sorarsanız, çünkü başkasının görmesine gerek yok. Allah ahirette zaten karşılığını verecektir. Şunu görüyoruz burada. İnsanın ruhunun ve imanının bir kılavuzluk etmesinden bahsediyor. Riya dediğimiz şey, Allah’a iman ile ilgili bir problemi ortaya koyar. Ahirete yüzde yüz inanan bir insan içen riya söz konusu değildir. Çünkü ahirete endekslidir. 

Ahirete endeksli olmayan ve imanında zafiyet olan kişinin durumu, Şu kayanın durumuna benzer diyerek metaforik bir anlatma yapıyor. Diyor ki, bir kayayı düşünün diyor, üzerinde toprakta var ince bir tabaka toprak var ve sonra o kayaya sağanak yağış geliyor ve üzerinde hiçbir şey kalmıyor. Çünkü o kayanın üzerindeki toprak kayanın içine geçmiş değildir. İçselleşmiş değildir. Kayanın dışındadır. İçten yapılmış bir eylemin sonucu değildir. İçten yapılmış olsaydı kayanın içine işlerde o toprak. Demek ki üzerindeki ince toprak parçası o kayadan değil , sadece kayanın üzerinde var gibi göründü. Dışardan görenler onu koskoca bir tarla olarak gördü. Haldeki yağmur gelip de hakikat ortaya çıktığı zaman, o tabaka ortadan kalktığı zaman kayanın kayalığı ortaya çıkıyor. 

Ve sonra diyor ya Allah, bu Tipolojiler var ya diyor, onların yaptıklarından hiçbir kazancı yoktur. Hem yapacaksınız hem de kazancınız olmayacak. Ne kadar acı bir şey. Çünkü sizin onu yapma sebebiniz bambaşka. Bu adaletsizlik olmaz mı diye sorabilirsiniz. Burada kişi problemli, dürüst değil, Allah için yapmıyor, insanlar alkışlasın diye yapıyor. Öncelikle kişi kendini alkışlatıyor. Kendi ile ilgili bir imaj vermiş oluyor. Bu ayette şunu öğreniyoruz. Kendinle ilgili imaj verme, neysen onu ver. İmajlar üzerinden değerlendirme yaptırma insanlara. Şunu da anlıyoruz ki yüzde yüz insan olmak demek imajlar üzerinden insan olmak değil, hakikat üzerinden insan olmak demektir. Allah‘ın emirlerini yapmak, insan kapasitesine bunu taşımak, insanın kemale ermesi ile alakalıdır. Koskoca bir kaya düşünün, üzerinde toprak var, siz onu tarla zannediyorsunuz fakat kayanın üzerindeki toprak kayaya geçmemiş. Sadece üzerinde gözükmek için duruyor. İmaj için duruyor. Böyle bir durumda da diyor Allah, bir yağmur gelir ve o yağmur o kayanın üzerindeki toprağı alır götürür ve insanın ne olduğu ortaya çıkar diyor. Eğer insan Allah rızası için vermiyorsa, birileri görsün diye ne veriyorsa, gerçek kimliğini saklıyor demektir. Birileri alkışlasın diye imajlardan oluşan bir kişilik sergiliyor demektir. Halbuki gerçek duruş odur ki, Allah için yapar ya da Allah için yapmaz. Bu kadar nettir.

Kuranı Kerim’de söz disiplini:

Kuranı Kerim’de sözden bahsediyor. Söz disiplininden bahsediyor. Her kelimeyi mümin konuşmaz. Mümin aklına gelenle konuşmaz. Mümin tartar, seçer ve ondan sonra konuşur. Kuranı Kerim’de söz çeşitleri var. Bize söz disiplinini öğretiyor. Bu duruma, ortama göre konuşmamızı belirliyoruz. 

1-    Bu ayette Kavli Marufdan bahsediyor. 263. ayette. Kavli maruf başka yerlerde de geçiyor.  Tatlı bir söz anlamına gelir.. Kur’an‘da altı yerde geçiyor. Dul bir kadınla evlenme niyeti içinde olan kişinin tavrının ne olması gerektiğini söylüyor. Genel olarak kavli maruf gönül alıcı söz demek. Burada görmüş olduğunuz kavli maruf başa kalkmadan, eziyet yapılmadan gönül alacak şekilde konuşulmaya deniliyor. Boşanma ile ilgili hukukta da geçiyor var. Burada geçtiği yerlere baktığımız zaman çirkin ve yakışıksız hoş olmayan sözler münker deniliyor. Kavli münker deniliyor. 

2-    İkinci olarak Kavli Sedid. İki yerde geçiyor. Kendi haklarını savunamayacak durumda olan yetimlerin haklarını kullanmak için haksızlık etme. Öyle bir konuş ki senin sözün sapasağlam olsun. Ya da ikinci anlama dürüst ve insaflı konuşmak.

3-    Üçüncüsü Kavli Meysur. Kuran’da bir yerde geçer. Makul ve meşru şeylerle karşılık vermemek. Teselli edici, kolaylaştırıcı konuşma ifadesidir. Karşı taraf bir şey istiyor ve belki yapamıyoruz. Ortamı yatıştırıcı ve nezaketle konuşmak.

4-    Kavli Beliğ. Kur’an’da bir yerde geçiyor. İki yüzlü olanlara nasıl davranacağından bahsediyor. İki yüzlü olan ve samimi olmadığını fark ettiğimiz insanlar, onların olumsuz tutumlarına karşı çok net davranmaktan bahsediyor. Burada onların vicdanlarını harekete geçirecek şekilde belli konuşmaktan bahsediyor. Kişilerin içlerine işleyecek etkili sözler demek. Gönlünü harekete geçirecek sözler. Buna belki iki yüzlülerin söz ustası olduklarından bahseder Kuran. Konuşma tarzlarında onların, sözü muhataptan başkası anlayamayacak şekilde kapalı ve sembolik bir tarzda konuşurlar. Sözü gerçek anlamından alı uzaklaştırırlar. Çeşitli dil oyunları ile, kelime oyunları ile farklı anlamlara getirirler. Onlara karşı öyle bir konuş ki diyor, konuşman teselli olsun. Kavli Beliğ olmak için çok okumak lazım. Okuduğumuzun üzerinde istişare etmek lazım. Konuştuklarımızın üzerinde düşünmek lazım. 

5-    Kavli Leyyin. Hazreti Musa ve Harun’a, ona git ve yumuşak bir şekilde konuş diyor. Sataşmadan, kavga etmeden yumuşak bir şekilde konuş diyor. Karşındaki kâfirlere zaten inanmıyor, iğneleyici da konuşayım deme diyor.

6-    Kavli Kerim. Anne babaya özel olarak geçiyor. Allah size Rabbin kendisinden başkasına ibadet etmemenizi ve anne babanıza iyi davranmasını emrediyor. Onlara saygılı ol ve onlara Kavli Kerim ol diyor. Saygılı, hürmet dolu. Bunun izahında bazı alimler der ki; suçlu bir kölenin katı kalpli taş yürekli efendisine davranışı kullanacağı üzlup gibi konuşmak. Bu bugün çok kaybedilmiş bir değer haline geldi.

7-    Kavli Sabit. Allah’ın emrettiği şekilde yani sözün sağlam olması. Söz öyle sağlam olacak ki, güzel ve doğru söz. Allah’a iman ile olan söz. Hiç değişmeyecek. Hiç değişmeyecek olan söz Allah‘ın sözüdür. 

Yorumlar