255. Allah’tan başka tanrı yoktur; ‘mutlak hayat sahibi’dir, ‘bütün varlığı çekip çevirir’ (Hayy, Kayyûm); O’nu dalgınlık da tutmaz, uyku da. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’na aittir. O’nun katında, -izni olmadan- kim şefaat edebilir?! O; onların önlerinde olanı da arkalarında olanı da bilir. Onlar ise kendisinin dilediği miktar dışında O’nun ilminden hiçbir şey ihâta edemezler. O’nun ‘kürsü’sü gökleri ve yeri içine alır. Bu ikisini koruyup kollamak O’na ağır gelmez... O’dur yüce, ulu (Aliyy, Azîm).
Ayetelkürsi’nin çok önemli bir ayet olduğunu biliyoruz. Hatta Efendimiz’in (SAV) bu süreye “Sûretil Kürsi” dediğini de biliyoruz. Buhari’de, Mesai’de, Hambeli gibi hadis kitaplarında bu ayetin önemine dair Efendimiz’den çok sayıda hadis rivayet edilmiş. Übey bin Kab’a, Efendimiz, Allah‘ın kitabının içindeki en büyük ayet hangisidir diye soruyor. Hazreti Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem’e Ayet-el Kürsidir diyor. Bunun üzerine Efendimiz onu tebrik ediyor. Çünkü tek bir ayet ama Allah’ı anlamada, Allah tasavvurunda çok önemli bir ayet. Yine Übey bin Ka’b’ dan gelen bir rivayet var;
Yine Übey’in hurmasına sevimsiz bir kişi musallat olmuş; vermeyi, dağıtmayı seven Übey’i bundan vazgeçirmek üzere hurmayı aşırmaya başlamıştı. Übey mahlûku takip ederek yakaladı. Garip bir şekli vardı. Onunla konuşunca kimliğini ve maksadını anladı. Kendilerinden nasıl kurtulabileceğini sorunca “Bakara sûresindeki kürsü âyeti ile” dedi ve ekledi: “Onu akşamda okuyan sabaha kadar, sabahta okuyan akşama kadar bizden korunmuş olur.” Sabah olunca Übey durumu Hz. Peygamber’e aktardı. Resûlullah, “Habis doğru söylemiş” buyurdu.
Allah tasavvurunu sistemli bir şekilde ezeli ve ebedi olarak anlatan ayetler. Bir insan Ayet-el Kürsi ye bilirse Allah’ı tanımada onun için yeter. Bu ayetlerde verilen bilgi o kişiye yeter. Yine Efendimiz, bu ayetlerin insanı koruyacağından bahsediyor. Sabah okuyanın sabah koruyacağını, akşam okuyanı da akşam koruyacağından, ya da yatağa yatıldığı zaman okunmasını tavsiye ettiğini biliyoruz.
Ayet-el Kürsi yani yüksek bir ayetten bahsediyoruz. Çok değerli, çok özel bir ayetten bahsediyoruz. Evet bütün Allah’ın ayetleri özeldir ama bazı ayetler özünün özüdür. Bazı ayetler çok farklı hususiyetlere dayanır. İşte Ayet-el Kürsi de böyle bir ayettir. Ve özel isimlendirilmiş bir ayettir. Ayet-el Kürsi yüksek bir bina anlamında, yüksek bir kademe anlamına geliyor.
Diyor ki, اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ O’ndan başka ilah yoktur. Yani O’ndan başka boynunuzu kimseye eğmeyin. Allah öyledir ki, O’ndan başka ilah yoktur, O’ndan başka başınıza eğeyeceğiniz kimse yoktur ve olmasın. Çünkü zaten bu dünyaya belli bir süre içinde geldiniz, kimseye başınıza eğmeniz gerekmiyor, Allah’a kul olmaktan gayrı hiç kimseye başınızı eğmeyin.
اَلْحَيُّ الْقَيُّومُۚ El Hayy, El Kayyum.
Yani o Hayy’dır, bizatihi diridir. Yani diriliğinin kaynağıdır. Bütün dirilikleri yaratan O’dur. İstediği gibi, istediği şekilde diriliği veren O’dur. O’ndan başka bunu yapabilecek bir mabut yoktur. Ve aynı zamanda O öyle bir Hayy’dır ki, Vacibul vücut’tur. Yani varlığı zatının gereğidir. Varlığı bir an bile olsun yok olarak düşünülemez. Demekki diri olandır, diriltmenin sahibi olandır, diriliğin kaynağı olandır. Vücudumuzda nice hücreler ölüyor, tekrar geliyor. Çiçekler ölüyor, çürüyor ve tekrar oluşuyor. Bütün dirilmeleri, bütün dirilikleri veren Hayy olan Allah’tır.
Kayyum nedir, Kayyum gerçekten anlatılması zor bir isim. Bu mübalağalı bir kalıptır. Kendisi Kayyum olan yani diğerlerini mukim yani ayakta tutan ya da mukavim yani yöneten demektir. Namazda duran kişi de mukimdir. Mukavim ise yöneten denektir. Burada eşyanın ayakta durması, ilahi kıyamda ilahi kıyamın bütün eşyayı, bütün varlığı ayakta tutmasını işaret eden bir isimdir. İbni Sina bunun Vacibul vücut kavramına eşit olduğunu söyler. Ama buna tamamen Vacibul vücut kavramı diyemeyiz. Ayetin devamında da zaten bunu açıklıyor. Kayyum dediğimiz yani her şeyi ayakta tutan, kendi kendine yeten, kendine yetmek de hiçbir şeye ihtiyaç duymayan, varlığının devamlılığında, sürekliliğinde hiçbir şeye ihtiyaç duymayan.
Kayyum ismine iman etmek çok önemli, Kayyum ismini bilmek çok önemli. Kişi kendine yettiğini düşünüyorsa bu onu küfüre götürür. Halbuki hepimiz aldığımız nefesten, verdiğimiz nefese kadar Allah’a ihtiyacımız var. O ayakta kalmanın sürekliliğini verecek olan Allah’ın olduğunu biz biliyoruz. Kayyum olan Allah her şeyi ayakta tutabilme kudretine sahip olandır. Sonra arkasından diyor ya, yerlerde ve göklerde olan her şey ona ait. Allah’ın Kayyum olması, kaim olması, Allah kâimdir demiyoruz, ayakta tutan demiyoruz, mukavim demiyoruz yöneten demiyoruz, kavvam demiyoruz. Allah kendi isminin Kayyum olduğunu söylüyor. Yani Allah Kayyumdur, sürekli, hiçbir şeye ihtiyacı olmadan kendisi dışında ayakta olan her şeyi ayakta tutan, kendisi dışındaki bütün varlıkları da ayakta tutma gücüne sahip olan ve her türlü şekilde varlığı hiçbir şeye dayanmayan anlamlarına gelir. Takvim kelimesi de aynı kökten geliyor. Ölçme ve değerlendirme demek. İstikamet ne demek, doğruluk, doğru iş güç değer verdiğini devam ettirmeye istikamet diyoruz. Kayyum kıyam mastarından geliyor. Bir işi son derece ustalıkla yapar. Yöneticilikte zirve anlamına geliyor en üst makamda olan, her şeyi koruyup gözeten, işini en güzel şekilde yaratan eşsiz yönetimi olan ve varlığının devamlılığında hiçbir şeye ihtiyaç duymayan anlamlarına geliyor.
Kuranı Kerim’de Kayyum ismi üç yerde geçiyor. Biri Ayetel Kürsi’de, biri Ra’d Suresi’nde geçer biri de Taha Suresi’nde geçer. Yani Allah öyle diridir ki, dirileri yaratır ve yarattığını o diriltir. Yarattıklarından kimilerinin koyduğu yasalar üzerinden, kimilerinin de verdiği irade üzerinden sevki ve irade eder.
Aynı zamanda şunu da anlıyoruz, Allah’ın burada muhteşem bir yöneticilik vasfını da görmüş oluyoruz. Öyle bir yöneticilik vasfi var ki, öyle bir Kayyum ki Allah, yöneticilik de öyle eşsiz ve benzersiz ki, öyle bir sünnetullah çizmiş ki O (sünnetullahtan bahsettiğimiz ilahi gelenekten bahsediyoruz). Bir fıtrat vermiş bundan bahsediyoruz.
Kayyum olan Allah yasaları ile insanlara kendini ve hayatı yönetmeyi öğretiyor. Öyle bir öğretiyor ki, biz Kayyum ismi ile devam edebilmeyi öğreniyoruz.
Namaz emri vermiş, zamanı yönetiyor. Teheccüt vermiş, gece namazını ile uykuya yönetiyoruz. Oruca vermiş, güdülerimizi yönetiyoruz. Zekâtı vermiş, malımızı mülkümüzü yönetiyoruz. Haccı vermiş, ümmeti yönetiyoruz.
Demekki iki önemli mana var. Manalardan bir tanesi Allah’ın sürekli varlığının devam etmesi, ikinci mana ise Allah’ın çok büyük ve sünnetullah çerçevesinde bizim görebileceğimiz çok büyük bir yöneticilik vasfını anlamış oluyoruz. Şunu da unutmamak lazım, Allah’tan başka hiç kimse kayyum olamaz. Çünkü Kayyum olmak demek, kendi kendine Yetmek demek. Varlığını devam ettirme de kendi kendine yeten demek. Şöyle düşünebiliriz, insan da kendi varlığını devam ettirebiliyor. Ufacık bir virüs geliyor bedenlere, devam ettiremiyoruz. Psikolojik bir olay yaşıyoruz, hayatımız bir anda sekteye uğrayabilir. Netice itibarıyla, biz hayatımızı belli cihetlerle yönetip devam ettirebiliyoruz. O devam ettirdiğimiz yönleri de yine Allah’ın bize vermiş olduğu nimetlerle devam ettiriyoruz. Evet gözümüzü açıp kapıyorz. Sabah uyandığımızda açıyoruz çok şükür, akşam uyumak istediğimiz de gözlerimizi kapıyoruz. Bu şimdi bizim ürettiğimiz bir şey. Ya da harama bakmıyoruz, gözümüzü kapıyoruz. Bizim yönettiğimiz bir şey. Ama eğer Allah kapanma yeteneğini gözkapaklarımıza vermeseydi, gözkapaklarınız bir anda düşse de yönetemezdik. Ya da helalini helal kavramlarını, çerçevelerini bilmeseydik gözümüzü nerede kapayacağımız, nerede açacağımızı bilemezdik: evet dili Allah bize vermiş. Ama biz o dili nerede nasıl kullanacağımızı bilgimizle idare ediyoruz. Kayyum olan Allah için her türlü irade ezeli ve ebedidir. Dedikodunun hakikaten büyük bir hak olduğuna inanırsak biz dedikodu yapamayız. Orada dilimizi kontrol ederiz, ama bilginiz ilerledikçe yönetiriz. Allah ezeli ve ebedi olarak her türlü diriliği, her türlü iradeyi, her türlü idareyi idare edendir yönetendir. Demek ki Allah, Hayy olan bütün dirilikleri yaratan, bütün diriliklerin kaynağı kendisinde olan ve aynı zamanda öyle bir Kayyum ki, bütün dirilikleri de ayakta tutan. Kış geliyor, ağaçlar bütün yapraklarını döküyor, kârlar yağıyor, Halil Cibran da der ya, kimi inandıra bilirsiniz ki bu karların altında bir baharın olduğunu. Hiç kimse o karların altında baharı saklandığını kimseye inandıramayız. Ama o karlarla bezenmiş, bir tane bile yaprağı kalmamış. Ama bakıyoruz ki o dirilik ilk baharla beraber ayağa kalkıyor. Tekrar aynı şekilde diriliş ile beraber tekrar devam ediyor. O bize basit gibi görünüyor, detayları sıradanlaşıyor ama her ağaçta bir ayet okuyoruz. Her bir meyve bir ayet okuyor bize. Allah’ın Hayy ve Kayyum olduğunu gösteriyor. O diridir bütün diriltmenin kaynağı O’na aittir ve o diriliğin de devamlılığı yine Allah’a aittir.
Sonra ayet devam ediyor, لَا تَأْخُذُهُ سِنَةٌ وَلَا نَوْمٌؕ O’nu ne gaflet basar ne de uyku basar. İçimizde en az uyuyan insanı bile getirsek ona uyku basar. Uyku tutmayan insan söyleriz ama hiç uyumamış insan söyleyemeyiz. İşte öyle bir Allah ki, öyle diri ve diriliği sürekli devam eder ki O’na uyku tutmaz. Uykuya dalmak gibi, zihnin bir anda kayması gibi onun herhangi bir arızi durumları olmaz. Bir an bile göremezsiniz ki Allah bir şeyden gafil olsun ki bu da ayetlerde geçiyor zaten. Ya da Allah bir şeyi unutmuş olsun. Bazı şeyler zaman aşımına uğradı deriz ya. Allah katında zaman aşımına uğramaz. O öyle bir Hayy ve Kayyum’dur ki, O’nun yönetimi öyle bir şekilde devam eder ki, hiç bir şey O’nun katında zaman aşımına uğramaz.
En başına bakarsak, Allahu la ilahe illallah diyoruz . La ilahe illallah 12 harften oluşuyor. İçinde olan harfler, Elif lam ve he harfi. Yani hiç dudaklarınızı oynatmadan, milyonlarca kez Allah, lâ ilahe illallah diyebiliriz. Hepsi Allah lafızlarından oluşan bir kelime görüyoruz. “Lâ”, bize şunu öğretiyor. Kimseye başını eğmemeyi. “Lâ”, bize şunu gösteriyor, “Lâ”, deme hakkın var. Buna inanıyorsa kalbim, duyuşsal ve bilişsel düzeyde bunu hazmetmiş ve anlamışsan, kimseye baş eğecek bir durumum yok. O öyle bir Allah ki, O Hayy ve Kayyumdur. Seni diriltendir. Senin içindeki sistemleri diriltendir. Senin içindeki sistemleri yönetendir. Kâinat sistemlerini diri tutandır. Sistemleri yönetendir. Kâinatın en ufak hücresinden, bütün bu kâinatın tamamına kadar her bir birim, bir sistemdir. Hem kendi başına bir sistem, hem de sistemin içerisinde bir sistem. Bu sistem ve sistemin içerisindeki sistemler birbirlerine uyumlu şekilde derinliklerine devam ediyor, hayata devam ediyor.
Hani bazen insanlar düşünebiliyor ya, bana ne gerek var. Demekki sana gerek vardı. Bu sistemin içerisinde gereksiz hiçbir şey yaratmadık diyor. Ayetel Kürsi’nin ne kadar önemli bir ayet olduğunu anlıyoruz.
1, Allah’ın ismiyle başlıyor.
2, Allah öyledir ki O’ndan başka ilah yoktur.
3, sadece Allah’a ait iki sıfatdan bahsediyor. Kimse Hayy sıfatına sahip olamaz, hiç kimse de Kayyum sıfatının sahibi olamaz. Yani hiçbirimiz bir şey diriltemeyiz, bir şeyi cansızken ya da yoktan var edecek düzeye getiremeyiz. Ve aynı zamanda da hiçbir şeyin o diriliklerini sürekli tutamayız. Kendimizi. Canlılık bitmek zorunda. Dirilik bitişe mahkûm. Ama Hayy olan Allah, Kayyum olan Allah, diriliğin kaynağı, dirilttiklerinin devamının kaynağı, ve aynı zamanda da bu bütün dirilikleri var ettikleri bu sistemleri de yöneten ne olduğunu biliyoruz.
4. ise, O’na uyuklama ya da kendini kaybetme durumu gelmez.
Bu ayette bize bunu anlatıyor. Allah için uyku ya da gaflet gibi bir şey düşünmemiz mevzu bahis değil. Demekki Kayyum’da yönetmenin idarenin devamlılığını bilmek gibi şunu da unutmayalım. Allah’tan başka hiçbir varlık kendine yetemez. Allah’tan başka kendi kendine yetebilecek hiç kimse yoktur. O yüzden hepimizin insana ihtiyacı vardır. Yardıma ihtiyacı vardır. Kendine ihtiyaçsız görmek aslında kibrin bir göstergesidir. İnsanın kendisine ihtiyaçsız tanımlaması gücüne çok güvenmesi anlamına gelir. Halbuki hepimiz biliriz ki insan oğlunun gücü bir yerde biter. Demek ayet diyor ki o Allah ki, insan Allah’ın izni olmadan hiçbir şey yapamaz. Ama Allah da öyle Hayy ve Kayyum’dur ki onu ne gaflet basar, ne de uyuklama basar. Göklerde ve yerde, yukarıda, aşağıda ne varsa görünen, görünmeyen, bütün varlıklar onun mülküdür. Yani O olmadan bunların hiçbiri var olamaz. Allah‘ın mülkü olan varlıklar kimin haddine ki o varlıklar, kalksın da kendini sınırsız bir Kayyum gibi görsün. Göremez, çünkü böyle bir haddi yok. Çünkü Hayy ve Kayyum olabilmek için yerlerin ve göklerin, görünenin ve görünmeyenlerin hepsinin sahibi olmak gerekir. Allah hepsinin sahibidir ki.
Bir rivayet var. Rivayet İmam-ı Azam üzerinden anlatılıyor. İmamı Azam’a bir kişi gelip diyor ki, ya İmam, ben bu beldenin en kültürlü kişisiyim. Sence benim bilmem nedir diye sorunca, İmam-ı Azam düz beyaz kağıt alıyor. Ve ortasında bir nokta koyuyor. Bu gördüğün sınırsız bembeyaz kağıt Allah’ın ilmidir. O nokta da Peygamber Efendimiz’in ilmidir. Şimdi gel de kendi ilminin ne olduğunu düşün.
Bu koskoca kainatı bir kağıt gibi hayal edelim. Ben bu koskoca kainat içerisinde görünmeyecek kadar küçük bir nokta halinde olan bizler Allah‘ın Hayy ve Kayyum isimleriyle diriyiz ve hayatımızın devamlılığı Allah‘ın gücü ve kudreti iledir.
İşte لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِؕ Gökler ve yerler, görünen ve görünmeyenler hepsi Allah’ın mülküdür. Kimse Allah‘ın mülkünden bir yere gidemez. Şöyle düşünün, bir yere misafirliğe gidiyorsunuz. Tam gideceğiniz zaman size hadi diyorlar, siz ise, yok diyorsunuz, ben bu evi çok sevdim ve burası benim diyorsunuz. Sizi orada tutmazlar. Yani bütün bu yaratılmışlar, ve aynı zamanda yaratılanların devamlılığı Allah’ın Hayy ve Kayyum ismini bize hatırlatmalı. Kış geldiği zaman hay ve kayyum ismini hatırlamalıyız. Aynı şekilde ilkbahar geldiği zaman, kârlar çekilip de tekrar tabiat yaşanmaya başladığı zaman, tohumlar açmaya başladığı zaman yine Hayy ve Kayyum isimlerini görmeliyiz, onlarla zikretmeliyiz.
Burada bunu anlattıktan sonra Zemahşeri Hazreti Musa’yı örnek vermiş. Uyuklama olduğu an kendine bile insan malik olamaz. Allah’ın burada سِنَةٌ وَلَا نَوْمٌؕ (sinetün ve lâ nevm), Allah için gaflet ve uyuklama yoktur denmesi şunu ifade ediyor. Böyle olan kişinin yüzde yüz kudreti yoktur. Böyle olan kişi kâinatı devam ettiremez. Kainatın varlığının devamı için öyle bir Allah ki diri ve diriltmesi ve aynı zamanda yönetimi hiç değişmeyen bir Allah’tan bahsediyoruz.
Buraya kadar Allah‘ın vasıflarından bahsetti. Allahü la ilahe illallah dedi. Sonra el- Hayy ve el-Kayyum isimleri ile Allah’ı tanımlamış oluyoruz. Diğeri olan sen, diriliği devam edersin, sonra, senin ve ezeli ve ebedi olan tek diri ve diriltme ve yönetme vazifen hiçbir türlü değişmez. Çünkü sende bir uyuklama ve gaflet olmaz. Şimdi başka bir konuyu anlatacak.
Şimdi şefaat konusuna geldi. Şefaat konusunda insanların bir algıları var. Bu dönemde de var fakat o dönemde çok yaygın. Diyorlar ki şu tanıdığınız çok iyi adam, ya da şu putunuz çok kıdemli bir put, onlar bize şefaat eder. Bunlar bizi Allah’a yakınlaştırır ve aynı zamanda da biz bunlar sayesinde cennete gideriz diye düşünüyorlar. Ama Allah şöyle diyor:
وَلَا نَوْمٌؕ لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِؕ مَنْ ذَا الَّذٖي يَشْفَعُ عِنْدَهُٓ اِلَّا بِاِذْنِهٖؕ
Burada sadece siz değil göklerde ve yerde olan her şey O’na aittir diyor ve sonra bambaşka bir tasavvura geçiyor. Buradaki anlayış Ayet-el Kürsi ‘nin çok can damarı olan bir bölümü. O’nun izni olmaksızın şefaat edecek kimmiş diyor. Söyleyin bakalım böyle bir şey olabilir mi. Burada bir nefiy cümlesi var, olumsuzlama var. Bu bir iddia. Diyorlar ki muhakkak ki putlar bizi Allah’a yakınlaştırır diye bir inançları var. Niye böyle düşünüyorlar, uzak bir Allah inançları var. Allah’ın Kaf Suresi 16. ayette buyurduğu üzere şah damarından yakın olduğunu anlamıyorlar. O’nu anlayamadıkları için de bir aracı bulmayı hissediyorlar. Birileri onlara aracı olacak. Burada bu inancın yanlışlığı ortaya konuluyor. Burada bakıyoruz Elmalılı bu kavramdan bahsediyor.
Tüm sebeb O, tüm gaye O, herşeyin maliki olan O; Allah'ın mülkü olan bu yaratıklardan kimin haddi ki Allah'ın izni olmaksızın yüce huzurunda şefaat edebilsin, bu halde hangi budaladır ki Allah'ın emri olmadan bunların birinden şefaat dilenebilsin. Çünkü Allah yukarıların aşağıların, önlerindekini ve arkalarındakini, geçmişlerini, geleceklerini bildiklerini ve bilmediklerini bilir, O'nun ilminden gizli hiçbir şey yoktur. Bunlar ise O'nun bildiklerinden hiçbirini bilemezler. Ancak dilediği kadarını kavrayabilirler. Bu bakımdan bizzat O'nun izni ve emri olmadıkça herkes başından korkmadan nasıl şefaate kalkabilir. Herhangi bir şeyde ister bir parça tasarrufa kimin yetkisi olabilir. Ancak bu, O'nun iznini ve emrini almış sevgililerinden olabilir. Bilindiği üzere şefaat hürmete layık birinin kendinden düşük bir diğeri hesabına rica ve yakarma ile yardım ederek O'na katılması demektir ki, bu bir bilinmezi bildirmek veya bir isteği ortaya çıkarma ile bir beraberlik anlamını kapsar. Bunu da kendini ve kıymetini bilen ve şefaat olunan kimseye şefaat istenenden daha çok bir ilişkisi bulunan ve zarar getirmeyeceğinden emin olan kimseler yapabilir. Oysa Allah'ın mülkü olan şu yaratıklardan herhangi biri ile Allah'tan daha çok birlikte bulunmaya ve O'na bilgiçlik satmaya ve ilerisini gerisini tamamen idrak etmeden ve önünü ardını hesap etmeden ilâhî huzurda kendine bir mertebe verip de şefaate kalkışmak, gerek şefaat eden ve gerek şefaat olunan için ne kadar tehlikelidir? Eğer Allah bildirmemiş ise şefaat edecek olanın hâli, şefaat edilecek olandan daha çok endişeye değer olmadığı nereden bilinir? Bu hâl içinde, isterse melekler ve peygamberler olsun, kimdir o ki Allah'ın izni ve güç vermesi olmadan önünü ardını hesaplamayıp Allah'ın kullarına Allah'tan daha çok sahip çıkma, koruma yetkisini kendinde görsün de şefaate cesaret edebilsin. Ancak Cenab-ı Hak dilerse, özel veya genel şefaate ilâhî irade çıkar da kendilerine bildirilmiş bulunursa o başka... Demek ki yüce Allah'ın ululuğundan şefaat umulamaz değildir. Fakat şefaat da herkesten önce O'nun kendi elindedir ve O'nun izni ve emri ile gerçekleşebilir. O zaman şefaat kapısı açılır. Ve şefaat etmesine izin verilenler kendi dilediklerine değil, yine Allah'ın dilediklerine şefaat imkânını bulabilir. Bundan anlaşılır ki önce, hak tanımayan Allah düşmanlarının kendilerine şefaat etmesi umulan bir Allah dostu bulabilmelerine, bunun gibi müşriklerin putları gibi ilim şanından olmayanların şefaatçı olabilmelerine, asla ihtimal yoktur. Sonra kendisine izin verilebilecek her şefaatçinin şefaat sınırı da Allah katındaki derecesi ve o oranda elde edebileceği izin ve gücün kapsamı ile uyumlu olabilecektir. Bu bakımdan eninde sonunda izin çıktığı zaman en genel biçimde şefaat sahibi, yukarda peygamberlerin makâmları hakkındaki ilâhî açıklamadan anlaşıldığı üzere, hepsinin üstünde "sâhib-i derecât" (dereceler sahibi) olan Resulullah, peygamberlerin en üstünü olabilecektir. Bu konudaki naslara göre, Cenab-ı Hak O'na şefaat için izin isteme yetkisini de bahşetmiş ve en yüksek peygamberlik makamı, "Şefaat-ı uzmâ" en büyük şefâat makâmı olmuştur ki, Makâm-ı Mahmud'a şefaat hadisi gelecektir. Allah öyle bir ilim ve saltanat sahibidir ki, hükmünün tecelli yeri olan kürsüsü bütün gökleri ve yeri geniş geniş tutmuştur. Yerlerde ve göklerdeki bütün varlıklar ve cisimler içinden, dışından hep bu kürsü ile kuşatılmıştır. Herbirinin kıyamı (ayakta durması) onun içindedir. Bu arada hiçbir nokta bulunmaz ki, orada yüce Allah'ın kürsüsünün hükmü geçerli olmasın. Yeryüzünün içinden çıkamayan insanlar onun yerleri, gökleri kuşatmış kürsüsünü nasıl kavrarlar. "Onlar Allah'ı, gereği ve lâyıkı biçimde takdir etmediler. Halbuki kıyamet günü bütün yeryüzü O'nun tasarrufundadır. Gökler O'nun kudretiyle dürülmüş olacaktır. O müşriklerin ortak koşmalarından yüce ve münezzehtir". (Zümer, 39/67)
İmam Gazali’nin anlattığı gibi, görme engelliler fili tanımlıyorlar biri bacağını tutuyor koskoca bir sütundur diyor, biri hortumunu tutuyor, fil koskoca bir hortumdur diyor, bütünden görmeyince gördüğümüz parça üzerinden değerlendiriyoruz. Ve Hazreti Ebu Bekir’e atfedilen bir söz var, kavrayamamak kavramanın ta kendisidir. İnsan bir yere kadar kavrayabiliyor. Çünkü aklın sınırları var. Zihnin sınırları var. Ne kadar bilişsel düzeye genişlerse genişlesin o genişleyen bilişsel düzey üç boyutlu bir sistemin içerisinde genişliyor. Bu cihetle Allah‘ın bildiği gibi bilemeyiz. Allah‘ın gördüğü gibi göremeyiz. Ancak dilediği kadarını kavrayabiliriz, bize gösterdiği kadarını kavrayabiliriz. Bu açıdan bizzat onun bildirdiklerinden bilebiliriz. Şefaat hürmete layık verenin kendinden düşük birinin hesabına rica veya karma elaya yardım ederek orada Allah’tan destek beklemesi. Elmalılı hamdi yazır böyle diyor.
Zümer 43-44’te “Şefaatin tamamı Allah’a aittir” diyor. Zümer 67 de diyor ki, “onlar Allah’ı layıkı gibi takdir edemediler” halbuki kıyamet günü bütün yeryüzü O’nun tasarrufundadır. Gökler O’nun kudreti ile dürülmüş olacaktır. O, müşriklerin ortak koşmalarından yüce ve münezzehtir.
Kimseye Allah izin vermedikçe şefaat edemeyeceğinden bahsettik. Onların önünde olanı, açıkta olanı, gizledikleri her şeyi bilir. Kalplerin en gizli köşelerindeki sırları bilen Allah’tır. Mülk Suresi’nde de diyor ya. Allah kimin nereye doğru gittiğini, daha önce bilinçaltında neler olduğunu bilendir. Yani O’nun ilminden hiçbir şeye O dilemedikçe kavrayamazlar. Allah dilemedikçe anlayamayız.
Kürsî’nin de bir çok manasını veriyor Elmalılı da. Taht manasına geliyor, bir çok manaya geliyor. İkinci Abdülhamit tahttan indi dediğimiz zaman ne anlama gelir, şunu demek isteriz, tahtan yere indi anlamına gelmez. Otoritesinden aşağıya indi demek. Saltanatından düştü demek. Birinin tahttan inmesi demek otoritesinin sarsılması demek. Allah‘ın Kürsî’si O’nun otoritesini anlatıyor. Kayyum isminde de bunu bize söyledi. Ki O gökleri ve yeri gözetir ve bu O’na zor gelmez. Çünkü bu koskoca kainatı yönetir.
Bakara Suresi’nin 255. Ayeti bize Allah tasavvurunu öğretir. Kur’an‘da çok ilgi çeken bir ayet üzerinde durduk. Daha anlatacak çok şey var da ama unutmamak lazım, bu ayet bize özellikle Allah tasavvuruna nasıl inşa edebileceğimizi anlatır ve Allahın gücünü kudretini anlatır ve bu güç kuvvet kudret içerisinde El-Hayy ile diriliğin ve diriltmenin kimde olduğunu hatırlatır, Kayyum ismi ile de o dirilmenin, kendi kendine yetmenin yine sadece Allah’a ait olduğunu ve yönetmenin de Allah’a ait olduğunu anlatır. Ondan sonra da şöyle devam eder, O öyle bir Allah ki, gaflet, uyuklama, uyuma gibi insani varlıklara verilmiş vasıflardan da uzaktır. O, sizin bilmediğiniz, önünüzde olan, arkanızda olan, gördüğünüz, görmediğiniz, kalplerin en içerisinde gizli yerlerde neler geçtiğini bilendir. Ve O bütün göklerin, yerlerin idaresini yapandır. Bütün sistemleri kendi sistemleri içerisinde Ve büyük sistem içerisinde devam ettirendir. Ki O Allah yüceler yücesidir, yani siz O’nun yüceliğini tasavvur edemezsiniz. Ve O azamet sahibidir, büyüklük sahibidir.
Yorumlar
Yorum Gönder