228. Boşanmış kadınlar; kendi kendilerine üç âdet müddeti beklerler. -Allah’a ve ‘Son Gün’e iman ediyorlarsa- Allah’ın, rahimlerinde yarattığını gizlemeleri kendilerine helâl olmaz. Barışmak isterlerse, kocaları onları geri almaya daha lâyıktır. Erkeklerin kadınlar üzerinde hakları olduğu gibi, kadınların da onlar üzerinde hakları vardır. Ancak erkeklerin onların üzerinde bir dereceleri vardır. Allah ‘mutlak izzet ve hikmet sahibi’dir (Azîz, Hakîm).
Burada boşanan kadınlar kendi kendilerine üç adet süresi beklesin der. Allah’ın rahimlerinde yarattığını saklamaları onlara helal kılmaz der. Eğer hamileyse bunu boşandığı eşine bildirmesi gerekir, gizlemesi helal olmaz diyor. Eğer Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsa boşanmış da olsa bunu eşinden gizlemez. Eşleri de barışmak istedikleri takdirde o süre içerisinde onlarla evliliklerini devam ettirebilir.
Burada çok mühim, genel bir paradigmadan bahsediyor. Kadınların erkekler üzerinde, erkeklerin de kadınlar üzerinde hakları vardır. Yani sadece erkeklerin kadınlar üzerinde hakları yoktur. Kadınların da erkekler üzerinde hakları vardır. Zaten bir konuda hakkınız varsa sorumluluğunuzda vardır demektir. Bir kadın eşine karşı sorumlulukları olduğu gibi hakları da mevcuttur.
İlk önce bu kuru’ hadisesine değinelim. Kuru’ kelimesi Arap dilinde çift anlamlı kelimelerden biridir. Hem bir manası temizlenmektir, bir manası da adet görmektir. İki anlama geliyor. Fıkıhta farklı sonuçlara varılmış. Kimi âlimler demişki, kadının iddet beklemesi demek, üç temiz dönemde beklemesi demek. Kimileri de demişki, hayır öyle değil, üç dönem âdet olduğu zaman beklemesi demektir. Kuru’ kelimesinin müşterek bir kelime olmasından kaynaklanıyor.
Ebu Hanife bu konuyu âdet görmek olarak alıyor. Bir kadın üç âdet görmesi gerekiyor diyor. İmam Şâfi ve değerleri ise üç temizlik anlamına getiriyor. Âdet bittikten sonraki temizlenme baktığını söyler. Üç kere âdet oluyor arkadan ve âdetten sonra temizleniyor ve sonra üç âdet olarak görülüyor.
Bu aslında konunun özüne yönelik bir ihtilaf değil. Konunun detayına yönelik bir ihtilaftır. Burada bu ihtilafın olmasının sebebi, zıt anlamlı bir kelimeden bahsediyoruz. Burada boşanmış eşler iddetince kadınlar bekleyecekler. Bir kadın Allah’a ve ahıret gününe samimi bir biçimde inanıyorsa, eğer hamileyse de muhakkak boşanmayı düşünüyorsa, boşanmışsa ve hamile ise onu eşine haber verecek. Burada iddeti beklemenin önemi, çocuk olacaksa bunun iyice belli olmasını sağlamak. Burada önemli hikmetler vardır.
Ayetin üç ay demesi sadece kadının hamileliğini anlaması ile ilgili bir durum değildir. Bugünün teknolojisi ile düşündüğümüz zaman bir ultrason girmenize bile gerek yok. Ufacık bir çubukla hamile olup olmadığınızı anlıyorsunuz. Şimdi burada her ne kadar çocukların belirli hale gelmesi olduğunu düşünmüş olsa da toplumsal, sosyolojik bir durum ortaya konuluyor. Bir kadının eşi ölüyor. Hemen kocası ölen bir kadının evlenmesi ya da boşandığı gibi hemen evlenmesi birçok toplumsal alanda dedikoduyu ortaya çıkartacaktır. İnsan eşinden boşandığı zaman ya da eşi vefat ettiği zaman hemen bir başka biriyle evlenmeye kalkabilmesi için zihninin bu konuda önceden hazır olması lazım. Duygusunun hazır olması lazım. Bir insan çok zor şartlarda evlenmek zorunda kalabilir. Bu ayrı bir şey. Ama burada öyle bir durum olmadıktan sonra psikolojik ve sosyolojik olarak dediğimiz zaman olaya, insanın eşi vefat ettiği zaman ya da eşinden boşandığı zaman hemen evlilik yapmaya yönelmesi demek aslında kendisini fark etmeden dipsiz bir kuyu akması demektir. Her yönüyle. Psikoloji bugün ölümden sonraki yas süresini, dört ya da altı ay olarak niteliyor. Daha öncesinde yas durumunu yaşamadan kalkıp kişinin evlenmesi onun psikolojisi açısından zorluklar getirir. Toplumsal anlamda da insanlarda düşüncelere yol açar. Eşi daha yeni öldü, nasıl evleniyor derler. Burada düşünülen fikir yürütmelere, dedikodulara sebep olarak kadının daha çok yıpranmasına sebep olur. O açıdan olaya sadece kalkıp da hamile midir değil midir, bunu anlayabilmek için kocasından boşandıktan sonra üç ay beklemesi gerekiyor diye düşünmek yanlıştır. Zaten kadın hamile hissettiği gibi ya da onunla alakalı belirgin bir şey olduğu gibi onu eşine boşanmış olsa da bildirmesi gerekiyor. Ölüm durumunda bildirmesi gereken bir şey yok. Çocuğun sorumluluğu artık anneye kalmış oluyor. Ama burada Allah insanı psikolojik ve toplumsal olarak korumaya alıyor.
Evet insanız, nefis taşıyoruz. Evliliğinden belki boşandı ve iki ay sonra biriyle tanıştı ve sonra hemen evlenmeye karar verdi. Bekle biraz, insanlarda bir zan oluşturma diyor. Çok mu önemli, tabii ki önemli. Bir toplumun içerisinde yaşıyoruz. Toplumdan azade bir varlık değiliz. Tabii ki toplumun içinde bazı kurallar var ve olmalı da. Dünün normları belki çok katıydı ama bu günün normları da artık o kadar şeffaflaştaki ilkeler, kriterler yok olmaya başladı. Utanma duygusu yok olmaya başladı.
Yapmakta olduğum bir araştırmada öğretmenlerle yaptığımız mülakatlarda çocuklarla ilgili gözle görülebilen değişiklikler olduğunu söylüyorlar. Kullanılan argoların sayısında çok artış var. TikTok yüzünden bir çok kötü davranış akımları ortaya çıktı. Evet özgürlük diyoruz ama özgürlüğün sorumluluğunu bilmeyen insanların kullanması gibi bir şeyden bahsedemeyiz. Dört yaşında bir çocuk camdan atladığında başına ne geleceğini bilmiyorsa, onun camdan bakmasını izin vermeyiz. Bu onun özgürlüğünü kısıtlamış olmamız anlamına gelmez. Onu güvene almış oluruz.
Kadın üç ayda beklediği zaman ne olacak diyoruz. Kadın psikolojik anlamda kendisine bir tahlil etmiş olacak. İkincisi de sosyal çevresine, daha öncesinde eşini aldatıyordu gibi yanlış izlenimler vermemiş olacak. Bu açıdan çok önemli olduğunu görüyoruz.
Demekki bir kadın eşinden boşandığı zaman üç ay bekleme zorunluluğu var. Bu sadece fizyolojik işlevsellik bir beklemek değil, bunun psikolojik ve sosyolojik tarafları ile olmasıyla alakalı. Şunuda anlamış olduk, kuru’ kelimesi Arapçada iki zit anlamları ihtiva eder. Birbirine zit anlamlar. Biri temizlenmek biri de âdet görmek. Fıkıh ekollerinde bu yüzden biri de âdet olarak saymak diğeri de âdet süresi temizlik olarak niteler. Bu arada kadının boşandıktan sonra en az ortalama üç ay beklemesi gerekir. Hemen evlenemez. Sadece hamile kalması ile alakalı bir durum değil. Bunun en önemli tarafı Kadının psikolojik sağlığı ve toplumsal olarak. Kocaları eğer barışmak isterlerse o dönemde kadın öncelikle eşine dönmelidir. Ayrıldığı kocası barışmak isterse doğru olan öncelikle evliliğini onunla devam etmesi der.
Bu ayet 128. ayetin genel bir paradigması vardır. Diyor ki, aslında kadın erkek ilişkilerinde çok önemli bir ilke getiriyor Allah. Nasıl kadınların kocaları üzerinde meşru hakları varsa, kocaların da kadınlara meşru hakları vardır. Yani hak ve sorumluluklar karşılıklıdır. Zemahşeri şöyle bir örnek veriyor. Nasıl kadın ekmek yaparsa erkek de ekmek yapmak değil de gider onun için odun toplar.
Eşit sorumluluklar yoktur, eşit haklar yoktur. Birbirine denk sorumluluklar, birbirine denk haklar vardır.
Bu dönem, kadın cinayetlerinin olduğu, kadınların hiçe sayıldığı bir dönemde, kadının annelik tarafının hiçe sayıldığı, sadece başarı endeksli, feminist ve ateist söylemlerin inşa ettiği bir kadın profili döneminde biz görüyoruz ki çok devrimsel bir ifade geliyor. Bu devrimsel ifade sadece doğu toplumlarında değil, batı toplumlarında da çok önemli. Batı toplumlarındaki kadın haklarını da çok büyütmemek lazım. Çok göstermelik haklar olduğunu da görüyoruz. İstatistiklere baktığımız zaman, batıda da kadının ne zor durumda olduğunu görüyoruz. Kuran’ın bu ilkesine bugün çok daha fazla ihtiyaç duyuyoruz. İhtiyacımız ne, kadının da erkeğin de birbirine üzerinde hakları ve sorumlulukları vardır. Aslında burada aile hayatından bahsediyoruz. Aile bireylerinin birbirlerine olan haklarına riayet etmelerinden bahsediyoruz. Kadının insandan ve kuldan öte bir hakkının olmadığını görüyoruz. Erkeğin de insan ve kul olmaktan başka bir hakkının olmadığını görüyoruz.
Bu ayetlerin indiği dönem batı için korkunç karanlık bir dönem. Böyle bir dönemde kadının insan mıdır değil midir diye tartışıldığı bir dönemde, kadının adının esamisinin bile okunmadı bir dönemde Allah kadının da erkeğin de duyguları üzerinde hak ve sorumlukların olduğunu ortaya koyuyor. Bu bir manifestodur. Bu büyük bir reformdur. Biz burada şunu anlıyoruz, zaten Hucûrat suresi, “Allah katında en üstünüz takva sahibi olanınızdır” diyor, ne erkek ne de kadın.
Demekki kadının kadın olması cihetiyle kul olması onun için önceliklidir önemli olan. Erkek için de. Sonra erkek diyor ki, erkeğin erkek olma hasebi ile farklı bir hakkı daha var. Burada denklik bozuldu mu diye sorabilirsiniz. Hayır burada erkekler için kadınlardan farklı olabilecek derece şu, burayı yukarıdan bağımsız bir ayet olarak okur bizim insanımız. “Erkeklerin kadınlar üzerinde bir derece hakı vardır” kısmını okur. Ya da Nisa Suresinde “erkekler kavvamdır” ayetini okur. Burada şundan bahsediyor. Bir kere konu, boşanmış kadınlarla ilgili. Hanımını eşini boşanmış bir adam. Öncelikle eşine dönme önceliğini kendisinde bulundurması ve ailesinin saadet ve selameti için önemlidir. Burada Allah ona bir hak daha veriyor. O kadınla evlenme hakkı öncelikle eski kocasına aittir diyor. Süre bitmiş olabilir, iddet müddeti bitmiştir. Artık talakı bâyin olmuştur. Böyle bir talakta Recî tlak’a dönmüştür ve kesin bir boşanma vardır. Bir erkeğin eşine dönmesi en güzel olandır. Eğer erkek eşine tekrar dönmek isterse ve eşi kabul ederse bunun güzel olduğunu söylüyor. Kadın tekrar mihir isterse, bu kadının şartı ve hakkı olur. Bu durumda ayetin her iki durumda da anlaşılması mümkündür. Erkekler daha derecelidir diye ayetin başına bakmadan anlaşılabilir. Ama burada erkeğin sorumluluklar açısından daha fazla derecesinin olduğundan bahsediliyor. Sonuçta fizyolojik ve psikolojik olarak farklı donanımlarla yaratılmışız. Bu donanım farklılığı aile içerisinde birbirini tamamlıyor. Ama eşler bugün birbirine, birbirini tamamlama hususiyeti ile bakmayıp, birbiri ile rekabete girmeleri, aslında orada “ben-sen” olayına kaymaya başlıyor. Halbuki evlilik müessesi ve aile olmak demek, bir bütünün içinde hareket etmek demektir.
Sonunda da. Allah Aziz’dir ve Hakim’dir olarak ayeti bitiriyor. Boşanma konusunda hüküm veren Allah’tır, Toplumun dinamikleri açısından ve ailenin ayakta kalması açısından hüküm koyan Allah’tır diyor. Çünkü insan kuralsız yaşayamaz. Hayvanlar kuralsız gözükse de, hayvanların da fıtratlarına yerleştirilmiş olan fıtratlar vardır. İnsanların dışındaki alem statiktir. Ama insan dinamik yaratılmıştır. Dinamik yaratıldığımız için de özgürlükleri farklı anlamlandırabiliyoruz. Bu açılan hukuksuzluk özgürlük değildir. Kurallarla hukuk sağlanır. Bu cihetle Allah, kadının erkek üzerinde, erkeğin de kadın üzerinde sorumlulukları vardır.
229. Boşama iki keredir; (ondan sonra ise) ya iyilikle tutmak ya da güzellikle salıvermektir. Onlara verdiklerinizden bir şeyi geri almanız size helâl olmaz; karı-koca, Allah’ın koyduğu sınırlara riayet edemeyeceklerinden korkarlarsa başka... (Üçüncü şahıslar olarak) siz de onların, Allah’ın koyduğu sınırlara riayet edemeyeceklerinden korkarsanız, o halde fidye vermelerinde bir vebal yoktur. Bunlar Allah’ın koyduğu sınırlardır; onları aşmayın. Kim Allah’ın koyduğu sınırları aşarsa, bunlardır işte zalimler!
Çok farklı bir konuya geldik. Konu bir kadının erkeğin boşanmasından bahsediyor. Bir ayet öncesinde bir erkeğin kadına boşadığı zaman kadının bekleme süresinden bahsediyordu. Bu ayette ise kadının da boşanma hakkının olabileceğinden bahsediyor. Öncelikle şunu söylüyor. Boşanma ikidir diyor. Çok yanlış bir uygulama var. Erken iki dudağı arasında bırakılmış, sanki erkek istediğini zaman boşanır gibi bir anlayış var. 3’ten dokuza kadar diye zaten bir anlayış yok. Bunun kitapta yeri yok. Bir kişi eşine boşayabilir. Boşadıktan sonra da, -Kuranî boşanmadan bahsediyorum- bir kez boşar. Sonra iddet biter. Sonra eğer vazgeçerlerse tekrardan bir araya gelebilirler. Kesin biçimde kestirip atılmaması gerektiğini anlıyoruz. Bir kadın âdetken bir adamın boşamaması gerektiğini söylüyor. Temizlikten sonra da eşi ona yaklaşırsa yine beklemeleri gerekiyor. Temizlendikten sonra yaklaşmaz ve aralarında bir yakınlık oluşmazsa o zaman bir kere boşar. Üzerinden bir ay geçer. Kadın âdet görür ve tekrar geçer. Ve eğer birleşmek istemiyorlarsa üç ayrı zamanda düşünür ve kararını verir ve boşanmış olur.
Kur'an'a göre ric‘î” ve “bâin” olmak üzere iki çeşit boşanma vardır. Kur’an ve Sünnet’e uygunluk açısından ise “sünnî” ve “bid‘î” kısımlarına ayrılır.
1. Ric‘î talâk. Erkeğin yeni nikâh akdine gerek kalmadan iddet süresi içinde eşine dönebildiği boşamadır. Boşanmanın bu çeşidinde bir veya ikinci talâk olması gerekmekte, eşlerin fiilen karı-koca hayatı yaşamış olmaları aynı zamanda boşamanın bir bedel karşılığında yapılmaması gerekmektedir. Bir de ve Hanefî mezhebine göre sarih ya da sarihe yakın belli lafızlarla gerçekleşmesi gerekir.
2. Bâin talâk ise eşlerin tekrar bir araya gelebilmesi için yeni nikâh akdinin gerekli sayıldığı boşamadır.
Hayatın bir gerçekliği var. Boşanmak Allah’ı sevmediği iş. Hayat barış varsa savaş da var. Kuran hayatın gerçeklerini dışlamaz.
İslam hayatla karşı karşıya durmaz. Hayat ele yan yana durur.
Siz hayatı karşınıza alırsanız hayatı doğru yaşayamazsınız. Savaş hayatın doğasında var. Bunu inkar edemeyiz. Nasıl bir duruş sergileyeceğimizi belirlememiz gerekir. İslam insanın doğasında olan gerçekleri meşru bir kanala kanalize eder. Boşanmak da toplumsal bir problemdir. Hristiyanlıkta bu yasaktır, bazı doğu dinlerinde de yasaktır. Boşanmanın da yasaklanması insan fıtratına aykırıdır. Bu, dakika başı boşanmak anlamına da gelmez.
Şunu unutmamak lazım, kadın için zulmün iki ayaklısı, hiç yaşayamayacağı bir adamla yaşamasıdır. İçinde merhamet yoktur, şevkat yoktur, saygı yoktur, artık o ev cehenneme dönüşmeye başlamıştır. Burada Allah insana bir alan açıyor. Kur’an-ı Kerim de Allah velilere hitap ediyor, eşleri muhatap sayıyor. İyice muhakeme edilmesini istiyor. Evlilik bağını bağlayan toplumda hukuki olarak merci veli olabilir, yargı olabilir, ama bugünün toplumunda bunun hukuk olduğunu biliyoruz. İkinciye tekrar evlilik yapılacaksa tekrar mihir verilmesi gerekir diyor Allah.
Ayrıca burada çok farklı bir olaydan bahsediyor.
Sahabeden bir hanım Cemile binti Abdullah, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi veselleme geliyor ve diyor ki, Ya ResulAllah ben eşimin ahlakı hakkında hiçbir şey diyemem. Çok güzel ahlaklı bir insan. Ama ben onu sevemiyorum. Ben onun dini hakkında, ahlakı hakkında ona hiçbir şey konduramam. Fakat onu sevmediği için onun ahlakı ile ilgili olumsuz bir şey söylemiyor. Ama ben onu görünce ben ondan hoşlanmıyorum, onu çok çirkin görüyorum diyor. Kadın adaletli bir kadın. Hakikaten Kuran’ın bu örneklerinin çok öenmli olduüunu düşünüyorum. Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem, biraz daha devam etmez misin diyor. Kadın da, Ya ResulAllah bunu Allah mı söylüyor diyor. Peygamber Efendimiz, yokdiyor ben sadece öneriyorum diyor. Kadında diyor ki, o zaman ben ayrılmak istiyorum. Kadında çok net. Kuran’da Kadının erkeği boşanması ile alakalı gelen ilk ayettir. Kadının erkeğin de boşanmasının meşru olduğunu anlatan bir ayettir. Buna İslam’da “hul’u” denir. Böyle bir kavram var. Yani kadının boşanması konusunda böyle bir söz ver. Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemme, Sabit bana bir bahçe vermişti o zaman mihir olarak. O zaman akti bozan kadın olduğu için aktin getirdiği mihri, yani bu bahçeyi erkeğe vermesini ister Peygamber Efendimiz. Hatta bahçeyi geri ver deyince kadına, Hz. Cemile derki, üstüne de vereyim mi ya Resulallah der. Demekki kadının hiç sevgisi kalmamış. Çok net bir kadın. Medeni cesareti de yüksek bir kadın. Yalın bir şekilde ifade ediyor. Ve ondan mehir olarak aldığı bahçeyi ona geri iade ediyor. Bu ayet İslam fıkhı otoritelerince kadının boşanma hakkına delalet ettiğini söylüyorlar. Eğer kadının kocasına başarsa, o zaman kadın öncelikle mahkemeye müracaat etmesini söylüyor. Ama olaki mahkemenin olmadığı bir durum varsa, kadın eşini fıkhî olarak boşar. Ve kocasına mihrini geri iade eder.
Burada şunu sorabiliriz. Neden İslam fıkhı genelde boşanmalarda hemen yargıyı devreye sokmaz. Çünkü Karı-koca meselesi özeldir. Eşlerin birbirine rezil rusvay etme söz konusu olabilir. Herkes Hz. Cemile kadar adil olmayabilir. Hazreti Cemile gerçekten çok adil bir kadın. Evet eşinden hakikaten hoşlanmıyor. Eşinden tam anlamıyla boşanmak istiyor. Gelip anlatırken eşi hakkında, eşinin ne kadar ahlaklı, ne kadar inançlı, ne kadar iyi bir insan olduğunu öncelikle ortaya koyuyor. Ondan sonra eşi ile alakalı olarak ben onunla daha bir arada durmak istemiyorum, bana hoş görünmüyor diyor. Ama kendisini hoş görünmediği için, ama eşimin de bu hataları var, zaten ahlaki olarak da bu problemleri var, diyerek adaletsiz bir tavır takınmıyor. Eş ilişkisi çok mahrem bir ilişki. Bu açıdan ne olursa olsun kimsenin kimseyi rencide etmemesi lazım. Burada hak alma durumu söz konusu. Kadınların erkekler üzerinde erkeklerin de kadınlar üzerinde hakkı var. O hakkın bilinci ile muamele etmek lazım. Ortalara dökmemek lazım. Evet boşanmak kolay bir karar değildir. Ama boşanırken bir durum yaşanıyor ve bu durumda karşı tarafın rencide olmaması lazım. Biz temizleneceğiz, aka çıkacağız diye karşı tarafa günah yüklemek gerekmiyor. Evet iki kişi anlaşamamıştır, kimse kimseye toplumsal ölçülerde de olsa ikili ilişkilerde de olsa, rencide etmemesi gerekiyor.
Biz bugün 228. ayette kadının boşandıktan sonra üç iddet beklemesi gerektiğini ve bunun da psikolojik ve sosyolojik olarak önemli olduğundan bahsettik. 229. ayette de boşanma çeşitlerinden bahsettik. Talak boşanmaktan ihtiyaç. Rici’ talak da geriye dönülebilecek bir talaktır. Erkek boşa ve sonra bir araya gelebilirler. Ama üçüncüden sonra artık rici’ talak bitmiş olur. Sonra kadın da erkeği boşayabilir. Kadının erkeğin boşanmasına hul’ diyoruz. Kadının erkeğe boşaması ile alakalı fıkıh otoriteleri 229. ayeti gösteriyor. Bu ayete göre Hazreti Cemile binti Abdullah boşanmak istediğini söylüyor Efendimiz’e (SAV). Ahlaken ve inanç yönünden hiçbir kusurunun olmadığını, ama bir türlü kendinin eşine alışamadığını, onu çok çirkin gördüğünü anlatıyor. Ve de boşanmak istediğini net bir şekilde dile getiriyor. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhivesellem “bir daha deneseydin” deyince kadın, “bu Allah’tan mı” diye soruyor. Allah Resulü de, “hayır, benim tavsiyem” deyince kadından “o zaman ben boşanmak istiyorum” diyor. “O zaman mihrini ona iade et” diyor Efendimiz. Kadın da “üstüne de vereyim mi” diyor. Kadın boşanmak da o kadar net ki üstüne vermek istiyor. Onun üzerine boşanma gerçekleşiyor. Ve buna da hul’ diyor Arapça. Demekki o zaman o günün toplumunda, kadının değerinin olmadığı bir toplumda kadına boşanma hakkının verildigini görüyoruz.
Şunu unutmamak lazım. Hepimiz kendi huzurumuz üzerinden koşuyoruz. Hepimiz kendi mutluluğumuzu önceliyoruz. Hele hele bugünün dünyasında insanın kendi üzerine kurulmuş bir dünya. Ve bencilliklerimiz de artabiliyor. Meşhur bir hikaye vardır yaşanmış. Kalabalık bir seminer grubu bir anda konuşmacı duruyor ve herkese bir balon veriyor ve herkes gazlı kalem ile üzerine adını yazıyor balonlar dağıtılıyor. Sonra 5 dakika içinde o gruptan herkesin kendi ismini bulması isteniyor. Fakat bulamıyorlar. Büyük bir kaos yaşanıyor. Herkes deliler gibi kendi adını bulmaya çalışıyor. Konuşmacı bu sefer diyor ki, Herkes bir balon alsın ve üzerinde adı olan kişiye balonu versin diyor. Ve birkaç dakika içerisinde herkes kendi balonuna kavuşmuş oluyor. Ve bunun üzerine semineri veren şunu diyor. Herkes mutluluk arıyor. Herkes huzurlu olmak istiyor. Ama şunu unutuyoruz ki bizim mutluluğumu başkasının mutluluğunda. Mutluluk ver ki mutluluk almış olursunuz diyor. Mutluluk verdiğimiz müddetçe aldığımızı unutmayalım. Dua ettiğimiz müddetçe dua edebildiğimizi unutmayalım.
Yorumlar
Yorum Gönder