YEMİN:
Yemin sözlükte sağ el, sağ ol taraf, bereket, kuvvet gibi anlamlara geliyor. Terim olarak baktığımızda bir kimsenin kararlılığını pekiştirmek ve başkalarını ikna etmek amacıyla söz ve beyanını Allah’ın adını veya bir sıfatını zikrederek kuvvetlendirerek ifade eden bir kavramdır.
Sözlükte “sağ el, sağ taraf, gerçek, ant, kuvvet, bereket” anlamlarındaki yemîn (çoğulu eymân), terim olarak bir kimsenin kararlılığını pekiştirmek ve başkalarını ikna etmek amacıyla söz ve beyanını Allah’ın adını veya bir sıfatını zikrederek kuvvetlendirmesini ifade eder. Kelimenin kök anlamından hareketle, karşılıklı söz verme durumunda tarafların sağ ellerini kullanmaları sebebiyle yeminin bu anlama geldiği zikredilir. “Vallahi şu işi yaparım”; “Vallahi şu işi yapmam”; “Vallahi borcumu ödedim” gibi ifadeler için Arapça’da yeminin yanı sıra kasem kelimesi de kullanılır. “Bölmek” anlamındaki kasm kökünden türeyen kasemin yemin anlamını kasâme kelimesinden aldığı söylenmiştir “İttifak ve dostluk yemini” anlamındaki hilften gelen half/halif ile kasem kelimesi yeminle eş anlamlı olsa da fıkıhta half yemin gibi yaygın bir terim haline gelmemiştir. Fıkıh kitaplarında ahid, mîsak, şehâdet ve azim gibi kelimelerin de yemin anlamında kullanıldığı belirtilmekle birlikte bunların örf ve niyete bağlı kullanımlar olduğu anlaşılmaktadır. Aynı şekilde adak (nezir) ifade eden sözler de niyete göre yemin anlamına gelebileceği gibi, bir kimsenin bir işi yapıp yapmama konusundaki kararlılığını boşama (talâk) ve köle âzadı (i‘tâk) gibi dinî veya hukukî sonuç doğuran bir şarta bağlamak suretiyle kuvvetlendirmesi de yemin diye nitelendirilir. “Senin evine girersem karım boş olsun, kölem âzat olsun, şu kadar sadaka vermek üzerime vâcip olsun” gibi ifadeler böyledir. Ancak bu tür yeminde şartın gerçekleşmesiyle şarta bağlanan şeyin kendiliğinden mi gerçekleşeceği veya niyete bakılarak yemin kefâreti mi ödeneceği hususunda farklı görüşler bulunmaktadır. Kur’ân-ı Kerîm’de ve hadislerde yemin kelimesi sözlük ve terim anlamlarıyla birçok yerde geçtiği gibi hilf ve kasemle aynı kökten türeyen kelimeler de çoğu yerde yemin anlamında kullanılmıştır (Kaynak: İslam ansiklopedisi).
Şu da çok önemli; sadece ve sadece yemin Allah’a yapılır.
YEMİNİN LAFIZLARI:
Yemin lafızlarından bahsetmek istiyorum.
Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor ki:
1- “Yemin edecek kişi Allah dışında hiçbir şey üzerine yemin etmesin” (Nesâî, “Eymân”, 4);
2- “Allah dışında bir şey üzerine yemin eden kimse şirk koşmuştur” (Müsned, II, 34);
3- “Allah atalarınızın üstüne yemin etmenizi yasaklamıştır” (Buhârî, “Eymân”, 4; ayrıca bk. Müslim, “Eymân”, 1-6; Ebû Dâvûd, “Eymân”, 3-5; Nesâî, “Eymân”, 1-12)
Annemin üzerine yemin olsun diyemezsin. Çocuğumuz üzerine yemin olsun diyemez. Efendimiz diyor ki “Allah dışında bir şeyin üzerine yemin eden kişi şirk koşmuştur”. Demekki yemin edilen kişi sadece ve sadece Allah’tır. Ayrıca Efendimiz buyuruyor ki, “Allah atalarınızın üzerine yemin etmenizi yasaklamıştır”. Demekki cahiliye hataları insanları atalarının üzerine yemin ediyormuş. Biz anlıyoruz ki bu Hadisler’den, “vallahi, billâhi, tallahi”; “rahmâna yemin olsun ki”; “canım elinde bulunan Allah’a yemin olsun ki”; “Allah’ın kudreti üzerine yemin ederim ki” ifadeleriyle yapılır. Allah’ın kelâm sıfatından kaynaklandığı için Kur’ân-ı Kerîm üzerine yemin de geçerli sayılmış, Allah’ın isim ve sıfatlarından rab, mevlâ, melik gibi insanlar için de kullanılabilenler üzerine yemin etmenin geçerliliği ise bazı âlimlerce niyete bağlanmıştır. Fakihlerin çoğunluğu, yemin için söylenen kelimelerden ziyade örf ve niyeti esas aldığından meselâ, “Yemin ederim, şehâdet ederim, üzerime andolsun” gibi sözleri de yemin saymıştır. Hadislerden hareketle fakihler anne, baba, oğul, peygamber, melek, namaz, oruç, Kâbe, zemzem, mezar, minber vb. şeyler üzerine yemin etmeyi haram veya mekruh kabul etmiş, Resûl-i Ekrem ve diğer peygamberler üzerine yapılan yemin ise bazı fakihlerce geçerli görülmüştür. Hz. Peygamber’in bir muhatabının babası üzerine yemin ettiğine dair rivayet ise (Müslim, “Îmân”, 9) yasaktan önce olduğu, yemin kastının bulunmadığı gibi gerekçelerle te’vil edilir. Ayrıca talâk, i‘tâk, küfür gibi neticeler doğuran bir şarta ta‘lik yoluyla da yapılabilir. “Şöyle yaparsam kâfir olayım, yahudi olayım, hıristiyan olayım” gibi ifadeler Hanefîler’le Hanbelîler’in çoğunluğuna göre yemin kabul edilirken Mâlikî ve Şâfiîler’le Hanbelîler’in bir kısmına göre yemin kabul edilmez. Küfür amacı taşımadığı sürece kişi bu sözlerle dinden çıkmış sayılmasa da çoğunluğa göre günah işlemiş olur. Bazı fakihlere göre ise bu lafızlarla kasten yalan yere yemin edilmesi küfre yol açar. “İslâm’dan başka bir din üzerine kasten yalan yere yemin eden kimse o dediği gibi olur” hadisi (Buhârî, “Eymân”, 7) bu konuda delil gösterilmiştir. Bir hususu küfrü gerektirmeyen bir günaha ta‘lik etmek ise ittifakla yemin sayılmaz. Fıkıh kitaplarında hangi ifadelerin yemin kabul edileceği ve niyetin rolüyle ilgili ayrıntılı bilgiler bulunmaktadır (Kaynak: İslam ansiklopedisi).
YEMİNİN ÇEŞİTLERİ:
Yeminin çeşitlerine bakarsak,
1- Birinci çeşit yemin yemin-i lağv. Yanlışlıkla ya da kişinin doğru olduğunu sanarak yapılan yemin. Sabah evden çıkarken şemsiyenizi aldığınızı düşünüyorsunuz. Ve diyorsunuz ki vallahi ben şemsiyemi aldım. İşte bu zannedilerek yapılmış bir yemin. Bu konuda kimseyi kandırmak diye bir amaç söz konusu değil. Kişi burada bunu yaptığına emin. Öyle zannediyor. Ya da vallahi ben sana borcunu ödedim diyor. Ya da ben sana bunu söylemiştim diyor. İşte biz buna yemin-i lağv diyoruz. Konuşma sırasında konunun yemin kasti olmadan yapılan yeminler olarak da anlatılabilir. Allah LAĞV yeminlerinizden dolayı sizi sorumlu tutmaz diyor. Burada kendini teyid etmek açısından, sözünü güçlendirmek açısından yapılan yeminlerdir. Burada düşündüğü şey şu, öyle hatırlıyor. O yüzden burada bir kasıt yok. Kimseyi kandırmak yok. Bu yemeğine yemin-ı lağv diyor.
2- Yemini Gamûs. Kasten yalandan yapılan yemindir. “yemîn-i fâcire” de denir. Gerçeğe uygun olan yemin ise “yemîn-i sâdık” diye adlandırılır. Yalan yere yemin, yemin eden kimseyi cehenneme sokacağı için “daldırmak” anlamındaki kökten gelen “gamûs” kelimesiyle tanımlanmıştır. Bu yeminin doğurduğu sonuca göre günahının ağırlığı da değişir. “Allah’a verdikleri sözü ve yeminlerini az bir şey karşılığında değiştirenler var ya işte onların âhirette bir payı yoktur. Allah kıyamet günü onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları arındırmayacaktır. Onlar için elem verici bir azap vardır” âyetiyle (Âl-i İmrân 3/77), “Bir müslümanın malıyla ilgili haksız yere yemin eden kişi Allah’a kavuştuğunda O’nun gazabıyla karşılaşır” (Buhârî, “Eymân”, 17; Müslim, “Îmân”, 218-224; ayrıca bk. Müsned, II, 361-362) meâlindeki hadis bu tür yeminin günahını ifade eder. Ancak mâsum bir kimsenin canını veya malını korumak adına yalan yere yemin etmek günah sayılmadığı gibi korunan hakkın öneminden dolayı dinen gerekli görülmüştür.
3- Yemîn-i Mün‘akide / Ma‘kude. Şartlarına uygun yapılan yemindir. “Vallahi seni ziyaret edeceğim” cümlesinde olduğu gibi geniş zamanlı olarak yapılırsa “yemîn-i mutlak” (mürsel), “Vallahi bugün yemek yemeyeceğim” şeklinde bir vakitle kayıtlı olarak yapılırsa “yemîn-i muvakkat” adını alır. Bir sebepten dolayı yapılan yemin ise (yemîn-i fevr) fakihlerin çoğunluğuna göre bu sebeple anlam kazanır. Meselâ bir kimse öğle yemeğine davet edildiğinde, “Vallahi ben öğle yemeği yemem” dese genelde bu yemin o yemekle sınırlı olur ve başka bir yerde öğle yemeği yediğinde yemini bozulmaz. Bazı âlimlere göre ise burada sebebe bakılmayıp herhangi bir yerde öğle yemeği yemesiyle yemini bozulur. Muhakeme hukukunda bir ispat vasıtası olarak yemin tevcih edildiği kişilere göre ya da îlâ, liân, kasâmede olduğu gibi konusuna göre farklı adlarla anılır. Çeşitli unsurlarla ağırlaştırılan yeminlere “yemîn-i mugallaza” denir. Bazı davalarda yeminin Kâbe’de, Mescid-i Harâm’da, Mescid-i Nebevî’de yahut camide namazdan sonra yapılması gibi kutsal bir yerde veya zamanda gerçekleştirilmesi, Allah’ın birçok isim ve sıfatı sayılarak, ayrıca topluluk önünde yahut tekrarlanarak ifade edilmesiyle güçlendirilmesi yoluna gidilir. Tarihte bir anlaşmaya uymayı sağlamak veya yöneticiye bağlılığı pekiştirmek üzere yapılan biat yeminlerinde ağırlaştırıcı ifadeler kullanılmıştır. İlk defa Emevîler döneminde Haccâc b. Yûsuf tarafından başlatılan, halifelere ve diğer hükümdarlara yapılan biatlara yemin eklenmesi uygulaması “biat yeminleri” diye bilinen bir yemin türü ortaya çıkarmıştır (örnekler için bk. Kalkaşendî, XIII, 211 vd.) (Kaynak: İslam ansiklopedisi).
Yemin bir kimsenin kararlarını pekiştirmek ya da başkalarını ikna etmek amacıyla söz ve beyanını Allah’ın adıyla ya da sıfatını zikrederek kuvvetlendirmesine anlamına geliyor. Demek yemin sadece Allah’a yapılıyor. Sayarken de üç tane yeminden bahsettik. (i) Yemin-i lağv, (ii) Yemin-i gamûs dediğimiz yeminde de yemin gerçeğe uygunsa buna yemin-i sadık deniyor. Eğer yalansa ona da yemin-i facir diyoruz. (iii) Yemin-i mun’akide ya da yemini belirli bir vakitte olursa yemin-i muvakkat. Yemin geneli kapsarsa yemin-i mutlak olur.
Önemli olan, yeminin şartında yapılmasında bir yalan yok, kasıt yok. Bu insanın kalbinde olan bir mesele. Yemini ediyor, sonradan da yemin etmiş oluyor. Bu yeminlerden sadece ve sadece Yemin-i mun’akide dediğimiz yemeğin çeşidi ile bunun karşılığını veriyoruz. Bunun karşılığı vereceğiz.
Allah Kur’an-ı Kerim de Maide suresinde 89. ayette buyuruyor “Allah sizin lağv olan yeminlerinizden dolayı sizi sorumlu tutmaz. Fakat bilerek ettiğiniz yeminler de ondan sizi sorumlu tutar. O zaman da bunun kefareti nedir. Ailenize yedirdiğiniz ortama seviyede on fakire yedirmek ya da on gün boyunca bir fakire yedirmek. Ya da bir köle azat etmektir” diyor. İlmihallerde bu nasıl yapılmıştır en zor olanı köle azad etmek, ondan başlar, köle azat edemeyen on fakiri yedirir. Durumu bana müsait olmayan da diyor ki Allah “üç gün oruç tutar. Yemin ettiğiniz de bozarsanız yeminlerinizin kefareti işte budur. Yeminlerinize bağlı kalın, sözünüz güçlü olsun diyor. Allah ayetlerini bu şekilde açıklıyor” diyor.
Yemin-i Ğamus dediğimiz şeyden dolayı tövbe etmemiz gerekiyor. Çünkü bu kasıtlı ve yalan üzere olan bir yemin. Üçüncü yemin olan yeminde bozan için üç şart söylüyor Allah; (i) köle azat etmek, (ii) on fakiri yedirmek ya da giydirmek, (iii) üç gün oruç tutmak.
YEMİNİN ŞARTLARI:
1- Akıl baliğ olacak kişiler. Sarhoş olan kişinin yemini çoğunluğa göre geçerli ama bazı âlimlere göre geçersizdir. Ama çocukken yemin eden kişi bunu aldıktan sonra yeminini bozsa kefaret gerektirmez.
2- İkincisi Müslüman olmak. Hanefi ve Maliki mezhepleri derki, Müslüman olmayan kişinin yemini geçersizdir. Ama Şafii ve Hambelilere göre mürtedin de yemini geçerlidir derler. Ödeme gücü yoksa Müslümanlığı kabul ettiği takdirde oruç tutar diyor.
3- Üçüncüsü yemin lafzını söylemek. Kişi sadece niyet etse, deseki ben bundan sonra sana yapmayacağımı yemin ediyim dese o yemin olmaz. Vallahi billahi tallahi lafızlarından birini söylemesi gerekir. Dilsizin işareti de sayılır.
4- Dördüncüsü ise kasıttır. Çoğunluk şöyle söyler. Baskı altında yapılan bir yemin, Hanefi mezhebine göre geçerlidir ama çoğunluk bunu kabul etmez.
Dört tane şartı var. Akıl baliğ olmak, Müslüman olmak, yemin lafzını söylemek, kasıt. Demekki bu dört tanesi olduğu zaman yemin gerçekleşmiş olur.
Yeminin de demekki üç çeşidi var. Yemeğinin cezai hümünü de Maide Suresi 89. ayet bildiriyor.
Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin şöyle bir hadisi var. “Çok yemin eden esnafın malı belki çok satılabilir ama Allah malından bereketi kaldırır.” Çok güzel bir uyarı bu. Çünkü insana sözü güçlü olmalı. Boş yere yemin etmek aslında insanın mürvetini, onurunu, haysiyetini aslında aşağılara çeker. Bu açıdan sürekli yemin etmek alışkanlık haline getirilmemeli. Çok önemli bir durum söz konusu olmadıkça yemin edilmemeli.
Şunu da unutmayalım. İslam toplumunda yemin-i ğamus’un kefareti bile yok. Büyük günahlardan sayılıyor. Yemine insanın ağzı alıştıkça her şeye yemin eder hale gelebiliyor. İmam Şafii‘nin çok güzel bir sözü var; “Ben ne yalan yere ne de doğru yere yemin etmedim.” der. Çok önemli bir tavır belirliyor. Ben yemin etmem diyor. Müslümanın sözü zaten güçlüdür. Ama tabii ki bazen öyle olaylar olur ki, işin içinden çıkılamaz, İnsanın başına kötü şeyler gelmesine sebep olabilir, burada yemin edilmeli zaten. Sürekli ya, hiç gereği yokken yemin etmek aslında kişinin güven problemini ortaya koyar. Demekki kişi öncelikle kendine güvenmiyordur. Sonra sözüne güvenmiyordur. Daha sonra karşı tarafa da güvenmiyordur.
İnsan sürekli yemin ediyorsa o yeminin altında kendine güvensizlik, kendi sözüne güvensizlik ve karşı tarafa güvensizlik vardır. Burada bir güven problemi vardır. Bu cihetle sürekli yemin etmek gibi bir şey söz konusu değil.
İnsan öncelikle kendi sözünü güçlü kılacak. Kendine ve sözüne güvenecek. Çok zor durumlarda yapmak zorunda olabileceğimiz pekiştireçlerdir. İlk defa devlette gördüğümüz yemin türünün de Emeviler döneminde devlet büyüklerine biat etmesi ve biyat yeminleri diye bilinen beri yemin türünün de Emeviler döneminde ortaya çıkmış olduğunu da söylemiş olduk.
Yemin etmek hüküm olarak mübahtır ancak yemini alışkanlık haline getirmek Allah’a karşı saygısızlık kabul edilmiştir. Yalan yere yeminin büyük günahlardan olduğunu söylemiştir âlimler. Hatta gereksiz yere çok yemin etmeye bir takım âlimler mekruh görmüşlerdir. Dolayısıyla yemin etmeye ve niçin yemin ettiğimize dikkat etmemiz gerekiyor.
Ayrıca şunu unutmayalım verilen yeminde ihtimalle bir şarta bağlayamazsınız. “Vallahi ben onunla görüşmeyeceğim inşallah”. “Görüşümü değiştirmezsem vallahi ben böyle yapmam” yani “yemin ederken inşallah diyen bir insana kefaret gerekmez” diyor Efendimiz (SAV). Şarta bağlıyor. İnşallah diyor. O yüzden yemin eden kimse yeminini bir şarta bağlamaz.
Ayrıca yemeğinde kullanılan lafızların yorumunda örf ve niyet de önemlidir. Hanefilere göre yemin anlamı hakkında önce örfe bakılır ve niyet önem kazanır. Yeminin anlamı hakkında önce örfi sonra dile bakılıyor. Mezhepler bunu ayrıntılı bir şekilde ifade etmişlerdir.
Ama biz en gelen anlamda bugün yemin nedir, yeminin çeşitleri nelerdir, yemenin cezası nedir, yeminin şartları nedir diye gördük. Böylece genel olarak yemin ile ilgili bilmemiz gerekenleri ifade ettik.
226. Kadınlarına yaklaşmamaya yemin edenlerin (îlâ yapanların) dört ay beklemeleri gerekir. Eğer (bu süre içinde yeminlerinden) dönerlerse, Allah gerçekten bağışlayıcıdır, merhametlidir (Gafûr, Rahîm ).
Bu konu toplumsal bir yara. Bu da bir yemin çeşidi. Bu yemin çeşidinde erkeklere dile getirdi ve o dönemin toplumsal paradigma aslında erkeğin güçlü olduğu ve yemin ile eşine bir eziyette bulunduğu, zulmettiği bir durumdan bahsediyoruz. Miladi yedinci yüzyılda düşünün. O dönemde Arap toplumunda büyük bir yara var. Sosyal bir yara. Nedir bu yara, hanımlarına yaklaşmamaya yemin edenler diyor. İslam fıkhında “ilâ” diye geçen bir olay. “İlâ” bir adamın eşine yaklaşmamak için yemin etmesidir. 225. Ayet bize genel yeminlerden bahsetti. 226. ayette ise bir adam eşine kızıyor ve herhangi bir sebepten dolayı eşine yaklaşmamaya yemin ediyor. Özellikle bu uygulama uygulandığını biliyoruz ve bunu uygulayınca eşlerine, eşleri evlenemiyor da. Kadın onun karısı gibi değil, kadın ondan başlanamıyor, kadın evin bir köşesinde ne köle, ne insan, hiçbir şey değil. Çok büyük bir toplumsal sorun. Çünkü çok büyük bir zülüm var. Erkek sınırı olmaksızın canı istediği için sinirleniyor ve ben sana “ilâ” yapıyorum bir daha yanına yaklaşmayacağım diyor. Sana erkeklik görevimi de yapmayacağım. Sen benim eşimsin ama tam olarak eş değilsin. O kadın başka bir erkek ile de evlenemiyor. Dul bir kadın gibi de muamele göremiyor. Kadınla evli. Dul olsa kadın belki başkasıyla evlenebilecek. Belki babasının durumu iyiyse babasının evine gidecek. Hiçbirini yapamıyor. Çok ortada bir yerde kadın. Tabiri caiz ise o kadın köle haline geliyor. Kocasının ağzından çıkan bir yemin ile. Bir ay, iki ay olsa iyi. Bazen yıllar bile geçebiliyor. Kadın bir köle gibi çalıştırılıyor, bir eş muamelesi görmüyor. Başka biriyle de evlenemiyor ve ortada kadın, ortada devam ediyor. Yıllar böyle devam ediyor. Kadın askıda bir halde. İnsanın onuruna hiç yakışmayacak bir durum. İşte Kur’an bu yemini tam olarak ortadan kaldırmıyor. Kur’an bunu bir sınıra koyuyor. Diyor ki o en fazla dört ay olabilir diyor. Sen eşinden ayrı durmak isteyebilirsin. Ama bu en fazla dört ay olabilir diyor. Allah bunu tasvip de etmiyor. Böyle bir şey olursa bu en fazla dört ay olabilir diyor. Bu dört ay içerisinde süre dolmadan dönerse diyor, Allah bu durumda teşvik ediyor. 226. ayet sosyal bir yarayı tedavi ediyor. Kadın evli ve özgür ama kocasının öfkesinden dolayı kadın inanılmaz şekilde özgürlüğün kısıtlanıyor. Allah burada bir sınır getiriyor. Böyle bir şey yaparsanız bile yapabileceğiniz sınır dört aydır diyor. Ya ayrılırsınız ya da geri dönersiniz diyor.
227. Şayet boşamaya karar verirlerse, Allah gerçekten işitir; ‘mutlak ilim sahibi’dir (Semî‘, Alîm).
Orada diyor ki eğer dönmezse, boşanmak da ısrarlıysa bir adam ve boşanma hususunda karar verir dilerse Allah onların gönüllerinden geçen nedir bilir diyor. Hesabını biz veririz diyor. O hanımına neden boşuyor, boşanmayı gerektirecek gerçekten bir husus var mı, canı öyle istediği için mi yapıyor, zulmetmek için mi yapıyor, mahrum bırakmak için mi yapıyor, biz bunları biliriz diyor. Kalplerden neler geçer biliriz, diyor Allah.
228. Boşanmış kadınlar; kendi kendilerine üç âdet müddeti beklerler. -Allah’a ve ‘Son Gün’e iman ediyorlarsa- Allah’ın, rahimlerinde yarattığını gizlemeleri kendilerine helâl olmaz. Barışmak isterlerse, kocaları onları geri almaya daha lâyıktır. Erkeklerin kadınlar üzerinde hakları olduğu gibi, kadınların da onlar üzerinde hakları vardır. Ancak erkeklerin onların üzerinde bir dereceleri vardır. Allah ‘mutlak izzet ve hikmet sahibi’dir (Azîz, Hakîm).
Bu ayet bugünün modern insanın da bile mesaj veriyor. Diyor ki erkeklerin kadınlar üzerinde hakları olduğu gibi kadınların da onların üzerinde hakkı vardır. Ancak erkeklerin bir derece üzerinde hakları vardır. Allah izzet ve kerem sahibidir.
Bu ayeti bu hafta kısa alacağım. Ama haftaya Allah nasip ederse bu ayetin izah etmeye çalışacağım. Biz burada çok önemli bir bilgiler edineceğiz. Şimdi kısaca anlatacağım.
Burada şundan bahsediyor. Aslında kadın erkek ilişkilerinde çok önemli bir şey getiriyor. Diyor ki, nasıl ki kadınların kocası üzerine hakları varsa erkeklerin de kadınlar üzerinde hakları vardır. Sorumlulukları vardır. Burada hak ve sorumlulukların karşılıklı olduğundan bahsediyor. Kuran burada bir ilke getiriyor. Bir kural getiriyor. Ne sadece erkeğin hak ve sorumlulukları vardır ne de sadece kadının hak ve sorumlulukları vardır. İki tarafında birine karşı hak ve sorumlulukları vardır. Zaten adalette budur. Zaten bir kişiye hak ve sorumluluklara yüklediğimiz zaman diğerinin hak ve sorumluluklarını elinden almış oluyoruz. Bir kadının hak ve sorumluklarının tamamını kocası aldığı zaman kadının hak ve sorumluluklarını ondan almış oluyoruz. Ya da erkekten. Nasıl ki erkeğin kadınlar üzerinde hakkı varsa, kadınların da erkekler üzerinde hakları vardır. Bu hukuktur. Bu hukuksal bir devrimdir. 227. ayetten sonra çok önemli bir şey gündeme getiriyor. Sen kalkıp da öfkelendin, canım sıkıldı, eşine kızdığın için ben sana ilâ yapıyorum dedin. Kadıncağıza sınırsız bir şekilde hayatını yerle bir ettin. Bunu yapamazsın diyor. Arkasından da diyor ki herkesin hak ve sorumlulukları var, hiç kimse hiç kimsenin hak ve sorumluluklarına asla elinden alamaz.
Yorumlar
Yorum Gönder