216. ayette, hoşunuza gitmese de savaş size farz kılındı. Bir şey sizin hoşunuza gitmediği halde sizin için hayırlı olabilir ayeti. Sadece şunu söylemek istiyorum. Bu ayeti âlimler, “el hayır” o Allah demişler. Hayır insanın her meselede Allah‘ın rızâsına uygun olmayı seçmesidir. Demekki hayır dediğimiz şey, insanın her konuda Allah‘ın rızâsına uygun olanı seçmesidir. Arapçada da demekki böyle ifade ediliyor. Biz burada şunu anlıyoruz, hayır insanın her konuda Allah‘ın rızâsına uygun olanı seçerek yoluna devam etmesidir. Bu perspektif ile bakabilmek, Allah hakkında hüsnüzan beslemek diye bir mana vermişler. Ne olursa olsun Allah kulunun kötülüğünü asla istemez. Allah hakkında hüsnüzan da bulunmak, 216. ayeti bize tefsir eden görüşlerden şunu söylemiş olduk. Demekki görüşlerden bir tanesi, şöyle ifade ediliyor; “El hayru fi mahtarahullah”. Yani hayır insanın her meselede Allah’ın rızâsına uygun olanı seçilmesine denir. Burada aynı zamanda, hayır Allah’ın ihtiyar buyurduğu şeylerdir. Allah hakkında hüsnüzanda bulunmak yine bu ayetin farklı tefsirlerinden bir tanesidir.
220. Dünyayı da Âhireti de (yani, işin hem önünü hem de sonunu)... Sana yetimlerden de soruyorlar. De ki: Onlar için ıslah (yani, onların işini en uygun biçimde çekip çevirmek, Allah korkusu saikiyle onları kaderlerine terk etmekten) daha hayırlıdır. Eğer kendileriyle bir arada yaşıyorsanız, onlar sizin kardeşlerinizdir. Kimin bozucu kimin düzeltici olduğunu Allah bilir!.. Allah dileseydi, sizi mutlaka zahmete sokardı. Allah, gerçekten ‘mutlak izzet ve hikmet sahibi’dir (Azîz, Hakîm).
Yani biz şunu anlıyoruz. Bir önceki ayettin sonunda Mevla buyuruyordu ki, “Umulur ki düşünürsünüz”, diyor. Neyi tefekkür edeceksiniz diyor ve sonrasında devam ediyor. Dünya ve ahiret, insan ne yaşadığını çok iyi konumlandıracak ki, dünya ve ahiretini güzel tanzim edebilirsin. Dünya ve ahiret hakkında tefekkür edebileseniz diye. Bu iki ayete birlikte düşündüğümüz zaman, Mevla bizim için diyor ki, dünyayı da tefekkür edin ahireti de. Hangisi sizin hayranıza. Hangisi sizin dünyanız ve ahiretiniz için faydalı.
Yani daha önceki ayetlerden örnekler vermiştir. Kötü örnekler vermişti. Onlar, zoru görünce, inanca baskıyı görünce hemen yollarından vazgeçenler. Bir de inançlarından dolayı beden ölenler, gayret edenler, koşturanlar. İşte diyor ki, iki tane tipoloji var. Bu iki tipolojiden biri tamamen dünyevileşmiş durumda, dünya merkezli. Bir de bir tipoloji var ki ne dünyasına, ne de Ahiretini birbirinden ayırmadan devam eder. Burada diyor ki Allah, hem dünyada hem de ahirette insan şerefli olmak istiyorsa, kazançlı olmak istiyorsa düşünecek. Ben bu eylemi yapıyorum, bu eylemi dünyada yapıyorum, beni de kimse görmeyebilir, ama bu eylemin sonucunda hem dünyada vicdanım rahat edecek mi, hem de ahrette bunun karşılığı ne olacak diye düşünmeliyiz. Hem dünyayı hem ahireti düşünürler diyor.
Bu ayette Allah Resul’üne gelip soruyorlar yetimler hakkında. Yetimler konusunun ne olduğunu soruyorlar. Deki diyor, lehlerine olan her türlü iyileştirme onlar için hayırlıdır. Daha önce cahiliye toplumu yetimlerin hakkına riayet etmiyorlardı. Ben bu yetime madem bakıyorum, her şeyi de benim o zaman diyordu. Böyle olunca, sonrasında Nisa suresinin 10. ayeti gelince haksız yere yetim malı yiyenlerin durumunu söylüyor. Bu ayet geldiğinde sahabe rahatsız hissediyorlar. Bu sefer yetimlerin malları ile ilgili bir tasarruf etmekten, onların malı ile ilgili herhangi bir tasarrufta bulunmaktan korkuyorlar. Dokunsak mı dokunmasak mı bilemiyor. Belki dokunmasa o mal kendi kendine eriyip bitecek. Velayet hakkı belki amcanın, halanın ve onlarla ilgilenmesi lazım. Böyle bir durumda ne yapılması gerektiği konusu çok önemli bir konu. Kur’an-ı Kerim, böyle bir konuda kendinizi geriye çekmeyin diyor. Geriye kalan yetimlerin malları konusunda kendinizi çekmeyin, bu konuda onlara ihtiyat göstereceğim diye yetimin malının göz göre göre erimesine, göz göre göre harcanmasına neden olmayın diyor. Ve aynı zamanda da unutmayın ki, o yetimler için önemli olan kontrollü bir şekilde davranmak. Sahabeler Allah’ın emirleri konusunda kalpleri titrediği için çok hassas davranıyorlar. Bu sefer de yetimlerin hiçbir şeyiyle ilgilenmiyorlar. Bunun üzerine bir ayet nazil oluyor. Hayır bu yaptığınız yanlış, diyor. Siz onlar üzerinde tasarruf edin diyor. Ama nasıl tasarruf edin, ihtiyatla edin. Sakın ha o çocuğun hakkını alma. Aynı zamanda o yetim yavrunun servetine göz dikme. Kontrol mekanizması veriyor. Yetime bakıyorum diye bütün serveti benimdir diyen kişinin servetini kullanma hakkı da yok, ama vasi kim ise, servete müdahele ederek onu en güzel şekilde kullanması hem çocuk için hayırdır, çünkü eriyip gitmez, hem de güzel bir yükümlülüğü yerine getirmiş olur vasi kişi.
Allah diyor, eğer aynı evi paylaşacaksanız, tabiki hesapları karıştıracaksınız. “Tuhâlitu” karışmak anlamında. Hesap karışabilir. Düşünün, bir arada yaşıyorsunuz, ev arkadaşı bile olsa insanlar, birbirlerine hesaplardan geçer. Biri yoğurt almıştır, ondan yersiniz, biri süt almıştır, ondan içersiniz. Dolayısıyla hesaplarda birbirine geçme olur. Bu hak değildir. Bile bile onun malına mülküne, ona ait olan eşyaya zarar vermedikten sonra bu hak değildir.
Diyor ki, onlar sizin kardeşlerinizdir. Yakın akrabanız da olsa, kardeşinin çocuğu da olsa, sen,n d,n kardeşindir. O zaman kardeşinin hakkını koru, gözet diyor.
“Vallahu ya’lemu minel müfsidi” yani diyor ki, Allah ifsat eden ile islah edeni birbirinden ayırır. İnsanlar sizin hakkınızda dedikodu üretebilirler. Hakikaten kötülük yapmak çok kolay. Hemen karar verir ve yaparsınız. Ama iyilik yapmak hakikaten zor bir eylemdir. Özellikle bir yetime hâmi olmak, özellikle bir darda kalmışa hâmi olmak, bunlar zor iyiliklerdir, zor eylemlerdir. Annesi olmayan bir çocuğa annelik yapmak zordur.
Çevrenizde de olmuştur, bir anne vefat eder ve erkek bir yeni bir hanım ile evlenir. O hanım çocuklara bakar. O hanımlar derki, hocam, ben çocukları büyütürken zorlanmadım ama arkamdan söylenenleri duymaktan yoruldum. Üvey anne muamelesi yapmadığım halde beni üvey anne muamelesi yaptığımı iddia etmeleri beni çok yordu diyor. Aynı şekilde tabii ki kötü olanlar da, kötü niyetli olanlar da vardır. Ama insanlar iyi niyetli ise, bir insan iyi niyeti ile bir yetime vasilik yapıyorsa, ona sahip çıkıyorsa, o mümin desteklenmeli. Orada duyarlı olmak lazım. O kişi o yavrulara sahip çıkarak annelik görevi yapmaya çalışıyor. Aynı zamanda onun malı ile ilgili tasarruf da yapıyor. Böyle bir durumda insanlar dedikodu yapabilirler, arkandan kötü konuşabilirler. Onların yaptığı şey fesat çıkarmaktır. Sen unutma ki ifsat eden ile ıslah edeni Allah birbirinden ayırır. Oradaki niyetimiz çok önemli.
Bizim kalbimizin eylemi niyettir.
Bizim niyetimiz salih ise, bir yetime sahip çıkarken dedikoduya da uğramamız doğaldır, ama çok zordur. Ama bu tür insanların yapmış oldukları kötü eylemle karşılaşmak bizi yolumuzdan ayırmamalı. Evet siz bir hayır için koşun. Ola ki insanlar bu konuda fesat çıkarsınlar. Sen yapman gerekeni yap. Fesatla islahı birbirinden ayırt edecek olan Allah’tır.
Ve, Allah isteseydi sizi yokuşa sürerdi, diyor. Yetimin malına hiç el sürmeyin derdi. Bu da mümkün olmayabilirdi. Bir taraftan bakman gerekiyor, bir taraftan da çocuğun malına dokunmayacaksın. Durumun da çok iyi olmayabilir. Burada makul ve maruf olan bir yaşamı formülize ediyor. O açıdan din insanı mümkün olmayana değil, mümkün olana davet eder. Yani din insanı ütopyaya davet etmez. Din insanı olana davet eder. Demek ki, siz o yetimlere uzak durmayın diyor. Demek ki insanlar Nisa sûresinin 10. ayeti gelince korkuyorlar. Hakka gireriz ve dedikodular olur diye korkuyorlar. Madem o yetimle aynı evdesin, hem onun malından müdahale et, hem de o yetimin de hakkını korumaya çalış diyor.
Bugün hepimiz yaşıyoruz, “tamam artık daha yardım kimseye etmeyeceğim” diyebiliyoruz. Ama ayet diyor ki, sen vazgeçme. Allah ifsat eden ile ıslah edeni ayırır. Sen bunu problem etme. Çok meşhur bir öykü vardır. Adamcağızın biri dinlenmek için atı ile bir ağacın altında oturur. Ve orada bir şeyler yemeye başlar. Ve oradan geçen bir yaya bana da birazcık su ve aş verir misin der. Adam da, tabi der ve buyur eder. Yiyeceklerden alır, ve adamın atını alır kaçar. Adamcağız arkasından seslenir. “Arkadaş, bu yaptığını kimseye anlatma çünkü ola ki bir insan bir insana yardım etmekten kaçınırlar”. Bu ayet biz de bunu çok net bir şekilde söylüyor. Siz Allah rızası için yolunuza devam edin diyor.
221. Müşrik kadınları, iman edinceye kadar nikâhlamayın. İmanlı bir cariye müşrik bir kadından o hoşunuza gitse de daha iyidir. Müşrik erkeklere, iman edinceye kadar kız vermeyin. İmanlı bir köle, müşrik bir erkekten o hoşunuza gitse de daha iyidir. Çünkü bunlar (söz, hâl ve hareketleriyle) sizi Ateş’e çağırırlar. Allah ise kendi izniyle (ve izin verdiği elçiler aracılığıyla) Cennet’e ve bağışlanmaya çağırır. O, insanlara âyetlerini açık-seçik bildiriyor ki düşünüp ders çıkarsınlar.
Genel manada, müşrik kadınları iman etmedikçe nikahlamayın diyor. Bir müşrik kadın hoşunuza gitse bile, iman eden bir cariye ondan daha hayırlıdır diyor. Burada biz şunu anlıyoruz, aynı şekilde müşrik erkeklere de diyor. Burada müşrik kadınları imana gelinceye kadar nikahlamayın diyor Allah. İyi bilin ki, kuşkunuz olmasın ki, mümin bir kul, imanlı bir köle, cariye..
Biz de bugün kölelik sisteminde yaşarken özgür olduğumuzu zannediyoruz ama bugünün sistemi insana ne dayatıyorsa onu düşünüyoruz. Örneğin, bir dönem çocuklara anne sütü zararlı dendi ve çocuklara anne sütü verilmedi. Sonra anne sütü çok yararlı dendi ve çocuklara anne sütü verildi. Bir dönem kahvaltı günün en önemlisidir dendi. Kahvaltı yapmazsanız bedeniniz size derki, kendimi tıkamalıyım, kendimi korumaya almalıyım, ve asla ben yağlarımı koruma altına alıp kilo kaybı olmamalı diyorlardı. Şimdi diyorlar ki insanlar avcı toplumlarında yaşarken asla sabah kahvaltısı bilmiyorlardı. Sabah kalkıp avlanmaya gidiyorlar ve geldikten sonra yemek yiyorlardı. Çünkü sabah kalktığınızda enerjik oluyoruz zaten. Ama biz ne yapıyoruz, hemen bir sabah kahvaltısı yapma mantığı var. Yemezsek olmaz mantığı var. Akşam üç çeşit yemezsek olmaz mantığı var. Bu değişkenler, çağın paradigmalarına göre değişkenlerdir. Bu değişkenlere maalesef mahkum kalabiliyoruz. Bize neyi dayatıyorlarsa, demekki bu böyledir deyip yola devam edebiliyoruz. Diyorlar ki deterjan kullanmak çok yararlı diyorlar ve deterjan kullanıyoruz. Halbuki hepimiz biliyoruz denizleri ne kadar kirlettiğini. Ama sistem dayatıyor. Sistem sürekli reklamlarla bize bunu veriyor. Bir müddet sonra biz bu çarkın içerisinde farklı davranamıyoruz.
Burada bize çok önemli bir perspektif öneriyor. Sen bir çarkın içinde olabilirsin. Ama hayatının kararlarını alırken şunun üzerine al; en önemli kararlardan bir tanesi evliliktir. Burada evleneceğin kişi müşrik olsa, ve onu çok sevsen, o süper biri de olsa, iman edene kadar asla onunla evlenme. Onun yerine kalkıp ve bir cariyeyi seçmen Allah katında sizin için daha hayırlıdır. Birinci mana bu. Aynı şekilde müşrik erkeklerle de iman edinceye kadar nikah yapmayan. İman eden bir köle, müşrik daha hoş bile gelse size ondan daha hayırlıdır.
İkinci mana, Zemahşeri’nin bir yorumu var. “Eme“ kelimesi boyunduruk altında olan anlamına geliyor. Yani bağlı olanlar. Orada bildiğimiz normal köle kelimesini kullanmamış. “Eme“ kelimesini kullanmış. Boyunduruk altında olan, yani bağlılığı olan anlamına gelir. Boyunduruk altında olan sadece birinin kölesi olmak değildir. Boyunduruk altında olan, mücerret düşündüğümüz zaman herkes Allah’ın boyunduruğu altındadır. O yüzden de diyor ki, senin için Allah’a bağlı, Allah’a kul olan bir kadın, müşrik olandan çok çok daha hayırlıdır. Aynı şekilde senin için, bir kadın içinde Allah’a bağlı olan, bağlılığını Allah’a yapmış olan bir erkek müşrik olan, dünyevi şartları çok yüksek olan erkekten çok daha hayırlıdır. Yani velev ki o müşrik kadın hoşunuza gidebilir. Her türlü ondan etkilenebilirsiniz, değil mi ki imanı yok. İman demek “1” demektir. Diğer her şey yanında birer sıfırdır. İman varsa 1. Yanına entelektüel bilgi gelebilir, zenginlik gelebilir, güzellik gelebilir ama iman 1’dir. “1” ise diğer sahip olunan her şey ona ekler ve büyütüyoruz. Yani imanın yanında çok entellektüel bir insan birinin yanında sıfırdır. Ve çok sağlıklı ise bir sıfır daha o 100 olur. Zengin ise bir sıfır daha … gibi gibi. Ama bu sıfırların başındaki 1’i sildiğimiz zaman o sıfırlar orada baş başa kalırlar. “1” olmadıktan sonra o 1’in yanındaki bütün sıfırlar sonu sıfıra çıkar. Başında “1” olduktan sonra yanında 50 tane sıfır olsa o önemlidir. Ama sıfırın başında “1” olmadığı zaman hiçbir anlamı ifade etmez. Başında iman var mı, “1” var mı, vereceği o insanın yaptığı her güzellik değerini arttırır. Çünkü iman başlı başına bir değerdir. Kelime etimolojisini bilmek çok başka bir mana taşıyor.
Demekki burada “eme” kelimesi köle olarak da kullanabiliriz ama bu kelimenin asıl manası boyunduruk altında olmaktır. Sevsen bile bir müşriği, iman eden, Allah’a bağlı bir kul çok daha hayırlıdır. Bunu hem kadınlara hem de erkeklere söylüyor.
Bunlar hoşunuza gitse bile diyor, sonra devam ediyor, mümin dururken kafirleri tercih edenler, bu insanlar ateşe çağırırlar diyor. Bu insanlar insana dünyevileştirirler diyor. Ama Allah’a bağlı olanı tercih ederseniz onlar daha insanı güzele çağırır. İnsanı cennete çağırır. İnsanı mağfirete çağırır.
Aslında biz burada şunu öğreniyoruz; Evlilik açısından neleri öncelediğimizi gösteriyor. Evlilikler artık kapital sistemin dayattığı şeyler. İster istemez paradigmalar, perspektifler öyle oluşuyor. Daha fazla dünyevi şeylere yöneliyoruz. Daha çok olursa ben daha çok sadaka verir canım. Tabii ki olsun, olmaması ile alakalı bir durumumuz yok. Ama imanı öncelememiz gerekiyor. Allah rızası için eş seçimine dikkat etmemiz lazım. Eş seçimi demek bir hayatı paylaşacağımız insan demek. Eş seçimi demek, çocuklarımızı büyüteceğimiz, yuvayı oluşturan çatıyı kurmak demek. Bu açıdan evliliğin temelini oluşturacak paradigmayı bize veriyor. Evlilik yapacaksanız, tercihiniz iman olsun.
222. Sana âdet halinden de soruyorlar. De ki: O, bir eziyettir. Onun için, âdet halinde kadınlarınız(a cinsel temas)tan uzak durun; temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın. İyice temizlendikleri vakit, Allah’ın size emrettiği yerden onlara varın. Allah elbette tevbekârları sever, tertemiz olanları sever.
Demek ki o dönemde Peygamber Efendimiz’e (SAV) soruyorlar. Ona bir çok soru soruldu. Şimdiki soru ise kadınların hayız halini soruyorlar. Çünkü bir çok problem yaşanıyor. Kadın adet oluyor diye, aslında antik çağı döneminden günümüze kadar olmuş bir problem. Tam olarak anlaşılmayınca insanlar buna çirkin, kötü, kirli d er. Hatta bizim toplumuzda da insan adet olunca kirliyim derdi. Bu konuda hüküm soruluyor. Çok önemli bir kelime kullanılmış. “Mehiz” kelimesi. Hayız zamanı adet mekanı anlamına geliyor. Kelime hayız mekanını ve zamanını sorarlar diyor. Kadınlar hakikaten bu konuda sıkıntı çekiyorlar. Genelde mealler, “bu bir eziyettir, bu bir sıkıntıdır” diye söylüyoruz. Zemahşeri de burada “eziyet” demiş. Aslında bu bir eziyet, zülüm anlamında değil. Bu “ezen” kelimesi kök olarak, denizin hafif dalgalanmasına denir. Deniz dalgasında nasıl ki gemi hafif hafif sallanır, kadın da adet olduğu zaman hormonları iner çıkar ve bir sallantı olur. Hatta çok ilginçtir, dalgalı ve fırtınalı bir nezide giden, başı dönen, midesi bulanan kişiye de “mu’zi” derler. O zaman adet diyor Allah, onun hormonlarının, biraz dengesinin değişmesidir diyor. Onun biraz yoran, onu biraz dalgalandıran, biyolojik ve psikolojik olarak duygularını dalgalandıran bir durumdur diyor.
Şöyle bir şey düşünebilirsiniz. Böyle bir ayete ne gerek vardı diyebilirsiniz. O kadar önemli ki. O dönemde ay hali olan kadınlarla ilgili bir sürü yanlış uygulamalar var. Çünkü yahudilere göre ay hali büyük bir pislik. Hatta Yahudilerde de kadınlar ay hali bittikten sonra giderler hamamlarda yıkanırlar. Hatta adet olan kadının eline bile dokunmaz eşler. Bırakın aynı yatakta yatmayı, eline bile dokunmaz. Adeta kadının fıtratına, var oluşuna ait olan bu durum, ki bu durum nesli için gereken bir durum, kötü bir paradigma ile onu mahkum etmişler. Kadının adet olması, bir anlamda mahkum olması. Bu geleneği de Tevrat’ta sokmuşlar. Tevrat’ın içerisinde böyle bir konu var. Resmen Yahudi anlayışına göre kadın adet olduğu zaman bir kirlenme durumu yaşar. Bir pislik durumu yaşar. O dönemde de Müslümanlar yine yahudilerle bir arada yaşıyorlar. Aynı geleneklerini devam ettiriyorlar. Medineli bir kızım Müslümanlar da bu konuda Yahudilerin yanlış telakkilerine kapılıyorlar. Ve Allah Resul’üne soruyorlar. Sadece ve sadece Allah Rasulü, onlarla cinsel olarak birlikte olmak dışında her şeyi yapınız diyor. Bu bir çok kitapta geçen meşhur bir hadis. Yahudileşme temayülünde olanlar maalesef aynı şekilde bunu devam etmiş gitmiş. Artık kim sorduysa Allah Resul’üne bu soruyu sorduklarında yüzünün renginin attığı söylüyor. Hatta Efendimiz (SAV) onların yüzüne bakmıyor. Allah Resulü’ne bir şeyler ikram ediyorlar ve Allah Resulü başını çeviriyor. Nice zaman sonra Allah Resul’ünün gönlünü alıyorlar.
Hazreti Ayşe, Allah Resulü ile beraber hacca gidiyor. Hazreti Ayşe hacca giderken adet görüyor ve ağlamaya başlıyor. İster istemez psikolojik olarak kötü hissediyor ve çünkü bir kadının adet olması, kirlenmesi demek, o dönemki cahiliye kültüründe hiçbir şekilde ibadet edememesi demek, böyle bir anlayış hakim. Ve ağlamaya başlıyor. Hazreti Ayşe ağlayınca Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellem, Hazreti Ayşe’nin başını göğsüne dayıyor. O dönemin anlayışında kadının elini bile tutmak hoş karşılanmıyor. Böyle bir dönemde Efendimiz (SAV), eşi adet olduğu için üzüldüğünden başını göğsüne dayıyor ve “Ya Aişe, bu Allah’ın adem kızlarına yazdığı bir yazgıdır. Bu fıtratınızın bir icabı. Hacda tavaf dışında bütün ibadetlerini yerine getirebilirsin” diyor. Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellem çağlara imza atan bir anlayıştan bahsediyor. Efendimiz’in geldiği dönemi düşünün. Orta Çağa girmiş dönem. Orta çağın karanlık döneminde, kadın insan mıdır, değil midir diye kilisenin tartıştığı dönemden çok çok daha önce, belki 600, 700 yıl önce, bırakın kadının insan olup olmadığını, -zaten bir nefisten yarattık, diyor- kadının adet olduğu o dönemde, “ezen” kelimesi, kayığın denizde hafif hafif sallanması gibi hormonlarının değişmesi, böyle bir dönemde, başını göğsüne dayıyor ve “Ya Ayşe bu iş Allah‘ın adam kızlarına yazdığı bir yazgıdır” diyor. Bu hadisin devamında, Hazreti Aişe derki Allah Resulü zaten cünüpken bile Allah’ı zikrederdi. Biz burada şunu anlıyoruz ki, demek ki kadının adet olması kirlenmesi demek değildir. Sadece ve sadece, fıtrat anlamında, varoluşsal özelliği olarak kadın bu dönemde biraz daha hassas oluyor, kadın biraz daha ilgiye ihtiyacı olabiliyor, bu kadar. Bunun dışında kirli olması falan söz konusu değil.
Burada onlarla ilişkide bulunmayın yaklaşımı daha çok önemli. Çünkü o zaman kadın en hassas döneminde ve hastalık kapma durumu çok yüksek. Burada korunan kadındır. Kadın temizlenene kadar kadına yaklaşmayın diyor. Burada temizlenmek demek, kirli de temizlenme anlamında değil. O durumun bitmesini ifade ediyor. Temizlendikleri zaman Allah‘ın emrettiği şekilde onlarla birlikte oldun, emri de çok önemli bir emirdir. Çünkü kadını hiçbir şekilde istemediği şekilde zorlayamazsınız diyor. Ve unutmayın ki Allah tövbe edenleri ve temizlenenleri sever. Bedenen gusl etmek gibi, iç temizliğini de sever. İçini ve dışını temiz tutanları sever. Eşine kötü bir yaklaşımla erkek bulunamaz. Bir erkek eşinden farklı şekilde birlikte olmayı istemez. Bunun fıtri bir durum olduğunu, Allah’ın Adem kızlarına bir yazgısı olduğunu, kadının ibadetlerden uzak durması gibi bir konunun söz konusu olmadığını ve tavaf dışında her şeyi yapabileceğini söyler.
Bu ayetin insanları o yanlış perspektiften kurtarmak için çok öenmli olduğunu görüyoruz. Şöyle diyenler var, Allah vahyinde buna da mı değindi diyenler var. Allah ütopik şeylere değilmez ama insani olan herşeye değinir. Beri kadın adet olduğu için insanlık dışı bir muamele görüyorsa Allah orada o yarayı temizleyecek düzgün bakış açıları oluşturulmasına yönelik bilgiler vermiştir.
Yorumlar
Yorum Gönder