Bakara Suresi 209-213. ayetler ( Keşşâf Tefsiri p. 1138-1157)

 



209. Size aşikâr deliller geldikten sonra ayaklarınız kayacak olursa, bilin ki; Allah gerçekten mutlak izzet ve hikmet sahibidir (Aziz, Hakîm).



Onlara bu kadar delil geldikten sonra yine ayağınız kayarsa; daha öncesinde de demişti ya “şeytanın adımlarını takip etmeyin” diye, hangi adımları takip ediyorsa insan o istikamete doğru yol aldığını biliyoruz. 

Burada ayette, apaçık hükümler ve deliller geldikten sonra insan tökezleyebilir. Tökezlerken de istikamet üzere olduğu zaman tökezler ve oradan kalkar. Fakat oradan bahsetmiyor. Yani Allah yolunda Allah size ikram ettikten sonra, delillerini verdikten sonra orada görmeyip de, kendi başınıza buyruk yürüdüğünüz zaman düşersiniz ve burnuna sür nerede yağış. Allah‘ın yolunu takip edememekle Allah’tan bir şey eksilmez. Allah’ım bize ne katkımız oluyor ki Allah’tan bir şey yükseltelim. Burada insan Rabbine bağlı ise, o istikamet üzerinde durmaya çalışıyorsa ona katkıdır bu. Bize bağlı olan bir durum yok burada. Bizim şerefimiz, varoluşsal olarak hayatınız Allah’a aittir. Bu cihetle Allah’a bırakırsanız siz kaybedersiniz diyor. İnsan insanlık onurunu getirir ise her türlü insanlık dışındaki hale gelirsiniz. İnanan insanlar kazançlı çıkar.  Allah‘ın insana ihtiyacı yok ama insanın aziz ve hikmetli olan Allah’a ihtiyacı var. Burada Allahın hikmetsiz bir iş yapmadığını da ortaya koyarak Allah’a siz bilirsin Allah siz bilirsiniz diyor. Allah size her türlü delilini gösterir ama sizin nereye bakmak istiyorsanız onu görürsünüz. İnanmak isteyen inanacağını tarafa bakar. İnanmak istemeyen ise inanmadığı yönden bir hayat tarzına bakar. Toplumları okutmaya çalıştığımız zaman toplumlar inançsızlık üzerine bir ortak birlik oluşturmaya başladılar. Bu inançsızlığını sonucunda da Çok farklı oluşumlar meydana geldi. Özellikle dijitalleşme ile beraber sosyal ağlarla beraber global bir köy haline gelen dünyada herkes birbirinden haberdar ve herkes birbirini takip eder oldu. 

İnsanlar artık inandıkları yolda inançlarının kurallarını takip etmek değil, birbirlerinin yaptıklarını takip etmeye başladılar. 

Bu konuda son dönemde şöyle bir tez var. Karanlığın (mahşerin) dört atlısı diye tanımları var. Günümüz insanında özellikle sosyal medya ile beraber artık herkesten haberdarız, herkesin hayatları da bizim gözümüzün önünde cereyan ediyor. Bu da kıyaslamayı ortaya çıkartıyor. Yetişkin bireylerde bile sabitelerinin bozulmaya başladığını görüyoruz. 

Mahşerin dört atlısı denilen şey ise şu; dört tane eylemden bahsediliyor ya da duygu durumundan bahsediliyor. Egoizm, psikopati, narsizim, Makyavelizm. Bilim insanları diyorlar ki, insanlar bu dönemde şu dört atlıya binmiş durumdalar. Egoizmin çok arttığını görüyoruz. Bugün egoizim ve bencil tavırların çok fazla olduğunu görüyoruz. İkincisi psikopati. Bu da artık psikopatça davranışlar. Kendisi nasıl isterse o davranışı normal gören insanların çoğaldığını görüyoruz. Üçüncü olarak narsizim davranışları, narsizmi de sosyal medyanın beslediğini düşünüyor bilim adamları. Sosyal medya ile insanları üç-beş kişi değil 2000 - 3000 kişi takip ediyor. Canlı bir dünyada insan üç bin beşbin kişiden beğenilme almaz. O yüzden narsislik damarını çok besleyen bir damar bu sosyal ağlar. Aynı zamanda sosyal medyada bir şey paylaşmadıkları zaman da insanların onları merak edeceklerini düşündükleri için paylaşımlara daha çok devam ediyorlar. 

Kur’an‘da böyle bir kavram dünyası yok, Hristiyanlıkta yok ama bugünün modern felsefenin diğer felsefelerde beraber birleşerek bize getirdiği sonucu görüyoruz. Bu sonucunda mahşerin dört atlısı olarak bizleri nereye doğru çektiğini görüyoruz. Bu dört atlı egoizm, psikopati, narsizim ve makyavelizm. Makyavelizm denen durum da şundan bahsediyor; insanların herhangi bir şey yaptıkları zaman eğer o ahlaki değilse, inanca uygun değilse ona bir kılıf geçirerek, yaldızlı bir elbise geçirerek, öyle yaptım ama bunun ahlaki tarafı da budur, diye kendini ve insanları tatmin etme çabasını görüyoruz. Kendisi yapıyorsa insanlar, yaptıkları şey yanlış da olsa bunu mübah görme eğilimleri.

Bu dört durum insanı ve toplumu bozan durumlar. Biz bugün baktığımız zaman medya ve sosyal medya ile beraber insanlardaki egoizm, insanlardaki bu davranışların çok daha arttığını görüyoruz. Demek ki günümüzün felsefelerinin bizi götürdüğü sonuç bir karanlığa doğru çekiyor. Bu karanlığa götüren de en önemli kişilik durumundan bahsettik. Dört kişilik durumu da bizi buralara çekiyor. 

Ayet aslında şunu söylüyor, Allah delillerini bu kadar açık sunduktan sonra siz diğerini tercih ederseniz, şeytanın adımlarına uyumayı tercih ederseniz, gideceğiniz yer karanlığa doğru bir yürüyüştür. Siz ne yaparsanız yapın, Allah’a bir zarar veremezsiniz. Bu eylemler ancak insanın kendisine ve topluma zarar verir. 

Yani bu ayette biz ne öğrendik, Allah’a apaçık şekilde ayetlerini gösteriyor. O ayetler öğrenilmediği zaman, insan kendi karanlığına doğru yönlendiği zaman, demek ki karanlığın dört atlısına doğru yönelmeye başlıyor. O tür eylemler göstermeye başlıyor.

Bu karanlık insanın kendi karanlığını oluşturuyor. Kendi kimliğimizden uzaklaştırıyor. Fıtrata uygun değil. İmam Maturidi’nin de dediği gibi fıtrat orijinal bir şey. Fıtrat Allah‘ın herkese vermiş olduğu, ortak özelliklerimiz olsa da herkes herkese ait olan orjinal bir şey. Bu orijinallikle beraber herkesi ortak bir zeminde yaratması. Yaratılışının formuna aykırı davranmak demek ki insana bu dört kusurlu davranışa götürüyor.


210. Galiba, bunlar Allah’ın buluttan gölgeler içinde, meleklerle birlikte kendilerine gelmesini ve işin bitirilmesini bekliyorlar?! Oysa bütün işler sonunda Allah’a döndürülür.


210. ayette Mevlam bize açık apaçık şekilde diyor ki meleklerle birlikte ve bir şeylerin geleceğini düşünüyorlar diyor. Böyle bir şey mi gözlüyorlar. Burada her şeyin akıbetinin Allah’a varacağını söylüyor. Denilmek istenen şey şu; İsrailoğulları ne dediler, biz ancak Allah’ı gözümüzle görsek inanırız. Demek ki bu bir Yahudi mantığı. Ama insanın görüşünün ne kadar dar ve sınırlı olduğunu biliyoruz. Ufak mikropları göremiyoruz, iyi ki de göremiyoruz. Mikropları görmemiz bizim için dehşet verici bir durum olurdu. Yahudiler kalkıyorlar ve Allah’ı görmek istiyorlar. Halbuki Allah ne diyor En’am Suresi’nde, O’nu gözler idrak edemez. O bütün gözleri görür ama onu hiçbir göz göremez diyor. Bu konuda Necip Fazıl Kısakürek in söylediği çok güzel bir söz vardır: kendini bile ayna olmadan görmekten aciz olan bir insanın Allah’ı görmeyi talep etmesi hakikaten bir cüretsizliktir. 

Burada şunu görüyoruz: iman etmek için biz Allah’ı görelim diyorlar. Çıplak gözle Allah’ı görmek istiyorlar. Ya Allah’ı görmek istiyoruz, ya da diyor ki bulutlardan melekler gelsin diyor. Burada anlıyoruz ki onların görmek istediği melekler değil. Bu vaat gerçekleşecek mi diye Allah denemek istiyorlar. Allah da diyor ki bütün işler Allah’a döndürülecektir.

211. İsrailoğulları ’na sor; onlara kaç aşikâr kanıt vermişiz? Kim Allah’ın nimetini kendisine geldikten sonra değiştiri(p tahrif eder; şükredeceğine, nankörce inkâr ede)rse, Allah’ın cezalandırması gerçekten şiddetlidir!



Burada İsrailoğulları ile bir irtibat kuruluyor. Bunu İsrail oğullarına sor derken, onlar da bunları yaşamıştı demek istiyor. Bir önceki ayet ile bağlantısı olan iki ayet. Bir önceki ayette Allah‘ın delillerini gördükleri halde yoldan ayrılmış ve onlar davalarını satmış olurlar diyor. Burada diyor ki İsrail oğullarına sor derken, onlar da bunu yaşamıştı. Onların akıbetine uğramayasınız. Onların yaptığı gibi Yahudileşip, Yahudi zihniyeti ile onların sonlarına doğru kendinizi yöneltmeyesiniz diyor. Onların kendilerini kötü bir tarafa çektikleri gibi siz de o tarafa yönelmeyin, diyor.

212. Dünya hayatı nankörce inkâr edenlere pek bir süslendi (inkârcı nankörler genelde varlıklı kimselerdir). Bu sebeple, iman edenlerle dalga geçiyorlar. Oysa sakınanlar Kıyamet günü kesinlikle onların üstünde olacaklar. Rızkı Allah dilediklerine hesapsız veriyor.


Burada bir görünme meselesi var. Dünya hayatını süslü görmek de bir görme meselesi. Bakış meselesi, neye nasıl baktığımız, biz neye nasıl bakıyorsak baktığımızda belirliyoruz aslında. Bir şeye ne kadar güzel dersek diyelim aslında ona güzellik veren şey bakıştır. Aynı şeye bir başkası hiç güzel değil derken, başkası için çok daha güzel bir güzellik kaynağı olabilir. “Çirkinliği baktığınızda değil bakışınızda arayın sözü” mesela. 

Ahireti görmeyen bir göz dünyaya nasıl değerlendirecek. Ahireti göremeyeceğimize göre tek bir şart konuyor, görür gibi iman etmek. Ahireti hiç göremeyen bir göz sadece dünyaya bakar. Merkez edindiği şey sadece dünyada ve o yüzden dünyevileşme başlar. Görüntü teknolojilerinin en sonları ile beraber bize sürekli dayatılan eşyalar, nesneler insanın dünyasını o kadar etkiliyor ki artık insan o nesnelerden başka bir şey hayal edemez hale geliyor. Güzellik dediğimiz kavramın da anlamı değişti diyor Byung “Güzeli Kurtarmak”  isimli kitabında, önceden güzel dediğimiz zaman erdem ve ahlak anlaşılırdı. Ama şu an bize güzel dendiği zaman belirli modeller var. Belirli bir fizik güzelliği belirli bir ev güzelliği var. Belirli şeyleri bize dayatıyorlar ve biz ona ihtiyaç duyuyoruz. Koltuk takımının böylesi güzel ise onu güzel görüyoruz. Hangi elbiseyi güzel diyorlarsa o elbiseyi güzel görüyoruz. Bu bir görme işi hangi paradigma ile bakıyorsak, hangi gözle bakıyorsak o baktığımız göze göre güzel ya da çirkin diyoruz. 

Bununla ilgili bir sosyal çalışma var. Çocuklara siyah ve beyaz çocukları gösteriyorlar ve orada sorular soruyorlar. Çirkin hangisi denince beyaz çocuğa güzel, siyah çocuğa çirkin diyorlar. Hangisi yalancı olarak gösterildiği zaman siyah çocuğa yalancı, beyaz çocuğa dürüst diye işaret diyorlar. Sizde pembe renkte bir gözlük takarsanız nereye bakarsanız her tarafı pembe görüyorsunuz. Düşüncemizin kodlarıyla görüyoruz. Ahıreti görmeyen insan sadece dünyayı görür. İhsan işte budur. Ahireti görür gibi inanmaktır. Sadece dünyada gördüğümüz güzelliklerin aslında ahiretin birer kopyası olduğunu unutmamak lazım. Ahrettekilerin bir benzeri, asılları değil. Asıllarının ahrette olduğunu bilmek lazım. 

Allah diyor ki dünyayı süslü gören kafirler iman edenlerle alay ederler. Dünyevileşmeye başlayan insan anlayamaz senin teheccğtte kalkıp iki rekat namaz kılmaya neden ihtiyaç duyduğunu. Anlayamaz senin neden tesettüre girdiğini. Çünkü dünyevileşmiş. Dünyevileşme unsuruları artık hayatını sarmış. Yine sosyal medya ile yapılan çalışmalarda sosyal medyanın kısmi haz verdiği ortaya çıkmış. Kısmi haz verince de insan tatmin olmak istiyor, daha çok kazanmaya başlıyor ve daha çok sosyal medyada geziniyor. Tam olacağım derken olamıyor ve saatler geçiriyor. Aslında sosyal medya bizi şey çok güzel gösteriyor, dünyevileşmenin, dünyanın süslü gözüktüğü bir alanı avucumuzun içinde gösteriyor. Sosyal medyaya girdiğimiz zaman makaleler okumaya gerek yok bugünün insanının sosyal medyaya dalıp birkaç saat gezinmeye başladığı zaman dünyanın süsünün ne olduğunu anlamaya başlar gelip seni alır ve hiçbir şeye sahip olamadan götüren süsler. İnsanın süse kendini bu kadar kaptırması aynı sosyal medyaya kaptırması gibi bir şey. İnsanın dünyevileşmeye çok daha kolay örnek izleyebileceğimiz bir alan var sosyal medya gibi. Elinde bir alan var ve kayıp gidiyorsun.


213. İnsanlar tek bir ümmetti ki; Allah müjdeleyici ve korkutucu peygamberler gönderdi ve onlarla beraber -insanların anlaşmazlığa düştükleri hususlarda aralarında hakemlik etsinler diye- gerçek kitaplar indirdi. Bu kitaplar üzerinde sadece, kendilerine kitap verilmiş olanlar -sırf birbirlerini çekemediklerinden dolayı, hem de kendilerine açık deliller geldiği halde- anlaşmazlığa düştüler. İşte Allah, bunların anlaşmazlığa düştükleri o hakka kendi izniyle (Kur’ân’a) iman edenleri iletti. Doğru yola Allah dilediklerini iletiyor.



Diyor ki insanlar tek bir ümmetti. Burada ihtilaf ettiler, tartışmaya düştüler diyor. Yani Allah onlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak peygamberlerini gönderiyor ama hakikati ortaya çıkartan onlarla birlikte kitaplar da indiriyor. Üzerinde ihtilaf ettikleri konularda hüküm vermek için, meselelerde ihtilaf ettiklerini görüyoruz. Allah hüküm versin diye onlara kitabı indiriyor. Allah hüküm versinler diye onlara peygamber indiriyor. Fakat bu sefer başka bir problem daha yaşanıyor. Kendisine kitap ve peygamber verilen toplumlar kendilerine apaçık Allah’ın delillerini gösterdikleri halde yine ihtilaf ediyorlar. Bu tek ümmet olan insanların bir takım ihtilafları vardır. Allah bu anlaşmazlıkları kitabı ve peygamberi gönderiyor İhtiraslarını çözsünler diye. Bernart Shaw’ın dediği gibi;

"İnsanlığın sorunlarının üst üste yığılarak neredeyse çözülmez hal aldığı günümüzde, Hz. Muhammed'e her zamankinden daha fazla muhtacız. Eğer o aramızda olsaydı bütün bunları oturup bir fincan kahve içme rahatlığı ile çözerdi." 

Çünkü vahiy kaynaklı. İnsanlar gelen peygambere ihtilaf etmeye başladılar. Daha sonra kitaba da ihtilaf etmeye başladılar. Bütün o sosyal problemlerin üstüne yepyeni bir problem daha oluşturdular. Kendilerine verilen kitap apaçık olduğu halde onda da ihtilafa düştüler. Demek insanların ihtilafa düşme sebepleri “bağiyen beynehum” Aralarında ihtiras olduğu için, kin ve düşmanlık sebebiyle ihtilaf ettiler diyor. Kendilerine kitap gönderilen o ümmetlere Allah, kitap gönderiyor, onlara düşmanlık duyuyorlar, kin duyma sebepleriyle kalkıp peygamberlere kitaplara ihtilaf ediyorlar. 

Allah’a insanlar problemlerini çözsünler diye gönderdikleri kitaba uymak yerine onda da ihtilaf edip paramparça hale geliyorlar. Bir buçuk milyarlık Müslümanlar da gene kendi arasında bir çok hiziplere bölünmüş durumda. Kiminin kendi sırasından Camii’nden kendisine seçkin bulmasından, elitist yaklaşımdan eminim kendini çok zeki ya da ne artist davranışta kendisine tabi olmasını istemezseler, cahil olanlar da varsa, kendine tabi kılma çabasında. İhtilafa düşmeleri ne oldu, Allah tekrarına ihtilafa düşenlere imanlarında samimilerse ben tekrar doğru yolu gösteririm diyor. Tekrar onların imanları olanlara hidayete tekrar getirdi diyor. Burada Allah görüyoruz ki dileyene doğru yola eriştir. Demek ki Hazreti Adem’den başlayıp insanlar tek bir ümmetti, tek bir topluluktu. Ama o bir avuç topluluk daha sonra bir takım sosyal problemler yaşadılar. Yaşanan problemlerden cevap bulamadılar. Allah hemen peygamber gönderdi kitap gönderdi. Daha sonra yine peygambere ve kitaba ihtilaf ettiler. Bu sefer Allah tekrardan kitap ve peygamber gönderdi. En son Peygamber Efendimiz’e (SAV), Kuranı Kerim’e kadar. İşte insanlığa Allah muhakkak hidayet yollarını gösterir. Hidayete vesile olacak yolları gösterir. Yeter ki insan hidayet yoluna doğru gözünü yöneltsin. Nereden bakıyorsa öyle görüyoruz. Hangi paradigma ile bakıyorsak öyle görüyoruz. 

Demek ki insanlar tek bir toplulukta. Tek bir toplumun parçalanmalarının sebebi sosyal meselelerde ihtilafa düşmedir der. Allah onlara peygamber gönderdi ama onlar gelen peygambere muhalefet oldular. Çünkü hırslarından dolayı, ihtiraslarından dolayı. Kitaba da muhalif oldular. Kitabı da önemsemediler. Hazreti Peygamber’in Kuranı Kerem’in dönemine kadar. Bu kitabın etrafında Allah toplanın diyor. Buyuruyor ki Allah Yunus Suresi nde; “İnsanların arasındaki anlaşmazlıkları çözmek için bu kitabı indirdim” diyor. Kitapların göndereme sebeplerinden bir tanesi de insanlar arasındaki ihtilafların çözmek. 



Yorumlar