193. Hiçbir kargaşa kalmayıp din Allah’ın oluncaya (yani Hakk’a dayalı hukuk sistemi oturuncaya) kadar onlarla savaşın. Vazgeçerlerse, artık zalimlerden başkasına düşmanlık yoktur.
194. Haram ay haram aya karşılıktır. Hürmetler de karşılıklıdır; dolayısıyla size saldırana siz de aynı saldırı tarzıyla mukabele edin. Allah’tan sakının ve Allah’ın muttakilerle beraber olduğunu bilin.
Herhangi bir hürmetin, herhangi bir konuda hürmet var, saygı var, o saygı duyulan, kutsal affedilen şey, ne ise o, eğer ihlal ediliyorsa o zaman siz de kısas yapabilirsiniz diyor. Burada şundan bahsediyor.
Burada saldırmazlıklar da karşılıklıdır. Şunu unutmamak lazım, hukuki anlamda olan bu saygınlıklar, hukuka binaen yapılır. Sallallahu aleyhi vesellem Mekke’den Medine’ye geçmek istediğinde çok zor bir Hudeybiye anlaşmasının yapıldığını biliyoruz... Resulullah sallallahu aleyhi veselleme 1500 kişilik bir grup ile Mekke’ye sokmadılar. Ve haram aydı. Ve hiçbir şekilde saldırmamaları gerekiyordu. Efendimizle Zilkade ayında çıkmışlardı hatırlarsınız. Haram aylarında, Zilkade, Zilhiccece, Muharrem ve Recep ayın olduğunu biliyoruz. Bu dört kamerî ayda müşrikler babalarının katilini görseler başlarını dönüyorlardı. Asla bir mukabelede bulunmuyorlardı. Bu dört ay haram olarak biliniyor. Dördüncü ay, Recep ayı Mudar kabilesi tarafından haram ilan edilmiştir. Üç ayın kimin tarafından haram ilan edildiği ile alakalı bir bilgi yok. Hazreti İbrahim döneminden olduğunu söyleyenler de var. Demekki çok kadim bir şey. Bu üç aya çok değer veriyorlar. Çok daha sonra Mudar kabilesinin Recep ayını da haram ay olarak ilan ediyor. Bu genele kimden geliyorsa, Mekke’nin Feti’nden sonra Tevbe Suresinin nüzulü ile bu hüküm kaldırılıyor. Bütün aylar aynıdır.
Kur’an bütün zamana hürmet ediyor, Dehre değer veriyor. Her zaman ve her çağda şartlar ve zemin farklı. O şartlar oluşunca bakıyoruz ki o şartlara göre davranılıyor. Ayette diyor ki, her kim size saldırırsa sizde onun yaptığını ona yapın. Tam karşılığını verin. Fakat Allah’a karşı olan sorumluluğunuzun da bilincinde olun. Allah’a karşı sorumlusunuz. Oradaki kızgınlığınız, öfkeniz size asla galeyana getirip sizi zülüm eder bir pozisyona sokmasın. Bu bugün için de geçerli. Birilerine kızıp daha sonra düşündüğümüzden daha ağır, olması gerekenden daha ağır şekilde cezalandırmış oluyoruz. Yapılan suç ile ceza birbirine denk olmalı. Cezayı verirken de ceza zülüm olmamalı. Saldırana saldırdığı gibi yaparsınız ama ondan daha fazlasını yapamazsınız diyor. Size saldırana misliyle saldırabilirsiniz diyor. Ama saldırıya karşılık vermek, cezadır, tecavüz değildir. O yüzden saldırırsa misli ile olur. Ama zarara zararla karşılık vermek değildir. O yüzden
İslam hukukunun çok önemli bir kaidesi vardır. Zarara karşı zarar verme yoktur.
Mesela bunu güncel hayata uyarlayanm. Mesela biri bizim hakkımızda dedikodu yapıyor ve bir iftira halini almış. Biz bunu çıkıp söyleyebiliriz bu bir iftiradır diye. Ama kalkıp da o insan da zaten böyleydi, çocukluğunda da zaten bunu yapmıştı, gençliğinde de böyle yapmıştı şeklinde ona zarar vermememiz gerekir. Bize zarar vermiş, bizim kendimizi temize çıkarmak hakkımızdır ama zarara zararla karşılık verilmez. Biri bizim arkamızdan dedikodu yaparsa, biz de ona dedikodu yaparak karşılık veremeyiz. Bizim konuşacağımız kişi olmamalı. Eylemin yanlışlığı olmalı. Demek İslam hukukunun çok önemli bir kuralı, zarara karşı zarar verme yoktur. O zaman biz bunu nasıl anlayacağız.
Kendimizi savunmamız en doğal hakkımızdır. İnsan kendisini savunacak. İmanı, özgürlük, inanç boyutu olabilir insan kendisini savunacak. Burada hürmete denklik esas. Ama tecavüzde tecavüze yeltenmeyeceğiz. Bugün Yahudilerin yaptığı bu işte. Kalkıyor, ben savunma yapıyorum diyerek tecavüz de bulunuyor. Eğer bir Yahudi‘yi öldürseniz, Yahudi‘yi öldüren ırkın tamamını öldürürüz mantığı hakimdir. Bir Yahudi bir dünyaya bedel. Necip Fazıl diyor ya, onlar öyle insanlardır ki, bir yumurta için dünyayı ateşe verebilirler.
İslama göre bir kişi öldürülürse, yalnızca katil cezalandırılır. Kan davası güdülmez. Ama bizim dünyamız, yıllarca değil yüzyıllarca kan davası yaşamış. Efendimiz kan davasına Veda Hutbesi’nde kan davasını tamamiyle sildim diyor. İşaya diye bir kitap var Yahudilerin. Orada bir pasaj var. Yahudi olmayan kabilelerin tümü Yahudilerin ayaklarına kapanıp onların ayaklarının tozunu yalayacaktır diye bir üstünlük mantığı var. İnsanlara goğim derler. Yabancı, öteki, kafir. Öteki anlamında. Onlardan olmayan anlamında maalesef bugün çok daha acı olan biz Müslümanlar da bunu yapabiliyoruz. Bizden değil o diyorlar. Belirli bir cemaatten değilsen bizden değil diyebiliyorlar. Bizden değil diyebilmek için, inanç olsun, ahlaki tutumlar olsun hepsinin farklı olması lazım. Burada bir dengesizlik var. Hıristiyanlarda da görüyoruz. Buradaki en büyük problem, Yahudi ve hıristiyan mantığının en büyük problemi Yahudi mantığında Yahudi Üstün ırk. Ayaklarını yalatacak kadar üstün ırk. Ama Hristiyanlık anlayışında ise, bir yanağına vururlarsa diğer yanağını çevirtiyor. İkisi de ifrat ve tefrittir. Püriten ahlak dediğimiz, bir yanağına vuruyor haksız, sen öbür yanağını çeviriyorsun. İslam böyle bir şeyden bahsetmiyor. Bir tek insan öldürüldü diye Amerika bir tek gemisine bomba attı diye 100 binlerce çocuğu bombaladığını biliyoruz. Körfez Savaşı’na düşünün. Bir yanağına vurana öbür yanağını çevir diyen bir anlayışın sonucu buydu. Hem de çocukları, kadınları zulmederek öldürdüler. Burada şunu da görüyoruz aslında,
Hristiyanlık ve Yahudilik, bu teolojilerde bir ütopya var. İslam ütopya dini değildir. İslam hayatı Allah ile karşı karşıya getirmez. İslam insana bir ütopya insanı yapmaz, yaşadığı toplumun insanı yapar, en güzel şekilde yapar.
Hayatta savaş da vardır, barış da vardır. Hepsi bir vakıa. Savaş yok diye iddia edemeyiz. Efendimizin hayatından bahsederken küçük çocukların kitaplarında, savaştan bahsedildiyse bu psikolojiye uygun değil deniyor. Çocuklar öyle şeyler seyrediyorlar ki, çocukların psikolojilerini yerle bir eden sürekli saldırılar olduğunu görüyoruz. Burada şu çok önemli. Savaş da insan için, barış da insan için. İnsanın olduğu yerde kargaşada vardır, savaş da vardı, barış da vardır. Önemli olan olan savaş ahlakına uymak. Burada düşmanlık olabilir, mutlaka birileri hata yapacaktır, cinayet işleyecektir. Ama burada ihlal edilen durumu düzeltmek için, bir savunma mekanizması oluşturulması gerekmektedir. Bu şu değildir. Ben kendimi savunacağım derken, karşı tarafa olabilecek bir zulüm yapma hakkım yoktur. Biz bu zulümü, bugünün dünyasında çok gördük. Batı zihniyeti, kendilerine ait, kendi sularında bir balina öldüğü zaman helikopterler gidip kurtarıyor. Gerçi bir taraftan hayvan hakları derken bir taraftan da hayvanların hunharca öldürüldüğünü görüyoruz. Yine bir hayvanı kurtaralım derken büyük şovlar yapılıp Danimarka’da, o şovlarda da bütün helikopterler oraya iniyor. Ama gelin görün ki, insanların, ülkelerinde dünya o insanları kurtarmak pahasına, insanların hayatlarını yerle bir ediyorlar. Burada Kuran bize çok net bir ifade de bulunuyor. Evet savaş var. Savaşabilirsiniz. Tabii ki savaşın olmaması için direnin. Ama bir gün gelir ki savaşa mecbur kalabilirsiniz. İnsanın başını kuma gömmesini istemez. Buna mukabil, hayata bütün gerçekliği ile basit bakmasını ister. Hayat bir hayaller ürünü, ütopya değil. Bunu ütopya olarak görmeyip yüzleşmeyi ister. Hayatta yeri gelir büyük olaylar yaşanabilir, savaşlar olabilir, orada ne yapmamız gerektiğini varsayarsınız. Burada diyor ki bir savaş durumu olursa, sakın ola insanlara zulmetmeyin. Burada günlük hayatımızda da güncelleyebiliriz. Bugün hoşlanmadığımız şeyler olabiliyor, iftira gibi olaylar olabiliyor, çok büyük adaletsizliklere duçar olabiliyoruz, hepimizin başına gelebiliyor, hepimiz çok yanlış söylemlerin muhatabı olabiliyoruz. Bir de son dönem insanları konformist ve modernist yaklaşımlarla herkes çok dürüst olduğunu ve dürüstlüğün istediği gibi doğruyu ortaya koyma yeteneği olduğunu düşünüyor. Ve bu da bizi nezaketten, incelikten uzaklaştırıyor. Ve ne oluyor, o bana öyle söylediyse ben de buna böyle söylerim diye insanlar karşıya göre hareket etmeye ve davranmaya başlıyor. Bir mümin karşı tarafın eylemine ve söylemine göre davranmaz. Kendine ise öyle davranır. Çok meşhur bir hikaye vardır, adamcağızın biri düşmek üzere olan akrebi kurtarır ve akrep onu sokar. Ve derler ki bilmez misin akrep seni sokacak. Neden onu kurtardın. Derki o Akrepliğini yaptı, ben de insanlığımı. Bu ayet bize insanlığımızı öğretiyor. Hakkımızı aramak var, adalete gitmek var, ama zarara zararla karşılık vermek yok. O zamanında bana neler söylemişti, ben de şimdi onun hakkında söylüyorum demek bir Müslüman tavrı demek değildir. O onun tavrı, o onun bilinçsizliği, o onun İslamı doğru okuyamaması. Bugün din üzerinden birbirimizi çok kolay yargılayabiliyoruz. Allah‘ın dini üzerinden yargıyı veren Allah olmasına rağmen çok rahat yargı dağıtabiliyoruz. Kimse kimseye zarar veremez. Allah çok net söylüyor, sınırlara uyun, takvalı olun diyor. Ayet çok net bir şekilde söylüyor ki, takva sahibi olun diyor. Düşünebiliyor musunuz insan günlük hayatında takva sahibi olur. Teheccüte kalkar, kitabını okur, evin içindeyiz zaten. Burada takvalı davranmak kolay. Gerçi bugün artık bu da zorlaştı. Elimizde olan bu sosyal medya hakikaten bize bugün evimizde de takvadan uzaklaştırıyor. Ama Allah bize diyor ki, sorumluluk bilincinde olun. Sınırlarınızı bilin. Şiblî’ye diyorlar ya, İslamın şartı kaçtır? Altıdır diyor. Nasıl yani ben beş biliyordum deyince, Şiblî, “altıncısı haddini bilmektir” diyor. İslam haddini bilmektir. Ve asla ve asla zarara karşı zararla cevap vermemektir. O yüzden çok düşünmemiz lazım. Birisi canımızı acıttı, birinden hiç beklemediğimiz bir şey gördük. Tabii ki sınırımızı çizmek lazım ama o kişiye zarar vermemek lazım. Mümin tavrı hudutlarını, sınırları bilerek devam etmek. Takva sınırlarını en üzüldüğümüz anda bile koruyabilme yeteneğini geliştirmemiz lazım. Şöyle diyor ya insanlar, ama ben çok üzülmüştüm, çok rahatsız olmuştum. Evet olabiliriz, çok rahatsız olmamız demek, insanlara zarar vermemiz anlamına gelmiyor. Ya da dilimizle incitmemiz anlamına gelmiyor. Evet hakkımız olanı söylemek, ama hakkımız olanı söylerken de zarar vermeden söyleyebilmek. Demekki biz 194. Ayette şunu da anlıyoruz, herhangi bir kutsala hürmet bozuluyorsa, orada o hürmet verilmeden yola devam etmek gerekiyor. Şimdi Ramazan, elimizi kaldıramayız değil, eğer biri bize saldırıyorsa o zaman Ramazan da olsa kendimizi savunmamız gerekiyor. Demekki kibirliye kibirli davranmak sadakadır diye bir söylem var. Hadis olduğu söyleniyor ama bence bir Kibâr-i kelam. Hürmetler karşılıklıdır, hukuklar karşılıklıdır. Eğer size inancınızdan dolayı bir insan söylemi ile eziyorsa, ortamda küçük düşürmeye çalışıyorsa, orada kendi yeteneklerinizi ortaya koyarak kibirli bir tavır sergilemek mübahtır. Hiçbir problem yoktur. Hatta sevaptır diyen de olmuştur. Kuranı Kerim kibrin beden ifadesini bile yasaklıyor. Yürürken itidalli yürüyün diyor. Kibirle, böbürlenerek yürümeyin diyor Furkan suresinde. Bize zaten kibirli davranmama emri verilmiş. Ama kibirliye kibirli davranmak nerede normalleşiyor, karşı taraf senin inancını eziyorsa, senin ahlaki değerlerine saldırıyorsa o zaman senin üstün özelliklerini ortaya koyman bir cevaptır. Orada hürmetler karşılıklıdır. Sen haddini bilmiyorsan, sen kibirli oluyorsan, ki Kuran kibirliye haddini bilmeyen der. Güçlü ve güçsüz yanlarını bilmemesi demek. İnsan ne kadar güçlü olursa olsun hepimizin güçsüz yanları var. Şu an sağlıklıyız ama 1 dakika sonra ne olacağımızı bilmiyoruz. Bir öğrencimizde olmuştu, çocuğun bir anda göz kapağı aşağı indi. Üç sene uğraş aldı. Bu bir anlık bir şey. Bir göz kapağını bile açma ne kadar önemliymiş. Demekki buradan şunu anlıyoruz. Eğer bir insan sizin hukukunuzu çiğniyorsa ve sizi mahcup edecek doneleri kullanıyorsa orada onu mahcup etmek için değil kendi yeteneklerinizi, becerilerinizi, söylemlerinizle ortaya koyabilirsiniz. Koymak da gerekiyor.
Hakikaten insanlar bazen inancınızdan dolayı sizi o kadar küçümsüyor ve saygısız davranıyor ki o zaman hiç demek istemesen de o zaman kendine övücü cümleler kurulabilir. Bu zarar verici bir cümle değil. Karşı tarafın hiçbir olumsuzluğunu dile getirmiyorum. Çünkü zarara zarar vermek. İslam hukukunda bu böyle. Karşımdakine zarar vermiyorum. Ama kendi yeteneklerimi de ortaya koyarak sen öyle düşünebilirsin ama ben de mevcut olan bilgilerimle iyi değerlendirebilirim demek istiyorum. Karşı tarafın haklarına, karşı tarafın onuruna zarar vermeden. Bu önemli. Sonuçta biz bir toplumda yaşıyoruz. Başka insanlarla da karşılaşıyoruz. İnsanlar bizleri tanıyabilir, tanımayabilir, önyargıyla hareket edebilir. Herkesin hukukunu üslubunu biz belirlemeyiz. Maalesef kibar üsluplar kullanmak yerine ağır üsluplar kullanılması tercih ediliyor. Günümüz biraz hız çağı. Modern bir çağ olduğu için kimse kimsenin mahcup olma, seküler anlayışa umursamıyor. Haya bizim için bir değer. Ama artık hayasızlık bir değer. Ne kadar hayasızsa o kadar alkışlanıyor. Şunu anlıyoruz; Haya etmek, mahcup hissetmek, bugünün modern anlayışına uymuyor. Dünya kadar düşündüğün için istediğimi yaparım felsefesi var. Ama inanan bir insan için iki dünyalı biri için, hayır bundan sonra da benim eylemlerinin değerlendirileceği bir yer var, tek hücreli bir varlık olarak gelmedik buraya. Madem ki akıl verilmiş, duygu verilmiş, söylemlerimizin ve eylemlerimizin bir karşılığı olacak, işte o zaman bunu unutmamak lazım. Haya dediğimiz şey çok değerli. Utanabilmek. Yaptığı eylemden dolayı ben yanlış davrandım diyebilmek ne kadar büyük bir erdem. Kendi yanlışının farkında olup onu değiştirmek için kendi eylemini tartmak. Ama şu an sosyal medyada görüyoruz, hayasızlık almış başını gidiyor. Modern itiraflar adı altında olabilecek aldatmalar çok rahat bir şekilde ifade edilebiliyor. Geçmişte, belki 20 yıl önce bizim ağzımıza almaya utandığımız şeyler, babannem aldatmadan konuşulunca, aman ağzımıza almayalım, uzak olsun derlerdi ama şu an çok rahat bir şekilde dile getirilebiliyor. İnsanlar gururla da yapmış olduğu haramlara, insanlara verdikleri zararları çok rahat bir şekilde gündeme taşıyabiliyorlar. Bizim kültürümüzde hatalar saklanır. Bizi insanlar süper zannetsin diye değil, diğer insanlarda da alışkanlık oluşturmasın diye saklanır. Yapılan bir araştırmada, 350 milyon insanın sosyal medya bağımlısı olduğu tespit edilmiş durumda. 350 milyon insanın sosyal medya bağımlısı olmasını da şöyle ifade ediyorlar, kendini tutamıyor, bir yolla sosyal medyasını açmak istiyor, oradaki bildirileri okumak istiyor, oradaki görsel hareketliliğin içinde olmak istiyor. Kendini bir türlü tutamıyor. Buna sosyal medya bağımlılığı deniyor. Hatta, gençlerin sosyal medyalarındaki profillerinden dolayı her on gençten birinin işe alınmadığını, reddedildiğine ve buna rağmen insanların sosyal medya bağımlılığından geriye düşemediklerinden bahsediyor. Sosyal medya bağımlılığı da şöyle bir durum, konforlu bir şey, dünyanın heryerinden oturduğumuz yerden ne yaptığını biliyoruz gibi geliyor. Herkesin hayatını bilmek, herkesin hayatını kıyaslamak mı. Daha önce Haram dediğimiz şeyleri sıradanlaştırmaya başlıyoruz. Onun için 194. ayet çok önemli bir şey söylüyor. Saygı karşılıklıdır. İnsanların yapmış olduğu saldırılara karşı kendinizi savunun, kendinizi koruyun, ama siz kimseye zarar vermeyin. Elinizden geldiği kadar zarar vermeden insanlara vereceğiniz tepkileri verin.
195. Allah yolunda infak edin (ordu hazırlığı konusunda üzerinize düşeni yapın); -kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın- ve ‘ihsan ’ üzere hareket edin (yani, bu işi en güzel şekilde yapın), ihsan üzere hareket edenleri Allah tabiî ki sever.”
195. ayette Allah yolunda infak edin diyor. Allah yolunda infak etmek ne demektir, her türlü iyilik yapmak Allah yolunda harcamak olduğunu bahsetmiştik. Allah yolunda sınırsızca harcayın. Korkmayın. Bir sahabe din hakkında anlatırlar ki çok Çok infak ediyorlarmış. Bir gün demişler ki ona, ne kadar çok infak ediyorsun böyle. O da demişki, ben mi çok veriyorum, tencere onun, kapak onun, içindekiler onun, O’nun çorbasından onun kepçesi ile dağıtıyorum demiş. Bu Allah yolunda bol bol harcamak aslında, Allah yolunda korkmadan, gelecek kaygısına kapılmadan, düşünsel anlamda da kapılmadan, rahat rahat verinin sıkıntısını giderebilmek. Birinin gönlüne dokunabilmek, birinin hastalığına dokunabilmek, bu sadece para ile olmaz. İlimle dokunmak da bir infaktır, zamandan infak ediyoruz. Sohbet etmek, bir kardeşimizle sohbet etmek infak taş. Demek ilk önce Allah diyor ki, Allah yolunda bol bol harcayın. Hiç düşünmeden infak edin. Ama sonra diyor ki kendinizi kendi ellerinizle tehlikeye atmayın diyor. Burada savaş bahse geçen bir yerde çok farklı bir şey göreceğiz. Savaş bahse geçtiğine göre kendini ölüme atmamak, kendine hiçbir türlü zarar verecek duruma getirmemek kast ettiğini söylüyor ayetleriz. Ama Eyüp el Ensari, o İstanbul’un fethine gelen, o ordunun içinde bulunan Eyüp el Ensari Bunu düzeltiyoruz. Ayeti şöyle yorumluyor. Boğa, bir çok sahih kaynağımızda da geçer. Bu ayet bu anlama gelmez diyor. Yani bir savaş var, bir kargaşa var, canıma Koray’ın anlamına gelmiyor diyor. Bu ayet bizim için nazil oldu diyor. Bu ayet ensar için nazil oldu diyor. Biz şöyle düşünmüştük, Allah İslam’ı artık yüceltti, İzlem artık yayıldı, mallarımızın da başına döndük, ailelerimizi de ikame ettik, malımızla mülkümüzde hayata devam ettik ve yolumuza koymamız bizim için yeterli diye düşünmüştük. Bu ayet nazil olunca , mala, işe, güce kendinizi verip de kendinizi helak etmeyin, yani Allah yolunda harcamamanın kendini helak etmek olduğunu anladık diyor. Allah yolunda koşturan mamanın insanın kendi eliyle kendisini helak etmesi olduğunu anladık diyor. Allah yolunda harcayamamak, Allah yolunda fedakârlık yapan olmak insanların kendini tehlikeye atmasıdır. Biz bugün bunu yaşamıyor muyuz? Biz bugün konforist yaklaşımla bunu en zirvede yaşayan bir toplum haline gelmiş durumdayız. 20 yıl öncesini düşünün. Ne büyük mücadeleler verdik. O kadar büyük mücadeleler verdik ki, ben dört kere Yükseklisans teşebbüsü yarıda kaldı, ikisi de tamamlandı. Öğretmenlik formasyonum olduğu halde öğretmenlik yapamamış biriydim. Sonra düzeldi elhamdulillah. Dışsal kaynaklara beklenti oluşturarak bunu söylemiyorum. İçsel kaynaklar insanı ayakta tutuyor. Biz şunu görüyoruz, biz rahata düştükçe çok daha rahatladık. Ver rahat daha çok ne alalım, ne yiyelim, ne giyerim, ne içerim, hangi lüks lokantada hangi kafenin kahvesi daha güzel, hangi kıyafetin markası nerede, hangi AVM leri ziyaret ederim, sosyal medyayı dolaşalım derken yorgun bir toplum haline geldik. Çünkü maddiyat insanı yoruyor. Sürekli maddi şeyler ve düşünmek yoruyor. Ve ayet Allah yolunda infak edin diyor, ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın diyor. Dünün mahkumiyeti ile bugünün mahkumiyeti arasında çok fark var. EbuEyüp el Ensari onlar o gün malına, mülküne, İşine dönmüşlerdir. İslam’dan da uzaklaşmamışlardı. Ama diyor ki bu bize geldi, devam et, gayret, koşturmaya devam et. Bugüne bakalım, bugün biz Allah’a hamdusenalar olsun, hepimiz ortalamanın çok çok üzerinde herkesin rutinin devam ettireceği hayatlar yaşıyoruz. Ama biz bu hayatlarda fark etmeden sosyal medyaya ellerimizi kelepçelemiş durumdayız. Hayat anlayışımızda sosyal medya oluşturmaya başladık. Sadece bizim değil, çocuklarımızın, o daha acı. Gençlerimizin, söylemlerine baktığımız zaman, sosyal medyadaki içeriklerin olduğunu görüyoruz. Bugün öyle biri sosyal medya saldırısına muhatabız ki, farkında değiliz ama bunlar birer saldırı, ahlaki saldırılara muhatabız, inançsızlık saldırılarına muhatabız, hayasızlık, cesaret ,ce varoluş ve cesareti, dışsal dayanaklar, içsel kaynaklar, bunların hepsi birer bombardıman olmuş durumda. Sürekli sosyal medyada oluşturulan içeriklerle bu algılar bize yüklenirken biz şunu zannediyoruz, Allah’a çok şükür namazımızı kılıyoruz, gerekiyorsa Ümremize de gidiyoruz, Pandemi de olsa 1.02 dersimiz de var, bunlar bizim çabaladığımız şeyler değil. Bunlar hayatın içerisinde sıradan şeyler. Ekstra gayret etmemiz gerekiyor. Ekstra ne yapabileceklerimizi düşünmemiz gerekiyor. Eğer bizim çocuklarımız, gençlerimiz, ortaokul lise çocuklarımız diyorlarsa ki, Allah bunu emretmiş ama bunun karşılığı bugün yok yani genç ya da yetişkin Allah’ı tanımıyor demektir. Allah‘ın isimlerinin farkında değildir. Allah’ın kudretinin, farkındalığı yoktur. Aynı zamanda o gördüklerimiz fark etmeden sadece orada olur diye algılardık. Eskiden burnumda etim var, biraz da estetik yaptırsam olur mu diye soruyorlardı. Şu an estetiğin yok mu diye yazar kılıyorlar. Yapılan çalışmalardan birinde, Barbie bebeklerle alakalı, Barbie bebeklerin daha çok satış yapabilmesi için biliyorsunuz renklerini siyaha da çevirdiler, başörtü de taktılar, rahibe de çevirdiler... Ama yapılan çalışmalar şunu gösterdi, Barbie bebek ile büyüyen kız çocukların, İleride daha çok obsesif oldukları, daha çok yeme bozukluk lıkları, Bulimiya ya da anoreksiya gibi yeme bozukluklarına maruz kaldıkları, psikolojik olarak çok daha hızlı zedelendiklerinde bunun sonucunda da çok fazla estetik ameliyatlarına talep olduğunu gördük. Ben 20-30 yıl öncesinden bahsediyorum. Barbie bebek zihinlerde şöyle bir üretimi yaptı, güzel olan bu, güzel anlayışı bu. Halbuki biz güzeli yücelikten ayırdık. Güzeli yücelikten ayırınca, güzeli güzelliğinden de etmiş olduk. Güzeli yerinden kaldırmış olduk.
Yorumlar
Yorum Gönder