Bakara Suresi 189-192. ayetler ( Keşşâf Tefsiri p. 1061-1071)

 


Dersin ses kaydı

189. Sana hilâlleri soruyorlar. De ki: Onlar insanlar için, özellikle de hac için birer vakit ölçüsüdür. Evlere arka taraflarından girmeniz ‘iyi’lik değildir. ‘İyi’lik ; ancak müttakî olan(ın yaptığı)dır. Evlere kapılarından girin Allah’tan sakının ki, felâha eresiniz.



O günün insanı ayın evrelerine göre hareket ediyorlardı. Ayın evrelerini merak ediyorlardı. Bununla alakalı olarak bölge insanının o dönem coğrafyasında göğe tutkun olduklarını biliyoruz. Çöl insanı fıtri olarak gök ile dost halinde. Mesela denizciler gibi. Göğe bakarak karar veriyorlar. İkinci olarak mecburen yolunu da gök ile buluyor.

Ayla hesap yapan insanlar aya bakarak ayın kaçıncı günü olduğunu biliyorlar. İnsan için hayatlarını düzenleyici bir takvim. Gökyüzüne bakarak ayı anlıyor. Biz de ayın 13, 14, 15’i mi olduğunu anlayabiliyoruz. Ya da hilale göre ayın en başını belki anlayabiliyoruz biri mi, ikisi mi diye. Bu ayı takip ile alakalı bunun dışında da ay yeryüzünü etkileyen de bir mekanizma. Eğer ay olmasaydı dünyamızda birçok felaketin olacağını biliyoruz. Meyvelerin renklenmesi gibi birçok olay aile oluyor

Ay ile dünya arasında bir iletişim olduğunu biliyoruz. Aynı zamanda hurafe de birçok yaklaşımda olmuş ay ile ilgili. Burada şunu görüyoruz ki, bütün bir çerçeveyi değerlendirdiğini zaman Peygamber Efendimize (SAV) de gelip hilali soruyorlar. Diyorlar ki Ya Resul Allah bu hilaller nedir diye soruyorlar. Oda diyor ki o vakit ölçen bir şeydir. İnsan için zamanlamaya yarayan bir ayet. 

Biraz ay ilgili bilgi vermek istiyorum. 

Ay gerçekten ilginç bir yapısı var. Ay dünanın dörtte biri kadar çapı var sekizde biri kadar da kütlesi var. Dünya çevresinde bir yörüngesinin 27 gün 7 saat 43 dakikada tamamlıyor. ... Bir ayı Yaklaşık 29.53 güne tekabül ediliyor. Ayı tamamlarken bir yörünge izliyor. Bu yörünge de kurumuş hurma dalı gibi incecik bir eğriliği var. Aynı zamanda ağırlık merkezi geometrik merkezinden 2 km kadar dünya tarafına yakın. Bu nedenle de ayın dünyaya bakan yüzündeki yerçekimi aksi yüzündeki çekiminden daha fazla. Bu çekim ilginç olaylar oluşturuyor. Med-cezir gibi. Dünyanın kendi çevresinde dolaşarak günde iki kez denizlerin tekrar yükselmesine sebep oluyor. Orada gidip seyrede biliyorsunuz bu Mac cezir olayını 

Ayet bize diyor ki, Hilaller aslında insanın takvim anlamında zamanı belirli bir plan dahilinde almasıdır. Ölçeklendirmesidir. Sonrasında evlere arkasından girmek önemli değildir diyor. Ama aslında şunu da görüyoruz. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi veselleme hilalleri soruyorlar. Sanki Efendimiz de şöyle bir cevap veriyor ayet. Sizin sormanız gereken çok konu var. Hayata ait çok konu var. Peygamber Astroloji üzerine astronomi üzerine eğitim almış biri değil. Genel şeyler söyleyebilir. Asıl adap, ölçü, hayata dair sorular sorun. Ay takvimi her dönem ibadet yapmayı sağlar. Güneş takvimine göre biz oruç tutuyor olsak sabitlenir. Güneş takvimine göre orucu Ocak ayında olmuş olsaydık sürekli Ocak ayında oruç tutuyor olacaktık. O zaman hep Kışta tutmuş olacak. Zamanın belli bir kısmı. Ama bir sene boyunca her mevsiminde oruç tutuyoruz. Bu o kadar önemli ki. Mesela Ocak ayında tuttuğunuz Oruçlar dörtbuçuk beş olmadan iftar yapıyoruz. Yazın tuttuğumuz Oruçlar da dokuzlarda iftar yapıyoruz. Kışın tuttuğumuz Oruçlar da imsak altıda oluyor. Ama yazın erken imsak yapıyoruz. 5-6 saatlik bir vakit ile hemen ertesi günün orucuna geçiyoruz.33 sene içerisinde Devirdaim yapıyoruz. Ergenlikten sonra 33 sene ömrü olan biri senenin her evresinde oruç tutmuş oluyor. Hacca da en sıcakta da gitmiş oluyor, kışın en rahat dönemde de gitmiş oluyor. Burada ayet bunu söyledikten sonra başka bir mesaj veriyor. Aslında bu verdiği mesaj, evleri arkasından girmeyin kapıdan girin diyor. Bu belki bizim için sıradan olabilir. Bunun üzerinde çok konuşulacak bir şey yok gibi düşünülebilir. Şimdi biraz tarihsel bilgi vereceğim. 

Pandemide biz şunu gördük. Biz Müslümanlar sağ elimizle taharet yapmayız çünkü yemek yeriz. Sol elimizle yaparız tahareti. Bu çok da önemli değil diye tartışılır eskiden. Pandemi de bunun ne kadar önemli olduğunu gördük. Bir elimizi temiz tutarak diğer elimizi kullanarak bu sünnetin ne kadar önemli bir sünnet olduğunun farkına vardık. Halbuki normal hayatımızda Sağ eli ve sol elle evet yıkıyoruz ama çok da önemli gelmiyordu bize. 

Rivayete göre Mekke bölgesinde o dönem iki kısım insan var. Kast sistemi gibi. Harem’in dışındaki topraklara hill deniliyor. Harem denilen topraklar ise Cami’nin olduğu büyük alana deniyor. Harem bölgesi içinde yaşayanlar torpilli oluyorlar. Homs dediğimiz kişiler oluyor bu insanlar. Daha sofu olanlar, Allah’a daha yakın olanlar. Daha özel insanlarız diyorlar. Bu hususlar ihrama girdiklerinde de başkalarından daha özel insan oldukları için başkalarına kendilerinin daha aristokrat olduğunu görüp göstermek için böyle kaba bir softalıkları var. İhramlı iken evlere kapılarından gelmiyorlar. Kendilerinin farklı olduğunu düşünerek kalkıp evlere gelmiyorlar ve dışardan giriyorlar. Bunu da bir üstünlük durumu olarak gösteriyorlar. Sizin değerini belirleyen kendi bakış açınızla, kendinize yüklediğinizde yer değil. Sizin kendinize yüklediğiniz değer ile kendi korkunuzla yapmış olduğunuz eylem sizi yukarı çıkarmaz diyor. Asıl insan için iyi olan, düzgün olan adabı uyumasıdır. Evlere kapısından girmek demek evet benim bir sınırım var demek. Karşı tarafında sınırına uyuyorum demek. Karşı tarafın sınırlarını ve kendi mahremiyetimizi korumak için... İyilik budur diyor. 

Ayı araştırabilirsin, bunlar seni geliştirebilir. Ama bu iyilik değildir diyor. İyilik insan ilişkilerinde ölçülere uyumaktır. Kapıdan girmek demek sadece evlerin kapısından girmek demek değildir. Kimse kimseden üstün değil, isterse hoca olsun, isterse başbakan olsun kapısını vurmak zorundadır. Çünkü onun mahrem bölgesidir. Biz burada şunu anlıyoruz, herkes herkesin sınırlarına riayet etmek zorunda. Kimse kimsenin hayatına istediği yerden müdahale edemez. Herkesin kapıları olmalı, herkesin sınırları olmalı, bizlerde kendi sınırlarımızı rahat ettiğimiz gün başkalarının sınırlarına riayet etmeliyiz. Ama asıl iyilik, toplumsal hayatta sınırlara uymaktır. Adabı oymaktır. Kimsenin sınırlarını çiğnememektir. Çok net bir şekilde bize bunu anlatıyor. 

İbni Arabi farklı bir mana veriyor. Kalplerinizin evlerine arkalarından, maddi ve manevi isteğinizle kalp evlerinize girmeniz iyi davranış değildir diyor. Kalplerinize içerisine girmek için bedeni duyguları kullanıp giremezsiniz diyor. Kalbin arkası bedene bakan taraftır. Lakin iyi davranış, asıl korunan kimsenin davranışıdır. Duyguların ilgi alanlarından, hayalin tasavvurlarından ve nefsin vesveselerinden sakınan kimsenin davranışlarını duyar. Evlerin kapılarından girin, kalbe ruhun tarafından girin. Bir kalbe girmek için manevi anlamda o kalbe girmek lazım. Kalbinin kapısı hakikate açılan kapıdır. Hakikati açılan kapıdan girmek için de maddi kapılar dan geçerek hakikat kapısına girilmez diyor. 

Asıl önemli olan toplumsal iyiliklerdir. İnsanların birbirlerinin ölçülerine riayet etmesidir. Kimse kimsenin kapısını çalmadan eve giremez, kimse kimsenin izni olmadan konuşmamalıdır arkasından. Hiçbirimiz izni olmadan başkasının arkasından konuşmaması gerekiyor. Kapılara dikkat etmemiz gerekiyor. Nasıl ki evin kapısından girip arkadan geliyorlardı ve Allah bunu menediyor. Aynı zamanda bir insan hakkında konuşmak ve onun hayatına arkadan müdahale etmektir. 

189. ayet bize önemli bir adabı öğretiyor. İnsanların ölçülerine sınırlarla uyun demektir. Mahremiyetin alanlarımızdan azaldı eskisine göre. Eskiden evlerin camları daha küçük. Şu an ise camlar daha büyük ve tül ve perde hayatımızdan çıkar oldu. Evlerin mahremiyet alanları olmalı.

190. Sizinle savaşanlarla Allah yolunda siz de savaşın. Ancak haddi aşmayın; çünkü haddi aşanları Allah gerçekten sevmez.


Burada savaşla ilgili olan bu ayette deniliyor ki savaşla ile ilgili bir ilke geliyor. Hiçbir ilkenin tanınmadığı, hiçbir sınıra riayet edilmediği bir dönemde Kuran geliyor, vahiy geliyor ve düşmanlarla ilgili sınırlar koyuyor. İnsanın kendi toplumundaki ilişkilerini belirlemede zordur belki ama orada sınırlar koymak biraz daha kolaydır. Kendi sınırları ve toplumsal düzenin hayatın düzeni ile alakalı. Ama gelin görün ki, düşmanla olan sınırı koymak. Ve görüyoruz ki burada “savaş her şeyi meşru kılmaz” diye bir paradigma oluşturuyor. Biri ile savaş halinde olmanız demek, her şeyi yapmanızı meşru kılmaz diyor. Ayet çok net bir şekilde savaş her şeyi meşru kılmaz, mübah yapmaz diyor. Çok net Allah bir savaş hukuku, bir savaş ahlakı getiriyor. Savaş adabını öğretiyor. Öldürürken dahi haddi aşmamayı söylüyor. Kimseye eziyet edilmemesini bildiriyor. Bu hakikaten çok önemli. Çünkü bugün biz görüyoruz ki ülkeler birbirleri ile savaştığı zaman insanlara, hayvanlara, oradaki doğaya inanılmaz derecede zararlar veriliyor. İnanılmaz derecede hukuk çiğneniyor. Halbuki biz biliyoruz, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin irtihalinden sonraki o irtihal etmeden Hazreti Peygamber Üsame’ye ordunun görevini verdiği zaman daha sonra Hazreti Ebu Bekir’in hilafetinde o da ona veriyor. O orduyu göndermeden önce Hazreti EbuBekir savaş ahlakını ortaya koyan maddeleri ona sıralıyor. 

Kaçanlara dokunulmayacak, ihtiyara dokunulmayacak, ibadet yapanlara dokunulmayacak, asla yeşillikler bozulmayacak, toprak bozulmayacak, hayvanlara eziyet edilmeyecek
 

diye on maddelik bir bildiri veriyor. Savaşın da bir ahlakı var aslında. Evet savaşırsınız ve onun da bir ahlak olduğunu ayet çok net bir şekilde gösteriyor. Burada şunu da görüyoruz, izin verilen savaş, savunma Savaşları. Birilerine saldırma savaşı değil. Burada İslam’da çok önemli, savunma savaşı olduğunu görüyoruz. Saldırı savaşı olmadığını görüyoruz. Maalesef bugün Afganistan’ın halini görüyoruz, Suriye, Irak, zaten Arap coğrafyasının ne halde olduğunu görüyoruz. Ayrıca Afrika coğrafyasında ne halde olduğunu görüyoruz. Güçlü olanların güçsüz olanlara her türlü baskıyı, her türlü şiddeti uyguladığını görüyoruz. 

Maalesef İnsan yaşarken insan olduğundan utandığı birçok şeye şahit oluyor. Şu anda biz biliyoruz ki Suriyeli mülteci 10.000 çocuğun Avrupa’da kayıp olduğunu biliyoruz. 10.000 çocuk Avrupa’ya göç etmiş, ama bu 10.000 çocuk yok. Nerede oldukları bilinmiyor. Hangi mafyanın elinde oldukları, hangi mafya tarafından, hangi ticaret sahasında kullanıldıkları bilinmiyor. Muhtemelen biliniyordur da üstü kapatılıyordur. Ve çocukların, kadınların nasıl eziyet gördüklerini yakinen şahit olduk. 

Bir daha anladık ki, İmanı olmayan yerde ifsat oluyor. İman olmayan yerde merhamet kalmıyor. Düşünebiliyor musunuz, Irak’taki askerler Amerika’ya döndükten sonra bir kısmının intihar ettiğini biliyoruz. Nasıl eziyetler yaptılar insanlara. İtiraf edenlerden kimileri öyle söylüyor. Herkes yaparken ben de yaptım diyor. Yoksa ben bunu yapacak insan değildim diyor. İnsan zalimin yanında zülüm devam ederken o da o zalimliğe katılabiliyor. Hakikaten bugün biz birçok zulmün yaşandığını görüyoruz. Hiç de pişmanlık duymadan insanların kolları, bacakları kopan yavrular, anne babalarını kaybeden çocuklar ve onlara savaş olup da o çocuklara sahip çıkılmıyor. Ama İslam’ın savaş ahlakında yetim çocuklara sahip çıkılır. Öksüz çocuklara sahip çıktılar. Aynı kendi evlatlarına sahip çıktıkları gibi sahip çıkarlar. Biz bugün İslam’a daha çok bağlanıyoruz. İnsanların bu zulümlerini gördükçe anlıyoruz ki İslam insana değer veriyor. İslam insanı koruma odaklı bir din. Herkesi koruma odaklı. Diyelim ki savaş durumu, ihtiyara dokunma diyor. Hatta Hazreti EbuBekir’in maddelerinden biri vardı, ola ki yaralandı, kaçamıyor, ona da dokunma diyor. Düşünebiliyor musunuz bir gün savaştasınız, yaralanmış karşı taraftan olan kişi, onu öldürebilirsiniz aslında ama bir daha dokunma diyor. Zaten yara almış ona bir daha eziyet etme diyor. İnsanın merhamet tarafını yukarıya çıkartıyor. İslam bizi saldırı savaşlarından menediyor. Savunma savaşlarını anlatıyor. Saldırı savaşını emreden ayetlerle Bu ayetlerin nesh edildiğini söyleyen âlimler olsa da halbuki kimi zaman saldırı savaşları da olmuştur. Duruma ve ortama göre. Ama savunma Savaşları da olmuştur. Biz burada şunu çok iyi anlıyoruz. Savaşa izin veren ayet kendisinden önce barışı önceler. Ve savaşı olan yerde savunma savaşını emreden bu ayette saldırıdan da menediyor. Evet kendini korunsun ama ihtiyarlar, çocuklar, din adamları, kadınlar, savaş erbabı olmayan kimseyle savaşma diyor. Ama biz bugün görüyoruz. Batı ya da Çin gibi ülkelerin baskı yaptığı ülkeler ya da dağıtım, tarumar ettiği ülkelerde insanların savaş erbabı olup olmadığına bakılmıyor. Herkese saldırılıyor. Ama bu ayet çok net bir şekilde saldırı yapılmaması gerektiğini söylüyor. Sabırlı olmak gerektiğini söylüyor. Ve savaş olduğu zaman da, müminleri yönetenlerin karar vereceğini ve yönetenlerin bu kararı verirken de çok dikkat etmeleri gerektiğini bildiriyor bu ayet. Demekki bir savaş durumunda eğer savunma savaşında ya da bir savaş veriliyorsa savaş erbabı olmayanlara dokun olmaması gerektiğini söylüyor bize. Asla hududu aşmayın diyor. Karşı taraf düşman da olsa sen hududu asla aşma. Hayvanların da canını acıtma, hayvanları da telef etme. Tabiat örtüsünü bozma. O kadar önemli ki. Nasıl bir hırs bu, birileri birbirlerine saldırırken hiç gerisini düşünmeden saldırıya devam ediyor. Orada insanlar ölüyor, hayatları darmadağın oluyor, paramparça hale geliyorlar. Bugünün modern dünyası, bu kadar modern bir dünyadan bahsediyoruz, en çok mültecinin yaşandığı bir zaman dilimini yaşıyoruz. İnsanlar oradan oraya göçmen olarak hayatlarına devam ediyorlar. Normal ülkelerinde yaşarken, problem yokken, birilerinin saldırısı sonucunda insanlar hayatlarını parçalanarak bir yerlerden bir yerlere mahkûm oluyorlar. Gittikleri yerde de istenmiyorlar. Bizden değiller, bizim rızkımıza engel oluyorlar gibi birçok şey düşünülüyor. Ama Allah burada savaşsanız da düşmanımız da olsa asla karşı tarafa zarar vermeyeceksiniz diyor. O yüzden ayetin sonunda Allah haddi aşanları sevmez sayar. Sınırlarınız çok net olsun. Aslında biz burada şunu da öğreniyoruz. Ayet burada ülkeler arasında olan sınır saldırıdan ve savunmadan bahsediyorken aslında bireysel savunmadan da bahsediyor. Bireysel savunmadan şöyle bahsediyor. Birileri bizim hakkımızda kötü şeyler söyleyebilir. Biz bundan çok rahatsız olabiliriz. Buna karşı savunmaya geçerken saldırmadan savunmak. Benim hakkımda nasıl böyle der diye o kişiye saldırmak yerine savunmayı zararsız bir şekilde atlatmak.  

191. Ve onları yakaladığınız yerde öldürün. Sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. (Hangi ayda olursa olsun, farketmez. Çünkü) kargaşa, adam öldürmekten beterdir. Ama onlar sizinle savaşmadıkça, Mescid-i Haram’da siz de onlarla savaşmayın. Ancak onlar sizinle savaşırlarsa, onları öldür(mekten çekin)meyin! İnkârcı nankörlerin cezası budur çünkü!

192. Eğer vazgeçerlerse, Allah gerçekten bağışlayıcıdır, merhametlidir (Gafûr, Rahîm ). 



“Onları nerede yakalarsanız onları öldürün ve sizi çıkardıkların yerden siz de onları çıkartın.” Burada karşı karşıya geldiğiniz yerde demek istiyor. Onları buldum, düşmanı buldum öldürmek değil. Onlarla karşı karşıya geldiğiniz yerde öldürün diyor. Emir açık. Onların çıkardığı yerden sizde onları çıkartın diyor. Çünkü gerekçe şu, baskı ve zorlama. İnanca yönelik baskı. Burada fitne, inanan insanların inancına yapılan baskı ve zorlamadır. Bu baskı ve zulüm ölümden daha şiddetlidir. İnanca baskı olduğu zaman ölümden daha ağır, problemli zamanlar yaşıyor. Fitne dediğimiz şey, bir baskıdır aslında, bir kargaşadır. İnanca yönelik yapılan baskıyı ya da zulmü ya da inanç özgürlüğünü hiçe saymaktır.  

Fitne kelimesi: Etimolojik olarak altını potada ayırmak için ateşte eritmeye deniyor. Altını posasından ayırmak için ateşte erimeye fitne deniyor. Altın Saflaştırma işlemine fitne deniliyor. Demek ki insan imtihana tutulduğu zaman altın gibi saflaşıyor. Allah insanı bir imtihana soktuğu o zaman fitneye düştüğü zaman, orada ne kadar özümüzü görebileceğimizi görüyoruz. Kaç ayar altın olduğumuzu görüyoruz. Herhangi bir fitne olduğu zaman altınımızın ne kadar saf, halis olduğunu görüyoruz. Onlarla savaşmanın gerekçesi nedir diyor. Yani inanca yapılan baskıdan bahsediyor. Öyle bir zülüm altında olur ki, bu insanı küfre götürür, bu öldürülmekten daha beterdir. Çin’in yaptığı zulmü düşünün. Uygur Türklerine yaptığı zülüm, kendileri de öyle söylüyor, ölümden beter. Ramazan gününde, okullarda, kurumsal yerlerde öğle vaktinde domuz eti servisi yapılıyor. “Fitne öldürmekten beterdir” ibaresi çok şey anlatıyor bize. Çünkü kargaşa çıkartır. Her şeyi berbat eder. O yüzden şunu da çok iyi bilmek bazen, bir söz söyleyeceğimiz zaman ne olacaksa unutmayalım ki bu kardeşimizi öldürmekten daha kötü bir şey yapıyor olabiliriz. Sözümüz fitneye kayacak mı diye çok düşünmemiz lazım. Bir mümine baskı ve zulüm uygulamak onu öldürmekten beterdir. 

Bir mümin hakkında büyük dedikodulara, iftiralara mahal vermek, onu öldürmekten daha ağır bir eylem olduğunu unutmamak lazım.

Her insanın temel haklarından biri, inanma özgürlüğüdür. Her türlü tehtit, tecavüz, insan için öldürülmekten beterdir. Çünkü ne olacağını bilmiyoruz, ne yaşanacağını bilmiyoruz. Çünkü insana insanlık anlamını veren şey inançtır.  İnsanın inancına baskı yapmak, zulmetmek, onun özgürlüğünü hiçe saymaktır. Ölen bir insan ölmüştür. Ama bir insanın inancına baskı yaptığınız zaman onun hayatının anlamını elinden aldığınız zaman, bu ölümden daha beterdir. Ayette sonra devam ediyor. Mescidi Haram’da emrettiği  o kutsal yerde onlar sizinle savaşmadığı müddetçe siz de onlarla savaşmayın diyor. Çok önemli. Bulunduğunuz yerde karşı karşıya geldiğinizde savaşıyorsanız eğer onları öldürün. Ve saldıran kişilere meşru müdafaa öngörüldüğünü de görmüş olduk. Eğer sizinle savaşırlarsa o zaman öldürün diyor. İnkârın da direnenlerin cezası budur diyor. Ve Allah inanca yönelik zulmü ve baskıyı kabul etmiyor ve bunu altını çizmiş olduk. Ama eğer de vazgeçerlerse Allah da onları af ve mağfiret edecek olandır diyor. Biz biliyoruz ki, Mekke feth edildiği zaman Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem sordu, benim size ne yapacağımı düşünüyorsunuz dedi. Sen cömert, iyi bir kardeşsin gibi övgüler saydılar. O da Yusuf’un kardeşlerine dediği gibi dedi, bugün size kınama yok. Böyle bir durum, artık Mekke fethedilmiş, bütün zulüm edenler, fitne çıkaranların elebaşları orada, ama Efendimiz, size bugün artık kınama yok diyor. Demekki saldırı olduğu zaman saldırmak. Bu da koruma amaçlı. Yani savunma savaşından bahsettiğini görüyoruz. Burada fitnenin çok ağır bir ceza olduğunu görüyoruz. Fitneye maruz kalındığı zaman, fitnenin öldürmekten daha ağır bir bedel ödettiğini görüyoruz. Vazgeçenlerin ise, yani düşmanlıklarına son verenlerin ise baskıdan vazgeçiyorlarsa o zaman hiçbir şey yapmayın diyor.  Ayet çok net bir şekilde

192. ayet 191’i de tefsir ediyor. Biz 189. ayet itibari ile savaş ahlakını da görmüş olduk. Bugün savaş var ama ahlaktan yoksun. Bugün zaferler var ama ahlaktan yoksun. Zaferin de bir ahlakı var. Zaferin ahlakı da sarhoş olmamak. Zaferin sarhoşlugu ile insanlara kötülük yapmamak. Haddini bilmekten uzak kalmamak.  Bu cihetle Kur’an bize her konunun ahlakını verdiğini görüyoruz. Cömertliği anlatıyor ve cömertliğin ahlakını anlatıyor. Savaşı anlatıyor ve savaşı savaşmak olarak anlatmıyor. Savaşı bir ahlak bütünü içerisinde anlatıyor. Evet savaşmak zorunda kaldın, savunmak zorunda kaldın, incitme diyor. Yaralıyı incitme, savaş erbabı olmayan kimseyle savaşma diyor.  Vazgeçiyorsa zaten affediyor. Sürekli bir barışa yönelik kodlama olduğunu görüyoruz.  



Yorumlar