187. (Yalnız, Ramazan ayına dahil olsa da) oruç gecelerinde, cinsel içerikli söz ve davranışlarla kadınlarınıza yaklaşmak size helâl kılınmıştır. -Çünkü̈ onlar sizin için, siz de onlar için birer zırh mesabesindesiniz.- Allah, (karılar ve kocalar olarak, bu gecelerde) birbirinize hiç de iyi gözlerle bakmadığınızı (karı-koca ilişkisi yaşamak istediğinizi) görmüş ve tevbelerinizi kabul ederek sizi affetmiş bulunuyor. Dolayısıyla, Allah’ın verdiği bu müsaadeden yararlanarak onlarla ilişkiye girebilirsiniz. Ayrıca o simsiyah iple bembeyaz ipi birbirinden ayırıncaya; yani tanyeri ağarıncaya kadar yiyip içebilir; sonra da akşama kadar orucu tamamlarsınız. Yalnız, mescitlerde i’tikâf hâlinde iken eşlerinizle ilişkiye girmeyin. Bunlar Allah’ın sınırlarıdır, onlara yaklaşmayın. Allah, insanlara âyetlerini işte böyle açık-seçik bildiriyor ki (Allah’ın azabından) sakınsınlar.”
Burada ayet dört konu başlığında alınabilir.
1. Birincisi ramazan orucunun ve daha önce tutulan oruçlarla arasındaki değişiklikler alakalı, yani orucun mahiyeti değişiyor,
2. İkinci bahis, eşlerin birbirine örtü olmaları, eşlerin birbirine nasıl bir ilişkide olması gerektigini anlatıyor.
3. Üçüncüsü, tanyeri ağır ana kadar, ramazan orucunun hangi vakit başlayacağını, nelerin yapılmaması gerektiğini bildiriyor.
4. Son olarak da itikafla ilgili bir bilgilendirme yapıyor.
Burada eşler arasındaki cinsel ilişkiden bahsetmiyor aslında burada bambaşka bir konudan bahsediyor. Olay şu: Yahudi geleneğinde 24 saat oruç tutmak vardı. 24 saatlik ibadette de bir kez iftar yapılıyor, onun dışında hiçbir şey yenmiyor. Bu konuda Hazreti Ömer’le ilgili bir rivayet var. Hazreti Ömer iftarını yaptıktan sonra vakit geçiyor, yatsı olmuş yatsıyla sahur vakti bitmiş oluyor. Farkında olmadan kafeste bulunuyor. Yani eşine cinsel içerikli sözcükler de bulunuyor ve eşiyle birlikte oluyor ve sonrasında çok mahcubiyet duyuyor. Ben orucumu bozmuş oldum diye. Aynı zamanda Medine’deki bu yaka saha ve defans ve rivayetlerden bunu yaşadığı bildiriliyor. Hazreti Ömer Allah Resul’üne gelip soruyor. Ya Resulallah Ben orucumu bozdum. Yapılmaması gereken bir şey yaptım ve şimdi birlikte oldum diyor hafta bunun üzerine sen deme bunu yaptın diyor Allah Resulü. Bunun üzerine ayet geliyor. Ayet bunu anlatıyor. Ayet diyor ki Yahudi geleneğinden farklı bir oruç ortaya koyuyor Allah. Demek ki Yahudi geleneğinde 24 saatte oruç tutuluyor ve çok kısa bir süre içerisinde akşamla yatsı arasında sahur yapılıyor. Bir gün ya da iki gün ya da üç gün yahudiler gibi oruç tutulduğunda yapılması çok zor değil ama 30 günlük bir ramazan orucunda bunun bir saatlik ya da 1,5 saatte iki sahur, iftar zamanı olması hakikaten çok zor. Burada ayetin birinci konusu buydu. Artık orucun mahiyeti değişti. Yine yemek Yenmiyor, gıda alınmıyor olmuyor ve insan her anlamda hiçbir şey yapamıyor insan. Ama zaman değişti. Zamanın nasıl konumlandırılacağı ile ilgili bize bilgilendirme veriyor ayet. Demek ki burada Hazreti Ömer böyle bir şey yaşıyor ve Allah Resul’üne soruyor bu rivayetin dışında şöyle düşünenler de var, sormamış olabilir ama bunu Medineli Müslümanlar düşünüyor, nasıl olacak, 30 gün nasıl tutulacak ve oruç. Bunun üzerine bu ayetin nazil olduğunu söylüyorlar. Demekki Yahudi geleneğinde 24 saat olarak oruç tutuluyor, bir kez iftar yapılıyor ve onun dışında hiçbir şey İyilik işlemiyor. Böyle bir gelenekten etkilenen Medineli Müslümanlar da acaba biz de böyle mi devam edeceğiz, boyasak aynı şekilde devam mı edecek diye merak ediyorlar. Ve Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi veselleme bu soruyu sorduklarında oruca şafak vaktine kadar yani seher vaktine kadar seher vakti ile başlayıp güneşin batışıyla bittiğini vurgulayan bu ayet geliyor. Şunuda unutmamak gerekiyor; oruç bedenin açlığı için yapılan bir ibadet değildir. Aslında bedenin açlığa değil ruhun beslenmesidir oruç. Ruhu besler. İçgüdüleri kontrol altına alır ve ruhu besler. Şöyle Düşünebiliriz, aslında insan ruh an derinlikli bir ibadete girmiş olur. Ve insanın nefis tezkiyesi ile beraber artık içgüdüsel hazlar yerine, manevi anlamda ruhani anlamda güzellikleri görmeye başlar. Bu aynı zamanda bir muhabbeti oluşturur. Burada yaşayıp daha çok önemli Yahudi geleneğinde bu 24 saatlik oruca bir ya da üç gün tutuyorlar. Bu aile hayatını çok etkilemiyor. Ama müsülümanlarda ki bir ay boyunca bir saatlik bir izin saati var. Bu ailevi Münasebetler için bir sıkıntı. Allah ailevi münasebetlere izin verildiğini bildiriyor. Yani aynı zamanda şunu da görüyoruz; oruçta ailece de yapılmış bir ruha yöneliş var. O anlamda bu önemli. Demekki oruç Yahudiler döneminde 24 saatti. Ve o 24 saatlik günde bir kere oruçlarını açıyorlar ve sonra da bir daha tekrar oruca başlıyorlar. Bu en fazla iki ya da üç gün sürüyor. Fakat Bunun formata değişiyor. Akşam vakti ile iftar açılıyor taki sabah namazı vaktine kadar gidiyor. Aile ve hayatınızda Ramazan boyunca devam etsin diyor.
Gelelim ikinci meseleye.
Diyor ki Allah, onlar sizin için bir elbise, siz de onlar için bir elbisesiniz. Hakikaten muhteşem bir metafor. Onlar sizin örtünüz diyor. Zemahşeri bunu “zırh” olarak almış. Örtü dediğiniz şey elbise. Kadın erkek, sizler hayatın iki yarım küresisiniz diyor. Elbise ile insan nasıl bütünleşir ve hayatın içine katılır, çünkü insan ne kadar çıplaksa o kadar aciz kalıyor. O elbise insan için bir zırhtır. İnsanın hayatında ona eşi insan için bir zırhtır, elbisedir. İnsan bedenini örten her şey. İnsan bedeni nasıl örter, her türlü örter. Elbiseler insana güzelleştirir. O yüzden ayette mutlu bir ailenin nasıl bir temel üzerine kurulacağından bahsediyor. Aileye oluşturacak olan temel köşe taşlarından bahsediyor. Ve diyor ki, “birbirinizi elbise gibi güzelleştirin”. Tabii ki bunun mecazi bir tarafı var. Aslında bu ibare birbirinizi yüreğinize giydirin diyor. Birbirinizin muhabbetini yüreğinize indirin diyor.
Âlimler şöyle diyor, bir kadın ve erkeğin birbirine elbise olması, nasıl ki elbise insanı güzelleştirir, soğuktan korur, sıcaktan korur, soğuktan ve sıcaktan koruduğu gibi eşler de birbirlerini hata ve günahlardan korur aslında. Eş olabilmek demek hayata eşlik edebilmek demektir. Eş olmak demek, birbirinin rakibi olmak değildir. Birbirinin muhabbet elbisesini alıp birbirine giydirmek demektir.
Eşinde sevmediğin bir davranış vardır ama sen onunla tarafına odaklan diyor.
Freud diyor ki “seven insan kibrini kırar, alçakgönüllü olur, insan, narsistliğinin bir parçasını, tabiri caiz ise sevdiğine rehin olarak verir” diyor. Aslında evlilik budur işte. Evlilik, iki insanın birbirine karşı kibrini kırmasıdır. Narsistliğini kırmasıdır. Tamam diyebilme becerisini geliştirmesidir. Halil Cibran’ın çok hoş bir sözü var. “Hep yanyana olun ama birbirinize fazla sokulmayın. Çünkü tapınağı taşıyan sütunlar da ayrıdır. Bir selvi ile bir meşe birbirinin gölgesinde yetişir. Birbirine beraber olmak demek birbirine bağımlı olmak demek değildir.” Nevzat Tarhan da Mutlu Evlilik kitabında diyor ki, “evlilik aslında hidrojen gibi bağımsız ve özgür bir atomun oksijen gibi özgür bir atomla birleşip yepyeni ve bambaşka bir varlığa dönüşmesidir” diyor. Aslında ikisi de özgürdürler diyor. Ama ikisi bir araya gelince özgürlük gitti ama yepyeni bir özgürlük doğdu diyor. Aynı şey gibi düşünebiliriz, notalar farklı olabilir ama uyumlu bir ses çıktığı zaman muhteşem bir şey ortaya çıkar. Eşlerin birbirine elbise olması, eşler birbirinin elbisesidir. Elbisenin içinde kalan Sadece ten ve elbisenin arasında kalır. Dışarıya çıkmaz. O kadar önemlidir eş ilişkisine. Ve unutmayalım ki, evlilik kolay olmayabilir, sürekli ve zor bir mesele dene dene zor görüyoruz. Özellikle feminist bakış açısıyla, evlilikler, eşler arasındaki ilişkiler çok zedeleniyor. Özellikle mahremiyet alanına dikkat edilmediği için, sadece sanal dünyaya yüklenen görsellerden bahsetmiyorum. İnsanların birbirlerine eşleri hakkında anlattıklarından bahsediyorum. Efendimiz (SAV) bunu haram kılmış. İnsanın eşiyle ilgili hiçbir münasebeti. Biz sadece bu münasebetin cinsel ilişki olduğunu düşünüyoruz, hayır öyle dğil. Eşinizle yemek yerken mesela eli titrer, sakardır, bu evinizin içindeki her şeyi eşinizle ilgili olan her şey bizim özelimizdir.
Şunu unutmamak lazım, eşler aslında birbirine tamamlamıyorsa, birbirini sınırlıyorsa, biri diğerinin önünde ya zalim ya da diğeri de önünde köle gibi duruyorsa, “iki kişilik yalnızlık yaşanıyordur” diyor Rilke.
Yapılan araştırmalar şunu gösteriyor ki, Amerika’da bir çalışma var üç unsur var, evliliğin mutlu olması için üç faktör var.
Birinci faktör nitelikli zaman. Yani zaten elbise giyiyorsa üstümüze giydiğimiz elbise kaç saat üzerimizde kalır. İşte burada nitelikli beraberlik. Belki yarım saattir, belki 20 dakikadır, ama her gün bir halleşmek, sözleşmek, duyduğumuz bir ayeti okumak, bir hadisten bahsetmek, bir şiir okumak. Eşiniz geldi, sadece hoşgeldin, yemek hazır, demek değil. Yapılan araştırmalar şunu gösteriyor, insanlar eşleri ile 200 kelimeyi geçmiyormuş konuşmaları. Çok daha indirenler de var. Bunlar örtü olmak değil ki. Bunlar örtünün üstündeki birkaç detaydır. Örtüsü olmak demek, o birlikteliğinin kalitesini arttırmaktır. Bir kısım evliler şunu söylüyor bunu söylediğimde, zaten eşimi çok beğenmiyorum diyor. Eşimizi neye göre beğenmiyoruz. Derler ki eşiniz ve evlenmeden önce dört gözle bakın ona. Ama evlendikten sonra gözünüzün yarısı ile bakın. Bütün hataları görmemek lazım. Biz de hatasız değiliz. Eşimizi beğenmiyoruz. Niye beğenmiyorsun, çünkü başkalarının eşleri ile kıyaslıyorsun. Ya da sosyal medyada gördüklerin üzerinden kıyaslıyorsun. Hayır senin eşin sana özel. Oradakilerle kıyaslanacak bir eşin yok. Biz eşimizi sadece kendisiyle kıyaslarız. Ne fiziğine, ne halini, ahlaksızlık boyutu varsa o ayrı, ondan bahsetmiyorum. Normal bir rutinden bahsediyorum. Rutin olarak devam eden bir evlilikte eşinizin yapısı, kültürü bir çok şey bize uymayabilir. Ama ortak alanlar bulabiliriz. Nitelikli paylaşımlar yapabiliriz. Haftada bir gün ya da iki gün yapın. Bir ayet paylaşın, bir hadis paylaşalım, duyduğunuz bilimsel veri veri paylaşın. Olsun eşiniz anlamasın. Bir hanım şunu söylemişti, hocam böyle bir şey söylüyorsun ama ben ona gazeteden bir şey gösteriyordum. Eşi de anlamıyor. Bundan ne kadar sıkıldığını anlatıyor. Önemli olan birbirimizin yoluna kösteklemek değil, birbirimizin yolunu desteklemek.
Demekki nitelikli paylaşım. Nitelikli paylaşımlara eşinizden beklemeyin. Zaten erkekler daha az konuşuyor. Lütfen haftada bir ya da iki gün yapın. Bakın ne kadar değişecek evlilik hayatınız, eş ilişkiniz. Nitelikli paylaşım, olumsuz şeyler değil. Bunlar zaten paylaşım değil, talepler. Hoşumuza gitmeyen konforist yaklaşımlardan bahsetmiyorum.
Nitelikli paylaşım, insanın ruhuna hoş gelen, ve şiir olur bir bilgi paylaşımı olur, bir hadis olur. Şimdi söz verin eşinize ne kadar kızgın olursanız olun inşallah, hayat yolculuğu yapıyorsunuz. Sanal alemde paylaşacağınıza eşinizle paylaşın. Bu arada paylaştığınız görsel sanaldır. Ama eşinizle paylaştığınız, her insana bir şeyler yapmaya değer.
İkincisi taktir sözleri. Onaylamak. Unutmayalım ki erkekler için öncelikli olan şey ilgidir. Erkek ilgiden hoşlanıyor. Bu o kadar önemlidir ki. Kadın daha çok sevilmeyi sever. İltifat edenleri sever. Erkek de ilgilenmeyi sever. Burada taktir sözleri derken, Sen dünyanın en yakışıklısısın, harikasın gibi sözler değil. Zaten bunları aşmış olmamız lazım. Olaki eşiniz aşamayabilir. Ne olur deseniz. Hiçbir insan %100’ü problemli değildir. Evlilik devam ettiğine göre demekki takdir edecek bir yönü vardır.
Üçüncüsü de, aynı inanca intisap etmek. Çalışma şunu söylüyor. Birlikte kiliseye gidenlerin evliliklerinin daha uzun olduğunu söylüyor.
Demekki bu üç faktör evliliğin mutlu ve uzun olmasını sağlıyor. Yine elbise olmasını istiyorsan o zaman sürekli paylaşımlar yapmamız lazım. İkincisi taktir sözleri, üçüncüsü ise aynı inanç müntesipleri. Taktir sözlerinde de şuna dikkat edin, bu hafta içerisinde eşimi taktir ettin mi. Kadınlar daha önde olabilir. Kadınlar daha çok birbirlerini taktir sözleri de söyleyebiliyorlar. O anlamda bizim o tarafımızı tatmin edebiliyoruz. Ama erkekler, eşlerinin gözünde daha büyük görünmek istiyorlar. Hayranlık duyulmasını istiyorlar. Eşinize çok hayranlık duymaya da bilirsiniz.
Sahabeden biri geliyor ve diyor ki Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi veselleme; eşime karşı öyle bir sevgim yok ama ona seni seviyorum desem yalan olur mu diye soruyor. Efendimiz de, olmaz diyor. Eşler arasında bu yalan olmaz diyor. Sevmiyorsan da sevmeye çalış diyor. Sevdiğini söylemeye çalış diyor. Alışırsın diyor.
Zihin alışır yani. O karşı tarafa da bir eziyettir. Ve aynı inanç müntesipleri nde de haftada iki ya da üç kere birlikte namaz kılabiliriz. Birlikte bir camiye gidebiliriz çıkışında da farklı bir etkinlik yapılabilir. Ama bizlerin de bir şeyler yapması gerekiyor. Eşler sadece birbirinin ihtiyaçlarına gideren insanlar değil. Elbise olmak, zırh olmak, dışarıya karşı olan arzularımızın önünde olsun diye değil. Zırh olmak aynı zamanda birbirinin takvasına destek olmaktır. İnsanın eşine ne kadar ne kadar güzel söylüyorsun demek, yumuşak konuşabilmek ki, Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem savaştan, siyasi hayattan konuştuktan sonra Ya Hümeyra bir şeyler söyle gönlümüz hoş olsun dermiş. Eşim desin demeye, beklemeye gerek yok. Evlilik gurur değildir. Evlilik kibre götüren bir şey değildir. Tevazuyu öğretiyor. O demese de sen de. O senden öğrensin elbise olmayı. Elbise olmak demek birbirinin takva Zırhı olmak demektir. Eşlerinin takvasını büyütmek genişletmektir.
Pascal Bruckner kitabında diyor ki “bugünki sevgiler henüz daha açlığı tanımadan doygunluktan tükeniyor”. Bugünkü aşklar, evlilikler, sevgiler daha açlığı tanımadan doygunluktan ölüyor. Herkes birbirini aldatır oluyor. Öyle olmaya başladı ki, aldatmalar normalleşmeye başladı. Bir şeyden daha bahsetmek istiyorum.
Nevzat Tarhan aileyi zayıflatan en önemli üç tane unsuru sayıyor.
Birincisi sekülerizm. Ölüm ve sonrası yok gibi yaşamak. Tam anlamıyla yaşamak. Olabildiği kadar genç kalmak, yemek, içmek üstüne kurulmuş bir hayat. Boş seküler bir hayat. Vicdani sorumluluğun az olduğu bir hayat. Biz eğer çok seküler düşünürsek hemen Eşimize kızarız. Her söylediğinden bir şeyler bulabiliriz. Önemli olan her söylediğinden güzel bir şey çıkartmak.
İkincisi, sosyal anomi. Toplumu koruyan sosyal duvarlar artık bozuldu. Eskiden bizim annelerimiz annesine eşi ile ilgili bir sorununu anlattığı zaman, annesi, o tarafından bakma bu tarafından bak, diye her zaman başka bir perspektif sunarlardı. Evliliğin devam etmesi için. Şuanda sosyal normlar olmadığı için bu bozulabiliyor.
Üçüncüsü ise ben merkezcilik. Ben merkezci bir tavır. Ben böyle hissediyorum, ben yaptım ahlakidir. Ben demekten artık ötekini göremez oluyor. Eskiden çocukların 0-2 yaş döneminde ben merkezli olarak anlatıyorduk. Şimdi koskoca bir toplum ben merkezci. 0-2 yaş grubu her şeye kendi etrafında dönüyor zanneder. Ama şimdi hepimiz hayatın tamamen kendi etrafında döndüğünü düşünüyoruz. Evliliğinizde problem varsa bu üç tane olaya bakacağız. Ya çok dünyevi yaşıyoruz, ya sosyal anlamda sosyal hayatın modernize olmuş tarafı ile kendimizi idare ediyoruz ya da ben merkezli davranıyoruz, egosantrik, bireysel davranıyoruz.
Danışmanlık alanlarda ve genellikle, biz eşinizle ilgili konuşamayız, biz sizinle ilgili konuşabiliriz derler. Çünkü kimsenin kimseyi değiştirme durumu yok. Biz ancak kendimizi değiştirebiliriz. Kur’an‘da bize sesleniyor. Birbirinizin elbisesi olun, güzelliği oldun, birbirinizin ziyneti olun.
Yapılan araştırmalarda da bunu görüyoruz, Nezaketli konuşan insanlarla duran kaba insanlar bile, bir süre sonra nezaketli olma durumunda kalıyorlar. Biz en ufak ailemizin içerisinde nitelikli beraberlik yaşamıyorsak, hayat çok hızlı akıyor, hepimiz çok meşgul… Aslında öyle değil, bize öyle idealize ettirdiler, kapitalist sistem bunu istiyor, sistem sürekli çalışmamızı istiyor.
Fecir meselesine.
Allah burada vakitlerle ilgili bir durum getiriyor. Burada önemli bir şekilde fecirden bahsediyor. Fecir dediğimiz şey vakit. Hazreti Musa’nın şeriatında daha genişletildiğini görmüş olduk. Bu vakitleri nasıl ayıracağız. Gecenin gündüze dönmesini iki tane kavramla anlatıyoruz. Fecr-i sadık, fecr-ik âzip. Bizim fecr-i kâzip dediğimiz şey, karanlıktan sonra dikey şekilde yukarıya yukarıya gelmesine fecrikâzip diyoruz. Bir müddet sonra tekrardan kararır ve yatay bir şekilde aydınlık inmeye başlar. Buna da fecr-i sadık diyoruz. Efendimiz (SAV) şöyle söylüyor, “Sizi Bilal’in ezanı aldatmasın, Ümmü Mektum’un ezanına kadar yiyip için” diyor. Yani orucun başladığı vakit, imsak vakti, fecr-i sadıkın olduğu vakittir ki, sabah namazı vaktine kadar olan. Mezhepler orucun başladığı vakti biraz daha ihtiyatlı almışlar. Ama dediğimiz gibi günün fecri sadık ışığının başlangıcı ile başladığını unutmayalım. Sonra da akşama kadar devam eder.
İtikaf yüreğe doğru, ruha doğru, gönle doğru bir yürüyüştür. O yüzden önemlidir eğitim merkezidir.
Allah bize diyor ki, Allah’ın sınırlarına geçmeyin demiyor, Allah‘ın sınırlarına yaklaşmayın diyor. Allah nehyederken çizdiği sınırlara yaklaşmayın, riskli bölgeye girmeyin diyor. Demekki risk var. Şüpheli olandan kaçının. Allah ayetlerini bize böyle anlatarak, bize üç tane çok önemli kriter, Ya da üç önemli sonuç belirtiyor.
Özgür oluyoruz. Sınırlarımız varsa özgürlüğünüz var. Özgüvenli oluyoruz ve huzurlu oluyoruz. Allah’ın sınırlarına, içgüdülerimizin taleplerini yaymayalım. Böylece özgürlüğümüz, güvenliğimiz ve huzurumuz daim olsun.
Yorumlar
Yorum Gönder