164. Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün peşpeşe gelişinde, insanlara yararlı şeylerle denizde aheste aheste giden gemilerde, Allah’ın gökten indirip -ölümünden sonra- yeryüzünü̈ dirilttiği suda, her türlü canlıyı oraya yaymasında, rüzgârları bir o tarafa, bir bu tarafa estirmesinde, gök ile yer arasında emre amade bekleyen bulutlarda, aklını çalıştıran bir toplum için elbette âyetler [deliller] vardır.
Allah‘ın ayetlerine baktığımız zaman karşımıza iki tane ayet türü çıkmaktadır. Bir tanesi teşrii ayetler yani Kur’an-ı Kerimdeki ayetler. Bir de tekvini ayetler vardır ki bunlar tabiatta karşımıza çıkan gördüğümüz ve görmediğimiz her şeyi. İcat ki yaratılış kitabında çıkan ayetlerdir. Allah burada bize sekiz adet kozmolojik delilden bahsetmektedir. Bu ayette karşımıza çıkan delillere baktığımızda hepsi her gün karşımıza çıkan şahit olduğumuz, fakat harikuladeliklerini unuttuğumuz ve bizim için normal hale gelmiş delillerdir. Allahuteala bize ne ifade etmek istemiştir. Bu sekiz ayrı kozmolojik delilin nedir buna baktığımızda, Göklerin ve yerin yaratılışı, geceyle gündüzün birbiri peşine gelmesi, gemilerden, Allah‘ın yeryüzüne indirdi su... Gidince dk. Bunların hepsi Allah‘ın varlığını ve birliğinin delilidir. Yaratılmış her şey bize diyor ki, Allah vardır diyor ve Allah birdir diyor. Ayetin sonunda da Allah‘ın buyurduğu gibi eserden müessire ulaşmak ancak aklını kullananlar içindir diyor. Aklını kullananlar baktığı zaman Allah’ı görmemesi imkansızdır. Mevlana’nın çok güzel bir sözü var. İnsan gözden ibarettir aslında, geri kalanı cesetler. Göz ise gerçek dostu görendir. Burada Mevlana’nın kastettiği göz fikir gözüdür. Onun için Kur’an‘da defalarca karşımıza çıkar, hala aklı etmez misiniz, düşünmez misiniz diye. O yüzdendir ki bizim kâinata baktığımızda tefekkür etme, düşünme ve eserden müessire ulaşabilme durumu söz konusu. Bu ayetlerde daha çok Allah’ın Birliği’nin, Allah‘ın kudretinin, Allah‘ın rahmetinin, Allah‘ın kudretinin delilleri olduğu karşımıza çıkmaktadır. Bir önceki ayette rahman ve rahim ile bitiyordu ayet. Bu ayette bunların başlamasının sebebi, tefsir âlimlerinin soyledigine göre bunların hepsi Allah’tan rahmet tecellisidir. Sürekli bunlar İçerisinde yaşadığımız için insanlar bunu alelade gibi karşılıyor. Ama Allah‘ın yeryüzüne müdahelesi bir an kalkacak olsa yeryüzünde hiçbir şekilde nizam ve intizam devam etmezdi. Günümüzdeki benimser açıklamalarla da bunlar dillendirilmektedir. Bulutların hareket ediliş edilişi, yerin ve görün yaratılışı gibi şeylerin delilleri vardır. Ama Allah söyledikten sonra biz ne diyoruz, amenna diyoruz. Burada Allah‘ın kudretinin, iradesinin, yaratmasının, hepsinin tecellisini görüyoruz.
Hayatımıza baktığımız zaman da yağmur yağdı ve yağmadığı zaman ki durumlara bakabiliriz. Yağmur azaldığı zaman hemen suyu dikkatli kullanmaya başlıyor. Sular bir gün kesik olduğunda hemen suyu azar azar kullanıyoruz. Ama bir yazın yağmur yağmadığını düşündüğümüz zaman hemen dikkat ediyoruz ama normal zamanlarda dikkat etmeyi biliyoruz. Rüzgârların estiği şekillerinden de bahsediyor. Rüzgârlar farklı şekiller nes eser. Bunların her birinde farklı Özellikler bulunmaktadır. Farklı farklı yönlerden estirmesinde bile birer hikmet olduğundan bahsediyor.
İnsanın diğer varlıklardan ayıran en önemli özelliği akıl ve irade. Kendi hür iradesi ile, akl etmesi ile, kendisini geliştirmesi ile beraber doğruyu bulabilmesi. Bu ayetler büyük kudretin ve açık delillerin hep ispatidır.
165. Öyle insanlar var ki, Allah’tan başka birtakım şeyleri O’na denk kabul eder ve onları Allah’ı sever gibi severler. İman edenler ise Allah sevgisi bakımından daha sağlamdırlar. Zulmedenler, keşke bütün kuvvetin Allah’a ait olduğunu ve Allah’ın azabının pek çetin olduğunu bilselerdi!.. Hani, o azabı gördüklerinde öğrenecekleri gibi.
Allahu Teala bize burada şunu söylemek istiyor. Allah’tan başka bir takım şeyleri denk kabul eder ve Allah’ı sever gibi severler diyor. Dün kabul etti eden şey, ilk başta burada müziklere bir hitap var. Peygamber efendimiz geldiği zaman resul olarak, insanlar putlara tapıyorlardı. Daha çok putlara tapıyorlardı. Bu putları Allah’a eş koşuyorlar da. Allah’ı seviyorlardı bu insanlar. Ama kendi eş koştukları kişilerinin Allah sevgilerini Allah ile aynı derecede olmasını istiyorlardı. Burada müfessirimiz şu şekilde açıklama yapıyor.
Suların en derin yerine Habap denir. İnsanın sevgisi gönlünün en derin yerinde olduğundan habip olduğunu söylemişlerdir. Ya da habbe kelimesinden geldiğini söylemişlerdir. Habbe kelimesinin tanesi, yani tohumu toprağa düştüğü zaman meyve, sebze, çiçek, ağaç olabiliyorsa, sevgi de insanın yüreğini düşünce çiçeklenir, yeşerir. Allah‘ın sevgisinin düştüğü kalp eli merhamet gözü şevkati ile dolar. Onun için burada muhabbet kelimesi kullanılmıştır. Edilgen bir kap çatı ile kullanılmıştır.
Bu insanlar Allah sevgisi ve puta olan sevginin eşit olmasını istiyorlar. Oysa Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem in bir hadisi şerifi var. Beni annenizden, babanızdan daha fazla sevmedikçe gerçekten iman etmiş olamazsınız diyor. Hristiyanların Hazreti İsa’ya duydukları sevgi ile aynı sevgi değildir. Ama buna rağmen onun eşrefi mahluk ve bir kul olduğunu unutmayız. Peygamber Efendimiz ben kuru et yiyen bir kadının çocuğuyum diyor. Burada Allah’ı sever gibi sever sözünden şunu da anlayabiliriz. İnsanda bir Sevme fıtratı vardır. Bütün sevgilerin Allah’tan geldiğine, Allah’a ulaştırdığı için,
Allaha iman ayetlerine baktığımız zaman Kuranı Kerim insanı iki hedefe ulaştırmaya çalışır. Bir tanesi Allah’ın birliğine ve varlığına ulaştırmaya çalışmak. İkincisi ise Allah’ı her şeyden daha çok sevinmesini sağlamaktır. Bir insanın Allah’ı sevmesi için neler yapması lazım. Allah’ı sevmenin birinci şartı, onu tanımak ve bilmektir. İnsan tanımadığı ve bilmediği bir yaratıcıyı sevmesi ne kadar mümkün olabilir? Bu nedenle Allah-u Teala bakara Suresi 163. ve 164. ayetlerde Allah’a anlatan kanıtlar sergilemiştir. Allah‘ın varlığını, Allah‘ın birliğine, Allah’ın iradesine, Allah‘ın kudretine bizi götüren ayetler sergilemiştir. Allah insan Allah’ın hakkında bilgi sahibi oldukça onun ilim, irade ve gücünü de hisseder. O zaman da Allah’a olan saygı ve sevgisi güçlenecektir. Allah’ı tanıdıktan sonra peki ne yapması gerekiyor insanın? Bu ayetler üzerinde akletmesi ve düşünmesi, Allah’ın insana vermiş olduğu özel yetenek olan iradesini kullanması gerekiyor. Böylece insan dünya ve ahiret hayatı ile ilgili tutum ve davranışları Allah’ın iradesi şeklinde olarak değişecektir. Allah’a kul olmayan her türlü şeye kul köle olurken Allah’a kul olanın başka bir şeye kul köle olmaz.
Hazreti Ömer’den rivayet edilen bir havadis vardır. Hazreti Ömer Müslüman olduktan sonra güldüğü olaylardan birisi olarak şunu söyler, biz putlara tapardık, helvadan putlar yapardık, onlara tapardık, ve acıktığımız zaman biz o putları yerdik diyor. Gerçekten de akıl etmez misiniz sorusunun cevabını o kadar güzel şekilde açıklıyor ki. Aklını kullanan bir insan bunu ne kadar yapabilir? Burada zulmeden kişiler olarak, Allah’a ortak koşan kişilere zalim deniyor. Zalim, demek, yanlış düşüncelere saplanmak ve Yapılmaması gereken şeyleri yapmak demektir. İnsan Alah’ın yarattığı şeyleri başkasının yaratmış olduğu gibi gösteriyor. Allah’a ulaşabilecek imkanımız varken, Allah bize şah damarımızdan yakıken, biz ona aracılar koyabiliyoruz. Bu Allah’a denk tutmaktır. Bu onun rahmetini, eşsizliğine, mükemmelliğini bir şeyi denk tutmaktır, zalimliktir.
Aslında kurana baktığımız zaman kuran bize her zaman bir muhataptır. Her zaman karşımızdaymış gibi. Evrensel olmasının özelliği de zaten bu. Hiçbir çağda özelliğini kaybetmemesi. Sanki geçmiş olayları anlatırken bile bugün bizimle konuşuyormuş gibidir. Burada da aynı şekilde kullanılmıştır.
166. Hani, kendilerine tâbi olunanlar (liderler), kendilerine tâbi olanlardan (avam kesiminden) uzak durduklarında ve hep birlikte o azabı görüp de ondan asla kurtulamayacaklarını anladıklarında…
Liderler, kendi çekecekleri cezaları gördükleri zaman başkalarının günahlarını üstlenmekten korktukları için yani kendilerine tabi olanların günahlarından korktukları için, onların da günahları bize yüklenir diye, onlara tabi olanlardan kaçmaya başlayacaklardır.
167. Tâbi olanlar: ‘Ah, bize bir fırsat daha verilse de bizden uzak durdukları gibi biz de şunlardan uzak durabilsek!’ dediklerinde... Böylece, bütün yaptıklarını Allah onlara birer pişmanlık olarak gösterecektir. Ateşten çıkacak da değillerdir.
168. Ey insanlar! Helâl ve temiz olmak kaydıyla yeryüzündeki şeylerden yiyin. Şeytanın adımlarını izle(yerek birtakım helâl yiyecekleri kendinize haram et)meyin. Şüphesiz, o, sizin için aşikâr bir düşmandır.
Helal kavramı, şer’en izin verilmiş olan, hakkında yasaklama ve kısıtlama bulunmayan mübah ve caiz gibi terimler için kullanılır. Yani mükellefin yani dinin hükümlerini yapıp yapmamakla sorumlu olan kişilerin yapıp yapmamakta serbest bırakıldığı şeylere helal denir.
Tayyip kelimesi ise aklı selim sahibi, temiz, erdemli, güzel, iyi, herhalde bol bol şeylere tayyip deniyor.
Burada helal ve tayyip olması şartıyla yer yüzünde kilerden yiyin diyerek yol gösteriyor.
Bu ayetin dışında farklı farklı ayetlerde şeytan kendi niyetini açıkça ortaya koymaktadır. Bunlar nelerdir dediğimiz zaman, onların yolları üzerinde duracağım. Onların yollarına tuzaklar kuracağım, onların yolunu cennetten cehenneme çevireceğim, yeryüzünde fesat çıkartacağım, bozgunculuk yapacağım gibi niyetlerini açık ediyor. İlk günden son güne kadar Allah’a inananların düşmanı olduğunu söylemiştir. Ve Allah-u Teâlâ’dan bir mühlet istemiştir. Allah-u Teala da ona bu mahiyeti vermiştir.
Peki şeytana kim inanmaz, Allah’a iman eden, salih inananların kalpleri asla şeytanın tuzaklarına karşı düşmez. Kalbinde kalkan vardır ve ayaklarını sabit bir şekilde atarlar. Çünkü onların sırtını dayadığı, kalben bağlandığı Allah’tır. Allah’a güvenmek dedir ve ona iman etmiştir. O yüzden şeytanın tuzaklarına karşı güven içerisindedir. Şeytanın hayır olarak gösterdiği şeyleri şer olarak bilmektedir. Şeytan insandan ne ister. Şeytan insandan ne ister, daima kötü şeyler ister. O yüzden onun dürtülerine karşı insanın daha dirayetli olması gerekmektedir.
Şeytanın yolları nedir diye düşünecek olursak, onun yolları son derece hileli, aldatıcı ve kurnazdır. Herkese aynı şekilde yanaşmamaktadır. O kişinin en zayıf olduğun şey neyse, kalbinde şüphe olan şey neyse oradan yaklaşmaktadır. Onun kalbini Allah’a bağlamamız, Allah’ın yolundan gitmemiz ve tek ölçünün Allah’ın ölçüsü olduğunu bilerek hareket etmemiz gerekmektedir.
İnsanın içinden bir kötülük geçmiyor mu, tabii ki insanın fıtratında var olan bir şey. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem şöyle bir şey yorum getirir. Kim bir kötülük yapmayı içinden geçirir ve bunu yapmazsa, Allah ona tam bir iyilik yani hasene yazar. Yani bir insan kötülük düşünürse yani şeytan ona fitne verdi ve kötülük yapmaya niyetlendi. Bu kötülüğü yapmazsa Allah ona sevap veriyor. Bu Allah’ın rahmetinin, kudretinin, iradesinin ne kadar güzel bir tecellisidir.
169. O, size yalnızca kötülüğü, yüz kızartıcı suçları ve bilmediğiniz (gerçek dışı) şeyleri Allah’a atfetmenizi emreder.
Bir insan aklında bir şey geldiği zaman kalbinde bir sıkıntı hissediyorsa bu şeytandandır. İnsanın, şeytanın ona hiçbir zaman doğruyu terkin etmeyeceğini bilmesi gerekir. Şeytan bilginize konu olmayan şeyleri Allah’a affetmemizi emreder. Allah‘ın zatî hakkında düşünemeyiz. Ancak sıfatları ve isimleri ile Allah’ı tanımlayabiliriz. Ama şeytan olumsuz şeyleri Allah’a izafe etmemizi ister.
Şeytanın insana bir şey yaptırma gücü yoktur. Kandırma, kalbe vesvese verme, yalan söyleme gibi özellikleri vardır. Şeytanın adamlarına uyumamak, onun dediklerini yapmamak aslında iradesi ile insanın bulabileceği şeylerdir. İnsanın önünde iki yol vardır. Hakk’a götüren, batıla götüren. Hidayet Allah’ın iradesine uygun şekilde hayatı devam ettirmektir. Delalet ise Allah‘ın emrettiği şeylere uymayacak şekilde davranmasıdır. Bunların her birinin bildirilmiş olduğu bir kitap var. Bunu güzel şekilde yaşayan bir peygamber var. O yüzden de insanın aklını kullanarak, her türlü ayetten, sadece Kuran-ı Kerim’den değil, kainatta gördüğü gibi, Allah’ın insanın iradesine uygun bir şekilde, şeytanın adamlarına uzak bir şekilde yaşam sürmesi kendi elinde olan bir şeydir. Sadece Kuran’ı anladığın dilde okumamak, kalbe nakşedebilmek, Allah bize ne buyuruyor bunu sorgulamak.
Yorumlar
Yorum Gönder