158. Safa ile Merve, şüphesiz Allah’ın şiârlarındandır. Dolayısıyla, her kim hac veya umre niyetiyle Kâbe ’yi ziyaret ederse, bu ikisini tavaf etmesinde bir sakınca yoktur. Kim gönüllü olarak iyilik yaparsa, Allah; iyilikleri asla karşılıksız bırakmaz, mutlak ilim sahibi’dir (Şâkir, Alîm).
Safa ve Merve Allah‘ın sembollerindendir. Safa bildiğimiz gibi Mekke’de, Kabe’nin güneyine doğru düşen Ebu Kubeys dağının hemen önündeki, bugün hemen hemen kaybolmuş bir tepedir ama, o yükselti Safa tepesidir. Saflık buradan geliyor. Tertemiz anlamlarına geliyor. Merve tepesi de, ondan yaklaşık 400 metre uzaklıktaki kumluk tepedir. Bugün maalesef o da otantik yapısını kaybetmiştir. Her hacca giden insan Hac ve Ümre yaparken ziyaret eder. O alanı da biz mes’a diyoruz. Bu bir semboldür.
Biz bir şeye sembol diyorsak orada bir şey ifade etmek istiyoruz demektir. Hangi sembolik anlamda bir şey varsa onun hakikate ait verdiği bir mesaj vardır. Bu bunun sembolüdür demek istiyorsak bu bunun hakikatteki manasıdır. Hac ibadeti için komple bir semboller bütünü diyebiliriz. Kâbe bir semboldür. Onun bir hakikati vardır. Safa ve Merve arasında şeytan taşlama öyledir. Hep bir semboller bütünü içerisinde bir ibadet yapılır yapabiliyoruz.
Sembol mektubun zarfına benzer. Sembolize olan o zarfın içindekini ifade eder. Onunla ilgili bir mesaj verir. Zarfın içerisinde bir mektup yoksa o zarf işe yaramaz. Sembolü bir işe yaramaz.
Herkes hacca gidiyor ama hacca giden bütün kardeşlerimiz ve bizler, gittiğimiz o Hacı’nın hakikatine yönelik davranmıyorsak, o zaman biz zarfın içine boş bırakmış oluyoruz demektir. Ya da zarfın içerisindeki mektubu almıyoruz demektir, zarfın içerisindeki mektup ne söylüyor bilmiyoruz demektir. İskilipli Atıf Hoca’nın çok bilindik bir olayı var, mahkemeye çıktığında tesettür ile ilgili bugünün hakimi ağır ve çirkin ithamlarda bulunuyor. İskilipli Atıf Hoca da diyor ki, hakim bey, bayrakta 2 metre bir bez parçasıdır. Ama biz ona bez parçası demiyoruz. Bayrak diyoruz. Vatanı ifade ediyoruz. Vatan dediğimiz yeri ifade ediyor. O yüzden siz başörtüye 2 metre kumaş parçası diyemezsiniz diyor. Aynı zamanda biz, say ile yani Safa ve Merve arasında gidiş geliş yaparken Haceri sembolize ediyoruz. Hacer kim, Hazreti İbrahim’in eşi. Hazreti İsmail’in annesi. Hazreti İbrahim Hacer Valide ile İsmail’i o kurak vadiye bırakmış. Hazreti Hacer bizi kime bıraktın deyince, o da sizi Allah’a bıraktım diyor. O zaman “tamam” diyor “bize yeter” diyor. Yanlarında bir kırba su var, susuzluktan yanıyorlar. Ufacık İsmail annesinin göğsüne yapışıyor. Ama vücudun suyu yok süt vermek için. Bu durumda Hacer validenin Safa ve Merve arasında o gayreti, koşması ve bir anda bir tane ağacın, Sahra ağacının artık dibinde olan Hazreti Hacer’i İsmail vasıtası ile Allah zemzemler ikram ediyor. O yüzden Say, gayreti temsil eder, koşturmayı temsil eder. O yüzden biz saygı yaparken Hacer’in gayreti gibi bizim gayretimizi kabul eyle dersin. Susuzluktan nasıl koştu ise biz de rızan için koşuyoruz, sen nasıl Hacer’in koşuşuna, gayretine zemzemler ikram eyledi isen, benim de bu Safa ile Merve arasındaki gayretime manevi zemzemler ikram eyle. Safa ile Merve birer semboldür. Ama biz o sembolü, o zarfın içerisindeki mektubu alabilmek için aynı şekilde koşuyoruz. Ya Rabbi Hacer gibi kapına geldim, Ya Rabbi nasıl Hacer bir damla suya geldi ise ben de aynı gayreti göstererek kul olmaya geldim Ya Rab diyerek dua ediyoruz. İşte o ettiğimiz duada, nasıl Hazreti Hacer validemizin o duası ile gayreti ile zemzemler yeryüzünden fışkırdı ise, biz de duamızla bizim de gönlümüzde manevi zemzemler ikram eyle diye dua ediyoruz. Bize o sembollerin vermiş olduğu manayı görüyoruz. Buradaki gayret, kulun gücünün bittiği yerde Allah‘ın yardımının başladığını görüyoruz. Bu ayet işte bunu anlatıyor. Hakikati şeyin tefsirini gösteriyor. Bizim anlamaya çalıştığımız sembollerden manevi tarafı görmeye başlıyoruz. Okumak nedir diye başlarsak, makaleler, sözlüklere, bir takım sembolleri bir araya getirmektir. Tilavet kıraat kelimesi için müfredat kitabında el İsfahani der ki, Karae bir şeyleri bir ayarlaya toplayıp anlamak demektir, toplayıp anlamak demek, sembolleri tasdik anlamak demek, okumak demektir. Okumak sadece bu mudur, okumak sadece halk sembollerini alıp bir araya getirip anlamlandırmak değildir. Bu konuda verebileceğin en güzel örneklerden bir tanesi, okumanın tarihi kitabında Alberto Manguel şunu söylüyor, okumak yordamı ile hayatı farklı bir şekilde biçimlendiririz. Okumak sadece bu cihetiyle metin üzerindeki simgeleri okumak değildir. Çünkü sadece okumak, yazılı sembolleri okumak değildir. Olabilecek bütün işaretleri okuyup bir araya getirebilmek istemektir. Mesela gök bilimcinin yıldızların haritasını okuması, okumaktır. Rüyada hayvanların seslerini ve izlerini okuyanlar zoologlardır. Bir evin en uygun yere yapılması için o evin yapılacağı yeri ve nasıl yapılacağını okuyan mimarlardır. Bir dokumacının halılardaki deseni okuması dokumacıya ait bir okumadır. Bir müzisyenin sayfanın üzerindeki notaları bir araya getirip okuması ona ait bir okumadır. Bir balıkçının gökyüzüne bakıp da hava durumunu okuyabilmesi işte ona ait bir okumadır. Sembolleri okumak da böyle bir şeydir. Okumayı bilmek sadece metinlerdeki sembolleri değil, aynı şekilde ya yüzüne ait sembolleri okumayı ifade eder. Anne iseniz çocuğunuzun yüzünden anlarsınız mutlu mudur, mutsuz mudur, canı mı acıyor, huzurlu mudur, huzursuz mudur. Bu anneye ait bir okumadır. Eşiniz eve geldiği zaman onun yüzünü okursunuz. Bu eşe daha iyi bir okumadır. Annelik okuması vardır. Mimarın okuması vardır, okumak sadece yazılı metinleri okumak değildir. Bu bir aslında okur-yazarlıktır. Hakikati anlama üzerine bir okuryazarlıktır. Aynı şekilde Safa ile Merve’yi anlayabilmek de o sembolleri okuyabilmektir. Kulluk okur-yazarlığıdır diyebiliriz buna. Kulluk okur-yazarlığı var ki, o sembollerden okumayabilme becerisini geliştirir.
Diğer tefsirlerin hepsinde de geçiyor bu konu. Safa tepesine İsaf denilen, ile Merve tepesine de Naile denilen birer put vardır. Bunlar zina edilen kişiler. Bunların taşı dönüştükleri düşünülüyor ve bu iki tepeye yerleştiriliyor. İslamiyet geldikten sonra da Müslümanlar bu iki tepeyi ziyaret ediyorlar ama Müslümanlar aslında bu durumu yadırgayarak yapıyorlardı, acaba cahiliye adetini devam ettirerek yanlış mı yapıyoruz diye. Burada Allah bu sembol yanlıştı, ama Mevla bize burada bunun say yapılabileceğini söyledi. Biz Say yaparken onlara kulluk etmiyoruz. İlk dönem içerisinde kulluk etmek için yapılmamış. Bu kişilerin yanlış yaptıklarını ortaya koymaya çalışmışlar ilk bu heykelleri dikenler. Ve daha sonra daha sonrasında bu olay kutsal hale gelmiş. Bir müddet sonra insanlar sembolleri hakikatte ne anlama geldiğini unutuyorlar ve o semboller put haline gelebiliyor. Bize putlaştırmayın diyor. Evet orada Hacer’i hatırlayın, gayretiniz olsun, çektiğiniz olsun ve işte o zaman Allah bunun karşılığını verecektir. Bir hakikat onu yapanın, batıllaştırma çabasında olanların, batıllaştırma eylemi ile batıl hale gelmez. İcra edene değil yapılan eyleme bakılır. Yapılan eylemde sağlam ve sahih ise onun olduğu yerin hiçbir önemi yoktur. İbrahim peygamberin bıraktığı hatıra burada müşrikler tarafından bozulmuş olabilir ve kendilerince buraya iki putu koymuş olabilirler. Orada kurban da kesiyorlar, tavaf da yapıyorlar ama mişrikler hiçbir zaman Mina’ya çıkmazlar da. Arafat’a çıkmazlardı. Özellikle dışarıdan gelen Çıkarlardı. Kibirli davranışlarından dolayı Mekke’nin dışına bile çıkmazlardı. Onların haccı ile bizim haccımız arasında çok büyük bir fark var. Demekki Safa ile Merve tepesinde iki tane sembol var. Ama Allah o sembolleri bizim sembolümüz olarak göstermiyor. Oradaki Safa ile Merve tepesi Hazreti Hacer sembolüdür. İslam’dan sonra öğrettiği ikinci bir şey daha vardır, iki sütun arasında insanlar halvele denen yerde koşturur erkekler. Buda Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem in müşriklere güçlü gözükmek için grubu ile hızlı bir şekilde koşarak güçlüyüz mesajını vermeyi temsil eder.
Demekki sayın sembolize ettiği çok önemli bir şey var. Orada Hazreti Hacer’in gayretini temsil ediyor. Susuzluk içerisinde, dermansızlık içerisinde Allah’a yakarmak için fiili olarak koşturmasını ifade ediyor. Biz burada koşturuyoruz. Biz de Hacer gibi sana geldik diyoruz. Biz de Hacer gibi olmanın koşturmacasına geldik. Biz bugün ne öğrenmiş olduk: okumak dediğimiz şey sembolleri bir araya getirip okumaktır. Bu çok önemli bir konu. “Kıraat” kelimesi Ragıp El İsfahâni’nin de dediği gibi sembolleri bir araya toplamak demektir. Topluyoruz ve anlıyoruz ve değerlendirme yapıyoruz. Sonra Okumanın tarihi adlı kitaptan örnek verdim.
Kuran bize üç türlü okumaktan bahsediyor.
Kıraat, işaretleri okumak.
Tilavet, bir şeyi merkeze alarak okumak
Tertil de sindire sindire okumak.
Albert Mangelo’nun “Okumanın Tarihi” kitabında dediği gibi; Okumak, olayları okumak demektir. Eğer bir yıldız haritasını biri okuyabiliyorsa onu gök birincinin okumasıdır. Çocuğunuzun derdini okuyabiliyorsanız annenin okumasıdır bu. Eşinizin sıkıntısına okuyabiliyorsunuz bu eşlerin okumasıdır. Herhangi bir olayı okuyabiliyorsak sosyal olayları okuyabilmesi, sosyoloji okumasıdır. Bir insan bizi rahatsız etti ve biz de diyorsak yanlış davranmış olabilir belki bir sıkıntısı vardır deyip alınmadıysak ve refleks olarak olumsuz tepkiler vermediysek bu psikoloji okumasıdır. İnsanı okuyabilmedir.
Ayetin sonrasında Allah devam ediyor, onlar Allah’ın işaretleridir, o sembollerin içerisinde, o zarfın içerisinde mesajlar vardır. Kâbe’ye gidersin ve o sembol halin altında bir mesaj vardır. Hep beraber döne döne Allah’a tekbir getire getire hep beraber tespih ederiz. Milyonlarca Müslüman. Safa ve Merve arasında da koşarken Ya Rab zarflarını bize aç deriz. Zarflarında olan mektupları bize bildir diye dua ederiz. Ayette, sonrasında çok ilginç bir şey var. Önce okuma faaliyeti yapıyoruz. Her itikafa giren, her hac yapan, her umre yapan için okuma vardır. Muhteşem bir okuma vardır.
Okuma, sembolleri okuma sadece metin üzerinden okuma değildir. Burada ayetin sonunda diyor ki, şimdi de yapması gerekenden fazla daha hayır yaparsa Allah onun karşılığını verir diyor. Hakikaten Gönlü rahatlatıcı bir ayet. Tatavva’a yönlü gönüllü olarak yapmak demek. Gönüllü olarak, içten bir şekilde yapmak demek. Eğer içten hayırlar yapıyorsanız diyor Allah, bu Allah katında çok değerlidir diyor. Ayetin sonunda bunu söylüyor. Tavaf edemeyebilirsin, hacca gidemeyebilirsin, yapamadıklarımız bedensel olarak olabilir, ama her kim ki daha başka hayırlar yapmak istiyor ve gönülden hayırlar yapıyorsa, o Allah katında çok güzeldir Allah onun karşılığını kat kat verir diyor.
Gönülden bir şeyler yapmak istediğiniz zaman dua et aklınıza gelsin. Şekûr olan Allah karşılığını bereketli bir şekilde verecektir.
159. İndirdiğimiz açık delilleri ve hidayeti -Biz bunları kitapta insanlara açıkça beyan ettikten sonra- gizleyenleri, elbette Allah da lânetler, lânetçiler de lânetler.
Bu ayette Allah bize diyor ki, insanların önüne kitap aracılığı ile Allah hakikati gösteriyor. Ama bunun delillerini gizleyenler var ya, onlar Allah‘ın lanetine uğrayacaklardır. Hakikatin apaçık delilleri ve hidayetin belgesini gizleyenlerden derken ne demek istiyor? Bu ayetin ilk muhatapları Yahudiler olabilir. Onlar Resulullah sallallahu aleyhi vesellem‘i peygamberliğini kitaplarında gördükleri halde gizlemeye çalışabilirler. Ama ayeti evrensel düşündüğümüz zaman, bize ne diyor. Kur’an‘ın mesajını düşünerek evrenselliğini düşünerek, gizlenen her şeyi bu ayetin kapsamında değerlendirebileceğimizi söylüyor.
Bir insan bildiği bir hakikati, herhangi bir gerçeği ya da Allah’ın ayetine herhangi bir gerekçe ile saklıyorsan bu ayetin muhatabıdır. Çünkü bilgiye ulaşma herkesin hakkıdır. Mesela zıhar kefaletini anlatır mısın diye soru soruyor. Ben de bunu Kur’an-ı Kerim de bildiğim halde sizi bu ayete yönlendirmeyip de kendim nasıl düşündüğümü anlatıyorsam işte bunu lanet deniyor. Lanet beddua şeklinde düşünebilir ama Arapçada uzaklaştırmak, dışlamak anlamına gelir.
Hakikati gizleyen, hakikati kendine göre evirip çeviren kişi mesela Allah’ın bir emrini, insanlar farklı düşünmesin diye üstünü kapatma, insanlar erişmesini diye eline alma çabası Allah’ın ayetlerini gizleme çabasıdır. Bunları yapana da Allah’ın laneti vardır, Allah’ın sınırlarından uzaklaşmış olurlardı yavaş.
160. Dönüş yaparak durumlarını düzeltenler ve (kitabın muhtevasını insanlara) açıklayanlar müstesna... Bunların dönüşlerini kabul ederim. Benim zira, ‘tevbeleri daima kabul eden’, merhametli (Tevvâb, Rahîm ).
Ancak tövbe edenler yani yaptığı işin yanlışlığını fark edip, bundan pişman olup halini düzeltenler yani hakikaten bir dönem gizlemiş ve sonra fark etmiş, tekeline almış, gizlemiş, insanlar ve belki belagatı ile, farklı teysir gücü ile insanlığı ayetlerin hakikatini kapatıp kendi hakikatin ortaya koymuş olan kişi bunu yapmış olabilir ama farkındalığın sahibi ise edenler ise, ve tövbe eder ise o zaman Allah onu affeder diyor. Çünkü Allah‘ın insana tövbe kapısını açması şudur. Tövbeleri kabul edeceğini gösteriyor. Allah tövbeleri öyle kabul eder ki, merhameti ile kabul eder. Aynı zamanda öyle merhametle kabul eder ki, kulun gönlünde artık o eylemden eser kalmaz. Kulun gönlünde olan kilitlenmiş hale gelir. En büyük hata şirk koşmak ve Allah‘ın ayetlerinin üzerini kapatmaktır. Allah‘ın muradının dışında insanın kendi muradını söylemesidir. Bugün beş vakit namaz kılmak çok da mantıklı değil çünkü hız çağındayız ama meditasyon deyince herkes alkışlıyor. Allah‘ın hakikatini bunlarla kapatmak yerine, Allah’ın namazı farz‘dır, her döneme hitap eder, ben yapamıyorum, ben zorlanıyorum diyebiliriz. Ki bunu da demememiz lazım karşı tarafın duygu dünyasında olumsuz bir şey yaşamamak için. Ramazan Ümrelerine gideceğimiz zaman, gitmeden önce insanlar çok katılmak isteyenler, bir çok insan ramazan orada geçirilmeye, hem oruç, hem sıcak, hem ibadet diye serzenişte bulunur. Belki sen öyle düşündüğün için zordur. O insan için belki çok kolay olacak. İnsan orada inkişaf edecek. O dünyasında olumsuz bir kod oluşturma hakkımız yok. O yüzden konuşurken çok dikkat etmek lazım. Biz böyle hissedebiliriz olumsuz bir şekilde deneyimlemiş olabiliriz ama belki karşındaki insan olumlu deneyimleyecek. Kimsenin hakikat yürüyüşüne köstek olmamak lazım, destek olmak lazım. Bugün açık sözlülüğü çok rahat şekilde konuşmaya açık konuşmak olarak görüyorlar. Hayır Allah Resulü diyor ki insanlara akılları nispetince konuşun diyor. Belki bizim ifademiz o insanın gönlünde yanlış bir izlenim bırakacak. O yüzden dikkat etmek lazım.
161-162. Nankörce inkâr edip de inkârcı olarak ölenler; Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lâneti şüphesiz bunların üzerinedir. Hem de kalıcı olarak... Onlardan ne azap hafifletilir ne de yüzlerine bakılır.
Hakikatin üzerini örtenler diyor. Kefere örtmek demek. Kafir demek, her şeyi örten demektir. Arapçada küffar diyorlar çiftçiye. Demekki kefere örtmek demek. Kafir hakikatin üstünü örttüğü için kafirdir. Bizim dünyamızdaki anlamdan biraz daha farklı bir anlamı var. Hakikatin üzerini örten kişiler, hakikati örten kişiler, gizleyenler, Hakikaten üzerini örten ve bunda da direnen kişiye kafir diyoruz. Bunlar ölünceye kadar bu halde direnen kimselerdir. Lanetin yani Allah’ın dairesinden olanların dışına çıkan kimselerdir. Melekler ve insanlar da dahil onları dışlarlar diyor. Burada iyiliği emir ve kötülükten sakındırma gündeme geliyor. Bu bir farzdır.
Günümüzü değerlendirelim. Ahlaksızlık kitle kitle insanlara yayılıyor. Medya aracılığı ile, sosyal medya aracılığı ile, birçok vasıta ile görüyoruz ki çok geniş kitlelere ahlaksızlık pompalanıyor. Bu ahlaksızlığı sadece eşcinsellik olarak söylemediğimi anlıyorsunuz. Birçok. Aile içerisinde, komşular arasında, akrabalar arasında artık her türlü şekilde bir ahlaksızlık furyası her şeyi kasıt kıvırmak zorunda. Bizim istikameti bozma bozmamamız gerekiyor. Unutmayalım ki her bir ahlaksızlık hakikatin üstünü kapatıyor. Bugünün muhtarını çağı insanına baktığımız zaman, yiyecekleri bile yemekten bahsederiz. Hamza ile yemekten bahsettiniz. Bugün yemek yemekten kimse bahsetmiyor. Tüketmekten bahsediyor. Çünkü tüketmek demek onu yok etmek demek. Tüketim ahlaksızlığı çığ gibi büyüdüğü için, yemek yemek artık manevi anlamda bir gelişime, bedenin ayakta durması ile ilgili bir şey değil. Yemek yemek tam anlamı ile insanların tüketime odaklı bir şekilde haz aldıkları bir hale gitme durumunu ifade ediyor. O zaman Allah bize diyor ki yiyiniz, içiniz, israf etmeyiniz diyor. Yediklerimizde denge, içtiklerimize, pişirdiklerimizde denge... İşte o zaman Allah bunlara Azapları hafifletirmez diyor. Azap ne demekti, mahrum edilmek demektir. Buradaki en büyük azap ise Allah’ın dışlamasıdır. Mahşer gününü düşünelim. Kimsenin kimseye yardım edemeyeceği günü düşünelim. İşte Allah öyle bir günde yüzümüze bakmaması gibi bir şeyi hayal bile etmek istemeyiz. Bundan daha büyük bir azap olmaz. En büyük azap, cehennemin ta kendisidir. Kulun Allah’tan uzak kalması. Kul Allah’tan uzaklaştıkça bir cehennem girdabına giriyor ama farkında değil. Sonra da ayette diyor ki kendilerine göz açtırma açtırılmayacak. Mağfirete bile gözlerini çevirip bakamayacakları. Bir ümitleri bile olmayacak. Pişmanlık yüreklerini yakacak.
163. (Ey Ehl-i Kitap ! Ey Müslümanlar!) Hepinizin tanrısı aynı tanrıdır; O’ndan başka tanrı yoktur; mutlak merhamet sahibidir, bilfiil merhamet eder (Rahmân, Rahîm).
Elmalı‘da şöyle geçiyor, Allah‘ın zatînın, sıfatının ve ailenin bir arada geldiği ilk ayettir. Bu ayette dua edin diyor. Bu ayet hem Allah‘ın zâtında, hem sıfatına, hem hem ef’alinin azametini anlatıyor. Burada adeta sizin ilâhınız tektir diyor. Birdir demiyor. Birden sonra iki gelir, ama tekten sonra bir şey gelmez. Allah müfrettir , cemisi (çoğulu) yoktur, erkeği yoktur, dişisi yoktur. O’ndan başka ilah yoktur diyor. Lâ ilahe illallah dediğimiz kalıp, elif lam he. Lâ ilahe illallah’ta 12 harf üç harften oluşur. Tamamı da boğaz harflerinden oluşur. Milyon kere lâ ilahe illallah deseniz ağzınız kapalı ise kimse duymaz. Muhammet ise dudak harfleridir. Müslüman dediğiniz zaman dudak harflerindir. Dudaklar ile ifade ederiz. Ama Lâ ilahe illallah ise ciğerin en derin noktasıdır. Arap dilinde “hû” derken iki şeyi sembolize olarak sembolize eder. Bir uzaklığa, iki Aşkınlık. Burada aşkınlığı ifade ediyor. Aklınıza gelen her şeyden aşkın. Bunu hiçbir idrak kavrayamaz. Aklınız kavrayamaz. Onun için “O” deniliyor. Burada büyüklüğe delalet ediyor aynı zamanda. Kelime-i Tevhid aslında bir paroladır bu anlamda. Özgürlük ve güvende olmanın parolasıdır. La ilahe illallah dediği zaman artık insan ihanet edemez. Sınırlarını bilir. Kimseye kötülük yapamaz. Aynı zamanda Lâ ilahe illallah diyen kişi özgür ve güvenli olan bir alana sığındığını bilir. Allah’a sığındığını bilir. Allah onun yardımcısıdır. Allah’ın elinde olan özgürlük ve güvenliğe sığınmış demektir. Kimsenin ona özgürlük vermesine gerek yok. Kimsenin ona güvenli sınırları içerisine almasına gerek yoktur. Yusuf gibi hapise düşse, orası onun için bir mektep olur. Mektebinde özgürdür. La ilahe illallah demek, Allah’ım ben senin benim adıma çizdiğin planlamayı kabul ediyorum demektir. HuvErrahmanirrahim derken kendisini sığınana sonsuz rahmet eder.
... Ya Rab, ben tabi oldum, beni dünyevi olan her şeyden özgür eyle Allah’ım diyerek dua edelim.
Yorumlar
Yorum Gönder