Ümmet kelimesinden bir başlayalım. Ümmet dediğimiz kelimenin kökü yönelmek, imam olmak, kast etmek anlamlarına geliyor. Bir konuda önderlik yapmak kökünden “emn” kökünden geliyor. Aynı zamanda yaşama veya aynı mekânda bulunma gibi önemli bir unsurda toplanan gruplar anlamına da geliyor. Aynı zamanda yaşama veya aynı mekanda bulunma gibi önemli bir unsurda toplanan gruplar anlamına geliyor Ümmet. Aynı zamanda kendine peygamber gönderilen topluluk, her kabileden bir grup insan, her canlı cinsi, her iyiliğe kendini de şahsında toplayan kişi, önder anlamlarına da geliyor. Bir çok anlamları var. Kuranı Kerim’de tekil ve çoğul olarak 64 yerde geçtiğini görüyoruz. Kuranı Kerim’de kendilerine peygamber gönderilen toplulukların inanıp inanmalarına bakılmaksızın onların ümmet olarak tanımlandıklarını, aynı zamanda diğer canlılar için de, renkler için de, hayvanlar için de, onların topluluklarına da ümmet dendiğini görüyoruz. Biz tabi dil içerisinde bunu çok daraltmışız. Bir peygambere inananlar ve ilahi dinlere inanan mensup olan kişilere ümmet diyoruz. Ama Kur’an-ı Kerim’de Ümmet olabilmek için aynı amaç etrafında toplanmak gerekiyor, aynı kaynaktan beslenmek, aynı inanç ve ibadetlere sahip olmak, muayyen bir zamanda yaşamak anlamlarına da geliyor. Ve burada Medine Vesikasında dahi Ümmet kavramını görüyoruz. Müslümanların ilk anayasasının Medine Vesikası olduğunu biliyoruz. Biz ona Medine anayasası da diyoruz. Bu ilk anayasada Ümmet kavramının geçtiğini, toplumsal barış anlamında Ümmet kavramının geçtiğini görüyoruz.
Vasat kelimesine de biraz bakalım.
Vasat Ümmet demekle Allah bizi nasıl tanımlamış oluyor? Bizim vasat anlayışımız biraz daha olumsuz aslında. Ya da çok dar anlam vermişiz. Sıradan anlamı vermişiz. Ama aslında Kur’an böyle mi söylüyor. Vasat kelimesinin sözlük anlamına baktığımız zaman, bir şeyin ortası anlamına geliyor. Ya da en hayırlısı, en adil ve en güzel olanı anlamlarına geliyor. Bizim Türkçe kullanımında vasat kavramı sıradan ve çok da iyi olmayan anlamlarına geliyor. Ama sözlüğe baktığınız zaman vasat kelimesi bir şeyin en ortası, en hayırlısı, en güzeli olduğunu görüyoruz. Hayır, adalet, yücelik, insaf, yüksek makam anlamlarını kullanıyorlar Arapça içerisinde.
Farklı kalıplarda Kur’an-ı Kerim de geçtiğini görüyoruz kelimenin. Kuranı Kerim’de ise merkez ve her tarafa denk olan, itidal sahibi, hayırlı bir ümmete işaret ediyor ümmete vasat kavramı. Kuranı Kerim’de değişik kalıplarla geliyor. Ümmetin vasat olması, merkez toplum olması, her tarafı birbirine denk anlamındadır. Sosyolojik olarak, ekonomik olarak her bakımdan bir toplumun birbirine denk olduğunu düşünün. Ekonomik olarak düşünelim, Hazreti Ömer zamanında İnsanlar zekat verecek kişileri bulamıyorlardı. Ümmet-i vasat olmuşlardı. Toplum merkezi bir toplum olmuş ve her tarafı itidalli idi. Her tarafa adaletli bir şekilde bölüşüm var. Aynı zamanda Taberi’ye göre vasat kelimesi seçkin anlamında da kullanılıyor. Bizim kullandığımızın çok ötesinde özel bir manasının olduğunu görüyoruz. Aynı zamanda vasat kelimesinin adil olduğunu söyleyen dilciler da var. Seyit Kutup ise düşünce ve inanç da denge halini ifade eder diyor. Ayrıca dünya ve ahiret dengesi kurar diyor. Ve aynı zamanda da diyor ki ikisinden birisine gömülmez. Ne dünyevileşir ne de sadece ahiret odaklı yaşar. Bedene sarılmış bir ruh ya da ruha sarılmış bir beden gibidir diyor. Dünya hayatı için çalıştığı kadar ahıret hayatı içinde çalışır diyor. Aynı şunun gibi, bir kuşun uçabilmesi için iki kanada ihtiyacı vardır. İşte o iki kanat dengede olduğu zaman kuş uçabilir. Eğer kanatlar dengeli değilse bir tanesi çok yüksek değilse, bir tanesi çok altlarda ise o kuş uçamaz. Mevdudi de vasat ümmete şu şekilde söylüyor, Vasat Ümmet sınırları aşmayan yani Allah’ın kuluna koyduğu sınırları aşmayan, insanlara adil davranan, uluslararası ilişkilerde yani sadece kendi bulunduğu toplumsal hayatta değil, uluslararası ilişkilerde hak ve adaleti esas alan toplum anlamına gelir diyor. Vasat Ümmet öyle bir ümmettir ki sınırları aşmaz diyor. Allah‘ın kanunlarını, nehiylerini, emirlerini aşmaz diyor. İnsanlara adil davranır. Uluslararası ilişkilerde hak ve adaleti esas alır. O inançsız, ötekisi bu şekilde diyerek insanlara uluslararası platformda aynı şekilde hak ve adalet üzere davranış diyor. Aynı zamanda genel itibari ile şunu söyleyebiliriz, itidal sahibi olan, her türlü aşırılıktan uzak olan, adaletin tesisi için çalışan, gayret eden insanlardan oluşan bir örnek topluluğu ifade ediyor.
Bundan sonra düşündüğümüzde Vasat Ümmet dendiğinde basit görmememiz lazım. Burada itidal sahibi bir ümmetten bahsediyoruz. Her türlü aşırılıktan uzak ve adaleti tesis edebilmek için çalışan, gayret eden insanlardan oluşan bir toplumdan bahsediyoruz. Kur’an-ı Kerime baktığımız zaman, vasat ümmeti Bakara 143. ayetten itibaren görmüş olduk. Bakara ve Âli İmran surelerini de ümmete vasat kelimesini söylüyor. Bu ümmetin en büyük vasfı vasat olmak. Yani en büyük vasfı, itidal sahibi olmak. Aynı zamanda İslam tarihi boyunca da görüyoruz zaten, ailelerimizin, büyüklerimizin hep böyle geçmişin hataları ve başarılarının ortaya çıkardığı yeni şartlar ışığında imanlarını pekiştirme çabaları olduğunu görüyoruz. Sonuç olarak biz şöyle diyebiliriz, vasat ümmeti çok geniş bir şekilde tanımlayabiliriz. Ama burada öncelikle, o toplumun bir denge üzerine, bir adalet dengesi üzerine oturan sosyolojik olarak da, ekonomik olarak da bir itidal dengesi üzerine oturan bir toplumdan bahsediyoruz. Aynı zamanda bu vasat ümmetin inançta, ibadette, ahlâkta, bütün fiillerde aşırılıktan uzakta olan, itidal sahibi bir Ümmet, örnek ümmet olması gerektiğini söylüyor. Kuranı Kerim’de ideal bir ümmetten bahsediyoruz, nasıl bir Ümmet bu: Bakara 128’de geçiyor, Allah’a teslim olan. Hayırlı ve faziletli işler yapan, Bakara 143’te geçiyor. İyiliği emredip kötülükten sakındıran Ali İmran 104’ten biliyoruz. Hakkı adaleti gözeten, Araf Suresi 159. ve 181. ayetlerde geçiyor. Allah’a karşı saygı ve sorumluluk bilinci ile davranan bir topluluk, bir ümmetin Vasat Ümmet olduğunu görüyoruz. Demekki vasat, bizim düşündüğümüz, bizim kültürümüzde bir kelimenin anlam daralmasına uğradığı gibi bir kavram değil. Vasatın demekki itidali çok yüksek olan, hayırlı olan, hayırlı işler yapan ve aynı zamanda hak ve adaletin tesisi için gayret eden bir toplumu ifade ediyor.
Burada aklıma gelen bir şey var, İhsan Fazlıoğlu hocanın “Sözün Eşiğinde” kitabında Kınalı Zade’den şöyle bir şey aktarıyor; Soyut akıl bedeni mütalaa ederek isteklerini müzakere eder. İfrat ve tefrit arasındaki vasatı ihtiyar ederek nefsi itidal üzere tutar diyor. Bu itidal durumunda erdemdir diyor. Demekki insanın itidalli olması demek, ifrat ve tefrit durumlarından uzak olması anlamına geliyor.
İfrat ve dediğimiz şey aşırılıktır. Ölçüyü kaçırmaktır. Mübalağa. Herhangi bir şeyde olumlu ya da olumsuz aşırıya gitmektir. Tefrit ise vasatın, ortalamanın, çizginin çok çok altında olması. Yetersizlik durumu olması. İşte burada vasatı tanımlayan, onu tarif eden kelime itidal. Buna örnek verirsek daha iyi anlayabiliriz. Mesela kibirlenmek ifrat taşı. İnsanın kendisini beğenmesi ifrattır. Ama tevazu vasat olandır. Temellük nedir, temellük aşırı derecede tevazu göstermektir. Hazreti İsa’yı sevmek ve çok fazla aşırı sevmek ve onu tanrılaştırmak ifrattır. Hazreti İsa’yı sevmemek ise tefrittir. Yahudilerin Hazreti İsa’ya bakışı gibi. Hazreti Ali’yi sevmeyen haricileri düşünün, o kadar sevmiyorlar ki tefrit boyutundalar. Yada Sebeciler gibi ifrat düzeyinde severler.
Başka bir örnekte, bir annenin ya da babanın evlatlarına çok aşırı sert davranması ifrattır. Ya da hiç ilgilenmemesi tefrittir. Ama yumuşak davranması ise vasat olandır. Ya da bir kimseyi aşırı sevmek, ondan başkasını hiç görmemek, hep merkeze onu almak, bütün sırlarını ona dökmek işte bu ifrattır. İnsan o kişiye karşı artık kör olmaya başlar insan. Bir insanı da çok fazla nefret etmek, onu ne yaparsa adaletsiz bir şekilde eleştirmesi de tefriti anlatır. Cimrilik tefrittir. Bir parayı çok altında kullanmak tefrittir. İsraf ise ifrattır. Ki Kur’an’da Furkan Suresi 67. ayette Rahman’ın kulları harcarken ne israf ederler ne de cimrilik ederler diyor. Tembellik, tefrittir. Ama hiç durmadan, hiçbir şey gözü görmeden hırs yapmak da ifrattır. Çok yemek yemek İfrattır, ayakta kalamayacak kadar az yemek yemek ise tefrittir. Yani Allah’tan ümidi kesmek, ifrattır. Nasıl olsa Allah affeder deyip hiçbir şey yapmamak da tefrittir. Çok uyumak ifrattır. Vasatın altında uyumak ise tefrittir. Burada aklıma şu geldi şimdi, Bediüzzaman: ahlaktaki ifrat ve tefrit istidâdadı ifsat eder. Eğer ahlaki duruşumuzda ifratlar ve tefritler bizim kapasitemizi yok etmeye başlar.
Örneğin Temellük yapmak ise vasatın altında kalmaktır. Burada ibadette, söylemde, eylemde, ahlâkta, ne olursa olsun vasatı korumayı bize anlatıyor. Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem diyor ki, ibadetlerin en güzeli vasat olanıdır. Demekki ifrat ve tefriti insanın psikolojisine, insanın fıtratına uygun değildir. Toplumun da sosyolojisine uygun değildir. Demekki Vasat Ümmet dediğimiz itidal toplumundan bahsediyoruz. Adaletli bir toplumdan bahsediyoruz. Ve öyle bir toplumdan bahsediyoruz ki insanlara örneklik yapabilecek toplumdan bahsediyoruz.
Demekki bu kavram çok önemli ve özel bir kavram. Demekki vasat Ümmet dediğimiz şey birçok anlama geliyor. Bu anlamda özellikle Kur’an-ı Kerim de kullanıldığı anlama baktığımız zaman, adil bir toplumdan bahsettiğini görüyoruz. Aynı zamanda, hayırlı bir toplumdan bahsedildiğini görüyoruz. Allah’a karşı sorumluluk bilincinde olan bir topluluk olduğundan bahsettigini görüyoruz. Hak ve adaleti gözeten bir toplumdan bahsetmiş oluyoruz. Özellikle geceleri kıyamda durup da sorumluluk duygusu ile davranan müminlerin olduğunu oluşan bir toplum olduğunu görüyoruz. Allah’ın İyilikleri emreder ve kötülüklerden sakındıran bir toplum olduğunu görüyoruz. Böylece vasat ümmet ile alakalı bu kavram üzerinde daha geniş bir açıklama yapmış olduk.
143. Böylece sizi mutedil bir ümmet kıldık ki, Peygamber size şahit (model) olsun, siz de insanlara şahit olasınız. Kıbleyi; üzerinde bulunduğun kıbleye, ancak, ‘peygambere uyanları, ayağının iki ökçesi üzerinde gerisin geri döneceklerden ayırt etmek için’ çevirdik. Bu (kıble değişikliği), gerçekten ağır bir şey, ama Allah’ın doğru yolu gösterdiği kimseler için hiç de öyle değil... Allah, (eski kıbleye yönelik) imanınızı da elbette zayi edecek değildir. Allah, insanlara karşı gerçekten şefkatlidir, merhametlidir.
Bu bir imtihandır, zor bir imtihandı. Arap müşriklerin ve Hristiyanların hepsinin oklarının Peygamber Efendimize döndürdüğü bir konu idi. Bu konuda gördük ki, bir imtihan sebebi olduğunu gördük. Ökçeleri üzerine döndü ifadesi var. Kararsızlık, gönül darlığı, tam olarak inanıp inanmayanların, döneklik yapanların burada bir imtihan yaşadıklarını anlatıyor.
Demekki kalpleri tam mutmain olmayanlar zaten bu konuda kararsızlardı. Kararsız oldukları için de onların böyle davranmalarında bir problem yoktu. Yahudiler diyor ki, hem bizim kıblemize yöneliyor hem de bizim yolumuzu yanlış buluyor. Müşrikler de diyordu ki, hem İbrahim’i inancı yenilediğini söylüyor hem de İbrahim’in kıblesine sırt dönüyor. Hıristiyanlar da, hem Kâbe’ye yönelmiyor, hem de kalkıyor ikili davranıyor diye sürekli bir bu konuda Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem ve müminlere yapılan bir baskı olduğunu görüyoruz.
Siz kıblenizi değiştirdiğiniz diye Allah sizin İmanınızı ifsat ve zayi etmeyecek.
Her türlü şeyin terazisi var bugün. Ufacık toz şeklinde bir maddeyi önce biliyoruz artık. O kadar hassas teraziler var. Ama ahlakı ölçen, eylemi ölçen bir terazi yok. Onları sadece yorumluyoruz. Yapılan eylemin sonucuna göre yargılama oluşturuyoruz. Ona sadece ve sadece eylemin ahlâkın terazisi Allah’tadır. Bizim en ufak görünmeyecek kadar ufak yapmış olduğunuz iyilikleri de, kötülükleri de bilen Allah’tır.
O dönemde böyle bir imtihandan geçerken Allah Resul’ünü yarı yolda bırakmayan bir insan hakikaten sağlam bir insandır. O güçlü bir insandır.
Bu arada diyor ki, hiç şüphesiz bu olan zor bir sınavdı. Herkes Allah rızası için bekledi. Özellikle Peygamber Efendimiz. Allah biliyor ki diyor ki Allah hiçbir gayreti boşa çıkartmaz. Neml Suresi 62. ayette diyor ki, kim giderebilir insanların sıkıntısını. Evet siz sınavdan geçebilirsiniz. Bazen insanın sınavları üst üste gelebilir. Ama bu genel sınavlar aslında insanın gücünü arttırır. Bir ağırlık kaldırıyorsa bir insan, kasların yırtılır ve daha sonra daha güçlü kasları oluşur. Düşünce ile de bu söylenir. Ne kadar çok düşünürsek, ya da bir düşünceyi geliştirirsek düşüncemizin o kadar hoş geldiğinden bahsediyor. Allah insanın imanını boşa çıkarmaz. Eğer siz Allah’ın yolunda iseniz, Allah’a asla direnenlerin, sabredenlerin amelini boşa çıkartmaz. Bu kıble konusu olabilir, Bedir’de de olabilir, ya da Uhut’ta ağır bir sınav verildi, ya da evimizde bir Uhut yaşanabilir. Ya da kendi manevi hayatımızda bir Uhut yaşayabiliriz. Olmaz olmamız gereken teheccüt dualarında olmayıp da başka yerlerde olabilirz. Ama istikamete bozmadıktan sonra Allah asla imanı zayi etmeyeceğini söylüyor.
144. Biz senin, yüzünü göğe doğru çevirip durduğunu görüyorduk; elbette seni razı olacağın kıbleye çevirecektik... Evet; yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. Nerede bulunursanız bulunun, yüzlerinizi o tarafa çevirin. Kendilerine kitap verilenler Rablerinden gelen gerçeğin bu olduğunu pekâlâ biliyorlar. (Bilmiyormuş gibi davranırlarsa) Allah, onların yapıp ettiklerinden gafil değildir. İnsanın bir şeyi çok telef ettiğinde onun vücuduna yansıdığını anlıyoruz. Vücuduna yansıyor bakışlarına bakıyor yansıyor.
Yani şunu söylüyor ayet, Kabe’de olduğumuz zaman Kâbe kıble değildir. Kâbe’ye yönelerek namaz kılarız. Kabe’den uzaklaştığımız zaman kıble kavramını kullanırız.
"Şatral" dediği doğru yönelmek demek. Kıbleye bir taraf olmak demek, kıbleye dönmek demek bir taraf olmak demek. Bu ayetin fıkhî tarafından şunu anlıyoruz. Bu ayette kıbleye dönmeden farz oluşunu anlatıyor. Kabe’yi gören için kıble yoktur Kabe’nin kendisi vardır. O yüzden Kabe’de olduğumuz zaman direk kabeye bakarız. Diğer kıtalarda yaşayan insanlar için kıble hep Mekke coğrafyasıdır. Burada aslında şunu anlıyoruz. Uzayda yaşayanlar için de kıble yeryüzüdür. Uzayda olan insan için kıble yeryüzüdür. Eğer bir gün galaksilerden bir hayat olarak giderse, o zaman kıble edeceğimiz yer Samanyolu galaksisidir. Aslında burada herkesi bir kabul eder, bir yönde buluşması da muhteşem bir şey. Yönümüzü kıbleye doğru çevirmemesi aslında bu vasat dediğiniz ümmetin bir araya gelmesini anlatıyor. Daha önce İngiliz bir gazeteciden bahsetmiştim, Taliban’na yakalanan. Müslüman olduktan sonra beni hep çok etkilemiştir demişti. Bir Allahu ekber kelimesi sağındaki solundaki, yanımdaki, arkamdaki milyonlar bir anda saf oluyorlar. Yani Allah Mekke coğrafyasında bir Kabe ile hepimizi bir yere baktırıyor. Aynı zamanda şunu da söylüyor. Zihinsel olarak da aynı yere bakın. Bizi birleştiren bir fonksiyondan bahsediyoruz. Aynı bakış açılarını görebilmektir. Aynı eylemde bir araya gelebilmedir. Namaz kılarken yarın yüzünde siyahı, beyaza, Avrupalısı, Amerikası herkes aynı yere dönüyor. Yüzmilyonların, milyarların aynı yere dönmesi evrensel bir durumu anlatıyor. Bu ayette şunu görüyoruz, nerede olursanız olun yüzünüzü oraya çevirin. Hazreti Peygamber’e bir emir ve onun tahtında hepimizin. Yani nerede olursanız olun kesin bir şekilde kıbleniz Mescidi Haram’a doğru olsun. Bu enerjinin Rablerinden gelen bir gerçek olduğunu söylüyor Allah. Bu Allah’tan gelen bir emir olduğunu anlıyoruz. Bunu bildiğimiz halde karşı çıkıyorsak iman zaafı vardır, iman problemi vardır. Bilmek yetmiyor, inanmak gerekiyor. Bir şeyi bilebiliriz ama inanmak ayrı bir şey. Allah‘ın peygamberine gönderdiğine inanan bir insan, peygamberin samimi olduğuna inanan bir insan, getirdiklerinin hakikat olduğuna inanan bir insan muhalefet edemez. Vallahi kıbleye önünüze birleştirici bir araç olarak koyduğunu söylüyor.
Allah onların yaptıklarından gafil değildir diyor. Kendi ölçütlerinde düşündükleri ya da zihinlerinde planladıkları kötü düşünceler, kötü planlar, bir takım muhalif davranışlar, bunların kimse duymuyor zannedebilirler. Ama habersiz değil. Allah onların ta yüreklerindeki her şeyi bildiklerini söylüyor.
145. “Kendilerine kitap verilmiş olanlara bütün âyetleri getirsen, yine de senin kıblene tâbi olmazlar. Artık sen de onların kıblesine tâbi olacak değilsin. Nitekim onlar da birbirlerinin kıblesine tâbi değiller... Gerçek şu ki, sana gelen ilimden sonra şayet onların arzu ve ihtiraslarına uyacak olursan, o takdirde, şüphesiz zalimlerden olursun.”
Burada şundan bahsediyor, Kudüs’e Yahudilerin gönlünü almak için yönelebilirsin. Bu aslında peygambere de çok önemli bir uyarı var. Diyor ki, yahudilere şirin görünmek için ya da onlar iman etsinler diye onların arzularına sakının tabi olma. Kur’an‘da Kudüs’e yönelerek namaz kılınacağına Emreden ayet Tevrat’ın çok net bir şekilde burada görüyoruz. O zaman burada şunu söylememiz lazım. Eğer kesin bir bilgi geldiği halde onların hevalarına uyarsan kendine kötülük edersin. Burada Allah’ ın emri çok net. Ama insan başkalarının arzu ve havasını uyumanın ne hale getireceğine bas gösteriyor. Bir insan bilgileniyor, kaynaktan öğreniyor ama öğrendiği halde diğerlerinin hevasına, isteklerini, arzularına gem vuramayanların arzularına yöneldiği zaman insan o arzulara tutsak olmaya başlıyor. Onların hevasına uyumak demek, onlar ne der kaygısı ile hareket etmek demektir. Allah bir şey demişse onlar ne derse desin, insan bilmeli ki, Allah’ın dediği olur. O ne derse desin yapmalıyız. İşte Peygamber Efendimizin gösterdiği teslimiyet budur. Allah’ın emirlerini yerine getirme sebatı Peygamber Efendimizin gösterdiği teslimiyettir. Burada onların hevalarına uymak, onlar ne der kaygısı ile, onların arzusuna uyumak, onların talebine uymak, onlara da iyi gözükmek, onlar da üzülmesini demek, bu tür düşünce ...
Kıblenizin yönü belli değilse kıble her yönedir. İnsanın kıblesi net ise o insanın duruşu tektir. Eğer ki kıble her tarafa doğru ise bir duruşunuz yoktur. Kalbimizin ayaklarının bastığı zemin kaygandır demektir. O yüzden kıble bize yerimizi gösterir. Kıblemize bakmamız gereken yönü gösterir. Kıble bize birleşmemiz gereken yönü gösterir. Kıble sadece namaz için durduğumuz bir yön değildir. Kıble aynı zamanda hepimizin nereye bakması gerektiğini bize beş vakit namazda öğretir. Bütün o vasat ümmetin bakması gereken yer Kâbe-i Muazzamadır. Aynı hak ve hakikat yolcusu olabilmek, aynı güzergahta durabilmek olduğunu ifade ediyor.
Derste geçen makaleler:
Yorumlar
Yorum Gönder