Bakara Suresi 135-138. ayetler ( Keşşâf Tefsiri p. 842-856)

 


134. ayette diyor ya “o Ümmetler geldi geçti”. Onlara da kendi kazandıkları, size de kendi kazandığınız. Bu ayet bugüne çok cevap veriyor. Bugün artık üçüncü kuşaktan dedenin yaptığı hatayı çekiyorsun, beşinci kuşaktan ananenin yaptığı başına gelen şeyi sen taşıyorsun gibi bir çok söylem var. Bu söylemlere de cevap vermiş oluyor. Aynı zamanda şunu da söylüyor, Yahudileşmeyin mesajı veriyor. Diyor ki, Yahudilerde de bir görmüştük nerede de şöyle bir şeyler vardı. Müşrikler İbrahim peygamber ile övünüyorlar. Diyorlar ki bizim atamız İbrahim’dir. Yahudiler de biz İbrahim’in torunlarıyız diyor. Biz peygamber soyundan geliyoruz diyerek hep soruların üstünü örtme var. İşte ayette diyor ki onlar geldiler gibi geçtiler. Aslında bugün de benim babam hoca, benim dedem hacı demek aslında Yahudileşme mantığını gösteriyor. Bu konulara değinmeden geçemedim. Günümüzde alakalı iki önemli konuya değiniyor. Birincisi dedenin yapmış olduğu günahı yaşadığın için sen de o günaha gidiyorsun, psikolojin bozuluyor gibi bir takım anlayışlar var. Bunu reddediyor. Diyor ki onlar bir Ümmetti geldiler ve geçtiler. İkinci bir şey daha diyor ayette. Yahudilerin ya da müşrik Arapların geçmiş soylarında peygamber olduğu için onlarla övünmeyin diyor. Burada bunu kullanarak yanlışların üstünü kapamaları, yararlanmaları var. Babam hacıydı dedem hoca, babam şehittir diyerek kendini yapmadıklarımız şeylere geçmişteki büyüklerimizin yaptıkları üzerinden kendinizi rahatlatmaya çalışıyoruz. Onun yanlışlığını söylüyor. Herkes ne kazanıyorsa burada onu götürüyor. O yüzden şöyle bir mantık yok. Kaç kuşak dedenin günahının bedelini biz çekiyoruz, gibi bir durumun olmadığını da görmüş oluyoruz.

135. “Yahudi -ya da Hıristiyan- olun ki hidayete eresiniz.” dediler. De ki: Hayır, biz samimi bir muvahhit olan İbrahim’in dinine uyarız -ki o, Müşriklerden de değildi.




Burada aslında Yahudilerden ya da Hristiyanlardan olmak, bunun üzerinde bir düşünmek lazım. Aslında burada Yahudi leşini demek istiyorlar. Ya da Hristiyanlaşın ki doğru yolu ile sesiniz. Burada bir iddia var aslında. Burada Tevrat’a Çağırmıyor ya da inciyle Çağırmıyor. Çağırdığı şey kendi zihniyetleri. Yahudileşme ya da Hristiyanlaşma zihniyetine çağırıyor. Burada Hazreti Musa’ya ya da Hazreti İsa’ya imana çağırmış olsa anlarız ki hakikaten de yine çağırıyorlar. Ama onlar burada dine Çağırmıyor. Onlar kendi anlayışlarının uygulanmasına davet ediyorlar. Burada Musa peygamberden ve Tevrattan ya da İsa peygamberden ve İncil‘den uzaklaşmışlar, ve hakikatten uzaklaşmışlar. O yüzden çağrıları kitabı ya da Allah’ın dinine değil. Kendi anlayışlarına çağırıyorlar. Burada aynı zamanda şunu anlıyoruz. Müslümanlar da Muhammediliğe değil Allah’ın dinine çağıracaklar. Ki Fussilet Suresinde bunu Allah bize söylüyor. Allah‘ın dinine çağırmaktan daha güzel bir şey olabilir mi, olamaz. Siz onları Muhammet’i olun diye çağırmayın diyor siz onları İbrahim’e Çağırın, tevhide Çağırın. Yani aslında kaynağa çağırmak. Bize gelin dememek. Kendinize gelin demek. Bize gelin demek, bizden onun demek bizim düşüncelerimize ve bizim yorumlarımıza göre davranın demek. Ama kendinize gelin demek kaynağında dönün demektir. Burada Musa peygamber dönmek yerine milli lider haline dönmelerini istiyorlar. Burada da Allah diyor ki İbrahim Hanifti. Müşriklerden değildi. Hanif kelimesini burada bir anlam veriyor, iki ayakta bulunan yaratılıştan olan eğrilik. Bir yere doğru meyletmekten bahsediyor. Ama doğru bir yere meylenme. Bu kelimede yanlıştan doğru ya batıldan hakka dönen anlamı olduğunu biliyoruz. İbrahim Peygambere Hanif denmesinin sebebi şu, önce batıldan hakka bulmuştur onun içinde yanlıştan doğru ya dönerek Hanife olmuştur. Ve İbrahim peygamberin inancından kasıt tahkiki iman olduğunu görüyoruz. Tecdit yaptığını görüyoruz. Tecdit yatmak ne demek yenilemek demek. Aslında her peygamber müceddittir. 

Yenileyicidir yani hiçbir peygamber yepyeni bir şey getirme iddiası ile ortaya çıkan çıkmamıştır insanlığın eskimez değerlerine davet etmiştir her peygamber. İnsanlığın değişmez değerlerini yeniden canlandırmıştır. İşte peygamberlerin davet ettiği şeyler kimsenin bilmediği şeyler değildir. Peygamberler insanlık tarihi boyunca insanlara hep insanlığın değişmez değerlerini tekrar yenilenmesi için onlara destek olmuşlardır. Yani burada Hazreti İsa’nın mesajını düşünürsek ben size yeni bir mesaj getirdim değmez değmez. Ben benden önce gelen Musa’nın mesajını tekrar tecdit Etmek için varım der. Demekki her peygamber kendisinden önceki peygamberleri tasdik ederek gelir ve her peygamber insanlığın değişmez değerlerini tekrardan canlandırır. Felsefecilerle peygamberler arasında böyle bir fark vardır. Felsefeciler, kendilerinden önceki felsefecilerin düşüncelerine muhalif olurlar. Onu çürütmeye çalışırlar. Ama her bir peygamber kendisinden önce gelen peygamberi tasdik eder şekilde yola devam eder. 

Haniflik üzerinde şöyle bir şey anlatmak istiyorum. Hanif, yani doğruya yönelme, batıldan doğru ya veya doğruya yönelme anlamı vardır. İnsan ne tarafa doğru yöneliyorsa o tarafa doğru düşecektir. Şöyle düşünün, eğer ki dengemiz bozuldu, sağa tarafımızda doğru meyilli gösteriyorsak sağa doğru düşeriz, sol tarafımızda meyl ediyorsak sol tarafımızda düşeriz. Behlül Dânâ’nın bir öyküsü anlatılır, bir kaç zamandır yıkılmak üzere olan bir binayı seyreder. Sonra bir gün o bina yıkılır. Ve Behlül Dânâ çok sevinir. O kadar sevinir ki bir şükür namazı kılar. Derler ki ne oldu, evi yıkıldı, üzülmedin mi? Şöyle bir cevap verir, kaç zamandır ben bu yıkılacak evi takip ediyordum. Meylettiği yere mi yıkılacak yoksa tam aksi istikamete mi yıkılacak diye merak ediyordum. Ne zaman ki ev meylettiği yöne doğru yıkıldı, o zaman çok sevildim ve kendi halime de çok sevindim. Nereye meyledersek o tarafa doğru gideceğiz. 

İnsanın doğruya ya da güzelliğe, hayra ne kadar çabası varsa düşeceği yer orasıdır. Gezineceği yer orasıdır. Ve algıda seçicilik deniliyor ya nedir algıda seçicilik herhangi bir olay yaşarsınız, herhangi bir konu olursa o konuyla ilgili o yaşadığınız bir kavram, bir kelime, satın aldığımız bir şey hep onu görmeye başlarız. Bir araba satın alırız, sonra hep aynı arabaları görürüz yolda giderken. İyilikler hayırlar da böyledir. İyiliklerde ne kadar koşturursak iyilikleri ve hayırlara seçmemiz, algıda ki bu seçicilik artar. Algıda bu hanifideki duygusu artar. O yüzden hani olmak batıldan doğruyu ayırmak ve doğru yöne eğilmek anlamlarına geliyor.


136. Deyin ki; “Biz; Allah’a, bize indirilmiş olana, İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Ya‘kūb ’a ve torunlarına indirilmiş olanlara; Musa’ya ve İsa’ya verilenlere, peygamberlere Rableri tarafından verilmiş olanlara iman ettik. Onların hiçbirini diğerinden ayırmayız. Biz sadece O’na teslimiyet gösteren kimseleriz.”


Burada Allah diyor ki sizi delalete çağıranlara şöyle cevap verin. Neye çağırıyorlar, Yahudileşmeye çağırıyorlar, İsevileşmeye çağırıyorlar, kendi dünyevi arzularıyla oluşturdukları dine insanları çağırıyorlar. Allah’ın indirdiği, nazil ettiği dine değil insanların kendi dünyevileşme unsurlarıyla beraber oluşturdukları dine çağırmalarından bahsediyoruz. Ama Allah diyor ki, onlara çağıranlara şöyle deyin, biz Allah’a iman ettik ve bize indirilene iman ettik. Biz sizin düşündüğünüz gibi değil, bu çağa bu uyumaz, bu modern çağın gereksinimlerini karşılamıyor, bu din modern çağın ihtiyaçlarına cevap veremiyor demeyin diyor. Böyle düşünenler dünyevileşmiş olan insanlardır. Kendilerince bir din ihdas etmiş olan insanlardır. Sorsanız derler ki aslında biz dini çok daha güzel gösteriyoruz, İslam’a daha çok insanın yakınlaşması için imkan tanıyoruz derler. Ama Allah hayır diyor. Öyle sizin kendi yorumunuza göre, hayat perspektifinize göre oluşturmuş olduğunuz din din değildir. O bir düşüncenin yansımasıdır. O yüzden de sizi çağıranlara şöyle deyin, deyin ki biz Allah’a iman ettik ve bize indirilene iman ettik ve Allah’a ve bize iman etmek ile birlikte aynı zamanda Hazreti İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakup’a ve bu peygamberlere de ne indirildiyse ona iman ettik. Onların torunlarına, soylarına indirilene de iman ettik. Bizim şöyle bir anlayışımız yok; bize ters gelen, bizim hayat anlayışımıza uyumadı diye bir peygamberin öğretisini kabul etmemek gibi bir durum söz konusu değil. Ve biz onlar arasında hiçbirini ayırt etmeyiz. Zaten biz bunu Amenna Resulü ayetlerinde okuyoruz. Özellikle yatsı namazının sonunda okuyoruz. Diyoruz ki, biz hiçbir peygamber arasında bir farklılık düşünmeyiz. Ey Müslümanlar, demek ki Müslüman olabilmek için sizi Yahudileşmeye, Hristiyanlaşmaya ya da Yahudi zihniyetine, Hristiyan zihniyetine davet edenlere siz deyin ki, sizin peygamberinizi zaten iman ettik. Biz sizi bize çağırmıyoruz. Biz sizi hakikat olana çağırıyoruz. Ve aynı zamanda biz sizi Allah’a teslim olmaya çağırıyoruz. Biz sizi kendinize çağırıyoruz. İnsanlığın değişmez değerlerine çağırıyoruz. Bu ayet bunu söylüyor. Size gelin bizim gibi yaşayan diyenlere, bu Yahudi mantığı olabilir, Hristiyan mantığı olabilir, seküler mantık olabilir, hepsi işin içerisinde, gelen sizde dünya zevklerinden kendinizi neden bu kadar sınırlıyorsunuz, bu kadar sınırlamanıza gerek yok, gelin bizim gibi yaşayın zaten Allah affeder, zaten Allah’ın rahmeti sonsuz söylemleri ile zihinleriniz bulanık hale gelebilir. Gelmesin diyor Allah. Hakikat yolcusuna indirilen ayetler zaten O’nun yolunu bulunabilmesi için yeterlidir diyor. Aynı zamanda da peygamberler arasında da bir ayrım yapmayız, biz böyle inanırız deyin diyor.

137. Şayet onlar da sizin iman ettiklerinizin aynısına iman ederlerse, elbette doğru yolu bulmuş olurlar. Ama yüz çevirirlerse, bilsinler ki ayrılık çıkaranlar (siz değil) kendileridir!.. (Çünkü o peygamberlerin yolundan giden, onlar değil sizlersiniz.) Onlara karşı sana Allah yetecektir. O’dur işiten; ‘mutlak ilim sahibi’ (Semî‘, Alîm).




Burada diyor ki Allah, onlar sizin inandığınız gibi inanırlarsa o zaman doğru yolu bulmuş olurlar. Şundan bahsediyor, problem eksik inanmalarında değil, buradaki problem tahrif etmeleri ile alakalı. İnsanların eksiklikleri olacak tabii. İnsanız. Eyleminde de, inancında da eksikliği olabilir. Asıl problem bunların işlerine gelmeyeni tahrif etmeleri. Değiştirmeleri. Ve kendilerine göre bir sistem oluşturmaları. 

Yani burada diyor ki, onlar Allah’ın inzal ettiği her şeye iman etmiş olsa o zaman bir problem olmaz, değiştirmeye kalkmazlar. Yani aslında bugün aynı şeyi Müslümanlardan da görüyoruz. Bozarak, tahrif ederek mi inanıyoruz yoksa Allah‘ın bildirdiği şekliyle mi inanıyoruz. Bu çok önemli. 

Tahrif ederek mi inanıyoruz, Allah‘ın bildirdiği şekliyle mi inanıyoruz. İşte bu bugünün problemi. 

Bugün müslümanların Yahudileşme noktası bu. Yani eksik inandıkları gibi inanmıyorlar. Belki bir çok şeyi herkes biliyor ama bildiğimiz halde inandığımız değerleri tahrip ederek inanıyoruz. Problem bu işte. 

Allah yiyiniz içiniz diyor israf etmeyiniz diyor, bu ayeti bilmeyen yoktur eminim, ama hepimizin buzdolapları tıka basa dolu, hepinizin masaları inanılmaz şekilde dolu ve aynı zamanda Kur’an‘da üstüne basa basa helali tayyibten bahsediyor. Tayyibin habis olmayan, temiz olan, özellikle haram olmayan ve aynı zamanda zarar vermeyen anlamlarına geldiğini biliyoruz. Allah diyor ki helali tayyib yiyin, salih amel işleyin diyor. Salih amel işleyebilmek için helal-i tayyib yememiz gerekiyor. Biz bugün beyaz un, beyaz şeker, hazır ambalajlı Kutular olsun, GDO’lu gıdalar olsun, her şeyi yiyoruz. Ve diyoruz ki Allah israf etmeyin diyor. Allah israf etmeyin derken şöyle düşünüyoruz, çöp atmamak. Helal-i tayyib yemekle ameli salih işleyen kelimelerinin bir arada bulunması gerçekten muhteşem. Ama biz oraları geçmişiz. Biz şuraya kitlenmişiz toplum olarak. Önemli olan yeniyor içiliyorsa eğer çöpe atılmıyorsa o israf değildir. Bu israfın zaten birinci derecesidir. Kuran zaten israf, ifsat ve iptal diyor. Ne yapar, öncelikle israf edersiniz, çok çok alırsınız Bu israftır ve daha sonra bu iftarda dönüşüyor, bozulmalar başlar. Sonra da iptal olur, her şey biter gider. Bakın işte Marmara denizi denizini görüyoruz, çöplükten ne hale geliyor. Artık tuvalet kağıtlarına kanalizasyon boruları yetmiyor. Nasıl bir dünya, nasıl bu kadar rahat israf edebiliyoruz. Yemek içmek, iki yemek, herhangi bir atı atmakla alakalı israf dairemiz çok yavaşlamış durumda. Buradasınız içiniz israf etmeyiniz ayetini sadece yemeğe çöpe atmamak olarak düşünüyoruz. Beş çeşit yemek yapıyor, bunu israf olarak görmüyor ama çöpe atılmamasını israf olarak görüyor. Sen zaten bu kadar çeşit yemek yaparak israf etmiş oluyorsun ve iptal ediyorsun. Çok yediğimiz zaman iftarda uğruyor ve sonra da iftarda oluyoruz. Halimiz kalmıyor. Üçüncü bir kıyafeti olmayan bir peygamberin dolaplara sığmayan ümmetiyiz. Günlerce aç gezen bir peygamberin Dolaplara sığmayan yiyeceklerle dolu ümmetiyiz. Peygamber efendimizin yaşadığı sadece fakirlik dolayısıyla değildi. Onu da öğretiyordu ne kadar az yemenin o kadar sağlık olduğunu. Hakikaten ben hayatımda en çok da düşünmüyorsunuz. Sabah uyandığın gibi yemek ile ilgili bir şey düşünmeye gerek kalmıyor. İsraf yediklerimizin çokluğundan başlıyor, dolaplarımızın dolu olduğundan başlıyor. İşte burada ayet çok net bir şekilde diyor ki, onlar da inanıyorlardı eksik inanma ile ilgili değilde problemleri, tahrif ederek inanıyorlardı. Allah israf etmeyin demiş biz israfa sadece çöpe atmamak olarak algılıyoruz. Allah tesettür emretmiş bugün tesettür anlayışımız sadece başa bir tane kumaşla başa sarma olarak algılamışız, onun dışında Instagram‘da, videolardan, her türlü şekilde, Her pozisyonda olunabiliyor. İşte maalesef problem bu. Tahrif ederek olan inanmanın ne kadar yanlışlığını anlatıyor. Yani peygamber inançları var, ancak peygamberi hayatlarına Önder etmiyorlar. Bir yere kadar diyorlar. Bir noktadan sonra kendi hayatlarına peygamberi karıştırıyorlar. Çünkü ahrete gerektiği gibi inanmıyorlar. Ahirete gerektiği gibi inansalar, öldükten sonra diriltileceklerine belki inanıyorlar ama öldükten sonra her yaptığının hesabını verip vermeyeceğimizle alakalı düşüncemizin çok sağlam olmadığını görüyoruz. 137. ayeti çok önemli bir şey söylüyor. Onlar da inandılar ama tahrif ederek. Siz böyle yapmayın diyor, tahrif ederek inanmayın. Kendi yorumlarınıza göre bir din ihdas etmeyin. Eğer 100 çevirirlerse artık onlardan yoldan çıkartma yoluna devam et, Allah sana yardım edecektir. Allah muhakkak sana yardım edecektir. O yüzden yola devam edeceğiz. Biz hiç kimseye kimseden sorumlu değiliz. Önce biz kendi hayatımızı düzelteceğiz. Konuşma israfına, yemek israfı, çeşit israfı. 

137. ayet bize çok önemli bir şey verdi. Tahrif ederek inanmayın diyor. Değerlerin içini bozarak, boşaltarak inanmayın diyor. Demek ki tahrif etmeden Allah’ın dediği şekilde yaşamaya çalışmaktan bahsediyor.


138. Allah’ın boyasına (iman ettik). Hem boyası Allah’tan daha güzel olan var mı?! Biz yalnızca O’na kulluk eden kimseleriz.



Kuran'da Sıbgatullah Kavramı:

Kuran'da Sıbgatullah olarak sadece burada geçiyor. Bakara 138’de geçiyor. “Sıbga” kelimesi Muminun Suresi 20. ayette de geçiyor. 

Sözlükte boyamak, suya batırmak anlamlarına geliyor bu kelime. Sebğ kelimesi. Bu kökten gelen Sokak kelimesi boya renk anlamına geliyor. 

Cevherî diyor ki bu terkibi, Sibgatullah Allah’ın dinidir demektir, Allah’ın vahyi. Ragıp el İsfahanî diyor ki, Allah’ın insanda yarattığı, onu diğer canlılardan ayıran akıl ve fotoğraftır. Allah‘ın boyası insana diğer canlılardan ayıran en önemli özelliği yani akıl ve fıtratıdır diyor. Dilciler, Allah’a yaklaştıran her şeyi kastederek şöyle diyorlar, Allah‘ın dini, hilkati anlamlarına geldiğini söylüyorlar. Yani genel olarak mı şu andan veriliyor, Allah‘ın dini, fıtratı, hilkati. 

Yani boyanın kumaşı süslemesi gibi dinin de insanı temizleyeceğinden bahsediyor. Boyanın iki görevi vardır, kirleri temizler ikinci görevi ise süsler. İşte din de ya da Şeriat ya da fıtrata uygun davranmak da insana kendini temizler sonrasında güzel bir hale getirir. Sıbga Kelimesinin aynı zamanda Filistinli Hıristiyanların lehçesinde vaftiz anlamındaki kökten geldiğini düşünenler de vardır. Vaftiz yapanların temizlendiğini düşünüyorlar. Ama hayır diyor Allah. Sularda yıkayın, istediğiniz kadar şampuan kullanın, o temizlenmez. İnsanın ruhunun temizlenmesi lazım. Kur’an‘da Sıbgatullah bir kere geçiyor. Sadece bakara Suresi 138. ayette geçiyor. Bu ayetten önce ve sonra gelen ayetlere baktığımızda ayetler, Ehli kitabın,  Hazreti Peygambere ve müminlere karşı asılsız iddialarına cevap veriyor.  Allah katında hak dinin özelliklerine dikkat çekiyor. Ve diyor ki Allah, onların düşündüğü gibi temizlenmez insan. Bugüne de çok var. 

Meditasyon yapmakla uzakdoğu dinlerinin birtakım ritüelleri ile insan ruhu temizlenmez. İnsan ancak ruhunu onu yaratanın belirlediği ilkeler doğrultusunda temizleyebilir.

 Hıristiyanların temizlendiklerini düşünüyorlar. Çocuklarıma sarı renkte suya batırıyorlar ve bu işlemler temizlenip arındıklarını yani Hazreti Âdem’in günahının bedelini ödediklerini düşünüyorlar. Halbuki biz biraz önce 134. ayette gördük, onlar bir Ümmetti geldi ve geçti. Onların kazandıkları onlara, sizin kazandıklarınız size. Burada bu tür maddesel anlamdaki bir takım temizliklerle Ruhunu temiz vermeyeceğini söylüyor. Şunu diyebilirsiniz, biz de beş vakit abdest alıyoruz. Günahlardan temizlenmek için abdest almıyoruz. Bir ibadeti yapmak için bedensel temizlik toplanıyoruz. Beden temizliği de burada ayrı bir şey. Ama boyada bir soyunda yıkanmasa onun ruhunu temizlemediğini öğreniyoruz.

Sıbgatullah kelimesini genelde Allah’ın değil mi onun insan faturasına yerleştirdiği özellikler olduğunu gördük. Taberi bu konuda diyor ki biz Allah’a iman ettik ve biz ona teslim olmuş kimseler ayetinde Bakara 136. ayeti gösteriyor ve bu kelimenin iman anlamına geldiğini söylüyor. Mâturidî de diyor ki Tevilat kitabında, Allah’ın kesin delilidir diyor. Sünnetullah diyor. Allahım ilkeleridir diyor. Boyası Allah’ınkinden daha güzel olan kimdir mealindeki beyanıdiğini, sünnete ve kesin delilleri Allah’ınkinden daha güzel olan kimdir diyerek bunu açıklıyor. Tevilat isimli kitabında Mâturidî diyor ki, Allah’ın kesin delili, sünnetullah anlamına gelir diyor. Zemahşeri iyi okuduk, Allah’ın arındırması manasına getiriyor. Yani ama imanın ancak insana temizlediğini ve aramalarıdığını söylüyor. Fahrettin Razi ise, fıtrat ve Allah’ın dini anlamında bir yakınlık olduğunu söylüyor. İnsanın fıtratı Allah’a imana meyilli. O yüzden Raziye diyor ki Allah’ın dini insanın yaratılışına koyduğu fıtrattır. Allah’ın dinini insanın fıtratına uygun olarak koymuştur diyor. Son olarak, reşit rıza diyor ki Allah‘ın mahlukata yarattı faturası anlamına gelir diyor. Yani onun peygamberlerine ve kullarından inananlara bu fotoğraf ile boyadığını ve sonradan gelen beşeri anlamdaki müdahalelere bir oranın olmayacağını söylüyor. Ve diyor ki, boyası Allah‘ınkinden daha güzel birinin bulunmadığını, onun boyasının nefisleri, akılları, kalpleri temizlediğini ve ehli kitabın din adamlarının Şeylerin ise Beşiri taşıdığını söylüyor. Onlar beşiri, asli renkler olmadığını söylüyor. Elmalılı bu konuda şöyle söylüyor, biz Allah’ın boyası olan faturayı imanına iman ettik, sudan imana, Sudan boyaya tenezzül etmedik diyor. Biz Allah’ın boyası olan fıtratın imani ile iman ettik, sudan imana yani sulandırılmış imana tenezzül etmedik diyor. 

Sıbgatullah terkibi, yer aldığı bu bakara suresinin, hicretin ikinci yılından itibaren geldiğini görüyoruz. Ve ehli kitaba yapılan bir atıf üzerine gelmiş olduğunu görüyoruz. Ve aynı zamanda da bir çok bilgi verdiğini görüyoruz. Yani Allah‘ın boyası dediğimiz zaman boyaların Hasan’a anlamış oluyoruz. Allah‘ın boyası dediğimiz zaman fıtrat boyası dediğini anlamış oluyoruz. Doğal boyayı anlamış oluyoruz. Güllerin boyasını düşünün, gökyüzünün, toprağın, ağaçların, güneşin, zambakın hepsini rengi, Sıbgatullah, Allah hepsini boyamış. Fıtratlarına uygun boyamış. Allah‘ın boyasının dışındaki boyalar sentetiktir. Fıtrat boyası en doğal boyadır. Şunu unutmamak lazım ki peygamberler insanları boyamak için gelmezler. Temizlemek için gelirler. Çünkü insanın özünde, fıtrat da Allah‘ın boyası vardır. Onlar Allah‘ın boyasını ortaya çıkartmak için gelirler. Bir bakın etrafınıza, hiçbir yaratılmış şeyin boyasını değiştiremeyiz. Kanaryalara düşünün, kuşları düşünün, gökyüzünün, denizin rengini düşünüyorum, hepsi Allah‘ın boyası ile boyanmıştır. Öyle bir konu ki onların fıtratlarına uygun bir boyadır. Bizim fotoğrafımızı da Allah en güzel şekilde boyar. Gül yaprağının boyasını fırçalarsak çıkartabilir miyiz, çıkartamayız. Ağacın yeşilini fırçalasak çıkartabilir miyiz, çıkartamayız. İnsanın da o hakikati, fıtrat boyası çıkmaz. Sadece üstü paslanır. Asıl olan Allah’ın boyasıdır. Asıl olan Allah’ın boyası ile boyanmaktadır. Allah’ın boyası İle yani hakiki boya ile boyanmaktadır. Batılı olan, suni olan sentetik boyalarla boyanmak değildir. En güzel boya Allah’ın boyasıdır. En güzel renk, onun boyasıdır. Şunu unutmamak lazım, her inanç, her meshep mevzu mensubunun da kendine ait bir boyası vardır. Her dine ait bir boya vardır. 

Nasıl ki insan yüzünü boya ile değiştiriyor, felsefelerin boyaları da, düşüncelerini boyaları da, sistemlerin boyaları da bizim boyamızın üstünü örtüyor. 

Asıl kendimize ait boyamızın, hilkatimize ait boyamızın üstünü kirletmiş oluyoruz. Burada asıl olanın sapı katullah olduğunu unutmayalım. Allah’ın boyası ile boyanması uygun boyanmak. Fıtratın boyasını ortaya çıkarmak, yeteneklerimizi ortaya çıkarmak. Aynı zamanda Allah‘ın bildirdiği şekilde, Allah‘ın dinine uygun şekilde yaşamak, Allah‘ın boyası ile boyanmaktır. 

En özü ile bu terkibi bir metafor olduğunu söylüyoruz. Bunun birinci anlamı Allah’ın dini, Şeriati ve anlamlarına geldiğini söylüyoruz. Ragıp el İsfahani’nin dediği gibi, Allah’ın insanda yarattığı, onu diğer insanlardan ayıran akıl ve hatıratı, insana Allah’ı boyaması. Hepimize farklı boyamış. Hepimizin o yüzden söylemleri farklı yazıları farklı, gülümsemesi farklı, işleri farklı. Diyor ya Leyl Suresinde hepinizin işleri farklı farklı. Farklı yorumlar katıyoruz. Boyalarımız farklı. Boyasını ancak ve ancak Allah‘ındiğini uyduğunuz müddetce ortaya çıkartabiliriz. En güzel şekilde eyleme dönüşecek.


Yorumlar