Bakara Suresi 128-131. ayetler ( Keşşâf Tefsiri p. 818-826)

Dersin ses dosyası

129. Ya Rabbi! Onların arasında, Senin âyetlerini onlara okuyacak; onlara kitabı ve hikmeti öğretip onları arındıracak bir peygamber gönder. Yalnızca Sensin çünkü ‘mutlak izzet ve hikmet sahibi’ (Azîz, Hakîm).”



O bir dua daha ediyor 127. ayette bir dua ile başlamıştı. Kabe’nin temellerini atma sırasında Ya Rab sen bunu kabul eyle, diye bir dua etmişti. Sonrasında bize ve zürriyetinden olanlara dua etmişti Hazreti İbrahim. Şimdi bir dua daha ekledi. 

Ya Rab Zürriyetimizin arasından elçi gönder, peygamberler gönder ki senin ayetlerini onları okusun. Yani benden sonra gelecek toplumlara Allah‘ın ayetlerini okuyacak bir peygamber gönder. Ve aynı zamanda o peygamber öyle olsun ki kitabı ve hikmeti onlara öğretsin ve onları tezkiye eylesin. Hiç şüphe yok ki her yaptığında mükemmel yapan, Aziz olan sensin diyerek bir dua ediyor. 

Biz bu duanın bir meyvesi olarak Hazreti Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin geldiğini biliyoruz ki Efendimiz de kadirşinaslığı mucibince, “ben atam İbrahim’in duasıyım, kardeşim İsa’nın müjdesi ve annemin haber verdiği nebiyim” diyor. Burada Hazreti İbrahim’in duası olduğunu söylüyor. Hazreti İbrahim’in duasının mahsülü olduğunu söylüyor ve bunu biliyor Efendimiz (SAV). Ve biz her namazda Salli-Barik okuyoruz. Biz Salli-Barik okurken,  Ya Rab sen Peygamber Efendimize ve onun iman neslinden olan herkese salât et, herkesi destekle, aynı onun atası olan İbrahim Peygamberi ve onun ehlinin desteklediğin gibi Peygamber Efendimiz’i de destekle diye bir dua ediyoruz. Bu duada salavat getirmiş oluyoruz. 

Sahabe Peygamber Efendimize, biz sana nasıl salavat getirelim dediği zaman peygamber efendimiz onlara Salli-Barik dualarına okuyor. Salli-Barik dualarında Her ikisinde de Hazreti İbrahim’i desteklediğin gibi Hazreti Muhammed’e ve onun iman ailesini de destekle demiş oluyoruz. Bu duanın da kaynağını Kur’an-ı Kerim de görmüş oluyoruz. Çünkü Hazreti İbrahim tevhidin babasıdır, tevhidin atasıdır. 

Ayrıca bu ayette biz peygamberlerin görevini görmüş oluyoruz. Bir peygamberin 129. ayete göre üç tane önemli görevi vardır.

Birinci görevi; Allah‘ın ayetlerini tam anlamıyla Tebliği etmek yani Allah‘ın ayetlerini insanlara ulaştırması. Sadece yazılı ayetlerdan bahsetmiyoruz. Kâinat ayetlerinden de bahsediyoruz. Ve Allah‘ın ayetlerini doğru aktarması yani keyfiyete göre, canının istediğine göre ya da o günün şartlarına göre keyfi davranış olmadan Tebliği etmek ve doğru okumanın Peygamber’in bir görevi olduğunu görüyoruz. Yani hiçbir tahrifte bulunmadan, kendi yorumunu katmadan doğrudan insanlara ulaştırmak.

Peygamberin ikinci görevi, kitabı ve hikmeti öğretmek. Yani öğretimin temel amacı eğitimi hayata dönüştürmektir. Kitabı ve hikmeti burada bir arada görüyoruz. Çünkü kitap dediğimiz şey aslında teorik bilgidir. Hikmet ise O kaynaklı bilginin eyleme geçmiş halidir. Yani hakikatin teorik olarak bilgisi kitaptadır. İlahi emirler ve nehiyler. O hayatın pratiğini aktaracak yeteneğimizin olması ise hikmettir.

Kur’an’ın bir şifa olduğunu söyleyerek, aslında toplumların sosyal dertlerine şifa olduğunu, insanların gönüllerine şifa olduğunu görüyoruz. 

Peygamberlerin üçüncü görevi de ki bu Cuma Suresi’nde de geçiyor, “yüzekkîhim”onları temizlemek için kelimesini kullanıyor. Kelimenin kökü zekattan geliyor. Zekâ da aynı kökten gelir. Zekât ne demektir, Bir şeyin budanarak artmasına zekat diyoruz. Uykunuzu budarsanız günün bereketini artırmış olursunuz. Bir ağacı budadığınız zaman ürününü arttırmış oluruz. Yanlış olan bir davranışımızı budadığımız zaman güzel davranışlarımızı arttırmış oluyoruz. Malımızdan zekât verdiğimiz zaman o malı ulaşması gereken yere ulaştırdığınız için mali bereketlendirmiş oluyoruz. Zekâ da aynı kök. Yanlış, olumsuz, kaynaksız bilgileri budayarak zekayı parlatmak. Demek ki peygamberin görevlerinden bir tanesi atalardan kalan tortuları, şirk, isyan gibi bütün bu kirlerden arındırmak. Kötü taklitten arındırmak. Her türlü kötü ahlaktan arındırmak. Toplumun tasavvurunda olan yanlış düşünce sistematiklerini tezkiye ederek onları doğru bir hale getirmek. Şunu unutmayalım, bardağın içinde kir var. Eğer o bardağın içinde bir kir varsa, oraya temiz su katamayız. Temiz su katsak da kirlenir. O yüzden büyükler der ki, tahliye etmeden yani boşaltmadan süslenmez. Eğer bir insanda hırsızlık, yalan gibi yanlış davranışlar doğru olarak kabul ediliyorsa bu insana en güzel şekilde takvalı davranmasını bekleyemeyiz. Önce tahliye edecek, hırsızlığı tahliye edecek, yalanı tahliye edecek, ilk önce kötü sözü tahliye edecek. Kötü söz söyleyen bir insanın güzel söz söylemesini bekleyemeyiz. Küfürlü konuşan, argo konuşan, çirkin kelimeleri dilinde yer bulduran insanın biz dilini güzel kelimelere yerleştiremeyiz. Çünkü o kelimelerin kökleri kalbinde kişinin kalbinde olduğu için o dikenleri oradan sökmeden oraya güzel kokuları yerleştiremeyiz. Oraya güzel çiçekler dikemeyiz. 

Demek ki peygamberin 129. ayete göre üç tane görevi var. Birincisi Allah‘ın emirlerini direk insanlara tebliğ etmek. İnsanlara kitabı ve hikmeti öğretmek. Yani işin hem teorik kısmını öğretmek hem de pratikte nasıl yaşanacağına göstermek ve o muhakemeye onlarda geliştirmek. Üçüncüsü de tezkiye etmek yani arındırmak. Yani insanın ya da toplumun gönlündeki, zihnindeki olan şirk gibi küfür gibi tortulardan temizlemek. Doğruyu göstererek onlardan temizlenmesini sağlamak. 

Biz burada aynı zamanda Hazreti İbrahim’in duasının neticesinde peygamber efendimiz sallallahu aleyhi vesellem in Hazreti İbrahim’in duasının mahsülü olduğunu gördük. Ayrıca Allahummesalli ve Barik salavatlarının Hazreti İbrahim’i anmamızın sebebi Hazreti İbrahim’e yapılan desteği istememizdir. Tevhidin atasına yapılanın aynısının bize de yapılmasını istemektir.

 

130. Bu durumda, kendini bilmezlerden başka kim İbrahim’in dininden yüz çevirir?! Gerçek şu ki; dünyada onu seçmiştik; Âhirette de şüphesiz salihlerdendir o...

 



Zemahşeri burada diyor ki bu kişi hem hayırlı, hem de ahirette de hayırlı olduğuna şahit olmuş bir kişi. Biz burada neyi görüyoruz, İbrahim’in dininden yüz çevirebilen kimseler kimdir, sefih olan kimselerdir. Sefih olanda kimdir, kendini bilmeyen kişi. Yani bir insan haddini bilmezse yüz çeviriyor. Millet-i İbrahim, yani İbrahim’in milleti, yani İbrahim’in inanç sistemi. 

Millet dediğimiz şey ne demektir, din anlamına geliyordu. Bir inanca tabi olanların tümüne verilen isme millet denir. Bir inanca tabi olanların tümüne isimdir millet. 

O yüzden burada şunu anlıyoruz. Bu inanç sistemine kimse yüz çeviremez. En doğru inanç sistemi budur diyor. Hazreti İbrahim’in inanç sisteminin özelliği tevhittir. Bu aynı zamanda Hazreti Peygamber’in dininde de geçerlidir. İslam’ın kendisidir. İslam, Allah Resul’ünün tebliğ ettiği, ilk defa getirdiği bir inanç sistemi değildir. Allah Resulünden önceki peygamberlerin de getirdiği ve insanlığın değişmez değerlerinin hepsini kapsar. İnsanlığın değişmez değerlerinin tümünü içine alan bu inanç sisteminden kim uzak kalabilir. Kim yüz çevirebilir, ancak kendini bilmeyenler. Yani Hazreti İbrahim’in dininden ve inanç sisteminden başka bir din arıyorsa, o insan kendini bilmeyenlerdir, diyor. 

Ve sonra diyor ki, biz onu dünyada seçtik diyor. O Salihlerdendi, diyor.

 

131. Hani, Rabbi ona; “Teslimiyet göster (İslâm ol)” buyurduğu zaman; “Âlemlerin Rabbi’ne teslimiyet gösterdim” demişti.

 


Burada “istefaynâ” kulanılıyor. “Mustafâ” kelimesi de aynı kökten geliyor. Seçilmiş anlamına gelir. Her peygamber “mustafâ” dır.  Hazreti İbrahim peygamberin seçimine sebep olan nedir diye sorulacak olursa orada onun cevabı veriliyor. Ona teslim ol denildiği zaman ben âlemlerin Rabbine teslim oldum diyor. İslam, teslimiyettir. İslam’ın adı teslimiyettir. Teslim olmayan selam olamaz. İbrahim peygamber teslim olduğu için İslam olmuştu. Burada Hazreti İbrahim’e teslim ol denildiği zaman bakıyoruz ki zaten hayatının kendisi ve Allah’ın var ettiği her şey Allah’a teslim olmanın kurtuluşunun yaşadığını görüyoruz. Hazreti İbrahim’in Allah’a teslim olması sadece dil ile değildi. Teslim oldum demekle teslim olmamıştır. Müslüman oldum demekle Müslüman olmamıştır. Müslüman oldum demekle Müslüman olunmayacağı gibi Hazreti İbrahim teslim oldum demekle olmamıştı. 

Ankebut Suresi 2. ayette der ya, Müslüman oldum dediğiniz için imtihan olunmayacağınızı mı zannediyorsunuz? Müslüman oldum demekle Müslüman olunmuyor. Demek burada aynı zamanda şunu da görüyoruz. Teslim olmak bir şeyi ispat etmek isteriz. Teslim oldum demekle teslim olunmuyor. 

Hazreti İbrahim ateşe atıldı, eşini bıraktı, çocuğunu bıraktı, evladını kurban bitti, o kadar çok konuda teslim oldu ki kuru bir iddia ile teslim olmadığı. Hazreti İbrahim’in bütün hayatı teslimiyet üstüne kurulu. Onun hayatına baktığımız zaman hayatının her parçasında, hayatının her bölümünde teslimiyet görmüş oluyoruz. Bu ayetleri hayata taşıdığını zaman bu ayetlerin ilk muhatabı olan görüyoruz ki ayetler bize diyor ki “Ey kendine Müslüman olarak tanımlayan kulum, İbrahim’in teslimiyetinden ibret al”. Eğer Müslüman olduğunu iddia ediyorsan ve diyorsan ki ben Müslümanım, ben Rabbime teslimim, o zaman Allah’a teslimiyetini ispat et. Allah’a kayıtsız şartsız teslim ol.


TESLİMİYET: 

Kelimenin etimolojik köküne baktığımız zaman kurtuluşa ermek, boyun eğmek, teslim olmak, teslim etmek, vermek, barış yapmak anlamlarına gelen “silm” ya da  “selm” kökünden geliyor İslam. 

İslam’ın etimolojisini yapan ilk âlimlerden İbni Kuteybe, boyun eğmek ve iradi olarak uymak sureti ile barış ortamına girmek. İstekli olarak öyle bir uymak ki barış ortamına girmek, huzur ortamına girmek.

İbni Manzur da şöyle söylüyor, boyun eğmek ve itaat etmektir. Daha sonraki kaynaklarda da gördüğümüz gibi sulh ve selamete çıkmak anlamında boyuna eğmek, tabii olmak, teslim olmak anlamlarına geliyor.

Doğruya uyuma, hakka uyma manalarının olduğunu da görüyoruz. Yanlışa ve kötüye boyun eğme şeklinde bir teslimiyet yoktur. Bu teslimiyet İslam’ın öğrettiği, var ettiği teslimiyeti aykırıdır. Örneğin hoca nasıl size diyor ki bana tabi olun, ben ne dersem onu yapacaksınız. Haram yapmanızı istese bile. Burada teslimiyet olmaz.

İslam kelimesi sekiz yerde geçiyor. Ama bu kökten türeyen birçok fiilin olduğunu görüyoruz. Hadis kaynaklarında daha çok iman bölümlerinde İslam kelimesini ihtiva eden çok sayıda rivayeti görüyoruz. İslam kelimesini ele alan ilk dönem alimlerinin daha çok iman kavramı ile ilişkilendirdiğini görüyoruz. Bu çerçevede Eş’ari derki, Allah’a tam teslimiyet hükümlerine boyun eğme ve emirlerine uymadır.

Bununla ilgili Seyit Şerif el Cürcani derki, Hazreti Peygamber’in haber verdiklerini samimiyetle benimseyip onlara uymaktır. Bunun dışında kelamcılar da bunu yorumlamış, birçok İslam alemi de bunu yorumlamış. 

Ayrıca İslam kelimesinin etimolojik kökünün tahlilini yapan Toshihiko Izutsu derki, İslam kelimesi için, cahiliye döneminin hakim telâkkisi olan şirk inancının aksine, Kur’an’ın mesajıyla Allah kainatın mutlak hakimi ve tek Rabbi olarak Kabul edilmiş, ona yapılan kulluk ise itaat, teslimiyet ve tevazu ifade eden terimler arasında en önemlisi olan kişinin bilerek ve samimiyetle kendisini Allah’a teslim etmişsin diyor. Samimiyetle insanın kendisini Allah’a teslim etmesidir diyor.

Burada biz şunu çok güzel bir şekilde anlamış olduk ki; teslimiyet kelimesi İslam kelimesi ile aynı kökten geliyor. İradeli boyun eğmek, isteyerek boyun eğmek ve selamete çıkma manası var. Teslimiyet kalbin bir fiili. Teslimiyet söze ait bir fiil değildir. 

Teslimiyet kalbin bir fiildir. 

O yüzden Allah tarafından haber verilen hususlarla alakalı şüphelerden, ilahi emirlere ters düşen nefsani arzular dan, ihlasla bağdaşmayan isteklerden, kuranı kelime itiraz illetinden kurtulmaktır. Demekki teslimiyet kalbin bir eylemidir. Teslimiyetle şunu anlayabiliriz biz; teslimiyet kalbinin her konuda Rabbine karşı olan güveninin yani Rabbinin onu selamete çıkaracağı güveninin huzurunu yaşamasıdır. Hakiki kulluk aslında teslimiyetle olur işte. Ve teslimiyet, muhabbete dayalı bir iştir. Bunu unutmayalım. Teslimiyet kalbin eylemidir. Ve muhabbete dayalı bir itaat işidir. Bu itaat ve teslimiyet bereketi ile Hazreti İbrahim’in canı, malı, evladı, öyle bir teslimiyeti vardı ki Rabbinin yolunda hiçbir şey engel teşkil etmedi. Teslimiyet böyle bir eylem. Öyle güçlü bir eylem ki hiçbir şey Rabbi ile arasında engel teşkil edemiyor. 

“Eslemtü Li Rabbil alemin” Bu ne demek, Ya Rab ben sana öyle bir teslim oldum ki, âlemlerin Rabbi olan sensin. Sen neyi yarattıysan, sen önüme neyi koyduysan ben râm olmuşum. Ben bundan mutluyum. Kalbimin başını eğmişim. Kalbimin gönlünü eğmişim. Kalbimin ayaklarını sabit kılmışım.

İbrahim Hakkı hazretleri der ya, sen Hakk’a tevekkül kıl, teslim ol da rahat bul. Her işine razı ol. Mevla görelim neyler. Neylerse güzel eyler.

Teslim olmak kalbi Allah’a bağlamaktır. Allah’tan rahatı, selameti talep etmektir.  Ve ne olursa olsun o selamete verenin sadece ve sadece Allah olduğunun bilincinde yaşamaktır. Rivayetlerde geçen bir kısımda Hazreti İbrahim ateşe atıldığı zaman melekler ona isteği olup olmadığını sordu geçer. Diyor ki dost ile dost arasına girmeyin. O kadar teslim ki. Yine Hazreti İsmail örneğinde de biliyoruz. 

Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem in teslimiyetini de çok iyi biliyoruz. Hiranur mağarasında, diyor ki Allah bizimle beraberdır. Ve yine aynı şekilde Abdullah bin Abbas’tan rivayeti’ne göre Allah bize yeter, o ne güzel vekildir sözünü ibrahim peygamber ateşe atılırken söylemiştir. Bu çok önemli bir sözdür. Allah bize yeter, o ne güzel vekildir. Âli İmran Suresi 173 ve 174. ayetlerde geçer bu. 

Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem‘i örnekliğinden bahsetmek lazım. Hazreti Ayşe annemiz anlatıyor: bir gece Resulullah sallallahu aleyhi vesellem uykusu kaçıyor. Ben de sordum ki, ne oldu ya Resulallah. Bu gece bizi muhafaza edecek salih bir zat yok mu diye sordum. Biz bunları konuşurken dışarıdan bir kılıç şakırtısı geldi. Ve Resulullah sallallahu aleyhi sellem kim o dedi. Sonra Saad ve Huzeyfe, Ey Allah’ın resulü seni korumak üzere geldik dediler diyor. Sonra Efendimiz uyuyor. Ve sonra düzenli bir şekilde nefes alıp verişini hissettim diyor Hazreti Ayşe. Demekki çok kaygılıydı. Ayetlerin daha yeni nazil olduğu dönemler. Peygamber Efendimizin de demekki öyle bir kaygı duyduğunu görüyoruz. Taki, maide Suresi 67. ayet nazil olunca, o ayette yazıyor ki, Allah seni insanlardan korur. Maide 67. soru ayet korku, kaygı, insanlara karşı olabilecek korkular, kaygılar. Biz şunu da görüyoruz. Efendimiz insandı. Bizim gibi bir insan hayatı yaşadı. Demek korktu. Beni öldürürler diye kaygı duydu. Ve bu sebeple rahat uyuyamadı. Taki ayet geldi. Allah seni insanlardan korur. 

Kaygı korku eğitimine bakar mısınız. Peygamber Efendimiz bu ayet geldikten sonra başını çadırdan çıkartıyor. İnsanlara, artık gidebilirsiniz çünkü beni Allah koruyor, dedi. Bu ayet gelene kadar endişesi var. Acaba bir şey olur mu diye. Ama bu ayet geldiği an itibari ile Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem Beni Rabbim korur diyor. İşte bu bir teslimiyet. 

Efendimizden bir örnek daha vereceğim. Bir sefer esnasında öğlen vakti, ağaçlık bir vadiye geliyorlar ve Efendimiz askerlerine istirahat veriyor. Mücahitler de gölgelenmek üzere çevreye dağılıyorlar. Allah Resulü sık yapraklı bir ağacın altında istirahate çekiliyor. Kılıcını da ağaca asıyor. Bütün askerler de dinleniyor. Hadise’nin bundan sonraki kısmını Cabir (ra) anlatıyor; 

Biraz uyumuştuk. Uyuduktan sonra Allah Resul’ünün bizi çağırdığını işittik. Hemen yanına koştuk. Yanında bir bedevinin olduğunu gördük. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyuruyor: Uyurken bu bedevi kılıcımı almış, uyandığımda kılıç kınından sıyrılmış vaziyette elindeydi. Bana dedi ki, şimdi seni benim elimden kim kurtaracak. Ben de üç defa “Allah! Allah! Allah!” cevabını verdim. Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem ölümle burun buruna geldiği o an hiç korkmadan Allah diyor. Bunun üzerine bedevinin elinden kılıcı düşüyor. Ve bedevi teslim oluyor. Âlemlerin Efendisi sallallahu aleyhi vesellem Bu bedeviyi cezalandırılmıyor. Ona İslam’ı anlatıp Müslüman olmasını teklif ediyor. Onun bu nezaketli, bu merhametli davranışının karşısında iman ediyor. Ve cemaatinin yanına gittiğinde de şöyle söylüyor, ben insanların en hayırlısının yanından geliyorum.

Burada hem Peygamber Efendimizin teslimiyetini görüyoruz, hem de o teslimiyetin bedevi üzerindeki etkisini görüyoruz. İşte bu kalbini teslim olmasıdır. Öyle bir teslim olması ki kalbin, artık ne olursa olsun ancak ve ancak bunu Rabbim ikram eder diyebilecek bir teslimiyetin yaşanmasıdır.

Teslim olmak demek kalbin bütün korkulardan azade olarak kalbini Rabbine bağlanması demektir. 

Bunu Kehf Suresi‘nden söylüyorum. Orada diyor ki biz rabt ettik gençlerin kalplerine. Eğer o Eshâb-ı Kehfin kalbi rahat olmasaydı korkudan ne hale gelirlerdi. Ama öyle bir topluluğun karşısında, güçlü bir devlet baskısında  birkaç gencecik insan imanları o kalplerindeki teslimiyetle ayakta duruyorlar. Teslimiyet öyle büyük bir kalp eylemi ki insana ne olursa olsun oradan bir yola çıkacağının huzurunu kişinin duymasıdır. Hangi olayı yaşarsak yaşayalım. Hangi acıyı yaşarsak yaşayalım. Teslimiyet budur işte. 

Kalbin o en zor durumdayken Ya Rab sen burada selamete çıkartırsın, ben sana kalbimi rabt ettim yoluna huzurla devam etmektir. 

İlk dönemlerde Peygamber Efendimiz’i korumak için sahabelerden evinin önünde nöbet tutanların olması, Peygamber Efendimizin bir korku, bir kaygı yaşaması aslında bize bir örnek veriyor. İnsan olur, bazen korkuda yaşarız kaygıdan yaşarız. Ama bir ayet Gönlümüze indiği zaman verilir Allah insanlardan korur ayeti geldiği an, Efendimiz artık kimsenin onu korumasına İhtiyacı olmadığını söylüyor. Gerek yok diyor. Kalbim artık selamet ediyor. 

İnsanın bedeni değildir selamette olan ya da olmayan. Asıl selamet kalptedir.

Aklımıza Yusuf Peygamber gelebilir. Yusuf Peygamber zindanda iken kalp rahattır. Ama sarayda yaşayan hanım saraylarda zindanı yaşıyordu. O yüzden kalbini teslim olması demek, kalbin teslimiyetimde Allah‘ın emirlerine uyan bir kalpten bahsediyoruz. Allah‘ın emir ve yasak çizgisine uyan bir kişi, bir okul, onun Allah’a rağbet etmiş olduğu kalbi korkudan emindir. İnsanların yapabilecekleri sınırlıdır. İnsanlar ne kadar zarar verebilirler, en fazla öldürene kadar zarar verebilirler. Daha ötesi var mıdır. Yoktur. 

Zeynep Gazali’nin, kitabında ona yapılan eziyetleri anlatıyor. Üstüne köpek salıyorlar ama ben diyor namazımı kılmak için mücadelemi verdim. Kalp o kadar Mevlaya rabt edilmiş halde ki ben namaz kılabileyim diye onun mücadelesini verdim. Bana bir köpek saldıracak falan bunlar benim hiç umurumda değildi. Kalbim Selamete çıkacağınıdan emindi. 

Dünya hayatında mutlak bir selamet yok. Dünya iniş çıkışına bir yer. Eğer olmasaydı cennet olurdu zaten. Bu iniş çıkışlı yerde teslimiyet aslında bize verilmiş bir ikramı ilahidir. Teslim olabilmek Allah’ın insanoğluna verdiği en büyük ikramı ilahidir. Bu kainatın bir sahibi varsa, bu koskoca kainatın düzeni bir kudrete aitse o kudret beni korur. Ben de bu kainattaki her varlık gibi bir varlığım. 

Teslim olmak teskin olmaktır..

Kalbini teslim olması kalbinin teskin olmasıdır. Bedenin teskin olmasıdır. Kalbin teslim olması hayatın dingin olmasıdır. Bu açıdan çok önemlidir ayetin üzerinde durduk. 

Teslimiyet konusu tevekkülden daha farklı bir konu. Tevekkül bütün tedbirleri alıp ondan sonrasını Allah’a bırakmaktırTeslimiyet ise tam anlamıyla kalpte en ufak bir şüphe, en ufak bir korku kaygı olmadan kalbi Rabbine yaslamaktır. Kalbine insanın Rabbine yaslan satış. Kalbinin Rabbine rağbet etmesidir. Aynı Ashâb-ı Kehf gibi. İşte bu teslimiyettir.

Ancak teslimiyetle şunu unutmamak lazım, Allah‘ın emirlerine ve yasaklarına ne kadar uyarsak, iradî olarak ne kadar boyun eğiyorsak kalbimizde de bu teslimiyet fiilini ne kadar yerleştirebiliyorsak ondan sonrası selamettir.

Ve unutmayalım ki sınanmamış ahlak ahlak değildir. Sözlerle bizim kalitemiz anlaşılmaz. İnsan hangi imtihanı yaşarsa teslimiyetini orada gösterir. Büyük imtihanlarda teslimiyetimiz de ona göre. 

Hiç çıkışımızın olmadığını düşündüğünüz bir yerde Hazreti Musa gelsin aklımıza. Hiç çıkış yok. Önünde koskoca bir deniz. Arkada bir ordu. Kendine tâbî olanlar konuşuyorlar, ne olacak halimiz diye. Onların böyle bir üzüntüsü kaygısı var. Tek başınıza olsanız belki biraz daha anlayabilir ama insanın en yakınlarımın üzüntüsü insanları teslimiyet ve teslimiyetsizlik arasında bir bocalamaya götürebiliyor. Öyle bir durumda diyor ki bütün teslimiyeti ile söylüyor, Rabbim muhakkak benimle beraberdir. Bana yol gösterecek demek, o kalbin bütünüyle teslim bir kalp olduğunu görüyoruz. Hiçbir yerden bir çıkış yok. Bütün yollar kapanmış. Ama o bütün yolların kapandığı yerde Rabbim bana bir yol açar diyor denizde açar, karada açar ama açar. Benim bilmediğim bir yerden açar. İşte bu teslimiyet. 

Yine Nuh Peygamber çölde gemi yapıyor. Ya Rab ben mağlup oldum, diyor bana yardım et. Ben bu kadarım diyor. Bazen çalışırsanız çalışırsınız ama olmaz. 2000 km gidip de bir levha görüp hadi 1000 km geri dön demek. 2000 km’den geriye dönmek demek tekrar baştan almak demektir. İstemeyiz. Biz daha ileriye gitmek isteriz. Çünkü amaca gideyim. Orada kala kaldığınızda, dona kaldığınızı hissedersiniz. Aynı Hazreti Nuh gibi çölde gemi yapıp da ne suyun gelmediğini, hiçte bir şeyin olamayacağı ve herkezin çevrenizde size karşı muhalif olduğunu, muhalif sözlerin çok çıktıkça teslimiyetinizden döneceğinden korkarsınız. Bu kadar zor bir durumda Ya Rab ben mağlup oldum, benim gücüm bu kadar,  kainatta yerim bu kadar ama sen yardım eyle Ya Rabbi diyor. O kadar emin ki. Çöle su geliyor. Denizi Allah onun ayağına götürüyor. Gemi denizde yapılmıyor. Ama su onun ayağına geliyor. Allahuekber. 

Bu dualar teslimiyetle yüreklerden gelen dualardır. O kadar teslim ki Ya Rabbi ben burada mağlup oldum sen yardım et diyor. Bu dua teslimiyetle bir kalbin duasıdır. 

Teslimiyetli kalplerin duaları vardır Kur’an’da. Kur’an‘daki Peygamber dualarının hepsi teslimiyete bürünmüş, teslimiyet elbisesini giymiş kalplerin dualardır. 

Bir insan ne kadar teslim ise gönlü o kadar sağlam basar. Gönlü o kadar emniyettedir. Gönlünün ayakları o kadar kaymaz. O kadar sabittir. O kadar istikamete devam eder. Ayrıca bedene yansır. Teslimiyetle kulların yaşadıkları olaylar kulun yüzüne yansır. Haline yansır. Ahvaline yansır. Öyle biri yansır ki hep bir dinginlik ve huzur sükûnet görürsünüz. Aslında birçok olayı yaşıyordur o kişi ama görürüz ki her şey güllük gülistanlık. Çünkü teslimiyeti vardır. Sarıldığı Rabbine teslim olmaktır. Teslimiyettir. İşte kalp ne kadar teslim olabiliyorsa, kalp en zorda, en acı da, kaygıda ne kadar teslimiyeti öğrenebiliyorsa, işte oradan yepyeni kapılar açılır. 

Kapılar açılmazsa bile kalbin içersinde kapılar açılmaya başlar zaten. Olanlarla olmayanlar aynı kefede görmeye başlar. Var ve yok aynı kefede görünmeye başlar. Bir sıkıntı yaşadığınız an “Eslemtü li Rabbil Âlemin” kısmını o ayetin mutlaka ezberleyin. Kaygılarınız varsa geleceğe ait kaygılarınız varsa, tabii kaygı bozuklukları çok artmış bir dönemi yaşıyoruz çünkü çok fazla imkân var. Çok fazla sahip olduğumuz imkanlar var. Bu metaların kaybolması bizde korkular uyandırıyor. Halbuki hepsinin geçici olduğunu biliyoruz. Kendimizin bile, aldığımız nefesi bile vermeye mecbur olduğumuzu biliyoruz. Ama yine de sahip olduklarımızın emanet olduğunu unutarak sahip olduğumuzu zannediyoruz. İşte o sahiplik anlayışında kalp teslim olmamaya başlıyor. Kalp bu sefer bu da benim olsun, buna da bir şey olmasın diyerek her şeye sahip olmaya başladıkça o sahip olduklarımız bize sahip olmaya başlıyor.  

Sahip olduğunu düşündüğümüz şeyler kalbimize sahip oluyorlar

İşte burada teslimiyet hiç kimsenin hiçbir şeyin sahibi yapmıyor. Hiçbir şeye sahipliği altına girmiyoruz. Teslimiyetli tavır almak özgür olmaktır. Kaygılardan özgür olmak, korkulardan özgür olmak ve aynı zamanda yanlış bağlılıklarıdan veya bağımlılıklardan insanın kendisini kopartmasıdır. 

Teslim olmak teskin olmaktır. Teslim olmak huzur bulmaktır. Teslim olmak gönlüm rahata ermesi, sürura ermesidir. 

Teslimiyetin en önemli cümlesi “Eslemtü li Rabbil Âlemin” kelimesidir. Âlemlerin Rabbi olan Allah’a teslim oldum diyebilmektir. Her bir olaydan. Kendimize iyi hissettiğimizde de, korktuğumuz da da, yaptığımız bir işi beğenmediğimizde de olabilir, psikolojik olarak kendimizi yetersiz hissettiğimizde de “Eslemtü li Rabbil Âlemin” diyerek kalbini teslimiyetle garanti altına almaktır.

Herhangi bir konuda yetersiz hissettiğimizde, kaygılara korkulara büründüğünüzde ne yaşarsak yaşayalım kalbimiz küt küt atmaya başladığında “Eslemtü li Rabbil Âlemin” dediğimiz an itibari ile kalbimiz şekillendirir. Kalbimiz teslimiyet olsun. Kalbimiz hep teslimiyet üzere teskin olsun. Çok korktuğunuzda ya da çok kaygı duyduğunuzda Âlemlerin Rabbine teslim oldum diyerek kalbimize şu kâinatın, şu zelzele noktalarında depremi durdura bilmenin yolunu öğretir inşallah. 

Yorumlar