Bakara Suresi 125-128. ayetler ( Keşşâf Tefsiri p. 793-817)

 


Dersin görüntü dosyası

125. Hani, Biz bu Ev’i (Kâbe ’yi) insanlar için toplantı yeri ve güven kaynağı kılmıştık. (İnsanlara) “İbrahim’in makamından namazgâh edinin.” (derken) İbrahim ile İsmail’e de; “Tavaf edenler, onun başından ayrılmayanlar, rükû ve secde edenler için Ev’imi temiz tutun.” Diye ahit vermiştik.

 


Burada bir genelleştirme var. “Beyt” kelimesi de Kâbe anlamında bir genel isim olduğunu söylüyor.



Bu konunun üzerinde biraz durmak istiyorum. Çünkü çok yanlış düşünceler var bu konu üzerinde. “Mesâbe” kelimesi merkez anlamına da geliyor. Hem makam anlamına geliyor. Yani bir şeyin kaynağı anlamına geliyor. “Mesâbetin” kelimesinin asıl karşılığı “sevaptır. Hk edilen şeyin karşılığı anlamına geliyor. Sonuçta ücret alacağınız yer anlamına geldiğini görüyoruz. Neyin merkezi? Kâbe Mekke’nin merkezidir. İslam’ın merkezi, tevhidin merkezi neresidir dediğimiz zaman bunu bütün Muvahhidler için kendisine yüzlerini çevirdi Kabe olduğunu biliriz. Mekke bütün şehirlerin anasıdır. Kabe de bütün mescitlerin, mabetlerin anasıdır.  Yeryüzünün manevi ikilemini, kokusunu Kabe’den alır. Biliyoruz ki bir önceki ayette Hazreti İbrahim Allah’a söz vermişti. Onun için bir Kâbe yapacağını söylemişti. Burada “emniyet yurdu” anlamına da gelen bir kelime var. Burasının sadece insanların değil hayvanların da güvenlikte olduğu bir yer. Orada bir kuş‘a dokunamazsınız. Orada bir kuş öldürürseniz bir koyunu kurban olarak ödemek zorundasınız. Çekirgeye bile dokunamazsınız. Ağaçları kesemezsiniz. O kadar önemli bir belde ki orada insan hiçbir şeye dokunamaz. 5000 yıllık bir çağrının merkezidir Kabe. Orası emniyet yurdudur. Oraya sığınana dokunulmaz. O yüzden Hazreti Ömer demiştir ya “babamın katilini orada görsem ona dokunmam, elimi kalkmaz”. 

Dolayısıyla Kabe bir merkez, ümmetin merkezi, İslam coğrafyasının merkezi, bütün tevhit inancına sahip olan herkesin yüzünü ve gönlünü yönelttiği yer. Biz Makam-ı İbrahim’e Kabe’nin orada altın sarısı renkte camekan yerin kast edildiğini zannediyor. Hazreti Ömer onun kutsallaşmaması için Kabe’nin yanına bitişikken onu oradan uzaklaştırmıştır. İnsanlar orada namaz kılmak için aşırı izdiham yaptığını görüyoruz. İbrahim makamının ne olduğunu şimdi göreceğiz.



 

Demekki Makam-ı İbrahim olan yer sadece orada gördüğümüz sembolik olarak camdan inşa edilmiş ve altın suyuyla boyanmış yapı değil. Makam-ı İbrahim ile adlandırılan yer Kabe ve çevresidir. Demekki İbrahim’in makamını duagâh, namazgâh edinin diyor. İlk önce diyor ki İbrahim makamını namazgâh edinin diyor. 

Sahabe tarafından, tabiin tarafından ve büyük âlimler tarafından söylenen şey Makam-ı İbrahim’in Kabe’nin bulunduğu topraklar olarak kabul etmişlerdir. Katade’nin, İbni Abbas’ın, Cabir’in görüşünü alırsak, onlar diyor ki, “namazgâh edinilecek yer” yani kıble anlamına geliyor. Yani Haremi Şerif. Yani hac mekânı olarak gördüğümüz yerler Makam-ı İbrahim olduğu söylenir . Razi tefsirinde diyor ki İbrahim’in makamını namazgâh edilmekten amaç kıblemiz olarak Hazreti İbrahim’i mekânını mekan tutmaktan bahsediyor. 

İbrahim’in mekanına, oraların tümüne Mekan-ı İbrahim deniyor. Bir tane taş İbrahim’in makamı olarak nitelendirilemez. Abdulrezzak’ın El-Musannif’inde sahih bir rivayet geçer. Hazreti Ömer o taşı Kabe’den alıp, daha arkada, namaz saflarına, tavafın dışına alıyor ki, insanlar şirke kaymasınlar. Hâlbuki bugün insanlar illaki orada namaz kılmak uğruna, hakka gireceğim, birilerini çiğneyeceğim demeden orada namaz kılmaya çalışıyorlar. Bu ayet bu şekilde anlaşıldığı için. 

Burada bir şeyden daha bahsetmek istiyorum. Makam-ı İbrahim İbni Abbas’tan sonra Cabir de önemlidir; o taşın arkasında kılmanın sünnet olduğu ile ilgili olarak; 

Makam-ı İbrahim de namaz kılın hadisini rivayet eden Cabir, Makam-ı İbrahim denilen alanın bütün bu mukaddes belde olduğunu söylüyor. 

Müslim’de buna benzer bir hadisi şerif daha var. Hemen hemen aynı anlama geliyor. 

İbrahim makamın musallâ edinin’deki “musallâ” kelimesinin anlamı, bir anlamı namazgâh duagâh merkezi edinin anlamına da geliyor. 

Taberi diyor ki, bu vezinde gelen bir kelime (musallâ) genellikle dua anlamında kullanılır diyor. Bunu göz önünde bulundurarak diyor ki, 

İbrahim’in makamı dua mahalidir, Allah’a dua etme, niyaz etme yeridir. 

Sonrasında Allah Hazreti İbrahim’in duasını söylüyor. Yukarıda adını saydığımız alimlerimiz de tamamen, İbrahim’in makamını Mekke’nin etrafındaki kutsal o bölgenin mekanları, kutsal hac yapılan mekanlar olduğunu görüşleriyle söylüyor. 

Râzi de “emin” anlamının, o tarafa dönerek,  orayı kıblegâh kabul ederek namaz kılmak anlamına geldiğini söylüyor. Razi de diyor ki orası kıblegahtır. Taberi de onu duagâh olarak alıyor. Demekki dört Makam-ı İbrahim dua edilen makamlardır diyor.




Allah burada Hazreti İbrahim ve İsmail’in de tavaf ettiğini söylüyor. İç dünyasını imar etmek için insanların uzun uzun ruku ve secde ettiklerinden bahsediyor. Allah‘ın evini temiz tutmak, hem Kabe’yi temiz tutmasından, hem de namaz kılarak kendi içini temiz tutmasından bahsediyor. “Âkifîn” ve “tâifîn” geiyor. “tâifîn” tavaf edenler, “Âkifin” itikaf edenler demektir. Kabe’nin etrafında 7 defa dönmeye tavaf diyoruz. Ve tava da Hacerül Esved taşındna başlıyoruz ve 7 defa dönüyoruz. 

Tavaftaki dönüş aslında kâinatın tespih korosuna katılmaktır. 

Bu manevi bir dönüş hareketidir. Bir meveddet hareketidir. Bir muhabbet hareketidir. 

Nasıl ki bütün kâinat dönüyor insan da bu şekilde kâinatın korosuna katılarak tespit ediyor. Elektronların dönüşü gibi düşünebilirsiniz, güneşin etrafında gezegenlerin dönüşü ve galaksilerin bir merkeze doğru dönüşü, bütün kâinatın bir tavaf hareketi var. Mümin biri de hacca ya da Ümre ye gittiğin zaman bu tavafla beraber kainatın hacı senfonisine katılmış oluyoruz. Ya Rab! ben de bu tespihe katıldım diyor. Ben de muhabbetimle katıldım diyor. Zaten Kabe’yi solumuzu alırız çünkü kalbinizin istikametine alırız. 

“Âkifin” kelimesi, insanın içe çekilmesi demektir. Bir yerde kalması anlamına gelir. Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellem Medine’ye hicret ettikten sonra Ramazan’ın son on günü itikafa çekilmesi tekrardan iç dünyasını tamir etmesi ve karışıklıkları gidermesi. 

İtikaf iç dünyamızda bir yolculuğa açılmak demektir. İnsanın içine doğru bir hicretidir. 

Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem Mekke’de hep Hira’da yaptı arayışlarını. Medine’de de Hira’daki itikaflarını Medine Mescidi’nde Ramazan’ın son on günü yaptı. 

Demekki Makam-ı İbrahim oradaki sembolik taş değil hac yapılan yerlerin tamamının Makam-ı İbrahim olduğunu öğrendik. Ve bütün müminlerin merkezi ve güvenli bir belde olduğunu öğrendik.

 

126. Hani, İbrahim; “Ya Rabbi! Burayı güvenli bir belde kıl ve halkını; yani Allah’a ve ‘Son Gün’e iman edenleri, çeşitli mahsullerle rızıklandır.” demişti de Allah: “Nankörce inkâr edeni kısa bir süre yaşatıp daha sonra Ateş azabına sürüklerim...” buyurmuştu. Ne kötü dönüş yeri!

 



Yani Ey İbrahim, sen böyle bir dua edebilirsin. Ama ben inkar edeni de bir müddet yaşatırım. sen öndersen, sen lidersen herkesin iyiliğini istemelisin. 

Allah’ın inkar edeni rızıklandırılması hususunda şunu görüyoruz. Hazreti İbrahim dua ederken bu beldenin halklarını rızıklarla rızıklandır diyor iman edenler için. Birçok ürün ver, diyor. Bunun niçini anlamak lazım. Bunu sadece inananlara ver diyor Hazreti İbrahim. Bunun için önce Mekke’yi tanımak lazım. Düşünün ki dağında ot bitmeyen, ziraate uygun değil, hayvancılığa uygun değil, lav kayalıklarının içinde bulunan taşlık bir bölgeden bahsediyoruz. Böyle bir coğrafyadan bahsediyoruz. Böyle bir coğrafyada yaşamak insan için çok zordur. 

Düşünün Hazreti İbrahim Hacer valideyi ve çocuğunu almış böyle bir beldeye getirmiş. Dağında ot bitmiyor, ziraate elverişli değil, lav kayalıklar üzerinde bir şehir. Böyle bir şehirde insanın yaşaması çok zor. Bugünün teknolojisi ile yaşarsınız ama o gün çok zor. Hazreti İbrahim yavrusunu ve eşini bırakıyor. Biliyor ki bu dağda ot bitmeyecek ki. Buradan kervan geçmeyecek. İşte o zaman insan bu duayı neden yaptığını anlıyoruz. Öyle yürekten yapmış ki duayı, dua gökleri dermiş. Öyle bir duaki yürümeyen bir ayağı yürütmüş, kesik bir ayağı tekrardan ayağa kaldırmış. Hazreti İbrahim öyle bir dua etmiş ki şu an hala en fazla turizmin olduğu yer. Ne gezilecek yeri var, nehri yok, ormanı yok, lav kayalıklarından oluşmuş. Oraya turizme gitmezsiniz. Bir dünya ömrünüz olsa, yine de oraya bir gitmeyiz. Neden gitmeyiz, çünkü gittiğine değmez. Göreceğin bir alan yok. İşte burada da Allah rızası için gittiğimizi görüyoruz. Kâbe’ye hiçbir riya, hiçbir başka niyet olmadan Kâbe’ye gidiyoruz. Allah rızası için.

Hazreti İbrahim öyle zor bir çölde dua ediyor. Allah’ım ne olur lütfeyle diyor. Burada inananlara bu lavlardan oluşmuş kayalıklarda sen bereket lütfeyle, diyor.

 



 

Ben kullarıma yaşam alanları dahilinde senin düşündüğün gibi kâfirleri ayırmam diyor. Sadece Allah’a ve ahiret gününe inananlara rızık vermem diyor. Ben Rezzak’ım diyor, kâinatta yarattığı her varlığın rızkını devam edecek. Müminlerin de kâfirlerin de rızkını ben vereceğim diyor. Senin duana göre sünnetullahı değiştirmem diyor.

 

 

Burada şunu anlıyoruz. Ben onlara bir müddet veriyorum. Verdiğim rızık onlar için belirli bir zaman olacak. Muhakkak zaman geçip bitecek. Sonra da onlar mahrum olacaktır diyor. Ve mahrum olacakları yer ne kötü bir yer. Bu duanın önemli bir dua olduğunu söylemiştik. “Allah’ım ahret gününe inananlara rızkını artır” duasından bahsetmiştik.

 

127. Hani İbrahim, İsmail’le birlikte (Kâbe ’nin) temelleri(ni) yükseltiyor ve şöyle diyordu: “Ya Rabbi! Bizden kabul buyur. Sensin çünkü gerçekten işiten; ‘mutlak ilim sahibi’ (Semî’, Alîm).





Bu kısmı biraz daha günümüze göre anlamak gerekirse;

İlk muhatapları İbrahim Kabe’nin ilk temellerini attığı zaman, Ey Muhammet, ya da ey muhatap, hangi çağda yaşıyorsanız, unutmayın ki İbrahim temelleri yükseltti. Kabe’nin temellerinin yükselti İsmail ile birlikte. İki peygamber baba oğul, ve dediler ki Ya Rab! bizden bunu kabul eyle. Ne kadar büyük bir tevazu. Biz yaptık, ister kabul et, ister etme mantığı yok.  O sıcakta Allah’ın Kabesini yapıyorlar. Mabbetlerin anasını imar ediyorlar. Ve Ya Rab! bizden bunu kabul eyle diyor.  Biz burada ibadetin edebini öğreniyoruz. Biz burada Âli İmran Suresi’nde Hazreti Meryem’in annesi Hanne’nin bizden bunu kabul eyle dediği gibi. 

Allah’ı bilen haddini bilendir. Haddini bilmeyen hudurtusz, sınırsınz insan kendini bilmediği gibi Rabbini de bilmez.

Allah’a hediyeyi sunduktan sonra boynunu büküyor ve Ya Rabbi sana sundum diyor. Ya Rabbi senin rızan için yaptım, sen kabul etmezsen hiçbir anlamı yok, sen kabul etmezsen hiçbir karşılığı olmaz diyor. Bize çok güzel bir edep öğretiyor. “Çünkü sen en derinden işitensin” diyor. Çünkü sen kalbin sesini işitensin diyor. Böyle bir dua ediyorlar. Biz burada şunu anlıyoruz, Hazreti İbrahim’in ve Hazreti İsmail’in Kabe’nin temellerinin nasıl attı.

Bize ikinci bir anlam olarak da şunu veriyor.

Bizim Kâbe’mizin de temellerini biz atıyoruz. 

Kalp de Allah’ın nazargâhı değil mi. O nazargahın temellerini biz atarken, Ya Rabbi senin için kalbimi inşa ediyorum, Ya Rab sen benden kabul buyur, diyerek dua etmeliyiz. Bu duayı okurken dikkat etmek gerekiyor. Allah’ım yaptığımızı kabul buyur, Ya Rab yaptığınızı ikram buyur diyerek dua ediyorlar ve sonra 128. ayette de duanın devamı geliyor ve Allah’a teslim olan kullardan olmayı istiyorlar.

 

128. Ya Rabbi! Bizi Sana teslim olan iki kişi kıl; ikimizin soyundan da Sana teslim olan kimseler çıkar; ibadet usulümüzü bize göster ve tevbelerimizi kabul et. Çünkü Sensin tevbeleri daima kabul eden, merhametli (Tevvâb, Rahîm ).

O hem bütün Muvahhitlerin ibadet edebileceği bir yer inşa ediyorlar hem de gönül inşa ediyorlar.

127 ve 128. Ayetleri namazlarınızda da okuyun. Ezberleyin. Çocuklarınız için de önemli bir dua. Çocuklarımıza yapmış olduğumuz çok önemli bir dua.



 

Bizim ihlasımızı ya da sana olan itaatimizi arttırsın. Teslimiyetimizi arttır. Burada “müslimeyni” derken sanki Hazreti İbrahim ve Hazreti İsmail hem kendilerine hem de Hazreti Hacer’i kastetmiş oluyorlar. Ve ikimizin soyundan da sana teslim olanlar kız diyorlar. İlk önce biz olalım diyorlar. Çünkü biz örnek olacağız. Bizim zürriyetimizden olanlar, zürriyet kelimesi nereden geliyor, “zerre”den geliyor, bizden olan, bizden parçalar. 

 


İlk önce kendi ailemiz. 

İnsan önce kendi küçük ailesine dua edecek ki, o aile mutlu olursa, O aile teslim olursa, o aile dışarıya güzelliklerine aksettirebilir. Ayrıca ikinci bir şey söylüyor. Bu eğer peygamber ailesi ise onlardan gelecekler de insanlığı doğruyu tebliğ edecekler.


 

Dua devam ediyor, ey Rabbimiz diyor.

Sana kayıtsız şartsız teslim olsunlar. Yüreklerinin merkezinde sen ol Ya Rab. Nasıl ki coğrafyanın merkezinde Kâbe var, Kabe’yi inşa ettirdin, kalplerin merkezinde de sen ol Ya Rab,. Ve bize nasıl kulluk yapacağımızı göster. Hem haç yerlerini göster diyor ama aslında bunu söylüyor. Unutmayalım ki ibadet etmek Allah‘ın bir ikramı taşı. Hiç düşündünüz mü vallahi namazı ve orucun emretmeseydi biz ne kadar kendimizin farkında olabilirdi ki o kadar. O kadar büyük ikramlar ki bunlar. İbadet, kulluk ayrıca teşekkürü hak eden bir şey. Ve diyor ki, Ya Rab, bize nasıl kul olacağımızın yollarını göster. Sadece haç vazifeleri değil nasıl kul olacağız. Bize bunların yolunu göster. Yani Gönlümüze göster, zihnimize göster. Ve daha sonra Ya Rab, bizi Affeyle, tövbelerimizi kabul eyle, olur ya samimiyetsiz davranırız, haddimizi bilmeyiz, hadsiz davranırız, yarabbi sen olabilecek samimiyetsizliklere karşı bizi Affeyle, Tevbemizi kabul eyle. Sen Allah’ım şüphesiz tövbeleri kabul edensin. Öyle bir merhamet desin ki cevabı olan sadece sensin. İnsan insana tövbe edemez. İnsan insandan özür dileyebilir ama kimse kimseye günahın Tövbesi için tövbeni kabul et diyemez. Tövbe yeni dışı sadece Allah’a olur. Merhametinle kulunun tövbesini kabul eyleyensin. Sen merhamet etmeseydin Allah’ım biz hüsrana uğrayanlardan olurduk diyor Âdem ve eşi. Sen bizim tövbemizi kabul etmezsen biz hüsrana uğrarız, biz hatamızı bile fark edemeyebiliriz. O yüzden önce teslimiyet istiyorlar. Sonra da Bir hata varsa bunu affet Ya Rab, bize merhamet et Ya Rab diye dua ediyorlar.

 





Yorumlar