Bakara Suresi 107-110. ayetler ( Keşşâf Tefsiri p. 726-735)


 107. Bilmiyor musun ki, göklerin ve yerin mülkü gerçekten Allah’a aittir ve sizin için Allah’tan başka bir velî ve yardımcı yoktur?!




Allah buyuruyor ki göklerin ve yerin hükümranlığı Allah’a aittir diyor. Göklerin ve yerin hükümranlığı ne demek. Evrendeki canlı cansız bir sürü şey var. Bütün bu yaratılmışların, bütün bu olayların her şeyin tek bir hükümranı var. Olayları yaratan ve hepsini yöneten tek bir güç var. Ve bu güç Allahu Teala’dır. Bu evrende ilgili bütün yasaları koyan da Allahu Teala’dır. İnsanoğlunun geçmişiyle şu anını en iyi şekilde bilen sadece Allah’tır. Hazreti Adem’i de yaratan Allah’tır. Ve Hazreti Âdem’in nasıl bir psikolojiye sahip olduğunu, neler yapabileceğini, neler yapamayacağını bilen Allah. Allah Hazreti Adem’e de, bize de çok hakim. O nesli en iyi anlayan, en iyi bilen sadece Allah olacak. O yüzden Allah yeni bir hükümler getiriyor. Tevrat’tan sonra incele geçiriyor ve daha sonra kuranı Kerim’i getiriyor. Tevrat Hazreti Musa’ya geldi. Onun yapabileceği ile bizim yapabileceklerimiz bir noktada belki uyuşmayacaktı. Ya da bizim şu anda yapabileceğimiz bölümü onlar yapamayacaktı. Bunu en iyi bilen sadece Allah. Çünkü hükümranlık O’na ait. Ben her şeye hakimim, o kavmi de Çok iyi biliyorum sizi bilen de benim diyor. Bu noktada Allah aslında kendisine güvenilmesini bekliyor. Tam anlamıyla teslimiyet ve güven bekliyor. 

Allah’a ait sonsuz evren ifadesinden kısa bir şekilde bahsetmek istiyorum. Sonsuz genişleyen bir evren var. Şu anki ilmin takip edemediği şekilde bir evren var. Sayamadığımız kadar çok yıldız var. Kütlelerine göre kara deliğe dönüşen yıldızlar var. Ve bunları yöneten tek bir güç var. Hepsinin her halini bilen yöneten tek bir güç var.

Şuanki bilim adamları Venüs’ün küresel ısınmanın gelişmiş bir halinde olduğunu söylüyorlar. Hatta Stephen Hawking diyor ki, eğer dünya bu şekilde devam ederse, önlemler alınmazsa Venüs’e dönüşebilir. O zaman aklıma şöyle bir soru geliyor, acaba önceden Venüs de dünya gibi biryer miydi. Şunu çok iyi biliyoruz Allah hiçbir şeyi boşa yaratmadı. Belki bizden sonraki nesiller bunu çok iyi anlayacak. Ama bildiğimiz şey hiçbir şeyin boşuna yaratılmadı. 

Bütün kainattaki bulunan her şeyin yöneticiliği var. Biz bile kendi evimizde olan biteni yönetemiyoruz. Fakat bu sonsuz evrende her haliyle yöneten ve hiçbir şeyin hiçbir şekilde aksamadığı muhteşem bir güç var. 

Her şeyi paylaşmak istiyoruz. Mutluluğumuzu üzüntümüzü paylaşmak istiyoruz. İnsan bir şeye kızınca önce bir durup analiz etmeli. Bende mi bir problem vardı karşı tarafla bir sıkıntı vardı diye. Bunun yerine biz hemen paylaşma ihtiyacı hissediyoruz. Bir olayı anlattığımız arkadaşımız bizim moralimizi daha fazla bozuyorsa ya da bizi daha çok hırslandıracaksa ve bakış açısı sunmuyorsa o zaman biz Allah’tan uzaklaşmış oluyoruz. O yüzden olayları kime anlattığımız çok önemli. Çünkü insanlar bize anlattıkları yorumlara bilinçaltını da katarlar.

Eğer bize hakkı ve sabrı tavsiye eden bir arkadaşımız varsa zaten o arkadaş bize yine Allah’a yaklaştıracaktır. Orada bir sıkıntı yok. Ama paylaştığımız arkadaşımız bizi daha fazla dünyaya düşürüyorsa o zaman iki dünyada da sıkıntıya giriyoruz. Allah bu ayette diyor ki Allah’tan başka bir veli ve dostu yoktur diyor. Çünkü Allah bizim her halimizle bizi çok iyi biliyor. Enfal Suresi 24. ayetinde buyuruyor ya “Allah kişi ile kalbi arasındadır”. Kalbimizden geçen o niyetlere kadar duyan bir yaratıcı var. Bazen diyoruz ya çok yakınımıza bile bir şeyimizi anlattığımızda halimizden anlamıyor diyoruz. Halbuki seni senden bile daha iyi anlayan Allah var. Aslında biz anlık rahatlamaları tercih ediyoruz. O anda anlattım rahatladım diyoruz. Fakat en iyi kişiyi anlayan Allah. Bir kul bir sıkıntısında bana en iyi yardım edecek olan Rabbim derse çünkü göklerin ve yerin orduları Allah’a aittir, biz kime derdimizi anlatırsak anlatalım gücü yetmeyecek çözmeye. Bizim sıkıntımızı çözmeye sadece Allah‘ın gücü yetecek. O yüzden Allah’tan Daha iyi bir dost mümkün değil.

108. Yoksa siz de mi peygamberinizden, daha önce Musa’dan istenenlere benzer (olur-olmaz) şeyler istemeyi arzu ediyorsunuz? Kim imanı küfürle değiştirirse, düz yolun ortasında sapmış demektir.



Kur’an-ı Kerim müslümanların nasıl bir kimliğe sahip olması gerektiğini inşa eden bir kitap. Aslında Kuran bizim nasıl bir kimliğe sahip olmamız gerektiğini çok iyi anlatıyor. Sahabeler Kuranı Kerim ayetleri indikçe kendi kimliklerini buna göre inşa etmeye çalışıyorlardı. O dönemin Müslümanları Müslüman olmadan önce cahiliye inancı ile yaşıyorlardı. Ve o inançları benimsemişlerdir. Tabi ayetler geldikçe Müslümanlar ayetleri sindiriyorlar ve kimliklerini inşa etmeye başlıyorlar.

Enes (r.a) şöyle anlatır:

Ebû Talha’nın evinde insanlara sâkîlik yaptığım sırada içki haram kılındı. Allah Resûlü bir sahâbîye emretti, o da insanlara bunu duyurdu. Biz evdeyken vazifeli sahâbînin sesi geldi. Ebû Talha:

“–Çık da bir bakıver, şu ses neyin nesidir?” dedi.

Çıkıp baktım ve:

“–Bir münâdî; «Dikkat edin; içki haram kılınmıştır!» diye nidâ ediyor” dedim. Bana:

“–Öyleyse git ve onu dök!” dedi.

O andan itibâren Medîne sokaklarından içki aktı. (Buhârî, Tefsîr, 5/11)

 

Bunlar çok farklı imanlar. Ayeti duyduğu an hayatına getirebilme noktası özel bir nokta. Zat-ı Envat denen bir hadiseden örnek verece olursak;

 Haris b. Malik şöyle dedi:

Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem ile birlikte Huneyn'e çıktık. Biz cahiliyyeden yeni çıkmış insanlardık. Onunla birlikte Huneyn'e yürüdük.

Kureyş kafirlerinin ve diğer bazı arabların yeşil büyük bir ağaçları var idi. Ona Zat-ı Envat denilirdi. Her sene ona gelirler, silahlarını onun üzerine asarlar, onun yanında kurban keserler ve onun yanında bir gün itikaf yaparlardı.

Biz Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem ile birlikte yürürken büyük yeşil bir ağaç gördük. Yolun kenarında şöyle dedik:

"Ya RasulAllah! Onların Zat-ı Envat'ı gibi bize de bir Zat-ı Envat yap!"

Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem de şöyle dedi:

"Allahu Ekber!

Muhammed'in nefsi elinde olana yemin ederim ki; siz de kavminin Musa'ya dediği gibi dediniz. Onlar:

 

"Onların ilahı gibi bizim için de bir ilah yap! dediler. Musa dedi ki: "Siz cahil bir kavimsiniz. İşte bu insanların takip ettiği yoldur. Siz de sizden öncekilerin takip ettiği yolları takip edeceksiniz."  (Siyeri İbni Hişam)

 

Peygamberimiz bazı hadislerin de uğur ya da uğursuzluk konularının şirke kadar gittiğini söylüyor. İslam’da uğur ve uğursuzluk konusuna gelecek olursak: İslam inancına göre bir şeyin uğurlu ya da uğursuz görünmesi gibi bir şey söz konusu değildir. Çünkü her şey Allah’ın emrindedir. Bir şeyin uğur getirmesi ya da uğursuzluk getirmesin mümkün değil. Güneş ve ay tutulmasının bir uğursuzluk olarak söylenir. Nazar boncuğunun kötülüğü engelleneceği ya da dilek taşlarıyla ilgili de böyle şeyler söylenir. Bunların kesinlikle İslam’da yeri yoktur. Çünkü İslam ilme ve bilime dayanan bir dindir. Hamile iken saçını kestirirsen bebeğin ömrü kısa olur diye bir şey söylenir. Bunun bilimsel hiçbir açıklaması da yoktur; İslam’a göre bir açıklaması da yoktur. Allah’ı bir şeye ol demesi ile onun gerçekleşmesi söz konusu olur sadece. Bu konuda Safer ayına da değinmek istiyorum. Bütün kötülüklerin yağdığı bir ay olarak isimlendirilir. Müslümanlar o aya geldiği zaman korku, kötü bir şey olacak endişesi ve kapalılar. Safer ayı ile ilgili bu inanç cahiliye döneminden gelen bir inançtır. Şu anda da bu düşünce az çok devam etmektedir. Ama İslam dininde bir şeye uğursuzluk olarak atif edilmesi gibi bir şey yoktur. Her şeye sadece Allah’ın emri ile gerçekleşir. Yasin Suresi 19. ayette “uğursuzluğunuz kendinizdendir” diyor. İsrailoğulları

O dönemde müslümanları düz yoldan saptırmak için sürekli kışkırtıyorlar ya da olur olmaz sorular sormaya çalışıyorlardı. Fakat Allah diyor ki i”kim imanı küfre değişirse düz yoldan sapmış olur”. Allah müslümanların düz yolda devam etmesini söylüyor. Şu anda da Müslümanlar üzerine propagandalar yapılıyor. Allah’ı çok net emirleri ile ilgili bile çok sık yaşıyoruz böyle şeyleri; örneğin başörtüsü.

Yetişkinler belki tuzağa düşünemez böyle söylemlerde ama 17-18 yaşlarında başörtüsü nefsine ağır gelen kızlar bunu kanabilirler. Bizler Müslümanlar olarak buna çok dikkat etmemiz gerekiyor. Eşcinsellik konusunda da toplumda bir normalleştirme ve bir tercih olarak sunma durumu başladı. Avrupa’da çoktan bu normalleşmiş durumda ama bizim ülkemizde de normalleşmeye başladı maalesef. Bunun normalleşmesi ve de bunu normalleştirme çalışmaları bizim düşüncemizi asla etkilenmemeli. O konuda Allah‘ın emir ve yasakları çok net. İnsanlar çok net. Problemi yaşayan insan olarak yargılama hakkına da sahip değiliz. Çünkü herkesle ilgili hüküm verecek olan Allah. Yargılama ancak Allah’a ait. Biz genel olarak bu davranışı normalleştiremeyiz. Kişisel olarak o kişinin ne yaşadığını bilmiyoruz. Hepimize Allah hakim, ona da Allah hakim o yüzden yargılamak bize düşmez. 

Faiz konusu ilgili de mesela bazı hocalar şöyle fetva vermişti. Bir kişinin hiç evi yoksa kredi alarak ev alabilir diyor ya da İslam’da binek çok önemli arabası yoksa kredi çekerek araba alabilir diyor. Ama ayette “Allah Resulü‘ne savaş açmaktır” diyor faiz için. Veda hutbesi nde de diyor ki Peygamber efendimiz (SAV) “faizin her türlüsü ayağımın altındadır”. Dolayısıyla bunun hükümü çok net ve buna kapı açılamaz. Bunu başkalarından duyduklarımızla değiştiremeyiz. Allah‘ın emirleri ile ilgili çok net olmalıyız. Bunu nasıl sağlayabiliriz, Allah bize bir kitap göndermiş. Allah bize de kitabı okuyarak öğreneceksin diyor. Dolayısıyla Allah‘ın hükümlerini çok net bilmemiz gerekiyor.

109. Ehl-i Kitap ’dan birçoğu, gerçek kendilerince apaçık belli olduktan sonra, hasetlerinden dolayı, imanınızdan sonra sizi inkâra döndürmek isterler. Allah, (haklarındaki nihaî) emrini getirinceye kadar bunları affedin, görmezden gelin. Allah elbette her şeye kadirdir.



Yahudilerin o dönemki hasetliklerinden daha önceki ayetlerde bahsetmiştik. Müslümanlar İslam ile şerefleniyorlar ve Efendimizin (SAV) önderliğinde hızla ilerlemeye başlıyorlar. Uhud savaşına kaybediyorlar ama Bedir’de çok büyük bir zafer kazanmışlardı. Sosyal anlamda da güçlenmeye başlıyorlar. Yahudiler Uhut’ta kaybetmelerine fırsat bilerek Müslümanları kışkırtmaya çalışıyorlar. Fakat Yahudiler aslında hasetliklerinden dolayı yapıyorlardı. 

Kısaca hasetten bahsedelim. 

Haset kıskançlık ve çekememezlik duygularıyla birinin sahip olduğu nimeti arzulama durumudur. Birinin Başkasında olan birşeyi aşırı derecede istemek. Bazı âlimlere göre İblisin Hz. Adem’e secde etmemesinin en büyük sebebi bunu haset haline getirmesidir. Dolayısıyla hasetlik şeytani bir duygudur âlimlerin bazılarına göre. 

Bir Müslüman hasetlik duygusundan mümkün olduğu kadar uzak kalmalı. Kuramda iki ayet görmüştür. Taha Suresi 131’de.

“Sakın kendilerini sınamak için onların bir kesimini yararlandırdığımız dünya hayatının çekiciliğine göz dikme! Rabbinin sana verdiği nimetler daha hayırlı ve daha kalıcıdır.”

Nisa sonrası 32. Ayet

Allah’ın sizi birbirinizden üstün kıldığı şeyleri iç çekerek arzu etmeyin. Erkeklerin de kazandıklarından nasipleri var, kadınların da kazandıklarından nasipleri var. Allah’ın lutfundan isteyin; şüphesiz Allah her şeyi bilmektedir.

 

Bizler fıtrat olarak dünya nimetini güzel görmeye meyilliyiz. Yani dünyanın ziyneti bize fıtrat olarak güzel gözükebilir. Hepinizin farklı noktalarda safları var.

Allah kimine farklı nimet verdiyse onun mutlaka bir sorumluluğu vardır. Mesela eğitim nimetini verilmiş birine, belki sen ona bakıyorsun ama aslında o eğitimin sorumluluğu var ve o eğitim sen de olsa sen onun sorumluluğu yeteri kadar yerine getiremeyeceksin. Ya da zenginlik. Belki o kişinin sahip olduğu zenginlik sen de olsa, zenginlik çok büyük bir sorumluluktur, belki sen ahirette o Zenginin hesabını veremeyeceksin. Allah “Rabbinin sana verdiği nimetler daha hayırlı ve daha kalıcıdır” der. Allah sana bir rızık verdiyse oradaki senin için en güzel olur. Çünkü Allah sana daha çok rızık verirse kibirlenebilirsin. “Allah Kibirlenenleri Sevmez” diyor. Belki de kibirlenecektin. O yüzden Rabbim bize rızık veriyorsa bizim için en güzel olanıdır. Biz sadece olayları anlık değerlendiriyoruz. Geniş bakış açısıyla bakamıyoruz. Ama Allah baktığı için, Allah ne veriyorsa aslında bizim en güzel olandır.

Aslında Yahudiler içten içe müslümanların doğru din olduğunu biliyorlar. O yüzden Müslümanlara haset ediyorlar fakat ırkçılıklarından dolayı İslamiyeti kabul etmiyorlar. Burada bazı âlimler diyor ki bu ayette Müslümanlara da uyarılar var. Allah’ın ayetleri hakkında gayrimüslimlerin görüş ve önerilerine itibar etmememiz gerekiyor. Çünkü Allah, sizi imanınızdan sonra inkara döndürmek isterler, diyor. Bizler sağlam durmayı başarmak zorundayız. Allah emrini getirinceye kadar bunları affedin, görmezden gelin ve Allah her şeye kadirdir.

Burada Müslümanın sahip olması gereken temel bir ahlak kuralından bahsediyoruz. Sonucuna ulaşamayacağınız anlamsız tartışmalara girmeyin ve bunu görmezden gelin diyor Allah.

Allah’ım müminlerden istediği, böyle bir durumda tartışmaya girmemek ve Allah Resul’üne verinceye kadar görmezlikten gelip affetmektir. Bu ayet Yahudilerden bahsediyor. Müslüman bir kardeşimiz ile tartıştığımız dünyalık bir konu. Allah böyle bir durumda nasıl davranmamızı isterdi. Müslüman bir kardeşimiz bize ters bir şey söylese Allah bizden nasıl bir tutum sergilememizi bekler. Allah hükmünü verince kadar görmezlikten gel. Sen merak etme olay çözülecek diyor. Allah herkese her şeyin karşılığını verecek diyor. Senin yapman gereken nedir, sen sana yakışanı yap diyor. Gerisini Allah zaten hükmünü verecektir. 

Cahiliye devrinde şöyle bir özellik varmış. Herkes kötülüğe kötülükle karşılık verirmiş. Çünkü affetmek zayıflık olarak görürlermiş. Bir acizlik olarak görürlermiş. O yüzden herkes herkese cezalandırma ahlakına sahipmiş. İslam’da ise affetme durumu üstün bir konumdadır. Çünkü biz Allah‘ın affediciliğinden bahsediyoruz. Cahiliye döneminde değersiz görülen affetme fiili İslam ile birlikte yükseklere çıkartılıyor. Çünkü Allah affedicidir. Nur Suresi’nde 22. ayette diyor ya “…affetsinler, hoş görsünler. Allah'ın sizi bağışlamasını istemez misiniz? Allah, bağışlayandır; merhamet edendir.” Eğer Allah’ın bizi bağışlamasını istiyorsak biz de affedeceğiz. Çünkü Allah her şeye kadir. Senin bu olayı çözmene gerek yok. Sen sana yakışanı yap. Gerisini Allah’a bırak. O her şeye kadirdir. Her şeye hükmünü Verecektir.

 

110. (Gerçek birer dindar olarak) namazı dosdoğru kılın, benliğinizi arıtmak için vermeye bakın. Kendiniz için hayır olarak önden ne gönderirseniz, Allah’ın katında onu bulursunuz. Yaptıklarınızı Allah gerçekten görmektedir.

 


İki ayette Allah affedin, görmezden gelin diyordu. Tartışmalara girmek yerine siz Müslümanlığım gereklerini yerine getirin diyor. Sizin yapmanız gereken onlarla tartışmak değil. Sizin yapmanız gereken namazı dosdoğru kılmak, infak etmek. Çünkü insan bir problem yaşadığı zaman bilinç altında o problem çalışmaya devam ediyor. Şunu demek istedi bana, ya da şöyle mi deseydim gibi tartışma aklımızdan çıkmaz. Bilinçaltımızda çalışınca ne oluyor, biz anımıza odaklanamıyoruz ve ibadetlerimizi odaklanamıyoruz. Siz onlarla tartışmayı bırakın diyor. Siz size düşeni yapın diyor. Namaz fiziksel bir ibadet gibi gözüken çok ciddi bir ibadet. Günde beş kere çağırıldığımız bir ibadet. Sevdiğini söyleyen birini yanınıza çağırıyorsunuz ve o gelmiyor. O zaman bu durumda biz bize değer verdiğine inanır mıyız. Namaz da Allah’a bağlılığını gösteren bir ibadettir. Allah’ım sen çağırdın, ben geldim, dediğimiz bir ibadettir. Allah’ım ben sana değer veriyorum diyebildiğimiz bir ibadet. Ayette Allah sadece namaz kılın demiyor. Namazı dosdoğru kılın diyor. Namazı nasıl dosdoğru kılabiliriz. Çoğu alim Tadil-i Erkan’dan bahsediyor. Peygamberimizin de (SAV) dediği gibi Her Rükûnu hazmede hazmede yapmak. Allah‘ın huzuruna vardığın bilincinde olmak. İnsan abdesti alırken biraz sonra kimin huzuruna çıkacağına çok iyi odaklanmalı. Biraz sonra sen o sonsuz kainatın sahibi olan ve seni yoktan var eden ve yarın karşısında dirileceğin o büyük yaratıcının huzuruna varıyorsun. İşte bunun bilinciyle namaza durabilirsek işte o zaman namazı dosdoğru kılabilme ihtimali yükseliyor. Bununla ilgili birkaç ayet: 

Müminin Suresinde “Namazlarını titizlikle eda ederler.” der. Bu namazı dosdoğru yapan şartlardan biridir. Biz namaza giderken dünyada yaşadığımız sıkıntıları arka plana atıp namaza kimin huzuruna vardığımızı düşünüp o huzurda huzur bulabiliyorsak o zaman namazınız belki dosdoğru namaz olmuş olur. Bir tanesi de İsra Suresin 109. ayetinde geçiyor. “Onlar ağlayarak yüzüstü yere kapanırlar. Bu da onların derin saygısını artırır.”  diyor. Yani insanların namaz kılarken duygu yoğunluğu hissetmelerinden bahsediyor. 

Bir tanesi de Ankebut Suresi 45. ayetinde geçiyor “Kuşkusuz namaz hayâsızlıktan ve kötülükten meneder”. 

Eğer biz gerçekten bu maneviyatta bu şekilde namaz kıldıysak 3 saat sonra da aynı maneviyatı hissedebilmek adına zaten o üç saatte çok büyük bir hayasızlık yapamayız. İçimizden gelmez. Çünkü o kadar büyük bir maneviyattan çıkıp 3 saat sonra aynı maneviyata girebilmek çok büyük bir olay. Bu arayı kötülükle geçirebilmek çok zor bir ihtimal. Bir namaz kötülüklerden alıkoyuyorsa o namazında dosdoğru bir namaz olma ihtimali de çok yüksek.

Allah ayetinde devam ediyor ki, benliğinizi arıtmak için vermeye bakın. Bir insanın öfkesine, Kızgınlığını, kırgınlığını bastırıp görmezden gelmesi ve affetmesi çok zor bir şey aslında. Öfkemizi yenmek için kendi benliğimizden geçmemiz gerekiyor. O halde Allah burada infak edin diyor. Namazı dosdoğru kılmak ve infak etmek demek size çok iyi gelecek. O yüzden benliğimizden geçerek infak ediyoruz. 

Kısacası Allah siz tartışmalardan kaçının ve siz müslümanlığın gereklerini yerine getirin. Namazı dosdoğru kılın ve infak edin. Gerisinde Allah sizin yaptıklarınızı görmektedir ve siz yaptıklarınızın karşılığını bulacaksınız diyor.

Yorumlar