Bakara Sûresi 97-101 ( Keşşâf Tefsiri p. 686-703)

 

Geçen hafta dünyevileşme temayülünden bahsettik. Sekülerleşmeden bahsettik. İnsanın dünyevileşmeye kapılarak fıtratından koptuğu, dünyada ebedileşme üzerine bir yaşam felsefesi kurduğundan bahsetmiştik. 

İhsan Fazlıoğlu Soruların Peşinde kitabında bir yaklaşımı var. 

Günümüzde şuursuzluğun idamesi için devreye sokulan tüm eylemlere bir deyişle özetleyebiliriz; Hayatı çoğaltmak. Dünyevileşmeyi hayatı çoğaltmak olarak ele alıyor.  Hayatı çoğaltmak için yapılması gereken şey, insanın isteğinin arttırılması ve beslenmesi, insanın isteğinin sürekliliği için, ihtiyaçlarını sürekli kılmak yeterlidir.  Yani insana sürekli ihtiyaç hissettirirseniz, ihtiyaç hissettirilen her şeye bir müddet sonra istiyor ve sürekli ihtiyaç hissettiği için, bu sürekli ihtiyaç-istek denklemi hayatı çoğaltıyor. Ve insanı sürekli bir tatminsiz isteme küpü haline getirir. Böyle bir insan da şimdiyi mutlaklaştırır, dünü ve yarını şimdiyi tehdit eden bir unsur olarak görür, geçmişten kaçar, gelecekten ise korkar.  Günümüzde bu şuursuzluğun dünyevileşmenin idame edilmesi için devreye sokulan tüm eylemleri özetleyebiliriz. Hayatı çoğaltmak. Hayatı çoğaltmak için ise insanın isteğinin arttırılması, bu isteğin arttırılması ile beraber, beslenmesi. İhtiyaçlarını sürekli kılmak. Sürekli bir şeylere ihtiyaç duyduğunu ona hissettirmek. Sürekli ihtiyaç, sürekli istek. Bu bir denklem. Bu denklem içerisinde insan hayatı çoğaltarak hayata tatminsiz bir hale gelir. İnsanın tatminsizliği aslında sürekli istemekten, sürekli ihtiyaç haline gelen hayat anlayışı haline getirir bir tatminsizlik meydan gelir ve isteme küpü haline gelir. Böyle bir insan da şimdiyi mutlaklaştırır, dünü ve yarını, şimdisini tehdit eden bir unsur olarak görür. Bu cihetle de geçmişten kaçar, gelecekten ise korkar.

İhtiyaç sahibi olmayı hissetmek, bunu ortaya koyan kapitalist sistem var. Bununla beraber  gönüldeki sürekli istemek insanı kendinden uzaklaştırır. Yine şöyle diyor ktiabında;

Kişilerle, öbeklerle uğraşmıyorum. Çünkü derdi olan insan işi ile, boş insan kişi ile uğraşır.

Burda bizim için önemli olan, hayatı dünyevileştirmekten uzaklaştırmak için hakikate yönelik bir hayat perspektifi ve hayat anlayışı için çalışmak önemli. 

Hz. Ali’ye atfediliyor rivayet.

Hz. Ali’ye  4 soru soruluyor.  

1. Vacip nedir, vacipten evvel olan evvel vacip nedir? 

2. Soru; Yakın nedir, yakından daha yakın olan nedir? 

3. Soru; Acayip nedir acayipten daha acayip nedir? 

4. Soru; Zor nedir, zordan daha zor olan nedir?

1. Soruya cevap veriyor. Tövbe etmek vaciptir. Ama günahları terk etmek daha vacip olandır. İnsan günahları terk etmiyorsa tövbe etmenin anlamı yoktur. Yaptığı hataya devam ediyorsa insan, ne kadar söylemiyle ifadesinde ben pişmanım tövbe ediyorum desin tövbe etimolojik kökü, olduğu yönden diğer tarafa çevrilmek. Çevrilmiyorsak o zaman tövbe etmiş olmuyoruz. İnsan günahından hatasından, dedikodusundan vaz geçiyor, dönme gayreti gösteriyorsa bu tövbeden daha önceliklidir. 

2. soruya cevabı; Kıyamet yakındır, insanlar kıyametten çok korkuyoruz, deprem ne zaman kıyamet kopacak diye çok sorarız, Hz. Ali… Evet kıyamet çok yakındır, ölüm ondan daha yakındır. İnsanın kendi bireysel kıyameti kendi ölümü ile gerçekleşiyor. 

3. Soruya Cevap; Dünya acayiptir; dünyayı sevmek, gelip geçici olan dünyayı sevmekten daha acayip olan dünyayı sevmek, bağlanmanın ötesinde ona bağımlı hale gelmek, dünyanın argümanları ile hayata bakmak, onun dışında hayat felsefesi oluşturamamak çok daha acayiptir. 

4. Soruya Cevap: Kabir zordur, ama ondan çok daha zoru azıksız, amelsiz o kabre gitmektir. Dünyevileşme insanın sürekli isteme ve ihtiyaç duyma hali. Bu hal, bir süre sonra, dünyaya ebedilik vasfı verip yaşama talebinde bulunuyor.

 

Sonuç olarak, Bakara 96. Ayet dünyevileşme temayülünü anlamamız için çok önemli bir ayet.


97. De ki: Her kim (Muhammed’e vahiy getiren) Cebrail ’e düşmansa, şüphesiz, bu mesajı -önündeki (kitap)ları doğrulayıcı ve mü’minlere de kılavuz ve müjde olarak- senin kalbine Allah’ın izniyle indirmektedir.

98. Her kim Allah’a, meleklerine, peygamberlerine; Cebrail’e ve Mikail’e düşmansa, Allah da elbette inkârcı nankörlerin düşmanıdır.


Onların istediği gibi bir olay sonuçlanmadığı için Cebrail AS.’a kızgın olduğunu söylüyorlar. Aslında Hz. Cebrail’e düşman olmalarının sebebi, vahyi Peygamber Efendimiz’e getirme. “Kim Cebrail’e düşman olursa bilsin ki, vahyi Allah onun kalbine Cebrail vasıtası ile indirdi. Vahyi Allah o Yahudilerden birine indirmedi, Hz. Muhammed’e indiren O dur, bunu Cebrail kendiliğinden yapamaz, Allah’ın emrine tabi olarak yapar.” 

Yahudilerin Cebrail Meleği’ne düşmanlığı belirtiliyor,  onların beklediği kişiye değil de Arap toplumundan birine vahiy gelmesini neden olarak ortaya koyuyorlar…


Allah tasavvurlarının probemli olduğunu görüyoruz. Sağında ve solunda melekler olduğunu düşünüyorlar. 


Muhteşem sofraya nüzul deniliyor. Allah’ın gök sofrasından, yer sofrasına ayetlerin inmesine de inzal diyor,



Allah kelamının bizzat Allah’ın konuştuğu şekliyle ifade edildiği bildiriliyor, “قُلْ” “de ki" sadece Allah kalbine indirmiyor, diline de hangi kelimelerle söyleyeceğini bildiriyor Allah CC.



Siz Allah’ın hiçbir elçisine iftirada bulunamazsınız, işinize geldiği gibi davranamazsınız. Böyle davranmalarının sebebi var. Kendi çıkarlarına ters düşme durumları var. Bu sebepler, hem Cebrail AS’nin onlara gelmemesi, hem de onun getirdikleri ile beraber, Yahudilerin maskelerinin düşmesi. 

Kuranda 712 ayet Yahudileşme temayülünü anlatıyor. Aslında kendilerinin yaptıkları hataların ortaya çıkmasından rahatsız oldukları için Cebrail AS’a iftira atıyorlar. Ama Allah ne diyor, bu Kuran bir hidayet rehberidir. 

Hidayet, çölde yol bulmaktır. Çölde yol bulmak demek, belki bugün kolay olabilir navigasyonlarla. Ama dünün dünyasında Çöl gibi bir arazide yol bulabilmek hidayettir, hayattır. Eğer çölde hayatın yolu kaybediyorsak hayat biter. O nedenle vahide insan için hayattır. Vahyin olmadığı yerde hidayet olmaz. Vahiydir hidayeti veren, insanın kalbini, ruhunu yeşerten. Her ne kadar modernizm, sekülerizm, posmodernizim gibi bir çok felsefeyle insanın hayatının içerisinden insanın inancını çekip aldılar. Zemin çok kaygan bir hale geldi. Böyle bir dünyada yaşarken insana maneviyatsız kalmak yetmiyor. Yetmediği için insan madde değil çünkü, sadece bir maddeden ibaret olsaydık, ya da sadece hayvanlar gibi bi rcan olsaydık manevi tarafımız, Ruhi tarafımız olmasaydı, biz de aynı şekilde otomatik bir şekilde devam edebilirdik hayata. Zaten ruhu robotik bir hale getirmeleri, sadece yenilmesi, içilmesi, eğlenmesi üzerine bir hayat kurgulanması aynı şekilde makinalaştırmış bir Şekildedir. Ama Kur’an hayat kitabıdır. Kuran kalbe bir hayattır, hidayettir. Demek ki 97. ayette Yahudilerin Cebrail Aleyhisselam’a düşman olduğunu anlattı. Eğer o gün Hazreti Ömer deseydi ki, Cebrail vahyi indirmedi, Mikail AS’A indi deseydi o zaman Mikail’e düşman olacaklar da. Bir hikaye vardır:

Adamın biri Müslüman mezarlığına bir köpek gömer. Görenler buna çok tepki gösterirler. Ve adama zamanın kadısına şikâyet ederler. Kadı adamı alır karşısına. Sen gerçekten köpeğe Müslümanların mezarlığına mı gömdün diye sorar. Oda evet der çünkü köpeğin vasiyeti böyleydi. Hâkim bey köpeğin vasiyeti böyle olduğu için mecburen ben buna Müslümanların mezarlığına gömdüm. Kadı derki, sen bizim aklımızla alay mı ediyorsun, böyle saçma şey olur mu. Adamda, hâkim bey, o köpek dedi ki, ölmeden önce, vasiyet etmişti, Müslümanların mezarlığına gömün diye, aynı zamanda demişti ki, kadı ya da on bin dirhem verin. Kadı derki, hay Allah ya, o zaman Bir problem yok, madem köpek bize 10.000 dirhem vasiyet etmiş, o zaman köpek Müslümanların mezarlığında yatabilir. Orada bulunan insanlar isyan etmeye başlar. Böyle bir şey olabilir mi diye. O zaman da kadı derki bu durum sizi hayrete düşünmesin. Ben köpeğin geçmişini araştırdım. Ashâb-ı keyfin soyundan geldiğini keşfettiğim için izin verdim der.

Bu durum bu olayı hatırlattı bana.

İnsan eğer ki bir şeye inanmak istemiyorsa, doğruluğunun üstünü kapatmak istiyorsa, ve o onun çıkarlarını rahatsız ediyorsa, illaki bu çıkarı maddi çıkar olarak algılamamak lazım. Manevi çıkarlarımız da var. Nefsimizi destekleyen çıkarlarınız da var. O içgüdülerimizin hakimiyetine sarsılma olmasını istediğimiz çıkarlarımız da var. Böyle olunca iş buna dönüyor.

İnsanoğlu bu durumda nefsinin, içgüdülerinin savunmasına yapabilmek için her türlü kendini savunabilecek argümanlar savunuyor.


Burada üstünlüklerinden dolayı iki melek zikredilmiştir Allah’a derken uluhiyet hakikatine, Cebrail dediği kişi Allah’ın ilminin inzal işlemini yapan melek. Mikail ise maddi manevi rızık konusunda sorumlu kuvvet. Hem Allah’ın meleklerine düşmanlıktan bahsediyor aynı zamanda Cebrail ve Mikail den de bahsediyor.

Onların yaratılışları aynı, bütün melekler nurdan yaratılmış, burada onların sıfatlarındaki farklılık Cebrail’in Allah’ın ilminin inzalini yapması; Mikail in ise maddi manevi rızık kuvvetteki etkin olması. Bunların niteliklerindeki farklılık, sıfatlarındaki farklılık, Cebrail AS’ın Allah’ın ilminin inzakini yapması; Mikail AS’ın maddi-manevi rızkın yönlendirilmesindeki kuvvetteki etkin olması. O yüzden bunların niteliklerindeki farklılık, zatlarındaki farklılık olarak değerlendirilmiş. Beni ele alırken, diyelim ki burada birçok insan var, birçoğu üniversite mezunu , ilim sahibi olmakla o niteliği alarak zatını değerlendirilmesi gibi. Cebrail ve Mikail AS’a düşman olan Allah’a düşmandır. Buradan anlıyoruz ki Yahudiler çok net bir şekilde Cebrail AS’a düşmanlık ilan etmişler, Mikail de yabancı bir kelime.


Meleklere de inanmamak Allah’a inanmamanın bir boyutu, Peygamberlere düşmanlık küfür olduğuna göre onlardan daha değerli olan melekler küfürden gayrı Allah da ona düşman olur onu en şiddetli cezalandırır. Allah’a uluhiyetine meleklerine Cebrail ve Mikail AS’a peygamberlerine  düşman olana Allah da düşmandır. Düşman olmak, intikam almak demek değil, yakın sınırlar uzaklaşmıştır. İmanın itikadın en önemli unsuru bu.


99. (Resûlüm!) Biz sana öylesine aşikâr âyetler indirdik ki, onları fâsıklardan başkası inkâr etmiyor.

Ayetleri 4 kısımda ele almıştık. 1. Ayat-ı kainat; içerisindeki bütün alemler, yıldız, hayvan, mevsimler hepsi Allah’ın ayetleri. Kar yağıyor bembeyaz bir örtü. Halil Cibran diyor ya; Karın bağrında baharı sakladığını söylesek,  kim inanırdı,  diyor. ilk kez kar görseydik inanmazdık ama her karın bağrında bahar; her baharın bağrında kış var. Allah’ın ayetleri çok açık. Kar yağıyor tane tane iniyor, hiçbiri birbiriyle birleşmiyor, her biri farklı iniyor, sıvı şeklinde iniyor, toprakla buluşuyor, toprağın alt mekanizmalarını işlevselleştiriyor ve görevini tamamlıyor. Aslında ayetler de böyle. Yağmurun yağmasından kar daha farklı. Kar toprağın derinliklerine gidiyor. Kaynak sularını da etkiliyor. 

Kuran’da yağmur ve toprak ilişkisi olduğu her ayette vahiy ve kalp ilişkisini anlarız. 

Vahiy dinler okuruz kalp toprağımızı yeşertir. Tefekkürlerle o kaynaklarımıza kar misali iner ve dokunur. Ayetleri aşikar indirdik demesi; Öncelikle kainat ayetlerine bakarsın.  Ayat-ı Kainat, Ayat-ı hadisat, Ayat-ı insan ve Ayat-ı Mestur. Biz dört şekilde okuyoruz, kainatı ağaç, çiçek, atom vs. bütün kainatın her sembolü bir ayet. Kar yağıyor, ayet ayet yağıyor hepsi. Kar taneleri Harfe bürünerek ses metinlerde yerini alıyor ya, o da kendi beyazlığı ile şekli ile  başka bir ayete,  yazı çeşidine bürünüyor. Hangisini okursan hepsi aşikâr.  Ayat-in beyyinat,… Ağaca bak, meyvesine , dalına, tohumuna bak. Hepsi Allah’ın açık ayetleri ile ortaya koyduk. Ancak fasık olanlar, ne olursa olsun inanmamakta direnen. Hiç olarak sıradan gören. Ancak onlar inkar eder.  Fısk sahibi olanlar inkâr eder.

Hasan Basri.. fısk günahlardan bir tür hakkında kullanıldığı zaman bu türün  küfür ve benzeri  olarak kullanılmaktadır diyor. Yani FISK herhangi bir günahın en büyük hali. Hitap Peygamberimize geliyor. Onlardan iman etmelerini bekleme, ümit etme, onlar tam anlamıyla kendi kitaplarına bile iman etmiyor. Efendimizin onların kitap sahibi olmalarından, ilim sahibi olmalarından dolayı onlardan bir ümitleri var. Kendinizin inancına referans da aramayın, böyle yapıyorlar bu da bizim dinimize  referanstır. Böyle görmeyin. Tam olarak  Allah’ın indirdiği ayetleri olarak görün diyor.  




Onların fasık olmaları ahitlerini bozmalarıyla alakalı. Hangi grupla bir sözleşme yapılsa ahidi bozarlar. Onların çoğu inanmazlar, güvenmezler, güvenilmezler.

İNANMAK kelimesin 4 manası var. E-me-ne kelimesinin 4 manası var; 

İinanmak, güvenmek, güvende hissetmek ve güven vermek. 

Müslüman inanandır, güvenendir, güvende hissedendir, güven verendir. Onlar yaptıkları eylem hem güvensizlik hem kendilerine inanmıyor hem de güvende hissetmiyorlar, güven de vermiyorlar. Onlar işlerine gelmediği zaman tam anlamıyla anlaşmadan vaz geçmişlerdir. 

Bu kitap Yahudilerin okuyup anlaması gereken kitap değil. Bize inen bir kitap. O zaman bu kitap bize şunu anlatıyor; Müslümanın ahde vefası çok kuvvetli olmalı, bizim sözümüz noter gibi olmalı. Onların en büyük probleminin bu olduğunu söylüyor, onlara güvenilmeme sebebi, çıkarına göre davranmaları. Ne kadar güvenirsiniz çıkarına göre davranana. Bugün bu uyuyor bunu yapıyor, tam anlamıyla pragmatist felsefe, bugün böyle olur yarın öyle olur, ben çıkarıma bakarım diyor.  Allah, hayır diyor. Müslümanın net duruşu olur. Çıkarına göre hareketi olmaz. Evet nefsine hoş gelmiyor olabilir, o konudan rahatsızlık duyuyor da olabilir, ama inandığım için böyle duruyorum diyebilmeli Mümin. Müminin sadece sözünde durması ağzından çıkan kelimelerle.

Kâlin de sözünde duracak hâlin de. 

Muhammed ül Emin olan güvenilir bir Peygamberin güvenilir ümmeti olmamaktan Allah’a sığınmak lazım. 

Biz bugün kendimize güvenemiyoruz. Herkesin yaşadığı birtakım tecrübeler, aynı zamanda lanse edilen, sözüne uymadığı gibi “her zaman doğru olunmaz”,” pembe yalanlar”,  “beyaz yalanlar”…, yalanların başlarına insanı rahatlatan güven veren renkler koymuşuz. Yalanın rengi mi olur, insanın havaya uçuran yalanı mı olur. Efendimiz küçük yalan da birleşir birleşir büyük yalan olur. O dediyse doğru demiştir hile yapmaz sözüne sadık müminler olmamız gerekir. Bu imanın en önemli özelliği, ilk önce “Müminim” diyorsa Allah’ın dinine olan inancımızda Allah’a olan bağlılığımız sözümüzden dönmemek, insanlar içinde çıkarlarımız itibarlarımız olsun ne olursa olsun “sözümden dönmüyorum” diyecek söz ve hali gösterebilmek. Bazen çok zor olabilir. Yusuf Peygamber çok güzel bir örnektir. Hiçbir yola dönmemiştir.


İçlerinden bozanlarla iletişiminizin uzak tutun. Güven vermeyen kendi duruşundan uzak olan insanlarla iş yapamazsınız, diyor. 


Allah’ın kitabını arkaya atmak demek – Süfyan-ı Servi’nin dediği gibi- Allah’ın kitabını süslediler, yaldızladılar, en güzel hale getirdiler, ama helalini helal bilmediler; aynı şekilde haramı haram bilmediler. Allah’ın kitabını arkaya atmak demek, Allah’ın anlattığı biçimde yaşamamak demek, Allah’ın bildirdiği biçimde yamaya gayret etmemek demek. Bu mesajları Yahudilere değil bize veriyor. 

Müminin sözü çok güvenilir olacak. Mü’min sözünün gücünü Allah’ın ayetlerinden alacak. Kendi iç dinamiklerini oluşturmuş olacak.

96. ayette biz, dünyevileşme temayülünü gördük. 

Sonra 97. ayette biz Yahudi toplumunun ya da Yahudileşmiş zihniyetin canları istediği zaman kabul edip canları istemediği zaman en hakiki bilgileri bile reddettiklerini gördük. Tarihselcilerin dediği gibi, Allah Peygamber’in sadece kalbine vahyi indirmedi. Kelimeleri de, kelâmını da peygamberine bildirenin Allah olduğunu gördük. 

98. ayette, Allah’ın uluhiyetini, meleklerine, peygamberlerine, Cebrail‘e, Mikail’e düşman olana Allah da yakın değildir, uzaktır. 

99. ayet ise bize çok net bir şekilde şunu öğretti. Her tarafta Allah’ın ayeti var. Biz görebiliyorsak var. Görebiliyorsak, bakabiliyorsak her yerde aşikâr olarak Allah’ın ayetleri var. 

100 - 101. ayetlerde ise şunu gördük. İnsanların en yanlış davranışı, öncelikli yanlışı, sözlerinin güvenilir olmaması. İşlerine gelmediği zaman Allah’ın kitabını arkaya attıklarını gördük. Allah’ın kitabını arkaya atmak da onunla amel etmemek demek. 



Yorumlar