89. ayeti ve 90. ayet birbirleriyle bağlantılı ayetler olduğu için biraz 89. ayetten alarak devam edeceğiz.
Bu ayeti anlamaya çalışalım. Ayetten de anlaşıldığı üzere ayet Yahudilerin son peygamberin geleceğini çok iyi bildiklerini söylüyor. Aşina oldukları şey kendilerine geldiklerinde onu inkar ettiler. Çünkü Tevrat’ta son peygamberin geleceğinin müjdesi çok net bir şekilde var. Ve bazı özellikleri de Tevrat’ta bulunuyor. Bu yüzden Yahudiler çok büyük bir istekle son peygamberi bekliyorlar. Hatta son peygamberin gelmesi için dualarda bulunuyorlar. Bir savaş gerçekleşiyor Medine müşrikleri ile. Savaşı kaybettiklerinde bile onlara diyorlar ki, siz asıl bizi peygamber geldiğinde görün. Nasıl muzaffer olacağız ve nasıl size üstünlük sağlayacağız, peygamber geldikten sonra görün, diye çok büyük bir beklenti içindeler. Fakat Peygamber Efendimiz (SAV) gelip de Kur’an-ı Kerim de gelince Yahudiler inkar ediyorlar. Halbuki bu kadar beklenti içerisinde iken ilk iman edenlerin Yahudiler olduğunu düşünmek gerekirken onlar inkar ediyorlar. Çünkü inkarlarının sebebi, Peygamber Efendimiz'in (SAV) İsrail oğullarından gelmemesi ve Araplardan gelmiş olması. Kendi ırklarından gelmediği için onu kabul etmiyorlar. Sebep burada ırkçılık.
Yahudi mantığını anlamaya çalışırsak: Peygamber Efendimiz'in (SAV) hayatında yaşamış biri olsaydık, ve ahlakı güzel olan bir insanı tanımış olsaydık, ve bütün kötülüklerin normal sayıldığı bir zamanda yaşıyor olurduk o dönemde. Ve tertemiz yaşayan bir kişi çıkıyor ve diyor ki ben Allah’ın gönderdiği peygamberim. Bana melek vasıtasıyla Allah vahyi gönderiyor ve ben bu vahyi size ileteceğim. Bana iman edin, dese nasıl olurdu. Biz bu noktada iman eden tarafta mı olurduk, yoksa inkar eden tarafta mı olurduk? Buna iman etmek çok kolay bir durum değil. Bir insanın gelip de peygamber olduğunu söylemesi ve ona iman etmek gerçekten büyük bir durum. Belki de sahabe efendilerimizin de o dönemde yaşamış olması yine Allah’tan geliyor. Sahabelerin de çok büyük bir mücadelesi var bu dinin yayılmasında ve buralara kadar gelebilmesinde. Çok büyük fedakarlıkları var. Bir Sümeyye olmak hiç kolay değil. Canı pahasına Allah’ın birliğine haykırabilmek hiç kolay değil. Bir Ebu Bekir olmak hiç kolay değil. O söylediyse doğrudur, diyebilmek kolay değil. Çok güçlü bir iman gerekiyor. Biz onların hayatlarını okurken, Allah onlardan razı olsun deyip geçiyor olabiliriz ama empati kurduğumuzda bunlar aslında çok kolay şeyler değil. Sahabelerin de o dönemde yaşamasının sebepleri olduğunu düşündürüyor bu durum. Birinin gelip son peygamber olduğunu iddia etmesi ve onu kabul etmek zor geliyor olabilir. Biz şu an biliyoruz ki bundan sonra başka bir peygamber gelmeyecek. Çünkü Kur’an-ı Kerim'de bu yazıyor. Bu bizim için çok net. Böyle bir şey olsa bunun bir ideolojiye hizmet ettiğini ya da psikolojik bir vaka olduğunu düşünürüz. Peygamber Efendimiz'in zamanına döndüğümüz zaman ise o dönemde beklenen bir peygamber vardı. Hristiyanlar da bu beklenti içerisindeydi. Velhasıl son peygamber geliyor ve Yahudiler inkar ediyor. İnkar etmelerinin sebebi ise kendi ırklarından çıkmaması. Biz buna kelime olarak ırkçılık diyoruz.
Irkçılık, yani kendi ırkını üstün görme durumu farklı görüşlerle açıklanabilir. Bir görüş, ırkçılık kavramının ilk insandan gelen bir güdü olduğunu savunuyor. Bu kişinin hayatta kalması için olması gereken bir güdü olarak savunuyor bir görüş. Diğer görüş ise bunun psikolojik boyutlarıyla ele alıyor. Irkçılığın bir savunma mekanizması olduğunu savunuyorlar.
Irkçılık, güvensizlik ve kaygı durumunu bastırmak için oluşturulmuş bir savunma yöntemidir.
Kişi üzerinden anlatacak olursak, bir insan düşünün, kendini sürekli övme ihtiyacı hissediyor. Kendini, ırkını, memleketini, kültürünü övme ihtiyacı hissediyor. Bu kişinin altında kaygı ve güvensizlik hissinin yattığını düşünüyor bir görüş de. Yahudilere baktığımız zaman da aslında, kaygılarını çok net görebiliyoruz. Çünkü Yahudiler zamanında Mısır’da yaşıyorlardı. Allah’ın gazabına uğrayarak vatanlarından ediliyorlar. Sefil bir haldeler. Müşriklerle savaşlar yapıyorlar, kaybediyorlar. Üstünlükleri çökmüş durumda. Bunun korkusunu ve kaygısını hissediyorlar. Peygamber geldiği zaman size nasıl üstünlük sağlayacağınızı görürsünüz diye üstünlük sağlamaya çalışıyorlar. Peygamber de Araplar içerisinden geldiği zaman bunu hazmedemiyorlar.
Irkçılık günümüzde de maalesef çok aktif bir konu. Hatta bizler bile bazen bilinçli, bazen farkında olmadan çok fazla ırkçılık muhabbetine girebiliyoruz. Kendi kültürümüzü başka kültürlerden üstün görebiliyoruz. Kendi memleketimizi, kendi yaşayış tarzımızı, kendi ailemizi başka ailelerden üstün görebiliyoruz. Bunun mücadelesi içine girebiliyoruz. Basit durumlarda bile kendimizi üstün görme eğiliminde olabiliyoruz. Bu eğilim bir Müslümana yakışan bir eylem değildir. Çünkü Kuran Yahudilerin bu üstünlük mücadelesinden çok bahseder. Onun için bir Müslüman kendini böyle bir mücadeleden çok uzak tutulmalıdır. Çünkü Rabbimiz buyuruyor ki "üstünlük takvadadır".
Başka bir üstünlükle ilgili bir tartışmamız, konuşmamız olmamalı. Birinin nasıl bir kıyafete sahip olduğu, nasıl bir eve sahip olduğu, ya da onun kültürü bir üstünlük sebebi değildir. Sana göre çok güzel olan bana göre göre hiç güzel olmayabilir.
Bizim tek üstünlük yönümüz olmalı, o da takvadır. Onu da ölçecek olan tek güç Rabbimindir.
Ayrıca biz de günümüzde şöyle tartışmalar yapabiliyoruz. Biri sadece bizden daha küçük olduğu için ya da rütbece daha düşük olduğu için onu reddedebiliyoruz haklı olsa da. İlkokul mezunu biri bir konuda haklı olabilir ama Profesör haklı olduğunu iddia etme ya haksız olsa bile devam edebiliyor. Dolayısıyla üstünlük bir akademik seviyede değildir. Bir ırka sahip olmakla değildir. Üstünlük sadece takvadadır.
90. Nefislerini ne kötü bir şey karşılığında sattılar!.. Allah’ın, kullarından dilediği birine fazl ü kereminden (kitap) indirmesini kıskanarak, Allah’ın indirdiklerini nankörce inkâr ettiler! Ve gazap üstüne gazaba uğradılar. Nankörce inkâr edenlere alçaltıcı bir azap vardır.
Burada diyorlar ki Allah dilediğine lütfuyla bir peygamber gönderiyor fakat Yahudiler kıskandığından dolayı bunu Allah’ın indirdiği ne inkar ediyorlar. Aslında vaz geçtikleri şey çok acı bir durum. Bir insanın kendi ırkından olmadığı için ya da kıskandığı için hem bu dünyalarını hem de ahretlerini aslında bitirmiş oluyorlar. Vazgeçdikleri şey çok acı ve çok büyük bir şey.
Yahudiler şöyle söylüyorlar "son peygamberin geleceğini söylememiz aslında yalandı" diyorlar. Aslında kendi nefislerini nasıl sattıklarını görüyoruz. Kendileri kendi söyledikleri ve kendi inandıkları güçle inandık inançlarını satıyorlar. Biz yalan söylemiştik diyorlar. Sırf inkar ettikleri ve gözleri kıskançlıktan kapandıklarından dolayı.
Yahudiler aslında peygamberleri inkar etmiş bir kavimdir. Ve hatta öldürdükleri peygamberler de olmuştur. Bu şekilde zaten Allah’ın gazabına uğramış bir kavimdir. Vatanlarından ve devletlerinden oluyorlar. Ellerindeki tek umut ise son peygamberin gelmesi. Fakat son peygamberin gelmesinde kıskançlıklarından dolayı inkar ettikleri için bu sorumluluklarını kaybetmiş oluyorlar. Aslında eskiden uğradıkları gazabın üstüne tekrardan gazaba uğramış oluyorlar.
Haset konusundan bahsetmek gerekirse: burada İblisten bahsedecek olursak, Allah iblise ve meleklere diyor ki Âdeme secde et. İblis de diyor ki ben Âdeme secde etmem. Çünkü ben ondan üstünüm. Ben ateşten yaratıldım o ise topraktan yaratıldı, diyerek Allah’ın isteğine karşı geliyorlar. İblisin karşı gelme sebebiyle Yahudilerin peygambere karşı gelme sebebi aslında aynı. İnkar edenlerin inkar etme sebepleri zaman geçsede değişmiyor. Günümüzde de buna çok benzer şeyler görebiliyoruz.
Bugün Müslümanlar da biraz ön plana çıksa hemen onun başını ezmeye çalışıyorlar kendilerini üstün gördükleri için.
Haset, kişinin neden kendisinde bir nimetin olmadığını acı bir şekilde sorgulama durumudur.
Sadece üstün olan ben olayım durumudur. Daha basite indirgeresek, herkesin arabası var ama benimki en üst model olsun düşüncesi. Aslında kimsenin arabası kimseyi ilgilendirmiyor ama haset eden kişi böyle zannediyor. Hasetliğin içinde korku ve öfke duygularının olduğu söyleniyor. Kaybetme korkusu ve bu korkunun öfkeye dönüşmesi. Biz Yahudilerde bu iki duyguyu çok aktif bir şekilde görüyoruz. Yahudilerin bir üstünlük davaları var. Zaten çok üstün değiller. Onu iyice kaybetmekten çok korkuyorlar. Bu üstünlük Araplara geçecek ve iyice dibe vuracak diye çok korkuyorlar. Arapların onları ezeceğini düşünüyorlar. Böyleleri korkuları var. Bunun da ortaya çıkardığı bir öfke var. Öfkeden dolayı öyle bir gözleri kapanıyor ki, öyle bir mantıktan çıkıyor ki, daha önce söyledikleri son peygamberin geleceği haberlerini kendilerine yalanlıyorlar. Biz yalan söylemiştik diyorlar. Çok yoğun öfke durumlarında durum mantıktan çıkabiliyor. Biz bunu depresyon hastalarında da görebiliyoruz. Yoğun depresyon geçiren kişiler de mantıkları kapandığı için çok öfkelenebiliyorlar.
91. Bir de onlara; “Allah’ın indirdiğine iman edin!” denilince; “Biz, sadece kendimize indirilene iman ederiz!” derler ve onun dışındakileri nankörce inkâr ederler. Oysa o, ellerindekini doğrulayan bir kitaptır. De ki: İnanmış kimseler idiyseniz, neden daha önce Allah’ın peygamberlerini öldürüyordunuz?!
Aslında Kur’an-ı Kerim tevratın aslını tasdik eden bir kitaptır. İkisi de birbirine tasdik eden kitaplar, birbirine zit kitaplar değiller. Yahudilere bu anlatılmaya çalışılıyor.
Vahyin aslında kime indiği önemli değildir. Ya da hangi topluma indirildiği önemli değildir. Kim tarafından indirildiği önemlidir.
Muhammed’e indirilene iman eden demiyor Allah. Allah’ın indirdiği ne iman edin diyor Allah. Vahyi indiren taraf önemli. Kime gönderildiği önemli değildir. Irkçılığı vahyin önüne geçiriyorlar. Burada Yahudiler de bunu görüyoruz. Vahyin kimi üstün çıkardığı önemli değildir, ne indirdiği önemlidir.
Burada aslında cemaatler konusu da ele alınabilir. İslam alemi olarak bizler de çok sıkıntılı süreçlerden geçiyoruz. Çok büyük zulümler gerçekleşiyor. Birlik olamadığımız için bu zulümlerin karşısında yeteri kadar duramıyoruz. Birlik olamamasının sebebi de bu mezhepçilikten ve cemaatçilikten kaynaklanıyor. Kimin mezhebi daha takva da kimin mezhebi, cemaati daha doğru, bu tartışılıyor. Ama Allah’ın hakikati tektir.
Fetih Suresi 29. ayette diyor ki, onlar kâfirlere karşı şiddetli, kendi aralarında şefkatlidirler.
Birbirlerine karşı şevkatlidirler diyor. Bu üzerinde durulması gereken bir konu. Bu ayette, bir başka kısımda Yahudilerin körükörüne bağlanmış olmalarını da görüyoruz. Yahudiler diyor ki, biz kendimize indirilene iman ederiz diyor. Kendilerine indirilen Tevrat da aslında Kuranı Kerim ile uyumlu bir kitap. Kendi kendileri ile çelişiyorlar. Kendi kendilerine küçük düşürüyorlar. Allah da bunları kendi iddia ettikleri yerden vuruyor. Eğer inanmış kişiler idiyseniz neden Allah’ın peygamberlerini öldürüyordunuz. Çünkü Tevrat’ta Peygamberlerin öldürülmesi caiz değil. Kendi kitabınıza iman ediyor idiyseniz neden bunu yapıyordunuz. Allah buradaki çelişkiyi bize bildiriyor.
92. Gerçek şu ki, Musa size apaçık delillerle geldi; ama daha sonra, zâlimane bir şekilde onun ardından o buzağıyı (tanrı) edindiniz.
Allah diyor ki, siz daha önce de Musa Peygambere gelen mucizeleri görmüştünüz. Fakat Musa Peygamber yanınızdan ayrılınca siz buzağıyı tanrı edinmiştiniz. Allah aslında onların kendi dinlerine olan bağlılıklarında da yetersiz olduklarını, samimiyetsiz olduklarını söylüyor. Allah’a iman etmeleri ve tapmaları gerekirken, buzağıya tapıyorlardı. Son peygamberin bu kadar gelmesini beklerken de, o geldiği zaman onu inkar ediyorlar. Yahudi zihniyetinin aynı şeyi gösterdiğini ayet bize anlatıyor.
93. Hani; “Size verdiğimiz şeyi kuvvetle tutun ve kulak verin!” diye Tur’u tepenize dikmiş ve sizden söz almıştık. “İşittik, ama karşı çıktık!” dediler; çünkü buzağı sevgisi inkârları yüzünden kalplerine işlemişti. De ki: İmanınız size ne kötü şeyler emrediyor? Tabiî, iman etmekte iseniz!
Allah İsrailoğullarından belli konularda söz almıştır. Allah’a iman etmeleri, ona ortak koşmamaları, Peygambere iman etmeleri gibi belirli hükümler hakkında kendilerinden söz almıştır. Fakat buna rağmen İsrailoğulları Hazreti Musa’ya, "işittik fakat isyan ettik" şeklinde karşılık veriyorlar. Yani inat ve isyanlarını sürdürmeye devam ediyorlar. Mısır’da buzağı çok değerli bir hayvan. Çok kutsal sayılan bir hayvan. O yüzden İsrailoğulları da asırlardır İsrail’de kaldıklarından dolayı buzağıyı değerli görüyorlardı. Tefsir âlimleri bu şekilde düşünüyor. Yahudiler diyor ki, biz sadece bize indirilene iman ederiz. Allah ise onların inanç tarihlerine baktığımız zaman bir sürü sapmalarının olduğunu bize gösteriyor. Onların bu yanlış inançları onlara hep kötü şeyleri emrediyor. Peygamberi şu anda da inkar etmeleri, bu kötü şeylerden kaynaklanıyor diyor ayet.
94. De ki; Allah katında Âhiret yurdu diğer insanların değil, yalnız sizinse, haydi ölümü isteyin! Tabiî, samimi iseniz!..
95. Daha önce yaptıkları şeylerden dolayı, bunu hiçbir zaman isteyemezler. Allah çok iyi bilir bu zalimleri!..
Bu ayette ahiret yurdunun sadece kendilerine ait olacağı ve sadece kendilerinin cennete gireceği iddialarına karşılık veriliyor. Eğer samimi iseniz, cennete gireceğinizi düşünüyorsanız, o zaman ölümü isteyin deniliyor. Fakat onlar kendi iddialarında kendilerinden emin değiller. O yüzden ölümü temenni edemezler. Çünkü bir insan herkesi kandırmaya çalışabilir, belki herkesi kandıra da bilir. Fakat kendini kandıramaz. İçinden ne geçtiğini herkes çok iyi bilir. Çünkü bir insan kendine samimiyetsizlik yapması pek mümkün olan bir şey değildir. Belki insanlara samimiyetsizce davranabiliriz fakat kendimize karşı samimiyetsizlik yapmamız pek mümkün değildir. Her ne kadar Yahudiler kendilerini kitaba iman ettiklerini düşünseler de, kendi içlerinde bunun şüphesini sürekli taşıyorlar.
Kıyamet Suresi'nde Rabbimiz buyuruyor ya, "insan ne yaptığını çok iyi bilir." Çünkü insan kendi nefsine şahittir. Ahıret gününde de insan kendi nefsine şahit olacaktır. O gün yaptığımız her şeyle birebir kendimiz karşılaşacağız. Çünkü bu dünyada herkes herkesi kandırabilir ama kendini kandıramaz.
Bu durumda şöyle incelenebilir. Bazı kişiler kendileri ile daha çok yüzleşirken bazıları daha az yüzleşirler. Hissettiklerini bilinç altında bırakırlar. Bazı kişiler ise kendilerine, olaylara, öfkelerini, kırgınlıklarını çok sorgularlar. Bu kişiler kendilerini daha iyi tanırlar. Kendileriyle daha rahat yüzleşirler ve yaşadıkları gün yüzündedir. Kendilerine karşı daha samimidirler. Ama bazı kişiler kendi hataları ile yüzleşmek istemezler. Ki bir kişinin kendisiyle yüzleşmesi, kendi hatasıyla yüzleşmesi çok kolay bir durum değildir.
Bir Müslüman olarak konuyu ele alırsak da, bir Müslümanın farkındalığı yüksek olmalı. Bir Müslüman kendini sorgulamalı. Ben şimdi neden kızdım, burada kırılma sebebim neydi... Sadece kendimize odaklanmak değil aslında. Bir olay yaşadığımızda karşı tarafın da hissettiklerine odaklanmamız lazım. Karşı tarafında kendini haklı hissettiği noktalar var ki kendini haklı görüyor. Çünkü karşımıza her türlü insan gelebilir. Karşınıza bir katil geldiğini düşünelim. Ve onunla görüşmek zorundasınız bir şekilde. O katilin bile kendini bir noktada haklı görme sebebi mutlaka vardır. Ve o sebebi mutlaka görmeye çalışın. Bu tabii ki uç bir örmek. Bir katilin haklılık tarafını görmeye çalışmak tabii ki mesleki (psikologların-psikyatrların yapması gereken) bir durum.
Fakat bir olay yaşadığımızda günlük hayatımızda empati duygunuzu yüksek tutmaya çalışalım. O zaman insani ilişkilerimiz çok daha ileriye gider. Bir de verdiğimiz tepkileri de gözlemlememiz lazım. Verdiğimiz tepki körükörüne mi bir tepki, nefsani bir tepki mi, yoksa Allah’ın bak dediği yerden bakabiliyor muyuz olaylara. Bir Müslümanın kendi kendini sorgulaması, kendi kendine olayları değerlendirebilmesi, farkındalığını yüksek tutması oldukça önemli.
96. Bunları, insanların hayata karşı en düşkünü bulacaksın; hatta şirk koşanlardan bile daha çok... Her biri; keşke kendisine bin yıl ömür verilse, diye temenni eder durur. Oysa bu, onu azaptan uzaklaştıracak değildir. Onların yaptıklarını Allah görmektedir!
Farkındalığımızı arttırıp kendimizi çok iyi irdelememiz lazım. Bilinçaltımız dünya ile mi dolu, ahiret ile mi dolu. Hangisi daha ağır basıyor.
Bilinçaltımızı doldurduğumuz şeyler çok önemli.
Rabbim hepimize inşallah ahiret odaklı düşüne bilmeyi ve Allah’ın bak dediği yerden bakabilmeyi nasip etsin.
Yorumlar
Yorum Gönder