Bakara Sûresi 80-89 ( Keşşâf Tefsiri p. 637-666)


40. ayetten sonuna kadar sürekli İsrail oğullarını görüyoruz. Çünkü Kur’an-ı Kerim de kendisinden en fazla bahsedilen toplum İsrailoğulları. Bir takım belirgin özellikleri var. Bu yüzden onların özellikleri bize anlatılır ki biz de ondan ders çıkartabilirim.79. ayetten itibaren ele alırsak, burada iki zümreden bahsediyordu. Yahudi zümresindeki avamın bazı kuruntularyla, mazeretlerle onları rahatlatmak için bazı tahriflerden bahsettiğini söylüyordu.

Burada iki zümre var. Bunların ikisini de sapkınlık konusunda aynı olarak nitelendiriyor. Yahudi alimler kendilerini seçilmiş bir ırk olarak görüyorlar. Kendilerine onlar her türlü hatayı yapmış olsalar da Allah’ın onları affedeceklerini, çok günahın içine batsalar bile bu durum onları etkilemeyecek ve Allah onları hatalarına rahmet edecekleri ve onları sorgulamayacakları, peygamber ataları muhakkak onlara şefaat edecekleri şeklinde kuruntuları var. Onları bu kuruntuları veren din adamlara. 79. ayette şunu görmüştük, din adamları onlara bu kuruntuları veriyorlar. Avamdakiler de hiç araştırmadan onlara zan ve taklit üzere inanıyorlar. Bu iki zümrenin de sapkınlık bakımından aynı olduğunu görüyoruz.  Ayetteki zümrede eleştirilmiş oluyor. Şimdi 80. ayette bu kuruntulu durumun örneğini göreceğiz.

80. “Sayılı günler hariç, asla bize ateş dokunmayacak” demekteler. De ki: Allah katından bir söz mü aldınız? -Eğer öyleyse, Allah asla sözünden caymaz.- Yoksa siz, Allah’a karşı bilmediğiniz bir şey mi söylüyorsunuz?!

 


İsrailoğulları’nın şöyle bir karakteristik özellikleri var. Her türlü dünyalık menfaat uğruna koşuyorlar ve Allah’la olan bütün anlaşmalarını bozuyorlar. Sanki Allah onlara merhamet etmek zorundaymış gibi Allaha iftira atıyor. 

81. Hayır! Aksine, her kim kötülük işler de bu yanlışı kendisini çepeçevre kuşatırsa, bunlardır işte, Ateş’in sahipleri... Temelli kalıcı olarak...

Buradaki kötülük anlamındaki “seyyie” kelimesinin şirk olduğunu düşünen âlimler de var. “Hatie” kelimesi etimolojik olarak duvar anlamına da geliyor. Kişi eğer hatalarını ısrarla yapmayı sürdürürse ve bu hata onu çepeçevre kuşatırsa artık hiçbir şey göremez olur. Kalbinin etrafı duvarlarla örülmüş olur ve o günahı yüzünden o duvarın üstüne ötesini göremez. Aslında işlediği her günah o duvarın bir taşıdır. Ve artık insanlar vicdanını söylediğini görebilir ne de vahyin dediğini işitebilir. Yine Mutaffifin suresi 14. Ayette gördüğümüz gibi onların kalpleri pas tutmuştur diyor. Buradaki örnekte de “Allah bize merhamet eder” şeklinde düşüncelerinin olduğunu görüyoruz İsrailoğulları‘nı. Bir hadisi Şerif‘te de Mü’min bir günahı ilk defa yapıldığı zaman kalpte bir kara leke oluşur. Ama eğer pişman ederse kalp yine parlar. Ama etmez ve tekrarlarsa o leke artmasını sürdürürse artık kılıf gibi bütün kalbi kuşatır ve geri dönüşü olmaz diyor. Biz de burada bu eyleme alıştığını görüyoruz. Dünyayı ahirete tercih edip buna bir kılıf uyduruyorlar ve artık bundan pişmanlık da duymuyorlar. 


Biz yaptığımız eylemleri alıştığımızda artık eylemleriniz alışkanlık haline geliyor ve bir huy haline geliyor. Bu huyu da aynı zamanda kalıcı hale gelmiş oluyor. Buradaki davranış alışkanlık haline gelmiştir. Başlangıçta parlak bir yazı kağıdına dökülmüş bir mürekkep silinir gider ama bir süre sonra bu tekrarladıkça silinmez hale gelir. 



Fıtratına uygun olarak yaptığımız her eylem bizi bu durumdan uzaklaştırmış oluyoruz.

82. İman edip salih amel işleyenler; bunlar da Cennet’in sahipleridir... Temelli kalıcı olarak...

İman ve salih ameli bize kuranı Kerim’de hep yanyana görüyoruz. Çünkü insanın eylemleri imanlarına şahittir. Bir insan ben sabırlıyım dediği zaman biz onun sabırlı olduğuna hükmetmeyiz. Bir şeyle karşılaştıktan sabrettiği bir duruma şahitlik ettiğimiz zaman biz onun sabırlı olduğunu anlarız. Demek ki sabrı alışkanlık haline getirmiş olmamız lazım ki bu bizim elimizde alışkanlık olarak yansımış olsun. Nasıl ki iman meselesinde kafirin günaha alışıp ikinci bir hak kazanması söz konusu var. Ve günahı normalleştirme hali var. Aynı şey aslında amel konusunda da böyle. Biz de bunu devamlı hale getirmemeliyiz. 

İman tohumsa salih amel onun meyvesidir. Meyvenin olması da onun varlığına işarettir.

83. Hani, “Allah’tan başkasına kulluk etmeyin; ana- babaya, akrabalara, yetimlere, düşkünlere iyi davranın; insanlara güzel söz söyleyin, namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin” diye İsrailoğullarından söz almıştık. Sonra, pek azınız müstesna yüz çevirerek arkanızı döndünüz!



Allah’a kulluktan sonra insanın anne babasına iyi davranması gerektiğinden bahsediyor. Ana babaya, akrabaya, yetimlere, düşkünlere iyi davranın ve insanlara iyi söz söyleyin diyor. İnsanın iyi sözü kullanmış olduğu kişiler kimler. Önce kimler zikr edilmiş. Anne babadan sonra akrabalar, yetimler, Düşkünler geliyor. Sözü en güzel şekilde kullanmak gerektiğinden bahsediyor. Ve bunu kime yapmamız gerektiğinden de söz bahsediyor. Demekki güzel sözün ibadet niteliği de var. İnsana yakışmayan ifadeleri kullanmamanın da bir ibadet olduğunu görüyoruz. Demekki kulluğun bir boyutu da aslında güzel söz söylemek. Sözü güzel söylemek. Söz disiplini olması önemlidir insanda. Bunu yaparken de karşı tarafı incitmemesi. Hazreti Peygamber’in (SAV) hayatında da bunu görüyoruz. Birini uyarırken en güzel şekilde uyarıyor. Biz de burada sözün gücünü görmüş oluyoruz. Nasıl kullanmamız gerektiğini, nasıl güçlü hale getirmemiz gerektiğini görüyoruz. Ne söylediğimizden çok nasıl söylediğimizin aslında önemli olduğunu ifade ediyor. Güzel söz söyledikten sonra namazı da kılın diyor. Ve namaz ve zekât hep bir arada geçiyor. Namaz kılarken bir arınma söz konusu. Zekât da malı arındırır. Kişinin kendini temizlemesini de namaz sağlıyor. Yani burada hem bireysel hem toplumsal bir temizlikten bahsediyor. Aslında şu da var, sahip olduğumuzu zannettiğimiz şeylerin asıl sahibini tanıdığımızda artık eşyayı emanet gibi görüp onu hakkının sahibine teslim etmemiz gerektiğini anlıyoruz. Aslında onun bütün sahip olduğunu düşündüğü şeylerin asıl sahibi yine tanımış olur. Çünkü her şeyin sahibi tek bir yaratıcıdır. Ve Allah’tan başkasına kulluk etmediğinde her şeyin asıl sahibine fark ettiğinde, kendisinin hiçbir şeye sahip olmadığını fark edip gereğini yapacaktır. Ayrıca Allah’tan başkasına kulluk etmeyin diyor. Dolayısıyla buradaki öncelikle mesajın tevhit olduğunu görüyoruz. Sonrasında insanın ilişkisini düzenlemeyi söylüyor. İsrailoğulları her dönem söz vermişler fakat pek azınız bunu tutmuştur der. 

Her dönemde İsrailoğulları’nın anlaşmayı bozduklarına ve dünyayı ahirete tercih ettiklerini ve her türlü fenalığı bunun için yaptıklarını görüyoruz. Ve işlerine gelenle düşman oluyor işlerine gelmedikleri kimseye de iyi davranıyorlar. Kendilerine önce emir olarak verilenleri çoğaltıyorlar sonra böyle çok oldu gerekçesiyle hafifletmeye çalışıyorlar.

84. Hani; “Birbirinizin kanını dökmeyeceksiniz, birbirinizi yurdunuzdan sürmeyeceksiniz!” diye sizden söz almıştık. Sonra, siz de bunu ikrar etmiştiniz. -Buna hâlâ şahitlik ediyorsunuz.


Birbirinizi yurdumuzdan çıkarmayın diye sizden söz aldık diyor ama onlar kötülükte yardımlaşıyorlar. Birbirlerinin yanlışlarını onaylayarak devam ediyorlar. Yani herkes birbirine şahitlik ediyor yaptıkları yanlışları konusunda. Siz aslında yapmanız gerektiğini fark ediyorsunuz. Ama hala aynı şeyi yapmaya sürdürüyorsunuz.

Sizler kendinizden olan kişileri öldürüyorsunuz. Ve bunun sırtsırta yaparak veriyorsunuz. Atalarınız da böyle yapmıştı. Yapılan olay değişmiyor, fiil değişmiyor, sadece kişiler değişiyor. Hem birbirlerinin arkasından iş çeviriyorlar hem de sırası geldiğinde birbirlerine yardımcı oluyorlar. Birbirleriyle çelişen durumları da var. Onları birbirinizi yurdunuzdan sürmeyeceksiniz deniyor. Ama Bunu dinlemiyorlar.

85. Ama, siz öyle kimselersiniz ki; hem birbirinizi öldürüyor, içinizden bir zümreyi yurdunuzdan çıkarıyor, onlara karşı günah ve düşmanlıkla birbirinize arka çıkıyorsunuz, hem de esir olarak size geldiklerinde fidyelerini veriyorsunuz! Oysa onları çıkarmak size haram kılınmıştı... Yoksa siz, kitabın bir kısmına iman edip bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? İçinizden böyle yapanların cezası; dünya hayatında rezil rüsva olmaktan başka bir şey değildir. Kıyamet günü̈ de azabın en şiddetlisine uğratılacaklardır. Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir.


Birbirlerini öldürme ve birbirlerini yurtlarından çıkarma konusunda yardımlaşıyorlar. Ama duruma göre de fidyelerini veriyorlar. Burada bir çelişki var. Siz kitabın bir kısmına uyup bir kısmını oynuyor musunuz?


Burada iki müttefik gruptan bahsediliyor. Her bir grupta bir Arap veri Yahudi kabile müttefik olmuşlar. Bir Yahudi ve Arap kabilesi diğer Yahudi ve Arap kabilesi ile karşı karşıyalar. Bir diğer tarafa garip geliyor. Hem Yahudiler karşı taraftaki Yahudilere eziyet ediyor ve Araplara da arada eziyet ediyorlar. Yahudi gruplardan bir kişi esir düştüğü zaman ise onun serbest kalması için gereken fidyeyi Yahudiler birleşip ödüyorlar. Araplar da diyorlar ki, nasıl oluyor bu diye ayıplıyorlar. Hem onlarla savaşıyorsunuz hem de onlar için fidye ödüyorsunuz.


86. Âhiret karşılığında dünya hayatını satın alanlar bunlardır işte! Bu yüzden kendilerinden azap hafifletilmeyecek, kendilerine yardım da edilmeyecektir.

87. Gerçek şu ki, Musa’ya o kitabı Biz verdik ve ondan sonra birbiri ardına peygamberler gönderdik. Özellikle, Meryemoğlu İsa ’yı Rûhulkudüs’le destekleyerek kendisine açık kanıtlar verdik. Ama (ey İsrailoğulları!) size her ne zaman bir peygamber, işinize gelmeyen bir şey getirmişse, (ona karşı) büyüklük tasladınız! Kimini yalanladınız, kimini ise öldür(meye çalış)ıyorsunuz!..


Aslında İslam dediğimiz din, Hazreti Adem’den beri gelen ve hiç değişmeyen bir dindir, öğretidir. Burada ise İsa aleyhisselamın özellikle belirtilmesi şu sebepledir. Şöyle diyor. Eğer Hazreti peygamber bizim ırkımızdan olmuş olsaydı ona iman ederdik ona. Ama o değil o Arap. Ama Hazreti İsa İsrailoğlu olduğu halde yine onu da kabul etmediler. Hazreti Peygamberi reddetme sebepleri ırkı olmuş olsaydı sizin ırkınızdan gelen Hazreti İsa’yı neden kabul etmediniz. Demekki bu ırkla alakalı değil bu sizin karakteriniz, karakteristik özelliğiniz.

Burada Musa’ya kitabı biz verdik diyor. Kitap dediğimiz şey metindir aslında. Biz Allah’ın verdiği her ayetin bir kitap mahiyetinde olduğunu düşünebiliriz.



Meryem oğlu İsa olarak geçiyor 16 yerde Hazreti İsa anlatılırken. İsa kelimesi Allah’ın ihsanı” anlamına gelir. Ayetlerde onun yaratılışına dikkat çeker. İlk olarak İsrailoğullarından geldiğini biliyoruz. Burada ince bir mesaj vardır. Hazreti insanın babasız olarak doğması dolayısıyla kavmi ona farklı iftiralarda bulunuyor. Burada Meryem oğlu İsa diyerek aslında onların İftiraları yüzlerine vuruluyor. Sizin attığınız iftiralar aşağılayıcı bir durumdur ama bunu bu şekilde belirterek bertaraf ediyor. O bir insandır. Dolayısıyla onu ilahlaştıranlara da bir cevaptır bu. Onun bir insandan doğduğunu da gözünüzden kaçırmayın demiş oluyor. Yani Hazreti İsa’nın herhangi bir zina sonucu dünyaya gelmediğini, bunun bir iftira olduğunu açıklamış oluyor. Onun annesine karşı saygınlığı belirtilmiş oluyor. Aynı zamanda İsa Peygamberin çok yüceltip ilahlaştırmaktansa onu insan olarak Meryem oğlu İsa deniyor. Roma döneminde kadınların çok ezildiğini görüyoruz. Saygı görmediğini görüyoruz. Çok ataerkil bir yapı var. Ve burada Meryemoğlu İsa diyerek kadınlara yönelik de bir yüceltme var. RuhunuKudüs’le desteklenme durumu her peygamberdir için geçerli. Burada RuhunuKudüs olarak geçirmesi durumunda Cebrail olduğunu söyleyen de var, ilahi vahyi olarak söyleyen de var. Bu kavramın iki yerde geçtiğini görüyoruz. Maide 110 ve Bakara 87 de geçiyor. Ruhunun köküne baktığımızda “rih”ten geldiği düşünülüyor. Kelebek gibi hafif anlamında. Kur’an‘da ilahi vahyi olarak da, Cebrail Aleyhisselam olarak da nitelendirilebilir. Her peygamber ilahi vahiy ile desteklenmiştir. O ilahi vahyi indiren Cebrail Aleyhisselamdır. Onu destekleyen aslında Kur’an‘dır. Elbette onu getiren bir aracı olmak zorunda. Bu aynı zamanda Cebrail Aleyhisselam olmuş oluyor. Ruh kelimesinin aynı zamanda nefes olarak da karşımıza çıkıyor. Kişi vahyi özümsediği zaman o eser ona nefes olur, soluk olur.



Allah Hazreti Peygamberden önceki kavimler, kendinden sonra gelecek peygambere inanma sözünü almıştır. Her kavim kendinden sonra bir peygamber bekliyordu. Bunu nereden anlıyoruz, Medine Yahudileri de bir peygamber beklediklerimi belirtmek için şunu söylüyorlardı. Bize bir peygamber gelecek ve biz hükümran olacağız diyorlardı. Ancak peygamber geldiği zaman kendi soylarından gelmeyip de Araplardan geldiğinde ona inanmıyorlar. Siz bunun sözünü vermiş oluyorsunuz. Ama yine de ona inanmıyorsunuz. Aynı kitabın bir kısmına inanıp bir kısmına inanmamaları gibi.

Atalarınıza yapmış olduğunuz şeyler çok kötüydü. Yaptığınız şeyler şu an onlara yapılmış gibi anlatılıyor ki gözlerinde canlandım. Öldürdüler denmiyor. Geçen zaman kullanılmıyor. Hala öldürüyorlar diyerek müstesna bir ifade kullanılıyor.

88. Bir de; “Bizim kalplerimiz perdelidir.” demekteler... Aksine, Allah onları inkârlarından dolayı lânetlemiştir; tam mânasıyla [iman edilecek her şeye], iman etmezler.

Allah onların kalplerinin kılıflı olduğunu kabul etmiyor. Eylem onlardan kaynaklanıyor. Etrafınızda olanı inkar edip, değiştirip aslında hakkı kabul etme imkanınız olduğu halde siz inkar edip eylemlerinizi değiştiriniz zaman, emredilen bir çerçeveden çıktığınız zaman artık biz sizi elinizden tutup doğru yola götüremeyiz. Çünkü eylemi yapan onlar. Dolayısıyla sonuçlarına razı olmak zorundalar. Size kılıflı bir kalp verilmedi, siz kalbinizi örttünüz.

Çünkü kalpler fıtrata uyacak şekilde yaratılır. Biz küfürde iki kısmı görmüş oluyoruz. Bir kısmı gerçeklere hakikate karşı gözünü kapatan ve devamlı umursamayan olan kısım. Bir de bu yapmış olduğu batıl itikadı sürekli ispatlamaya çalışanlar. Bu kalbin mühürlenmesine sebep oluyor. Yani iman etmeyip, hakikati örtüp ve sanki bu hakikatmış gibi bunun üstünü örtmeye çalışıyorlar.


Müsaddigun kelimesinde Kur’an’ın tutarlılığından vurgu yapıyor. Hepsi, indirilen bütün vahiyler birbirlerini tasdik eder. En başta onların tasdik etmesi gerekirken onlar inkar etmiş oluyorlar.


Ya da bir peygamber beklentileri var. Kendilerinin muzaffer olacağını, bölge hakimiyetinin kendilerine geçeceğini düşünüyorlar. Ama tarihe baktığımızda, Hazreti Musa’ya da her türlü yalanı isnat ettiler. Kendi halklarından gelse de aynı şeyi yapacaklardı.

Kendilerinin aşina olduğun şey gelmesine rağmen inkâr etmelerinden bahsettik. Burada toplumsal bir lanetten bahsetmiyoruz. Lanetin onlara inkarları yüzünden onlara ulaştığını görüyoruz. Lanetli kavim yoktur. Çünkü o kişilerden sonraki kişilerin de aynı hata yapmış olması beklenir ki o öyle bir şey beklenemez. Herkes kendi eylemlerinin sonuçlarını yaşar. Toplumun da bir DNAsı Ve kişi hatasını kendi iradesiyle değiştirir. Yanlışların da ısrar eden kişilerin lanetleneceğinden bahsediyor. Peygamber Efendimizin zamanında da Yahudi olup da sonra Müslüman olan Abdullah bin Selam’ı görüyoruz. 








Yorumlar