Ses dosyasına buradan ulaşabilirsiniz.
62. İman edenlerden, Yahudi, Hıristiyan ve Sābiîlerden; Allah’a ve ‘Son Gün’e iman edip salih amel işleyen herkesin, Rabbi katında mükâfatı vardır; onlar için herhangi bir korku söz konusu değildir, üzülecek de değillerdir.
[590] “İman edenler” yani kalpleri onaylamadığı halde sadece dilleri ile iman eden münafıklar, وَالَّذ۪ينَ هَادُوا Yahudiler , Yahudiyim diyenler demektir. Kökü hâde - yehûdu şeklindedir. Kişi Yahudiliğe girdiği zaman, tehevvede [Yahudi oldu] denilir. Çoğulu hûd şeklindedir. Nasārâ, nasrân kelimesinin çoğulu olup raculün nasrânün [Hıristiyan kişi] ve imra’etün nasrânetün [Hıristiyan kadın] ifadeleri kullanılır. Şair, nasrânetün lem tehannef [Hanif kalmamış Hıristiyan kadın] ifadesini kullanmıştır. Nasrânî kelimesinin sonundaki Yâ, tıpkı ahmerî kelimesindeki gibi, mübalağa ifade etmek içindir. Bunlar Mesih ’e yardım ettikleri için [yardımcılar anlamında] bu isimle isimlendirilmişlerdir. الصَّابِـ۪ٔينَ ise “dinden çıkmak” anlamındaki sabe’e kökünden gelir. Sābiîler Yahudilik ve Hıristiyanlığın dışında, meleklere tapınan bir gruptur. مَنْ اٰمَنَ [iman eden] yani bu kâfirler içerisinde halis bir şekilde iman eden ve İslâm dinine aslî olarak giren, katılan kimse demektir. “Salih amel işlerse, mükâfatı vardır”; bu onların iman ve amelleri ile kazanmış oldukları mükâfattır.
[591] Şayet “مَنْ اٰمَنَ ifadesinin i‘râbdaki mahalli nedir?” dersen, şöyle derim: Bu ifadenin mahalli ref‘tir; eğer mübteda olduğu kabul edilirse haberi de, فَلَهُمْ اَجْرُهُمْ ifadesidir. Ancak İnne’nin isminden bedel ya da ona atıf olduğu kabul edilirse, o zaman mahalli nasptır. Birinci ihtimalde İnne’nin haberi, bütünüyle cümledir; ikinci ihtimalde ise فَلَهُمْ اَجْرُهُمْ ifadesidir. فَلَهُمْ اَجْرُهُمْ ifadesindeki Fâ, مَنْ ifadesinin şart mânası ihtiva etmesinden dolayı gelmiştir.
İman eden dediğimiz, Müslümanlardan bahsediyor. Ve "hadu" dedikleri de Yahudilerden bahsediyor. Yahudi kelimesi Hazreti Yakup’un oniki oğlundan dördüncüsü olan Yahudadan gelmektedir.
Daha sonradan tam olarak o soya mensup olanlar için kullanılmış. Kuranı Kerim’de Yahudiler üç isimle anılıyor. “Yehûd”, “el yehûd” ve “ellezîne hâdû” yahudilesenler, dünyevileşme onun sorularını kendinde bulunduran Yahudileşme durumundan bahsediyor. O İslami kaynaklara göre Hazreti İsa’nın doğduğu yerin ismi Nâsira’dır. Nasraniler olarak da kullanıyoruz. İslami anlamda kuranda yardım edenler olarak algılıyoruz ama aslında o kelime Jeruselam denilen, Kudüs’e Jerusalem deniliyor, oradakine Nesârâ köyünden olması ile alakalı. Hazreti İsa’nın yani ben zihin batı dillerinde ki karşılığı Crist kelimesinden gelmiş olup Mesihe tabi olan demektir. Kelime ilk defa 44 yılında bunu kabul eden Antakyalılar için kullanılmıştır. Yani şunu anlıyoruz, Hazreti İsa’nın Tebliği ettiği dine Hristiyanlık deniliyor ve buradaki Nesârâ İle Hazreti iyi sağanın gelmiş olduğu köyün ismi kastediliyor.
Bugün 1,5 milyarın üstünde hıristiyan olduğunu biliyoruz. Her ne kadar Hıristiyanlığın dönüp kaldığından bahsediyor bugünün teologları. 1,5 milyarın üzerinde Hristiyan var ama, maalesef kiliseler kapanıyor. Bugün üç kişiyi bile pazar günleri kilisede bulamadıklarından bahsediyorlar. Çok sekülerleşmiş bir dünya. Yahudiler ise bugünkü nüfusu 20 milyon civarında. Yahudilerin 10. 12 milyonu Filistin de, Diğerleri ise dünyanın her yerine dağılmış. Filistinde olanlara ise en büyük mücahit olarak kabul ediyorlar.
Sâbiî nedir, bir de buna bakalım. Sabiî kelimesinin kökü Aramiceden geliyor. O vaftiz olmak, suya dalmak ve yıkanmak anlamlarına gelen Aramice bir kelime. O Hıristiyanlığın ilk dönemlerinde de bulunan bildin. Hatay’ın Sınır çıkışında, bir çok yerde hala Aramice kullanılan yerler var. Hazreti İsa’nın kullandığı dili kullanıyor insanlar. Bunların en büyük özelliği, bugün 20.000 Sabiî olduğunu biliyoruz. Yahudilikten ayrılmış bir meshep olduğunu araştırmalar söylüyor. Kutsal metinlerinin olduğunu da biliyoruz. Irak ve İran da yaşayan din sahipleridir bunlar. Kuran o dönemde bu insanların dinlerini tanıyor. Aynı zamanda Hazreti Yahya’yı da kendi peygamberleri olarak görüyorlar.
Biz buraya kadar şunu anlamış olduk.
Müslüman, Yahudi, hıristiyan, ve sabiîlerden bahsetti. Ayetin iniş sebebi ilginç.
Sahabeden Selmanı Fârisi daha önce hıristiyan olmuş ve bir süre Hristiyanlarla yaşamış. Daha sonra Müslüman olmuş.
Efendimize "Ya Resulallah, çok güzel hocalarımız vardı. onlar çok ihlaslılardı" Efendimiz de (SAV) diyor ki, "ancak onlar İslam dini üzerine ölmediler" diyor. Yani kısaca diyor ki Müslüman olarak ölmediler ve onlar Müslüman olarak ölmedikleri için onlarla ilgili bir şey söyleyemeyeceğini söylüyor. Selmanı Farisi diyor ki, "Allah Resulü bunu bana söylediğinde dünyam karardı." Selmanı Farisi çok farklı bir kişilikti. O kadar üzüldü ki, "içim karardı, dünyam karardı, Allahım olmaz böyle bir şey" diyor. İçinin ve vefasının duaya dönüşüyle beraber gökler titriyor ve bu ayet nazil oldu.
Bazı ayetlerin verdiği mesajın hepimizde farklı etkisi olur. Aynı küçük bir gölete taş attığın zaman başka bir yansıma olur, okyanusa taş attığınız zaman başka bir yansıma olur.
Hepimiz kabımız kadar denizden su boşaltırız. Herkes kalbi kadar doldurur. Herkes kabı kadar doldururken de kabı kadar hisseder, kabı kadar anlam verir.
Burada çok önemli bir ayete geldik. 62. ayet deyince hemen kenara not almak lazım.
Selmanı Farisi'nin vefası üzerine nazil olan bir ayete geldik. Onlar nasıl olurda cehenneme giderler diye çok üzülüyor. Çünkü hocalarına karşı çok sadık ve vefakar biri. 62. ayet gelince Efendimiz (SAV) Selmanı Farisi’yi çağırıyor ve diyor ki "bu ayet senin arkadaşların hakkında indi". Kim benim peygamber olarak geldiğimi duymadan, İsa'nın dini ve İslam üzere ölürse o kurtuluştadır. Ama bugün kim beni işitir de bana iman etmezse o emlak olmuştur, diyor.
Selmanı Farisi İranlı bir sahâbi. Biz ondan çok şey öğrendik. Uzun bir müddet ayetleri farsça okudu ayetleri. Arapça bilmiyordu. Bir çok konuda ümmetin istişare ettiği biri. Müslüman olduktan sonra ismi "Selman İbnü’l İslam" olmuştur. Bu ismi ona efendimiz vermiştir. Selman deyince çok sıradan bir selmandan bahsetmiyoruz. Selman'ül Hayr, selman'ül Pak, Selman'ül Hakim diye üç ismi daha var. İranda doğuyor ve zengin ve itibarlı bir aileye mensup. Çocukluğundan sonra İran’dan ayrılıyor. Vefatı sırasında iki hanımının olduğunu biliyor. Mecusi gecesinde kutsal ateşin sönmemesi ile görevli bir Mecusi idi. Mecusiler ateşe tapıyorlar. Ateşe taptıkları için ateşin hiçbir şekilde sönmemesi için görevlendiriliyorlar. Selmanı Farisi'nin babasının çok önemli bir görevi var ateşin sönmemesi ile ilgili. Oğlunu hiçbir yere yollamıyor. Çünkü oğlunun çok zeki olduğunun farkında ve bir arayışa girer diye olduğu yerden başka bir ilçeye bile göndermiyor. Ancak bir gün işi çok oluyor ve Hazreti Selman ilçeye iniyor ve ilçeye indiğinde bazı insanlar görüyor. Orada Allah’a ibadet eden hıristiyan adındaki insanları fark ediyor. Diyor ki, ateş zaten benim mantığıma yatmıyor. Hristiyanlık demekki beni temsil ediyor. Ve babasına gidip diyor ki, ben artık Mecusi değilim ve artık ben kararlıyım ve Hristiyanlık dinini araştıracağım ve onun üzerine eğitim göreceğim, diyor.
Hakikaten bu bir sevda. İnsanın gönlü neyin sevdasına düşüyorsa insan onun peşine düşüyor. Herkesin gönlü başka bir şeye düşüyor. Mevlana diyor ya, ekmek arayan ekmek kadar, su arayan su kadar, mevlasını arayan mevlası kadar. Onun gönlü de bir inanç meselesine düşünmüş. Babası bunu hapis ediyor. Burada bir süre mahsur kalıyor. Ve bir ticaret kafilesinin Şam’a gideceğini duyuyor. Ve diyor ki, ben bir yolla buraya gitmeliyim. Ve bu kafile ile Şam’a gidiyor. Orada uzun bir zaman bir alimden ders alıyor. O sırada hocası yaşlanıyor ve ölmek üzere iken hocasına diyor ki, benim daha öğrenecek çok şeyim vardı. Hocası diyor ki, eğer bundan sonrası ilim öğrenmek istiyorsan o zaman git Musul'a. Orada çok büyük bir alim var. Orada Şam'dan kalkıp Musul'a gidiyor. Musul'da uzunca bir süre ders görüyor. Oradaki hocası da sabahlara kadar Allah’a ibadet eden, güzel sözlü, çok güzel bir kul. Orada da hocası ölmeden önce, Selman, ne yapacağım ben, diye soruyor ve hocası bu sefer Nusaybin‘e yolluyor. Orada da aynı şeyi yaşıyor ve oradaki hocası batı anadolu tarafında Amuriye adında bir yere yönlendiriyor. Amuriye'ye geliyor ve orada da bir papaz var. O papaz ölüm döşeğinde iken hocada hakikaten kendini adamış hocalardan. Hocasına, hocam sen de beni bırakıp gidiyorsun. Ben şimdi ne yapacağım, diyor. Hocası da benim yapabileceklerim bu kadar. Seni Şam’dan Musula, Musul’dan Nusaybin'e yollamışlar, şimdi Amuriye'ye geldin. Ben daha ne yapacağımı bilmiyorum. Daha iyi nereden eğitim alabileceğini bilmiyorum. Sadece şunu biliyorum, Arap yarımadasında Hazreti İbrahim dininden hanif dini üzere gönderilecek bir peygamber geleceğini biliyorum. Onu üç tane alameti var. Sadaka kabul etmez hediye kabul eder ve iki kürek kemiğinin arasında nübüvvet mührünün bulunacağını söylüyor. Ve Selman bir arap tüccarı ile tanışıyor. Kendini çölden karşıya geçirmesi karşılığında anlaşıyor. Ticaret kalkafilesi ile hayvanlarını verme karşılığında gidiyor. Ancak tüccar onu bir Yahudiye satıyor. "Vardır bunda bir hayır" diyor. "Benim kalbimin arayışlarına tatmin edici bir cevap gelecektir" diyor. Ve o sırada Medine’ye geliyor. Ve Medine'yi görünce rahibin tarif ettiği şehre geldiğini hissediyor. Muhtemelen rahibin bana tarif ettiği şehir burasıydı ve peygamber muhtemelen buraya gelecek diyor. Hatta bir rivayette şöyle geçiyor. Ağacın üstünde duyuyor Küba’ya Efendimizin (SAV) geldiğini ve ağaçtan düşüyor. Yahudi efendisi de buna çok kızıyor. Biliyor musun kim geliyor, bize muhalefet eden biri geliyor diye kızıyor. O da gidiyor bir avuç hurma alıyor ve Peygamber Efendimize (SAV) diyor ki siz yoldan geldiniz ben size bunu sadaka olarak veriyorum diyor. Peygamber Efendimiz (SAV) almıyor. Daha sonra, bunu size hediye olarak veriyorum diyor ve Peygamber Efendimiz (SAV) onu alıyor. Daha sonra peygamberlik mührünü de görüyor. O da onun peygamber olduğunu anlıyor. Ve hemen Müslüman oluyor. Onun sahibi de diyor ki seni asla bırakmam Selman diyor. Selman kuvvetli, iyi iş yapıyor. Seni benim bırakabilmem için 300 tane hurma fidanı dikersin ve o fidanlardan hurma çıkar ve 40 ukiyye para verirsin ancak o zaman bırakırım, diyor. İslam’ın ilk mukatebesi deniyor. Gidiyor, ya Resulallah diyor. Ben Müslüman oldum ama benim azad olmam için imkan yok diyor. Çünkü 300 tane hurma dikilecek, o hurmalar hurma verecek ve ayrıca beytülmalden 40 ukiyye verilecek. Çağırıyor Allah Resulü sahabeleri. Düşünün İran’dan gelen bir köle. Bu ülkenin dilini bilmez, kültürünü bilmez, ne kadar İslami yardımı olabilir. Efendimiz arkadaşlarını çağırıyor ve diyor ki hadi bakalım Hurma dikmeye gidiyoruz. Bir kulun kalbi rahatlasın ve azat olsun diye kalkıyor Medine’nin çıkışında bir alana 300 hurma dikiyor. Ve dikenlere yardım ediyor. Ve o hurmalar o sene çok hızlı hurma veriyor. Ve Efendimiz (SAV) beytülmal'den de para vererek Selmanı Farisiinin azat olmasına yardımcı oluyor. Hatta Ebu Derda ile onu kardeş yapıyor. Selman daha sonra Hendek gazvesinde hendek açılmasını tavsiye ediyor.
"Selman bizden, ehlibeytlendir" diyor Efendimiz (SAV).
Köle de olsa, hiçbir vasfı olmasa da insana insan değeri vermiş. Bize İslam bunu söylüyor. Bu benim aklıma şunu getiriyor. Hani bir insan küçükken annesi kızınca Babasına benzemiş, babası da annesine benzemiş diyor ya. Ama Efendimiz orada onu sahipleniyor. Daha sonra Hz. Ömer (RA) Ehlibeyt mensuplarına olduğu gibi ona da maaş bağlıyor. Fakat Selman bunu sadaka olarak verip, hurma liflerinden hazırlayıp ördüğü hasırları satarak hayatını devam ettiriyor.
Zaten ilim öğrenmeye aşık bir adam. İran’dan kalmış kalkmış bir o alimden bu alime, âlimlerin dizinin dibinde büyümüş bir adam. Eshab-ı Suffa arasında önemli bir yere sahipti. Ve çok yer gezip farklı tecrübeler elde ettiği için, Taif sırasında da mancınık ve debbabe kullanımı gibi şeyler tavsiye ettiğini biliyoruz Ashab’a.
İbranice öğreniyor, Rumca biliyor, ve kutsal kitapları okuyabilecek kadar kültürlü ve çok entellektüel bir adam. Eğer Efendimiz (SAV)onu, " bir adamın kölesi, doğru dürüst Arapça bile bilmiyor" gözüyle bakmış olsaydı şu an Selmanı Farisiinin bu kadar faydası olmayacaktır. Kuran ve Kitabı mukaddesi iyi bilen anlamında "Sahibül kitabeye" denmiştir ona. Selmanı Farisiinin Fatiha suresini Farsçaya çevirdiğini biliyoruz. Efendimizin de (SAV) kabul ettiğini biliyoruz. Peygamber Efendimizin (SAV) saçını traş ettiğini biliyoruz. Bunun için ona, berberlerin piri denir. Onunla ilgili bir çok çalışmada vardır. Böyle güzel bir insan da işte çok üzülüyor daha önce yanlarında ders aldığı, ilim öğrendiği insanlara. Vefasına bakar mısınız. Artık Müslüman olmuş, başka bir dine mensup olmuş. Geriye dönüp bakmayabilirdi. Onlar ne öğrettilerse kalbinde yer ediyor. Ve kalkıp, Ya ResulAllah onların durumu ne olacak, diyor. Efendimiz de onların durumu sıkıntılı deyince arkasından ayet geliyor. Ayette onların durumu iman edip, ameli salih işleyenlere Allah karşılığını verecektir diyor.
Bakara 62 bize birinci olarak vefayı anlatıyor. İkincisi sadece Allah’a iman edip ameli salih işleyenlerin cennete girebileceğinden bahsetmiyor.
Bakara 62 ve Maide 69 ayetlere baktığınız zaman kendisine yahudi, hristiyan ve tabii diyenlere yönelik olarak bu ayetin geldiğin görüyoruz. Kuran, Yahudi, Hristiyan ve Sabiilere üç şart koşuyor. Kendinizi ne dediğiniz önemli değil.
Bu ayetin verdiği ikinci önemli şey, şu biz kendimizi bir çok şeyle tanımlayabiliriz. İyi insanım, kalbimi temiz, kimseye kötülük da yapmam bunlar bizim tanımlamalarımız. Allah’ın tanımlamasının ne olduğunu bilmiyoruz. Siz kendinizi her türlü tanımlayabilirsiniz. Ama Allah seni nasıl tanımlıyor. Kendisine Müslüman ismini vermekle insan Müslüman olmuyor. Allah’ı tarif ettiği şekildeysen Müslüman olabiliyorsun. Allah’a iman, ahirete iman, salih olma özelliği. Kur’an‘da bir parçadan baktığımız zaman, holistik bakmadığımız zaman, bütüncül yaklaşmadığımız zaman sadece gördüğümüz cümle üzerinden anlam vermiş oluruz. Ama Kur’an‘ın tamamına bakacağız.
- Allah'a iman. Allah'a imanın içinde peygamberlerinin tümüne inanmak yer almaktadır. Peygamberlerin bir kısmını bir kısmına inanmayız diyenlerin kafir olduğunu söylüyor Nisa 150. ayet. Bakara 62 ve maide 69. ayetler, Yahudi, hıristiyan, sabii bunlardan Allah’a ve ahiret te iman edip salih amel işleyenlere cennet vardır. Allah’a imanın içinde peygamberlere imanı görüyoruz. Çünkü Nisa 150. ayette bir kısmına inanıp bir kısmına inanmayanlar kafirdir diyor. Demekki Allah’a imanın başlığı altında peygambere iman var. Bu bir paket gibi. Allaha imanın başlığı altında bütün peygamberler ve kitaplar vardır. Allah ehli kitabın hepsine toptan değerlendirmiyor.
- İkincisi ahirete iman. Aşkın olana iman. Melekler de içindedir. Biz bilmiyor muyuz Kiramen Katibin bizim sevaplarımızı yazıyor. Yani aşkın olan hakikatleri iman.
- Üçüncüsü ise Salih olma özelliği taşıyan. Allah ehli kitabın hepsini toptan değerlendirmediğini görüyoruz. Ali İmran 113’te söylüyor, ehli kitabın hepsi bir değildir. Âli İmran 113. Onlrın bazıları gece vakti hava ve haşyetle secdeye kapanırlar diyor. Yani ehli kitabında iyileri ve kötüleri var. Kötüleri de var. Çünkü bazıları Teslis inancı ile Allaha Paganist bir inançla bakıyorlar.
Biz neyi gördük, bu ayetin nüzulünde vefa var. Sana ufacık bir iyiliği bile olan varsa onu unutma. Bir kahvenin bile 40 yıl hatırı varken, insan için Rabbinin hiç mi hatırı olmaz. İnsanın hocasının hiç mi hatırı olmaz. İnsana iyilik yapanların hiç mi hatırı olmaz.
Selman İslama geçtikten sonra geçmişteki hocalarından vazgeçmiyor. Bakara 62. ayet Selmanı Farisii'nin gönlündeki o kararmanın, o kaygının, üzüntünün sonucunda nazil oluyor. Nasıl bir kalp, o kadar kaygı duyuyor ki gökler harekete geçiyor. Selman ayet geldi diye Efendimiz (SAV) çağırıyor. Senin vefana ayet geldi.
Ayet bize aynı zamanda da şunu anlatıyor. İman bütün bir şey. İmanın bütünlüğünde Allah'a, peygamberlere ve kitaplara ve ahirete iman. Ahirete iman neden alınmış. Hakikaten insanlar, peygamber mesajı almamış olabilir. Ama insan şunu bilecek benim eylemlerinin bir sonucu olacak.
İnsanı insan yapan Ahirete imandır.
Allah’a iman şu sonlu dünyada sonsuz güce dayanmak insanı güçlü hissettirir. Ama ahirete iman kontrol mekanizmasıdır.
Bir insan ne kadar Allah’a inanıyorum dese de desin, ahirete imanında problem varsa o insandan ben korkarım. Çünkü ahret inancı insana sorumluluk yükleyen bir inançtır. Kimse beni görmüyor, ama Rabbim görüyor. Ben eylemimin karşılığını göreceğim. Onun için nasıl ben kötülük yapabilirim ki, nasıl israf ederim ki.
Ahırete iman insana sorumluluk ahlakını veren bir bilinçtir.
Üçüncüsü ise Salih olma özelliğini taşıyan eylemler. Bir evvelinde salih olabilmesi için taşıması gereken özelliğin birincisi onda Allah’a imanın olmasıdır.
Selman-ı Farisi'yi bilmek, hiç korkmadan ilim uğruna kendini feda etmek demektir. İkincisi ise kişinin bildiği ne olursa olsun bildiklerini ortaya koyabilmesi demektir. Selman Farisi çok entellektüel bir adamdı. Rumcayı da biliyor, İbraniceyi de biliyor, kitapları okuyor, iki kitap okuyan hem kutsal kitapları okuyan hem de Kuranı Kerim’i okuyup anlama becerilerini geliştirmiş. Bu kadar zaman içerisine çok şey sığdırabilmiş bir insandan bahsediyoruz.
63. Hani, Tūr’u üstünüze kaldırarak sizden sapasağlam söz almıştık: Size verdiklerimize kuvvetle sarılın; onun muhtevası üzerinde iyice düşünün ki, sakınasınız.
64. Sonra bu sözü müteakip yine yüz çevirdiniz! Eğer üstünüzde Allah’ın fazl u rahmeti olmasaydı, kesinlikle hüsrana uğrayanlardan olacaktınız!
65. İçinizden, cumartesi günü sınırı aştıkları için kendilerine: “Aşağılık birer maymun olun!” dediğimiz kimseleri de bilirsiniz elbette!..
66. Biz bunu, önündekilere ve ardındakilere ibretlik bir ceza; müttakîler için de bir öğüt kıldık.
[592] “Hani, o dağı üstünüze kaldırarak” Tevrat’ta olanlarla amel edeceğinize dair “sizden sapasağlam söz almıştık;” kabul etmiş ve söz vermiştiniz. Musa (a.s.) onlara levhaları getirmiş; onlar da bu levhalarda yazılı olan ağır ve zor hükümleri görmüşler, bunları ağır ve zor buldukları için de kabul etmek istememişlerdir. Bunun üzerine, Cebrail ’e emir verilmiş; o da dağı [Tūr’u] kökünden söküp kaldırarak üzerlerine gölgelik gibi dikmişti. Bu sırada Musa (a.s.) onlara, “ya kabul edersiniz ya da dağ üzerinize bırakılır” dedi; onlar da kabul ettiler.
[593] “Size verdiğimize” yani verdiğimiz kitaba, “kuvvetle” azim ve kararlılıkla “sarılın [dedik].” خُذُوا ifadesinin başında قلنا şeklinde bir hazif vardır. “Onun muhtevası üzerinde iyice düşünün” yani kitapta olanları muhafaza edin, onu inceleyin, unutmayın, ondan gafil kalmayın “ki, sakınasınız.” Yani hakkınızda umulan odur ki muttakî olursunuz ya da size; muttaki olasınız diye “Kitaba kuvvetle sarılın ve muhtevası üzerinde düşünün” dedik. - خذوا ما َ اٰتَيْنَاكُمْ [Size verdiklerimi alın] واذَّكَّرُوا [hatırlayın] ve تَذَكَّرُوا [düşünüp ders çıkartın] şeklinde okuyuşlar da vardır.- “Sonra sözünüzden döndünüz, vefa göstermediniz. Allah’ın fazl u rahmeti olmasaydı”, sizi tevbeye muvaffak kılma sûretiyle size rahmet etmeseydi, o zaman hüsrana uğrardınız.
Burada sımsıkı tutunmaktan murat, kitabı elinize alıp göğsünde tutmak değil. Burada mushafın hükümlerine sarılın diyor. Onun içinde yer alan sözlere mesajlara sarıl. Kuranın içindeki hayatı, hayatımıza dönüştürebilirsek toplumda yaşanan bir hayat kalabilirsek, o zaman Kurana yapışmış oluruz. Bu emir "Huzu ma ateynaküm bir kuvvete" Kuvvetle sarılın diyor. Çünkü hayatımızda inişler ve çıkışlar oluyor. Kur’an‘a sarılmak demek, Allah’ın emirlerine, yapabildiğimiz kadar hayatımıza taşımak muradında olmak demek oluyor.
[594] es-Sebt , Yahudilerin Cumartesi gününü tazimlerini ifade eden sebetet kelimesinden mastardır. Yahudilerden bazı insanlar bu yasağı çiğnemiş, o günün sadece ibadete adanması, tazim edilmesi şeklindeki yasağı ihlal etmiş, avlanmakla meşgul olmuşlardı. Zira Allah Teâlâ onları imtihan etmekteydi, Cumartesi günü geldiğinde bütün balıklar su yüzüne doğru çıkıyordu, o gün geçtiğinde ise hepsi dağılıp kayboluyordu. Bu husus “Cumartesi günleri balıkları sürüyle geliyor, cumartesi tatili yapmadıkları gün ise gelmiyordu; onları işte böyle imtihan ediyorduk!” [A‘râf 7/163] âyetinde ifade edilmiştir. Bu yüzden Yahudiler deniz kenarında havuz oluşturdular ve denizden havuzlara doğru kanallar açtılar; balıklar [cumartesi] bu kuyulara giriyorlar; onlar da pazar günü bu balıkları avlıyorlardı. Yasağı balıkları böyle havuzlara hapsederek çiğnemiş oluyorlardı.
Bir düzenek kurmuşlar. Cuma gününden bir düzenek kuruyorlar ve cumartesi gününden sonra onu toplayıp balıkları yiyorlar. Bu bir manipüle etme durumudur. Cumartesi günü Allah onları imtihan ediyordur.
[595] قِرَدَةً خَاسِـ۪ٔينَ ifadeleri كونوا ifadesinin iki haberidir. Yani, “maymunluk ve aşağılık vasıflarının her ikisi de sizde olsun” demektir ki bu da küçüklük ve kovulma/ötelenmedir. “Onu” yani bu maymunlaşmayı, “önündekilere ve sonrasındakilere” yani milletlere, çağlara “caydırıcı ibretlik bir ceza kıldık” itibar edenlerin uzak duracağı bir ibret haline getirdik. -Kelepçe anlamındaki nikl de bu kökten gelmektedir.- Zira onların maymuna dönüşme si kadim kitaplar da zikredilmiş ve ibret olmuştur. Onlar ve naklettikleri sonraki nesiller de bu ibreti almışlardır. “Önündekiler” ifadesi ile, o gün yaşayan milletler ve beldeleri kastedilmiştir. Bir görüşe göre; bu nekâl [ibretlik ceza], önündekilere geçmiş ve gelecek günahları yüzünden tenkil edici bir ceza demektir. “Müttakîler için”, yani toplumun salihlerinden olup da onları yasağı çiğnemekten alıkoymaya çalışan kimseler ya da bu ibreti işiten bütün müttakîler “için bir öğüt kıldık.”
Maymunlardan beter olma durumunu fiziki olarak düşünenler de olmuş. Ahmet İbni Hambel'den gelen bir hadiste Peygamber Efendimiz (SAV) şöyle diyor. "Allah hiçbir kavme lanet etmedi. Daha önceden de maymun ve domuzlarda vardı". Mücahit diyor ki onların ahlakı maymunlaştı. Nasıl maymunlaştılar. Düşmanlarını taklit eder hale geldiler. Düşman yaşantısını yaşar hale geldiler. Firavunun tanrısı olan ineği bile kendilerine tanrı yaptılar. Burada maymun haline çevrilmesinden bahsetmiyor. Ahlakın maymun haline gelmesinden bahsediyor. Bir insanın kendi ilkelerine uymayarak, kendini dünyevileşmeye mahkûm etmesinden bahsediyor. İlkesine göre davranmıyor. Sağlam değil zemin. Neredeyse oraya göre davranıyor. Bu eğlendiren, küçük düşüren bir ahlaktır diyor Kuran. Onların bu hale gelmelerinin sebebi Allah’ın emirlerinde aşırıya gitmeleridir. Allah’ın emirlerini kendi istedikleri gibi eğip büğdüler. Ahlakları maymunlaşmış bir ahlaka dönüştü. İşlerine geldikleri gibi davrandılar.
3 türlü ahlakı vardır.
1- Hasbi ahlak. Kişinin fıtratında olan ahlak. Fıtridir.
2- Kesb-i ahlak. Sonradan kazanılmış ahlak. Kendi ahlakını eğitimle düzeltir.
3- Hesabi ahlak. Hesabına göre değişmek. Nefsinin isteklerine göre değişmek. O anda ona ahlaksızlık olarak bile gelse, kendi çıkarına uygun düştüğü için ahlakından vaz geçer.
Hesabi ahlak insanı maymun kılığına döndüren ahlaktır. Sadece insanlar tarafından sevileyim diye, taktir edileyim diye ahlaksız bir hale gelen hesabi bir ahlakı öğrenmiş oluyoruz.
Rabbim hasbi ve kesb-i ahlak ilkelerini Kur’an‘dan alarak yaşayanlardan eylesin. Bugün biz hasbi bir ahlakın ve kesb-i bir ahlâkın örneklerini yapan Selmanı Farisiden de bahsetmiş olduk.
Yorumlar
Yorum Gönder