Dersin ses dosyası
"-ilk harf ‘Ayın; kelime de merfû‘ kılınarak ‘ışâvetün şeklinde okunmuştur.Bu son okuyuşta kelime, [“ışık yetersizliğinden az / alaca görmek” anlamına gelen] el‘işâ kökünden türetilmiş olmaktadır. "
Onların gözlerinde perde vardır; onlar tam göremezler. Çünkü bakış açıları alacalıdır. Çünkü basîretleriyle görmüyorlar. Çıplak gözle görmeye çalışıyorlar o yüzden de onlar anlayamaz.
"[196] ‘Azâb , hem anlam hem de yapı olarak nekâl kelimesine benzer. Zira bir kimse kendini bir şeyden geri tuttuğu zaman onu ifade etmek için a‘zebe ‘ani’ş-şey’i denildiği gibi nekel ‘anhu da denilir. Tuzlu suyun aksine tatlı su insanın susuzluğunu giderip yatıştırdığı için, ona ‘azb denmiştir. -Tuzlu su ise susuzluğu daha da artırır, kızıştırır. Tatlı suya, susuzluğu kırdığı için نقا خ ismi vermeleri de, buna delâlet etmektedir. Tatlı suya, kalp açısından susuzluğu kırıp yok ettiğinden furât da denilmiştir.- Ancak daha sonra kelime anlam genişlemesine uğramış ve suç işleyeni suçu tekrarlamaktan caydırmak üzere verilen cezalandırma [nekâl] şeklinde olmasa da, her türlü ağır cezaya azap denmiştir. "
Azap etimolojik kökü; mahrum olmak. İnsana en büyük azap Rabbinden, hakikatten mahrum olması, kendini kaybetmesi.
"Aptalların cenneti, akıllıların cehennemidir."
Thomas Fuller
Yani Fuller şunu söylemek istemiş; aklî melekeleri doğru çalışmayan birilerinin mutluluk/cennet olarak gördükleri yerin akıllılar için anlamı yoktur. Akıllılar için bir mana ifade etmez.
"İnsanoğlu yoksulluktan korktuğu gibi cehennemden korksaydı kesin cennete girerdi."
Yahyâ bin Muâz
"[197] ‘Azīm ve kebîr kelimeleri arasındaki fark şudur: ‘Azīm, [basit / önemsiz anlamındaki] hakīrin zıttı, kebîr ise küçüğün / sağîrin zıttıdır; hakīr, sağîrden daha küçüğünü ifade ettiği gibi, [ciddi, önemli, muazzam anlamındaki] ‘azīm de kebîrin fevkindedir. Bu iki kelime hem fizikî hem de soyut büyüklüğü ifade eder. Örneği: “Falanca ‘azīm ve kebîrdir” dediğin zaman, onun fiziksel büyüklüğünü kastettiğin gibi, değerinin büyüklüğünü de kastetmiş olursun. "
Hakir ; hem maddi hem manevi anlamda bir şeyi küçük görme anlamı var. Azim ve kebir sadece fiziksel bir değeri anlatmıyor, değerin büyüklüğünü de anlatıyor. Fiziksel değeriniz ne kadar büyük olursa olsun, değerinizin büyük olması ne kadar büyük olduğunuzu anlatıyor. Yani değerlerimizin değerli olması bizim ne kadar büyük olduğumuzu gösteriyor.
"[198] غِشا وَ ةٌ ve عَظِيمٌ kelimelerinin nekre kullanılmasının anlamı; onların gözlerinde insanların bildiğinden farklı türde bir perde bulunduğudur ki bu da, Allah’ın âyetlerine karşı körlük yapma, onları görmezden gelme perdesidir. Buna karşılık onlara büyük azap türleri içerisinden “öylesine büyük bir azap” vardır ki, bu azabın künhünü Allah’tan başkası bilmez. Allah’ım! Bizleri azabından muhafaza buyur; bize gazabınla muamele etme ey mağfireti geniş olan! "
Azim hakirin zıttı önemsiz basit kibir de zıttıdır, hakirde hem maddi hem manevi anlamda küçük görmek var, bir ağacın bir insanın boyu kısa olabilir ona bakarak hakir görülmez, onun hakir görülmesi yaptığı eylemin çirkinliğidir. Azim ve kibir sadece fiziksel büyüklüğü anlatmıyor değerin büyüklüğünü de anlatıyor. Ne kadar fiziksel tarafımız büyük olursa olsun değeriniz büyükse o zaman oluyor. Değerlerimizin değerli olması bizim ne kadar büyük olduğumuzu gösteriyor.
İnsanın gözüne perdeler çekmesi Basar, yüzdeki göze perdeler çekmesi değildir. Aklın önüne perdeler çekmesi. Modern felsefe, postmodern felsefe, kapitalist felsefe, seküler felsefe… bunlar perdedir. Bugün başka perdeler de var. Bugünün en önemli perdelerinden bir tanesi sanal medyadır, sanal ağlar insan için perde oluşturuyorlar. 1970-1960'lara kadar insanlar için bilinen bağımlılık nesneleri; içkiydi ,alkoldü, eroindi. Şimdi ise; cinsellik , sanal medya.
Anthony Giddens'ın (toplum bilimci) bir kitabında şöyle diyor; cinselliğin içinde aslında bu üreme teknolojileri olana kadar manevi bir taraf vardı. İnsan insana aktarım, neslin devamı. Onu da oradan aldıkları için sadece nefsin istekleri, insanın iç güdülerinin istekleriyle muhatap olan bir insan oluşturuldu ve bu insana da bağımlılıklar oluşturuldu. Bu bağımlılıklar da bir perdedir. Felsefeler perdedir, her türlü düşünce sistematikleri insana perde olabiliyor. Mesela bir dönem sosyalizm, kapitalizm ; her dönemin kendine ait bir felsefesi var. Bu felsefeler, bu yaklaşımlar insanların perspektifini belirliyor.
Teolojik bazlı mutlulukta , orta çağ döneminde hristiyanlar bir dönem, Hz. İsa acı çekti diye gülmeyi bile yasaklamışlar, içlerinde ki bazı mezhepler gülmeyi haram tayin etmişler. Sonra felsefeler, insanların bakış açıları değişti ve şimdi mutluluk haz alınacak , peşinden koşulan bir haz mekaniği oldu. Şimdi hep göze hitap ediyorlar. Bunlara ğişâvet diyor. Ğişâvet bu anlamda çok önemli bir kelime; seyrettiğimiz videolar, sanal alemdeki mesajlar, bağımlılıklar da perdedir. İnsana bir çok perde var ama bu perdeleri çeken de biziz. O perdeler önümüze geliyor ve o perdeyi bizden başka kimse çekmiyor. Perdeyi ne tarafa çekiyorsak o tarafın aydınlığını kapatan biziz.
8. Öyle insanlar da var ki, “Allah’a ve ‘Son Gün’e iman ettik” diyorlar, ama mü’min değiller!
"[199] Allah Teâlâ bu sûreye başlarken önce dinlerini tamamen Allah’a halis kılan, dilleri ve gönülleri, söylem ve eylemleri, gizli ve açık tüm halleri birbirine uyan tevhid ehli mü’minlerden söz etmiş, ardından zahir ve batınları, gönülleri ve dilleri itibariyle tamamen kâfir olanlardan söz etmiş, üçüncü olarak ise dilleri ile iman ettiklerini söyleyen, fakat kalpleri iman etmemiş olan, zahirdeki hallerinin aksi bir durumu içlerinde gizleyen kimselerden söz etmeye başlamıştır. Bunlar hakkında Allah Teâlâ bir başka âyette, “Onlara da bunlara da iltihâk etmeksizin; ikisi arasında bocalayarak...” [Nisâ 4/143] buyurmuş, onları münafık olarak isimlendirmiştir. Bu kimseler Allah katında kâfirlerin en kötüleri, ilâhî gazap ve öfkeye en fazla müstahak olanlarıdır, çünkü saptırma ve bulandırma maksadıyla iman ile küfrü birbirine karıştırmışlar, alay ve aldatma maksadıyla imanı şirke bulamışlardır. Bu sebeple de Allah Teâlâ onlar hakkında, “Şüphesiz münafıklar Ateş’in en alt tabakasındadırlar...” [Nisâ 4/145] âyetini inzâl etmiş, kâfirlerin hallerini iki âyet ile betimlerken, münafıkların hallerini on üç âyet ile betimlemiş; onların aldatmaca, tuzak ve çirkefliklerini ortaya çıkarmış; kendilerini rezil rüsva etmiş; cahilliklerini yüzlerine vurup onlarla istihza etmiş; davranışlarını alaycı bir dille tenkit etmiş; azgınlıklarını tescil etmiş; onların kör, sağır ve dilsiz olduklarını ifade ederek haklarında en ağır ve kötüleyici benzetmeleri yapmıştır. "
İlk önce muttakilerden bahsetti,değerli olanlardan. Sonra kafirlerden bahsetti,şimdi çok daha ağır münafıklardan bahsedecek. Neden daha ağır? Çünkü Allah Nisa 145 ayette söylüyor bunu "Münafıklar cehennemin en dibine gidecekler." Çünkü Kafirin bir duruşu var yine; "İnanmıyorum" diyor ve duruyor. Münafık inandığını söylüyor. Bu aynı zaman da hakikatin önünü kapatıyor. Başka perdesi var bunun. Münafıkların hem küfür hem şirk tarafları var.
"[200] Burada münafıkların anlatıldığı bölüm baştan sona bir bütün olarak, bir cümlenin diğerine atfedilmesi gibi, daha önceki âyetlerde kâfirlerin kıssalarının anlatıldığı bölüme atıftır. "
Çünkü münafıklar da aynı şekilde hem inkar eder hem de inkarı çok yüzlülükle kapatmaya çalışırlar.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyuruyor; Münafık iki sürü arasında gidip gelen şaşkın koyun gibidir. Bir o sürüye gider bi bu sürüye ; yeri belli değildir.
Allah Kuran'da kafirlerin hallerini 2, münafıkların 13 ayetle belirtmiş.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyuruyor;
- Münafıklığın alameti 3 ( bazı hadislerde 4)
- Yalan söymek
- Sözünde durmamak (bugün notere ihtiyaç duyuyoruz, Müminin sözü Noter gibi olmalı)
- Emanete hiyanet etmek.
- Hayasız davranmak. (Mahremiyet sınırlarının olmaması)
Münafıklarla ilgili 13 ayet geçiyor
Bakara Suresinde 8-20. ayetler
Nisa 137 ve 143
Tebve 67-68
Haşr 14.ayet ( Kalpleri dağınıktır.)
Münafikun Suresi'nde de münafıklar anlatılıyor. Ama Münafikun 4. ayette ; "Onlar giydirilmiş kalas/kütükler gibidir." Köküyle bağlantısını kesmiş olan ağaca haşep deniyor. İnsan da Yaradanıyla bağlantısını kesince kütüğe dönüşüyor, Eğer ki bir ağaç kökünden çekip çıkartıldığı zaman oduna döner artık onun canlı olması söz konusu değildir.
"[201] Nâs kelimesinin aslı ünâstır. Kelimenin aslındaki Hemze , hafifletme maksadıyla hazfedilmiştir. Bu tıpkı, elûka kelimesindeki Hemze’nin hazfedilerek lûka şeklini alması gibidir. Başına ma‘rifelik Lâm’ı olan “el” takısı geldiğinde ise, Hemze’nin hazfedilmesi neredeyse zorunluluk arz eder. Nitekim el-ünâs şeklinde bir kullanım hiç yoktur. Ayrıca insân, ünâs, enâsiyyu ve ins kelimeleri, kökenin bu olduğuna delâlet eder. İnsan cinsinin bu şekilde isimlendirilmesi, onların zahir, açık olmaları, görünürlükleri sebebiyledir; nitekim cinler de, gizli oldukları için cin diye isimlendirilmişlerdir. Yine insanlara beşer ismi de aynı nedenle verilmiştir."
İns ; görünür olan demek, kelimenin birinci anlamı bu.
ins görünen, cin görünmeyen demek.
İns'e dört mana veriliyor ;
1.Görünür olan
2.Ünsiyet ilişki ,yakınlık ,manevi bağlılık kuran,
Etten kemikteniz ama birbirimize sevgi hissediyoruz, Kalp denilen manevi mekanizmadan manevi duygular fışkırıyor. Dışarıya sevgi, merhamet yansıyor. Et parçasına duyguları doldurmuş.
3.Bir mana da da nisyandan getiren var; o da unutan demek. kötüşeyleri unutma,
4.İbni Manzûr (Lisânü'l Arap'ta diyor ki); Gözbebeği anlamına geliyor insan, insan varlığı Kainatın gözbebeği kadar değerli.
Ama o gözbebeği eğer kötülüklere odaklanmışsa bunun bu beden de hiç bir faydası yoktur, unutmamak lazım.
"[204] Şayet “Münafıklar -kalpleri mühürlenmiş kimselerden olmadıkları halde- nasıl bunlardan bir kısım olarak ifade edilmişlerdir?” dersen, şöyle dedersen, şöyle derim: rim: Küfür bu iki grubu birleştirmiş, tek bir cins haline getirmiştir. Münafıkları n bu cinsin kapsamındaki iki türden biri olmaları -ve küfrün yanı sıra aldatma ve alay gibi özelliklere de sahip olmak sûretiyle kâfirlerden daha beter durumda olmaları- onları kâfirlerle aynı cinsin bir türü olmaktan çıkarmaz. Aynı cinsin kapsamındaki şeyler, aralarındaki farklılıklardan dolayı türlere ayrılırlar. Bu farklılıklar onların türlerinin ayrışmasına neden olur, fakat aynı cinsin kapsamında yer almalarına engel teşkil etmez. "
Kafirlerle münafıklar aynı tür, münafıkların daha çirkef olmaları, alay ediyor olamaları, kendilerinin yaptığına uyulmadığı, diğerinin inancını küçük gördüğü için alay ediyor. Bu bir münafık tavrıdır.
Münafıklar inanmamakta kafirlerle aynıdır, eylemde farklıdırlar.
Bu eylemler ; aldatmaca , tuzak , çirkeflik.
Bunların eylemlerinde küçümsemeleri vardır, kendilerini daha yüksek gösterme arzuları vardır, o sebeple diyor ki münafık ve kafir aynı kökün farklı dallarıdır. Kökleri inanmamak üzerine.
"Gramer Bilgini ve KayıkçıBirgün, mağrur bir gramer bilgini, sahilde duran bir kayığa binip karşı sahile geçmek isler. Kıyıda müşteri bekleyen kayıkçılardan birine seslenir. Kayık yanaşır, bilgin de kayığa atlar. Kayık, denizin üzerinde seyretmekte iken bilgin kayıkçıya sorar:- Sen hiç gramer okudun mu?- Hayır! Ben cahil bir kayıkçıyım. Bilgin:- Vah vah, çok üzüldüm. Demek yarı ömrün boşa gitmiş...Diye, acıyarak kayıkçıya bakar. Tam bu sırada, bir fırtına kopar. Kayık denizin ortasında yalpalar yapmakta, kayıkçı bütün gücüyle tehlikeyi atlatmak için çalışmaktadır. Fırtına gittikçe artar, kayık batmak üzeredir. O zaman kayıkçı karşısında korkudan tirtir titreyen bilgine:- Ey, her şeyi bilen âlim dostum. Şimdi ben sana soruyorum. Yüzme bilir misin?- Hayır.Cevabını alınca, kayıkçı:- Vah vah, sen ömrünü boşuna harcamışsın. Şimdi, bütün ömrün gitti. Çünkü, biraz sonra kayığım batacak... iyi bil, şimdi burada nahiv (gramer) bilgisi değil, mahiv (Allah katında yok olmak) bilgisi lâzım... Eğer mahiv bilgisini biliyorsan tehlikesizce denize dal!"
Kimin ne bildiğini biz bilmiyoruz, Kainatta şunu çok net biliyoruz hepimizin bilgisini toplasak Allah'ın bilgisinin yanında gram etmiyor. İnsanın her alanda kendini yüksek görmesi ya da bireyin kendi inancını yukarıda gösterebilmek için karşı tarafın inancını küçümsemesi ya da o insanların hallerini küçümseyerek inançlarına laf etmesi, münafıklığın belirtileridir. Müslümanın kalbi net olur. Bir insan küçümsese ne olur ki? Sen ne olduğuna bak. Biz neyiz, bizim ne olduğumuza bakmamız önemli olan.
"[205] Şayet “Neden burada hususen ‘Allah’a iman’ ve ‘son güne iman’ zikredildi?” dersen, şöyle derim: dersen: Bu iki hususun özellikle zikredilmiş olması onların fâsıklık ve çirkeflikte ne kadar ileri gitmiş olduklarını ortaya koymaktadır. "
Çünkü Allah a inanan ya da ahirette hesabını vereceğimiz şeye inanıyorsak nasıl münafıklık yaparız? Nasıl içimiz başka ,dışımız başka söyler. Nasıl kendimizi allar pullarız da kalbimizin içinde çöpler olur. Şöyle düşünün; münafığın evi çöple dolu ama sen geliyorsun diye üstünü çiçeklerle süslemiş. Sen buna inanabilir, kana bilirsin. Ama o nasıl kanıyor buna.
"Zira bu kimseler aslen Yahudidirler, ancak Yahudilerin Allah’a imanları gerçek iman değildir, çünkü “Üzeyir Allah’ın oğludur” [Tevbe 9/30] demişlerdir. Onların ahirete imanları da gerçek iman değildir. Zira ahirete, hakiki niteliklerinin gerektirdiği gibi değil, bunun aksi istikamette iman etmişlerdir. Bu sebeple de bu kimselerin “Allah’a ve son güne iman ettik” demiş olmaları katmerli bir çirkeflik ve ikiyüzlülük ihtiva eden bir küfürdür, çünkü bu sözleri, kendilerinden münafıkça değil de gerçek inançları olarak sādır olsaydı bile yine iman değil küfür olurdu; fakat onlar bunu Müslümanları aldatmak ve onlarla alay etmek maksadıyla münafıkça söyledikleri ve kendilerini gerçek iman konusunda onlar gibi göstermeye çalıştıkları zaman bu, çirkeflik üstüne çirkeflik ve küfür üstüne küfür olmaktadır. Yine onlar böyle söyleyerek kendilerinin imanın iki önemli rüknünü kabul ettikleri, inancın iki temel umdesine sarıldıkları şeklinde bir yanılgı oluşturmak istemişlerdir. Nitekim Bâ harf -i cerini hem ‘Allah’ hem de ‘son gün’ ifadesinin başında tekrar etmeleri, onların bu iki hususun her birine sıhhatli ve sağlam bir şekilde iman iddiasında bulunduklarını ifade etmek içindir."
Burada diyor ki; bunlar çirkeflik yapıyorlar, inanmıyorlar ve inanmadıkları halde (ki inancın asıl konusu Allah a ve Ahirete iman) Çünkü Ahiret dediğiniz şey eylemlerinizden sorumlu olduğunuzu gösteriyor. Amip olsanız ahiret olmaz. O yüzden burada değişmeyen bir karakter gösteriyorlar
İbrahim Halil Erdoğan - Geçmişten Günümüze Münafıkların değişmeyen karakteri
"Herkesi memnun etmeye çalışmak münafıklıktır." Hz.Ali
Nasıl? İslami hassasiyetleri olan birinin yanına gelince dedemde hacıydı, diğerin yanına gidince ben modern insanım , bugünün argümanlarına ve felsefesine inanıyorum. Herkesi memnun etmek gibi birşey söz konusu değil zaten edemezsin, etme. İnsanları, kimseyi memnun edemeyiz. Çünkü insanların memnuniyet skalaları farklı, herkesin memnun olma karakteri farklı.
"[206] Şayet “Âyette geçen ‘Ama mü’min değiller!’ ifadesi ile onlardan nakledilen ‘Allah’a ve son güne iman ettik’ ifadesi nasıl uyumlu olabilir? Zira ‘Allah’a ve son güne iman ettik’ ifadesi fâilden değil fiilden -yani münafıklardan değil, onların sözlerinden- bahsetmekte; ‘Ama mü’min değiller!’ ifadesi ise fiilden değil fâilden söz etmektedir?” dersen, şöyle derim: dersen, şöyle derim: Maksat onların iddialarını red ve inkâr etmektir, bunun için maksada ulaştırma noktasında en etkili yol seçilmiştir. Yine burada, cümleyi başka türlü kurma durumunda ortaya çıkmayacak olan bir tekit ve mübalağa söz konusudur. Zira Allah Teâlâ onların hallerinin imana giren kimselerin hallerine aykırı olduğunu bildiği için, onları mü’minler grubundan saymamakta, bu grubun dışında tutmaktadır. Nitekim onların bu nitelikte olduğuna dair ilâhî şehadet ifade edilince, kendileri için iddia ettikleri iman niteliğinin kesin ve şüphesiz bir şekilde reddedilmesi de bu ilâhî şehadetin kapsamına dâhil olmaktadır. Buna benzer bir durum, “Ateş’ten çıkmak isterler, ama oradan çıkacak değillerdir.” [Mâide 5/37] âyetinde de söz konusudur. Bu ifade, “oradan çıkamayacaklardır” demekten daha etkilidir. "
Yani Allah diyor ki bunların İmanı iman değil. Münafikun suresi ilk ayette "onlar senin yanında iman ederler ama etmiyorlar, dilleri söylüyor."
"[208] Şayet “Son günden maksat nedir?” dersen, şöyle derim: dersen, şöyle derim: Bununla sonu olmayan, kesintiye uğramayan vakit, ebedilik kastedilmiş olabilir. Zira bu ebedi zaman, geçip gitmiş bütün zamanların ardında yer alır. Yine bu ifade ile belli bir vaktin, yani diriliş anından Çünkü bu süre, sınırı belli olan sürelerin sonuncusudur, bundan sonra vaktin herhangi bir sınırı yoktur. "
Dünya geçiyor burada bir zaman işliyor ama orada bir zaman işlemeyecek. Yani buradaki süre cennet ehlinin cennete, cehennem ehlinin de cehenneme girecekleri zamana kadar olan süre de kastedilmiş olabilir.
9. Allah’ı ve iman edenleri aldatmaya çalışıyorlar. Oysa kendilerinden başkasını aldatmıyorlar; ama farkında değiller...
"[209] ا لخد ع [aldatma]; kişinin arkadaşına, ona karşı içinden geçirdiği kötülüklerin tam aksini izhar etmesidir. Nitekim avcı elini yuvasına sokup kertenkeleyi yakalamaya çalışırken kertenkele sanki ona doğru gelir gibi yapıp da başka bir delikten kaçınca, ona dabbün hâdi’un [sahtekâr kertenkele] ifadesi kullanıldığı gibi aynı mânada dabbün hedi’ün ifadesi de kullanılır. "
Mesela arkadaşını sevmiyor ama öyle bir mesaj veriyor ki acayip seviyor. Kandırmak karşındakinin doğruya ulaşma hakkını elinden almaktır. Yani bir insanı bir insan niye kandırır diye çok sormak lazım. Evet bu daha çok menfaatperestlikle alakalı bir şey, prestijle alakalı bir şey; yani ortamına göre tavır değiştirmek.
"[210] Şayet “Allah ve mü’minlerin aldatması ya da aldatılması nasıl olabilir; zira her şeyi bilen, kendisinden hiçbir şeyin gizli kalmadığı Allah asla aldatılamaz; ayrıca çirkin işleri asla yapmayan hikmet sahibi Allah başkasını da aldatmaz; mü’minler ise aldatılabilir olsalar da, başkalarını aldatmazlar; nitekim Ferezdak ’ın [v.114/732] şu sözünde; Her isteyene aldanan ve ihsan eden Kureyş’ten isteyin; [yağmur misali ihsan yağdıracaklardır] ve Zürrumme ’nin [v.117/735] şu sözünde; Ağırbaşlı, yumuşak huylu kişiyle mü’min , her söylenene inanacak denli saftır “Mü’minin niteliği olarak ‘aldatmak’ değil, ‘aldatılmak’ ifadesi kullanılmış?” dersen, şöyle derim: dersen, şöyle derim: Bunun birkaç açıklaması vardır. İlk olarak şöyle denebilir: Münafıkların Allah’a karşı davranışları şekil itibariyle aldatıcı kimselerin davranışına benzemektedir. Çünkü aslında kâfir oldukları halde iman etmiş görünmektedirler. Allah’ın onlara karşı tavrı da aldatıcı kimselerin davranışına sûret olarak benzemiştir, zira onlar Allah katında kâfirlerin en kötüleri ve cehennemin en alt tabakasına müstahak kimseler oldukları halde, Allah yine de onlara Müslümanların ahkâmı nın uygulanmasını, dünya hayatında Müslüman muamelesin e tâbi tutulmalarını emretmiştir. Aynı şekilde, Müslümanların onlara karşı tutumları da görünüş itibariyle böyledir, zira onlar da münafıklar hakkındaki ilâhî emre uyarak onlara bu hükümleri uygulamışlardır."
Mümin aldatılabilir olsa bile başkasını asla aldatmaz. Mümin vakarı budur.
"İnsan kendisi kadar hiç kimseyi kandıramaz. " Greville
"Allah ile kandırmak , Allah ile kandırılmak iki eşit seviyede günahdır. Bilmemek suçtur. Mümin kandırılmaz." İhsan Fazlıoğlu
1-Yani Allah adına laflar söyleyerek insanları kandırıyorsun. Allah adını anarak kendi inancını kendi felsefesini karşı tarafı ikna edebilmek için ; Allah öyle diyor zaten diyerek kandırmak.Müminde böyle bir şey zaten olamaz.
2- Allah ile kandırılmak ise eğer ben kendi fikirlerime sizi getirebilmek için ayet veriyorsam ve siz bunu araştırmıyorsanız bu da büyük günahtır. Çünkü kandırılmayacaksınız , bilmemek suçtur.
Mümin kandırma gibi bir eyleme asla düşmez. Niye kandıralım ki? Sever ya da sevmez. KAbul eder ya da etmez. Tabii ki üslup önemli, ama üsluptan bahsetmiyoruz, kandırmaktan bahsediyoruz. Üslubu yumuşatmak ayrı, maaruf üslup ayrı, burada önemli olan kandırma psikolojisiyle davranmak , birde kandırılmak. Mesela sana cenneti veriyor şeyhin, hocan . Senin yerine Ahirette cevap verecek. Böyle bir şey yok , veremez kimse. Mümin kandırılamaz.
Münafık olanlara, "Sen Münafıksın" denmemiştir.
"[211] İkinci olarak; bu ifadeler onların Allah’ı kandırabileceklerine dair düşünce ve zanlarının tercümesi de olabilir. Zira Allah’a iman ettiğini söyleyen, fakat bunu söylerken münafıklık yapan kimse, aslında Allah’ın zâtını ve sıfatlarını; onun zâtının her mâlûma taalluk ettiğini, çirkin işleri yapmaktan müstağni olduğunu bilmiyor demektir. Dolayısıyla, böyle bir kimsenin Allah’ın aldanabileceği, gizli bir yolla ona zarar verilebileceği gibi bir vehme kapılması mümkündür. Yine bu vehimde olan kimsenin Allah’ın kullarını aldatabileceği, onların yollarını şaşırtıp kafalarını karıştırabileceği gibi düşünceleri benimsemesi de mümkündür. "
Allah'ı tanımayan , Allah'ı kandırdığını düşünür. Burada Akl-ı selim , Kalb-i selim giriyor ortaya. Akl-ı selim ve kalb-i selim birlikte hareket ettiğini görüyoruz.
"Bir gece vaktiydi. Hz. Ömer (ra), mûtâdı olduğu üzere Medîne sokaklarını gezmekteydi ki, ansızın durakladı. Önünden geçmekte olduğu evden dışarıya kadar taşan bir tartışma sesi dikkatini çekmişti. Bir ana, kızına:“–Kızım, yarın satacağımız süte biraz su karıştır!” demekteydi.Kız ise:“–Anacığım, halîfe süte su karıştırılmasını yasak etmedi mi?” dedi.Ana, kızının sözlerine sert çıkarak:“–Kızım, gecenin bu saatinde halîfe süte su kattığımızı nereden bilecek?!.” dedi.Ancak gönlü Allâh sevgisi ve korkusu ile dipdiri olan kız, anasının süte su katma hîlesini yine kabullenmedi:“–Anacığım! Diyelim ki halîfe görmüyor, peki Allâh da mı görmüyor? Bu hîleyi insanlardan gizlemek kolay, ama her şeyi görüp bilen Kâinâtın Hâlıkı Allâh’tan gizlemek mümkün mü?..” dedi."
Ömer görmüyorsa da Allah görüyor diyebilmek. Hem kalben , hem zihnen. Kandırmak çok zor değil ,ilmi anlamda bir boşluğu varsa. İnsan şunu asla unutmayacak Kalb-i selim ve akl-i selim budur işte; Kimse görmeyebilir, sende kendinden vazgeçmiş olabilirsin ama Allah görüyor ve her eylemin hesabının verileceği gün de gelecek, o gün çok uzakta değil. İşte burada müminin aldatması ve aldatılmasının günah olduğunu öğrendik. Çünkü müminin öyle bir duruşu yoktur, çok net bir duruşu vardır. Kalbi selimdir. Kalbinde öyle duygular yoktur insanları kandıracak, insanlara kendiyle hayatıyla alakalı farklı şeyler göstermek gibi bir durumu yoktur , öyle bir şeye ihtiyacı da yoktur. Aklı selim de bilir ki hiç kimse görmese de gören Allah var. Bütün eylemlerimi tutan,yazan melekler var.
"[212] Üçüncü olarak; burada Allah Teâlâ’nın ismi zikredilmiş, fakat Peygamber (s.a.) kastedilmiş olabilir. Zira Peygamber onun yeryüzündeki halifesidir, kullarına O’nun emir ve yasaklarını bildiren kişidir. Nitekim sultanın kendisi değil de veziri ya da maiyetindeki kimselerden bazıları tarafından söylenen sözler “Sultan şöyle dedi; şöyle ferman buyurdu” gibi cümlelerle nakledilir. Allah Teâlâ’nın “(Rıdvan ağacı nın altında) sana biat edenler, aslında Allah’a biat etmişlerdir. (Senin elin değil) Allah’ın elidir ellerinin üstündeki...” [Fetih 48/10] ve “Resul’üne itaat eden Allah’a itaat etmiş olur.” [Nisâ 4/80] âyetleri de bunu doğrulamaktadır. "
Allah'ın ismi verilerek peygamberi de kandırılmaya çalışabilir. Ama Peygamber kanabilir de ; münafikun suresinde ; "sen onlara baktığında hayranlık duyabilirsin ama içleri boş. "
Yorumlar
Yorum Gönder