Keşşaf’ta kimi zaman gramere yönelik anlatımlar, ifadeler ağır gelebilir. Bunları önemsemeyerek yola devam etmenizi tavsiye ediyorum. Çünkü birini anlamazsak diğerini anlayabiliriz.
Önemli olan anlamalarımızı arttırmak. Kuranın tefsiriyle alakalı bir dirayet çalışması yapmış olmak.
İnşallah da Rabbim hakikati ile bize anlayabilmeyi, hissedebilmeyi, hayatımıza alabilmeyi nasip etsin.
Aliya İzzetbegoviç
Kendi yapılanmasını oluşturmaya 6 kişi ile başladı. Hakikat davasında bir oluşum için 6 kişi ile yola başladı. Ve savaş bittiğinde 120bin kişilik bir ordusu vardır. Herkesin hayranlık duyduğu biri vardır. Her halde bu çağın en çok hayranlık duyulacak kişilerinden biri de Aliya İzzetbegoviç’tir. Allah rahmet eylesin. Ve ordusunda çok sayıda Hristiyan mevcudiyetinin de olduğunu biliyoruz. Büyük bir ordusu vardı ve bu orduda çok sayıda Hristiyan da vardı. Bu üzerinde düşünmemiz gereken bir konu.
Bir ordu kuracaksınız, Peygamber Efendimiz’e (SAV) benzer bir yapılanma kuracaksınız ve bu ordunuzun içinde Hristiyanlardan da askerler olacak.
İlginç olaylar oluyor. Aliya İzzetbegoviç’in bir korgenerali Hristiyan bir generale hakaret ediyor. Albay şikayette bulununca Aliya İzzet Begoviç diyor ki, hemen mahkeme kurulsun. Eşrafı da karşı çıkıyor. Şuan savaş halindeyiz. Eğer bir mahkeme kurarsak askerler arasında bir sıkıntı çıkabilir, diyorlar. Bunun üzerine Aliya İzzetbegoviç şahane bir cevap veriyor.
“Eğer adaletten vazgeçersek savaşı kaybedelim. Biz ne uğruna savaşıyoruz ki, adaletsizliğin olduğu yerde adaletten vazgeçeceğiz”
Geçen haftalarda Hz. Ali’yi (RA) anlatmıştım. Bir savaşta kaleyi kuşattıklarını. Kale düştü düşecek. Hz. Ali (RA), yarınız namaz kılsın, yarınız savaşmaya devam etsin, diyor. Komutan da diyor ki, Ya Ali, kale düştü düşecek. Bekleyelim biraz daha, sonra kılarız, diyor.
Hz. Ali (RA), uğruna savaştığımız değerleri ihmal ederek zafer kazanmanın bir anlamı yok, diyor.
Aynı şekilde Aliya İzzetbegoviç de diyor ki, evet savaş halindeyiz. Ama adaletten vazgeçersek savaşı baştan kaybedelim, ne olacak. Biz ne uğruna savaşıyoruz ki adaletsizliğin olduğu yerde adaletten vazgeçeceğiz. Hakikaten gelecek nesillere de dünya durdukça, değerin ne olduğunu gösteren bir cevap veriyor Aliya İzzetbegoviç. Allah razı olsun diyorum.
Buraya nereden geldik. Düşündüm ki;
Bize bir şeyler zor gelip bırakıyorsak, biz buraya gelirken bir şeylerden vaz geçiyorsak, o zaman nerede kalır Keşşaf okuması, Nerede kalır Kuran talebesi olması, Kuran talebesi olmak için, Kuran talebesi olmanın ahlakını taşıyabilmek için, Kurani değerlere devam etmek gerekiyor. VE unutmayın, Allah’ın bir vaadidir bu.
Gayretlerimize rahmet verecek olan Allah’tır.
Bu anlamda niceliğin önemi yoktur, niteliğin önemi vardır. Ama bugün post modern dünya bize niteliğin değil bize niceliği dayatmıştır. Niceliğe bakarak karar veriliyor. Bizleri farkında olmadan sayılara bağımlı yaptılar. Her türlü sayıya, üç kişi öldü, beş kişi öldü, yirmi beş kişi öldü, ölü sayısına göre üzülüyoruz. Ya da 10 takipçisi var, 20 takipçisi var diye üzülüyoruz. Artık sayılara bağımlı hale gelmeye başladık. Yani bu anlamda sayıların değil, niteliğin önemli olduğunu ortaya koyuyor Aliya İzzet Begoviç. Aynı zamanda da çok önemli bir şey söylüyor. Adaletten vaz geçtiğimiz zaman, yolumuzdan vazgeçtiğimiz zaman kazansak ne olur, kazanmasak ne olur. Biz ne uğrunda niçin savaşıyoruz. Ne uğurda koşturduğumuzun farkında olmalıyız.
O muttakiler de muflihun olan kimselerdir.
Allah’ım! Bizleri takva giysisi ile süsle; Bakara sûresine kendilerini zikrederek başladığın kimseler zümresinde haşreyle.
Lev Tolstoy: Ancak Allah’a inandığım zaman yaşadığımı anladım.
----
İnsanın muttaki olması demek, imanın hakikatiyle yaşadığının farkında olması demek.
----
Çok meşhur bir Zen öğretisinin bir hikayesi vardır.
Yıllarca eğitimini görür, en sonunda ustasının yanına gider. Kapıyı çalar. Yağmurlu bir gündür. Kapıyı çaldıktan sonra şemsiyesini ve ayakkabılarını bir kenara koyar.
Hoca içeri girdikten sonra sorar,
- evladım ne ile geldin.
Öğrenci cevaplar: Şemsiye ve ayakkabı ile geldim, der.
Hoca: Ne yaptın şemsiye ve ayakkabılarını.
Öğrenci: Şemsiye ve ayakkabılarımı kapının dışına bıraktım.
Hoca: Şemsiyeni ayakkabının neresine koydun?
Deyince öğrenci şaşırır.
Hoca: Bizim eğitimimiz yaptığı her eylemi farkında olarak yapanların eğitimidir, der.
Muttaki budur işte: Yaptığı her eylemin bilincinde olan kişidir. Ne yaptığının ne seyrettiğinin ne gördüğünün farkındadır.
(Ezanda) Hayyalel Felah, diyoruz ya. Felah vardır kelimenin kökünde. Namazın davetine uyanların alacağı felah, muttaki olanlara aittir, diyor.
----
RİTİM PSİKOLOJİSİ
Allah Kuran’da ritm psikolojisiyle eğitim veriyor. Ne demek ritim psikolojisi, Önce cennetten, sonra cehennemden bahseder. Çünkü hep güzelliklerden bahsettiğiniz zaman bir süre sonra o ödül anlamsız hale gelir. Sürekli cezadan bahsettiğiniz zaman da o anlamsız hale gelir. Bu eğitimde bir metodolojidir. Bu metodolojinin kaynağını Allah yapmış.
Allah Kuran’da hep ritim psikolojisi ile hareket eder.
En üzüntülü zamanda bile bu da geçer yahu diyebiliyorsak. Çok şımarmanın anlamı yok. En üzüntülü zamanında da “bu da geçer ya hu” diyorsak, biz zıttıyla kaim olanları anlıyoruz, demektir.
Ya da "inna lillahi ve inna ileyhi raciun” itircasıyla istirca edersek, Allah’ım bu gelen de gider. Bu sevinç de biter, deriz.
Öyle ya, yol da yolcu, yolcu da yolcu. Öyle bir yerdeyiz.
Burada da hidayeti anlattıktan sonra, hidayette olmayanların halini anlatacak bize. Burada bir ritim psikolojisi var. Aynı zamanda zıt kavramlarla yöntemi belletme yöntemini görüyoruz. Yani kavramların zıtlıklarını açıklayarak da olması gerekin daha iyi olması adına olumsuz tarafları görerek daha iyi anlamış oluruz.
“…yani kendilerine ilâhî lütfun ve hidayetin fayda etmediği, kitabın gönderilip gönderilmemesi ve peygamberin uyarıp uyarmaması kendileri için eşit olan inatçı ve isyankâr kâfirleri zikretmiştir.…” Burada anlattığı prototip, inatla inanmamakta direnenlerdir.
Goethe: Göğün her yerde mavi olduğunu anlamak için dünyayı dolaşmanız gerekmez.”
----
Elleziyne keferu, kafir olanlar değil, inkarı hayat tarzı haline getirenler,
Elleziyne yu’minune, imanı hayat tarzı haline getirenlerdir.
----
Çünkü anlamak istemiyor, anlamak için bir gayesi yok, anlamamak için gayesi var. Ona bütün formülleri yapsanız, bütün yöntemleri önüne dökseniz de hiçbir işe yaramaz.
----
Anlamak istememek anlamanın önüne geçen en büyük negatifliktir.
Yasin suresinde de diyor, ne yaparsan yap onlar kendilerine set çekmişlerdir.
İnanmayacağına iman etmişlerdir.
Kafirin ve cahilin problemetaği, anlamayacağına iman etmeleridir.
Bir insan anlamayacağına iman ediyorsa, ne yaparsanız yapın ona anlatamazsınız.
İman tipolojisinde anlama üzerine gayret vardır.
Küfür ve cehalette anlamama üzerine gayret vardır.
Hans Von Gadder’in bir sözü var: Düşüncenin öncelikli başarısı sözdür.
----
Konfiçyüs:
İnsanlar dört çeşittir.
Birinci çeşit: Bilir, bildiğini bilen. Bunu tabi ol.
İkincisi: Bilen ama bildiğini bilmeyen, bu nu uyar.
Üçüncüsü: Bilmeyen, ama bilmediğini bilen. Buna da öğret.
Dördüncüsü ise; Bilmiyor, bilmediğini de bilmiyorsa, bundan kaç.
Muttaki ise buradaki gibi bildiğinin ve yaptığının farkında olan.
----
Emerson: Gördüklerim beni görmediğim yaratıcıya inanmaya mecbur ediyor.
-----
Basiret de kalbin nurudur. Yüzdeki göz ile görüyoruz. Kalpteki nur ile de anlıyoruz, hissediyoruz. Hepsi etten kandan oluşmuş organlar ama Allah için ne marifetler yüklemiş. Robot yaparsın ama içine basireti koyamazsın.
Demekki gözümüz basarla dışarıyı görüyor, sınırlı bakar. Ama kalp gözü sınırsız görüyor. Kalp gözü ile her yere koşarsınız. Her yeri hissedersiniz. O yüzden baş gözünden korkma, basiret gözünden kork derler. Çünkü basiret gözü nereye yönlendirdiysek o nurla görür.
…
Yorumlar
Yorum Gönder