Mukaddime (35 - 64 s.)



MUKADDİME (ÖNSÖZ)


Allah Kuran-ı Kerim'i insanların durumlarına göre parça parça indirmiş, nuzül birden olmamış.

 Hamd ile başlayan , sığınmayla sonlanan tek bir Kitap var yeryüzünde o da Kuran-ı Kerim. İnsanların hayatlarına alması için,  Allah'ın zaman dilimlerinde indirmesinin bir ikram-ı ilahi olduğundan bahsediyor.

       
   Kehf suresi ilk ayet de şöyle der ; " Onun içinde hiç eğri bulamazsın." çok açık ve net bir Kitap olarak indirilmiş. Yeganedir. Böyle bir kitap yoktur yeryüzünde. Öyle ki Arapları, yani o günün muhattaplarını susturmuş ve insanların dillerini yutturmuştur. O gün Arap dünyasının sözü, edebiyatı şiiri inanılmaz güçlüdür. Bir beliğ hatip,  karşısındakine kat kat fazlasıyla karşılık verir ve karşısındakini sustururdu.Vadi dolusu çakıl taşından ,çöldeki kum taneciklerinden daha fazla olmalarına rağmen, bu konu da bilenler, gayret sarfedenler, hiçbir şey yapamamış. En beliğ (güzel konuşan) hatiplerinden hiçbiri onun en kısa sûresi kadarına bile nazire getirmeye kalkışmamış; asabiyet  damarları harekete geçmemiştir. 


[3]    Oysa Allah bunları iki seçenekle karşı karşıya bırakmıştı; ya inkârlarını haklı gösteren deliller getireceklerdi ya da kılıçla karşı koyacaklardı. Bunlar ise -sadece- kılıçla karşı koymayı tercih ettiler. Halbuki keskin kılıç, kesin delillerle bileylenmedikçe  çelik  çomak  oynayan  birinin  elindeki  sopa  gibidir.  Kur’ân’a  delille karşı koyamamalarının tek sebebi vardı; biliyorlardı ki, kabaran Kur’ân deryası, ‘bahçe’lerini sular altında bırakmış; doğan Kur’ân güneşi ‘yıldız’larını söndürmüştür

Sizin kılıcınız, bilginiz ne kadar keskin olursa olsun eğer bu Kuran kaynaklı değilse bu çoluk çocuğun elinde ki çomağa döner. Hiç bir kanıt ,Kurandan kaynaklı değilse, o kanıt keskin olamaz. Çünkü tek keskin Hakikata ait olan Allah'ın Vahyine aittir. Onların karşı koyamamalarının sebebi ; Kuranın kabaran deryası onların bahçelerini sular altında bıraktı ve aynı zaman da da Kuran'ın güneşi onların yıldızlarını söndürdü. Çünkü onların çok ufak yıldızları vardı. 
Peygamber efendimiz (s.a.v.) Allahın sevdiğidir, vahiy lütfuna mazhar olanların en hayırlısıdır. İsmetle desteklenmiştir. Allah' ın günahsız kullarındandır.

[5]    Bil  ki,  bütün  ilimlerin  temelinde  ve  sanatların  omurgasında  âlimler  hemen hemen birbirine eşit, sanatkârlar da aşağı yukarı aynı konumdadır. Bir âlim bir âlimden önde ise, ancak birkaç adım öne geçmiştir; bir sanatçı ile di-ğeri arasındaki mesafe de uzak değildir. Âlim ve sanatkârlardan ‘bir’ini ‘bin’ine denk kılacak derecede arayı açan ve mertebe farkına sebep olan, yarış ve mü-cadelelere konu olan esas husus ise; ilim ve sanatlardaki güzel nükteler, dakik mânalar, derin sırlardır ve perdeler ardındaki gizli noktalardır. Ve bunlar, ancak dikkatli ve ince bir düşünme ile ortaya çıkarılabilir; seçkin âlimlerin çok ender bulunan  en  seçkinlerinden,  önde  gelenlerinden  ve  parmakla  gösterilenlerin-den başkası tarafından tespit edilemez; âlimlerin geneli bunları idrak  etmekten uzak birer ‘kör’; kafasındaki taklit zincirlerini kıramamış birer ‘esir’dir.

          Alimler arasında  , sanatkarlar arasında fark yoktur. Bir iki adım olabilir. Hemen hemen herkes aynıdır. Vaka suresinden de bunu biliyoruz; 
  • Sabikunlar 
  • Ashabu'ş-şimâl
  • Ashab-ı Yemin 
           Kuran diyor ki; Sabikun olanlar azdır. Çünkü Onlar hep logomotiflik yaparlar, hep farklı türden birşeyler üretirler. Diğerleri ise onlarda iyilerdir fakat Ashab-ı yemin olanlardan çok vardır. 

           Alimlerden kimse kendini diğerlerinden çok önde görmesin. Kuran talebesi olarak siz görmeyin, biz görmeyelim. Herkesin arasında bir kaç adım fark var. Asıl fark ; ince düşünmek, çok daha farklı tefekkür etmek, sırlara vakıf olabilmek, asıl fark buradadır.

          Alimlerin genelinin derin düşünceleri olmayabiliyor ya da farklılıkları yok . Ama hakiki alim , Sabikun olanlar, onların zihinleri özgürdür, Onlara zincir vuramazsınız. O çok özgür bir şekilde devam eder. Bütün gaye Kuran-ı didik didik incelemek ve inceliklerini öğrenip zaruri ilim elde etmek için elinden geleni kişinin yapmasıdır. 

          Ancak bu kişinin ;
  • Belgatı , 
  • Kelimelerin sırlarını, 
  • Etimolojik köklerini, nasıl kullanıldığını bilmesi, 
  • Diğer ilimlerden de bilmesi, 
  • Zihnin de özgür olması ( Hz. Meryem'in annesi Hanne gibi  (Al-i İmran)) ,
  • Aklı en iyi şekilde kullanması, gerekir.


İmam Gazali öğrencileriyle bir köye giriş yapıyorlar, o sırada bir kadıncağız köydeki çeşmenin başında, su dolduruyor bekliyor.
 
Öğrencilerden biri gidip diyor ki, "Yahu sen gördün mü kim geçiyor?"
"Kim geçiyor?" diyor kadın.
"İmam Gazali, Allah'ın varlığına bin bir tane delil bulmuş, çok alim biri geçiyor, senin haberin var mı?" deyince
Kadın diyor ki "Bana ne? Ben Allah'ın varlığına ve birliğine hiç delilsiz inanıyorum." diyor.
"O, bin tane delille Allah'a inanıyor ben hiç delilsiz inanıyorum."
 
Öğrenci gelip İmam Gazali'ye söylüyor. "Hocam, demin şu kadıncağıza dedim ki kendine bir çeki düzen ver Allah'ın varlığına bin tane delil bulan koskoca İmam gazali hoca geçiyor önünden"
İmam Gazali "Ne dedi?" diye soruyor.
Dedi ki; " Bana ne. ben Allah'a hiç delil olmadan sonuna kadar inanıyorum."

İmam Gazali öğrencisine cevaben çok güzel birşey söylüyor " Evladım, o kadın gibi inanın, benim gibi de araştırın."
 
".... De ki: "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu!" ..." Zümer 9
 

İnsan taklitçi olmayacak, hem sonuna kadar inanacak, hem sonuna kadar araştıracak. İnsanın dönüp kendine bakması lazım ve "Ben ne biliyorum?" demesi lazım. 
 
 
   O Zamanlar Zemahşeri, 63 yaşlarında ve 30 yıldan daha az bir zamanda tamamlanamayacağı düşünülen bu tefsir, Allah’ın tevfiki ve doğrultması sayesinde Ebû Bekr  (r.a.)’ın hilâfet  süresi kadar kısa bir sürede [2 sene 4 ay] tamamlandı. Bu Allah'ın Kabesi'nin bana bir ikramıydı diyor. Niyet halis ise Allah bereketi ihsan ediyor. Gayret.

Yorumlar