Yani eğer bir kişi ışığa doğru bakıyorsa o gölge görmeyecektir. Ama gölgelere bakan da, karanlığa bakan da ışığı görmeyecektir. Platon’un Devlet kitabında bunu çok güzel anlatır. Mağaradaki bir insan sırtını eğer güneşe doğru verdiyse, mağaranın kapısına doğru verdiyse, içerdeki karanlıkların inatla çok güzel olduğunu söyleyecek. Siz ona ne yaparsanız yapın, ona dışarıda inanılmaz bir aydınlık, inanılmaz da bir güzellik olduğunu anlatamazsınız, diyor. Çünkü o kendini gölgelerde kalmaya ikna etmiştir. Kendini, kendi hayat çizgisi, bakışını gölgelere mahkûm etmiştir. Bu yüzden de, siz ne yaparsanız yapın gölgelerde kalana, karanlıkta kalana aydınlığı anlatamazsınız, diyor.
Bu yüzden de bizler yüzlerimizi Allah’ın hakikati anlattığı Kuran’a çevirelim. Onun aydınlığı ile aydınlanalım.
Eğer hayat sadece sevinçle dolu olsaydı, hiçbir zaman cesur ve sabırlı olmayı öğrenemezdik.
Dünya işlerindeki payım sınırlı olabilir, ama değerlidir.
Gölgelere mahkum olanlar mahremiyeti tüketenler şimdi merhameti alıp insanlığı felakete sürüklemekteler...
Minicik yavrulara işkence yapıp kandaki heyecanı arttırması için kanlarını emecek kadar vicdansızlığa terk edildik..
Bugün heralde insanların en fazla Kuran’a ihtiyaç duyduğu, Kuran’ın emirlerinin insan oğlunun, insanlık tarihinin en dramatik zamanlarından bir dönemi yaşıyoruz. Ve bu dönemde belki de Kuran’a hiçbir zaman insanlık bu kadar ihtiyaçtır duymamıştı.
Bugünün insanının zevk ekonomisi ile, tam anlamıyla hazcılıkla, tam anlamıyla nefsini, Yasin süresini buyurduğu üzere nefsini ilahlar edinen, nefsini ilahlaştıran ya da Muhammed Suresi 12. ayette olduğu gibi, hayvani isteklerle yaşayan insanlar ordularına dönmeye başladık. Öyle korkunç bir dönemdeyiz ki, biz merhametten bahsederken Allah’ın Rahman ve Rahim isimlerinden bahsederken, korkunç derecede merhamet cinayetleri işleniyor. Merhamet tüketiliyor. Öyle bir dönem yaşıyoruz. Böyle bir dönemde, tabiki ümitvarız. Bizim yapmamız gereken gayret göstermektir.
Bugün inanılmaz derecede hayal edemeyeceğimiz kadar insanların mahremiyetlerinin, merhametlerinin tükenip de mahrumiyet haline geldiği bir dönemi yaşıyoruz. Yani korkunç şeyler yapılıyor. Göçmen yavrulara eziyet ediyorlar, işkence ediyorlar ki, adrenalinleri çok yükselsin diye. Adrenalin çok yükseldiği zaman çocukların kanlarını çekip öldürüyorlar. Niye, birileri haz alsın diye. İnsanların kanlarının çekildiği, insan yarın kanlarının içildiği çok korkunç bir merhametsizliğin sahnelendi bir zaman diliminde yaşıyoruz. Gözlerimi kapatmak isterdim.Mahremiyet sınırlarını sıfırlandı herkes her şeyiyle kamusalın içinde...
Tekrar merhameti ayağa kaldırmamız gerekiyor. Tekrar mahremiyeti ayağa kaldırmamız gerekiyor. Tekrar insanlığı ayağa kaldırmamız gerekiyor.Biz, ben ne yapabilirimin peşine düşelim. Biz, “benden ne olur”un peşine düşmek yerine “ben ne yapabilirim”in peşine düşelim. Yani benden ne olur demek çok kolay. Ama ben ne yapabilirim demek zor olan, çünkü o zaman yorulacaksın. O zaman koşturacaksın.
Benden ne olur deme! Ben ne yapabilirim de!
Giddens gibi bugünün Amerikan sosyoloğu diyor ki, eşcinsellik, ensest vb., bunların hepsi insanın içsel tatminlerini arayışlarında insanın maddeyi tamahkar kılar. Giddens gibi sosyologlar diyor ki, insanlar ilk önce bağımlılıkla tanıştıklarında ilk bağımlılık alkoldü. Bu da toplumsal hezeyan olarak çok tartışıldı. Daha sonraki bağımlılık diyor eroin oldu, tv oldu. Ama öyle bir yaptılar ki, bu bağımlılıklar insanı pasivize ediyordu. Yine bu kapitalist sistemin içerisinde tüketici durumdaydı insan, bağımlıydı ve kendisi nesne haline gelmişti. Çünkü neyi tüketirseniz onun nesnesi olursunuz. Ama bu yetmedi Kapittalist sisteme. Çünkü sadece alkolü tüketiyorsun. Biraz barlara gidiyorsun. Eroini tüketiyorsan sadece eroin klüplerine gidiyordun. Ama bugün seks koliklik çok daha fazla sektöre hitap ediyor diyor Giddens. Giyim kuşam, yiyecek, içecek, zayıflama, spor, genç görünme, hep iktidar elinde olmayı istemek gibi bir çok sektörle çevrelenen sürekli bir seks kolik haline getirdiler insanları.
İnsan hazlarının esiri olunca ilk önce, ne olacak ufacık bir hatadan diyor. Ufacık bir günah da benimki olsun diyor. İnsan günahını küçümseyebilir.
Mevlana’nın burada sözü var.
“Gönül bir bahçedir, o bahçeye bir saman çöpü düşmeyegörsün, o bahçe gitgide kurur” Mevlana
Onun için gönül bahçemizi çok iyi tutmamız lazım. Gönül bahçemizi çok iyi beslememiz lazım.
Hepimizin kendi bahçesi var. Herkes kendi bahçesini üretiyor. Evet kokular birbirimizi etkiliyor. Ama bugün bahçeler yıkılmaya mahkûm durumunda. Bugünün kapitalist düzeni, ye diyor, iç diyor, eğlen diyor, sadece kendi çıkarlarını düşün diyor, sadece “ben” de diyor.
Artık kâmil bir nefis için uğraşılmıyor. Artık koskoca şişirilmiş egolar için uğraşılıyor. Gelmiyor egoların ve tatminlerin sonu. Tatminler sonu gelmediği gibi mahremiyet gidiyor. Merhamet tükeniyor, vicdan tükeniyor. Böyle bir dönemde oturmak olmaz.
Kendimizi doldurmamız, koşmamız gerekiyor ve yüzümüzü güneşe dönmek gerekiyor.
Allah’ın gösterdiği aydınlıktan başka aydınlık tanımamamız gerekiyor. Allah’ın dediğinden başka aydınlık olabilir mi? İstediği kadar güneş olsun, içimiz aydın değilse güneşin aydınlığı bize yetmiyor. Önce içimizin aydınlığının bize yetmesi gerekiyor, güneşin bize fayda etmesi için.
Güneşe sırtımızı dönmeye başladığımız an güneşin ışığı gitmeye başlıyor. Ufak ufak insan yönünü dönüyor aslında. İnsan, bunu yapmasan bir şey olmaz diyor, yaptığı hatayı küçümsüyor. Herkes neler yapıyor, bahanesi ile insanların bu hataları yapması gerekmiyor. Öncelikle insanın kendi bahçesini koruması gerekiyor. Ön çelikle herkesin kendi bahçesini sulaması, ekip biçmesi gerekiyor. Bugün bu kadar kötü bir dönemde yaşıyorsak, lise öğrencileri gibi yüksek not almak için kopya çekiyorsak, Bu yüksek not, sahte bir nottur.
Bizim için sonucun zaferi yoktur, sürecin zaferi vardır.
Sürecin bize ne kattığı önemli. Sonuca odaklandığımız, savaştığımız değeri de kaybetme durumuna düşmeyelim.
İmanın 4 boyutu vardır; onaylamak, güven duymak, güvende hissetmek, güven vermek.
Yorumlar
Yorum Gönder